![]() |
Almanyadaki Savaş Sonrası O Dönemi Bizzat Yaşamış Birinin Gözüyle Gerçeklerin Anlatım
Almanyadaki Savaş Sonrası O dönemi bizzat yaşamış birinin gözüyle Gerçeklerin Anlatımı
Almanyadaki Savaş Sonrası O dönemi bizzat yaşamış birinin gözüyle Gerçeklerin Anlatım O dönemi bizzat yaşamış birinin gözüyle savaş sonrası Yukarıda vermeye çalıştığım bütün bu bilgilerin yanısıra o karanlık dönemi bir kez de o yılları bizzat yaşamış olan birinin ağzından aktarmak sanırım bunca istatistiksel bilginin arasına olumlu bir hava katacaktır. Savaş sonrasını kafalarda canlandırabilme konusunda olumlu bir etki yapacağını umduğumdan Hamburg-Lohbrügge lisesinden Dilek Ayanoğlu’nun 25 mayıs 2000 tarihinde “Kollektif Düşünce” adlı proje kapsamında bayan Zeyer ile o dönemin en büyük sorunu olan açlık üzerine yapmış olduğu röportajı buraya aktarıyorum. İşte bayan Zeyer’in savaş sonrası yıllarından kalan izlenimleri: “O zamanlar biri bir şey çaldığında ya da çaldığımızda kimse kendini bundan dolayı suçlu hissetmiyordu. Çünkü hayatta kalabilmek için yapabileceğimiz başka bir şey yoktu. Gerçi et, yağ, ekmek ve daha başka gıda maddelerini ücretsiz olarak almamızı sağlayan belgelerden bizde de vardı –zaten başka bir şekilde gıda maddelerine ulaşabilmenin bir yolu yoktu- ama bunlar çok yetersiz kalıyordu. Aslında karnını doyurabilmenin bir yolu daha vardı: dilenmek. Ama dilendiğiniz kişilerde de size verebilecekleri ihtiyacından fazla yiyeceği olmuyordu genellikle. Yiyecek belgesindeki istihkakını tüketen ya da yiyecek kartını kaybeden kişi yeni bir kart elde edene kadar kendi başının çaresine bakmak zorundaydı. Çünkü kimse ona yardım edebilecek durumda değildi. Komşularımızla yardımlaşarak çok sıkça yiyecek değiş-tokuşu yapıyorduk, daha doğrusu yapmak zorunda kalıyorduk. Örneğin birinin yağı bittiğinde kayın kozalağı topluyor ve bunları yağ karşılığında takas ediyorduk. Yemeklerimizi pişirdiğimiz tencerelerimizden aynı zamanda çamaşır yıkamada da yararlanıyorduk. Bugün çamaşırlarımız için çamaşır makinemiz, bulaşıklarımız için bulaşık makinemiz var. Ozamanlar bütün hepsi için bir tencere kullanılıyordu. Tren istasyonlarında unutulan valizlerden çıkan eşyalar depolara getirilip insanlara dağıtılıyorlardı. Herkesin oraya bir defa gidip beğendiği bir-iki parça eşyayı alma şansı vardı. Biz de eşyalarımızı bu gibi yerlerden temin ediyorduk. Bir keresinde kendime bir elbise almıştım ve bir hafta sonra yaşlı bir kadın gelip üzerimdekinin kendi elbisesi olabileceğini söylemişti. Ama elbiseyi geri istemedi. Okula genellikle Amerika’dan gönderilen ve bizim için çok değerli olan C.A.R.E. paketleri için gidiyorduk. Bu paketlerin içinde herşey vardı, şekerleme bile. Bu yüzden okula severek gidiyorduk, ama evde durum farklıydı. Çok küçük bir dairede yaklaşık 15 kişiyle birlikte oturuyorduk. Bir tek tuvaleti paylaşmak zorundaydık ve banyo yoktu. Bu yüzden sürekli mutfakta yıkanıyorduk. Kışları da sadece mutfakta soba yakılıyordu ve hepimiz mutfakta oturuyorduk. Bu şartlar altında hastalanmak işten bile değildi. Gerçi doktor bulabilmek imkansız değildi ama bugünle kıyasladığımızda doktorlar herkese sıkça yardım edemiyorlardı. O zamanlardan kalan birçok alışkanlığım var şimdi. Örneğin artan yemekleri çöpe atmıyorum, insanlar hakkında hüküm verirken çok dikkatli oluyorum. Çünkü çaresizlikten dolayı hırsızlık yapan insanlarla aynı duygulara sahibim. Fakir çocuklara çok sık yardımda bulunuyorum. Benim o zamanlar katlanığım durumlara katlanmak zorunda kalanlara yardım etmeye çalışıyorum. O zamanlar bunun aksini düşünmemiz bile imkansızdı. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.