![]() |
Yunanlıların İşgal Ettiği Başlıca Yerler,Milli Mücadele Ve Genel Durum Hakkında Bilgi
Yunanlıların işgal ettiği başlıca yerler,Milli Mücadele Ve Genel Durum Hakkında Bilgi
Yunanlıların işgal ettiği başlıca yerler,Milli Mücadele Ve Genel Durum Hakkında Bilgi MİLLİ MÜCADELE'NİN BAŞINDA GENEL DURUM Osmanlı İmparatorluğu, 29 Ekim 1914 günü Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan'ın yanında 1. Dünya Savaşı'na girmiş, dört yılı aşan ve üç kıtanın çeşitli cephelerinde sürdürülen kanlı çarpışmalar, Osmanlı'nın kesin yenilgisi ve 30 Ekim 1918 günü imzalanan Mondros Mütarekesi ile sonuçlanmıştır. Savaşın yenilgiyle sonuçlanması, Osmanlı düzenine yeni unsurlar getirmiş ve değişik bir ortam hazırlamıştı. Artık başka ülkelerde imparatorluk için dövüşmek, büyüklüğünü ve değerini kaybetmişti. Uzun yıllardan beri anlamı kalmamış olan uzak seferler, 1. Dünya Savaşı ile tam bir iflasa uğramıştı. Her seferde biraz daha daralan imparatorluk sınırları, şimdi bütün açıklığıyla Anadolu kapılarına yaklaşmakta idi. Böylece savaş, daha başka bir anlam kazanmış oluyordu. Artık ne için olduğunu pek bilmeden anavatandan uzakta dövüşmenin tatsızlığı ve güçlüğü, yerini memleket kaygısına bırakıyor ve savaş, milli bir renk kazanıyordu. Bu gerçekte, yakında başlayacak olan Milli Mücadele 'nin kokusu tütmekteydi. Türk halkı, 1. Dünya Savaşı'nda, hiçbir savaşta olmadığı kadar çok ezilmişti. Halk arasında "seferberlik" olarak anılan bu savaş, Osmanlı 'nın genel bir seferberlikle giriştiği, modern anlamdaki ilk savaştı. Bu nedenle savaşın her türlü musibetini bütün millet çekmişti. Yine bu nedenle ilk defa savaş bezginliği, savaşa karşı nefret, çok yaygın ve ortak bir duygu haline gelmişti. Enver Paşa ve takımı, savaşın baş suçlusu görüldüğü için tüm subaylar ittihatçı sayılıyor ve halk arasında tehlikeli bir subay düşmanlığı duygusu yerleşiyordu. Subay demek, savaş demekti. Cephelerden yayılan bozgun havası, doğal yollar dışında ayrıca kaçaklarla da Anadolu içlerine kadar yayılmıştı. 300 bini aşan asker kaçağının önemli bir kısmı, bütün Anadolu'da eşkıyalık yaparak zaten sarsılmış olan devlet otoritesini hiçe indiriyordu. Anavatanın savunulması başlayınca , bunlarla da mücadele etmek gerekecekti. Türk Kurtuluş Savaşı, 1. Dünya Savaşı'nın devamı olan çarpışmalar şeklinde görülmekle beraber, önemli ayrıcalıklar göstermekte ve tarihî akışı değiştiren sonuçlara yönelmektedir. 1. Dünya Savaşı'na Osmanlı Devleti katıldığı ve sonuçlarına katlandığı halde ; Kurtuluş Savaşı, Anadolu'nun olanakları ile Osmanlı Hükumetine rağmen ve çoğu zaman düşmanlarla birlikte Osmanlı hükumetine de karşı yürütülen bir mücadeledir. Kurtuluş savaşı süresince Anadolu'da atılan her başarılı adım, kazanılan her savaş, yeni bir devletin temellerini atar ve sağlamlaştırırken, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu'nun temellerini sarsmış, çatlaklar açmıştır. Kurtuluş Savaşı'nı, 1. Dünya Savaşı sonu barış düzenini kuran ve Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini hazırlayan mücadele dönemi olarak aldığımızda, bu mücadelenin başlangıç tarihini de M. Kemal Paşa'nın bilinçli bir mücadele amacıyla Samsun'da Anadolu toprağına ayak bastığı 19 Mayıs 1919 olarak kabul etmek gerekmektedir. Geleceğin komutan ve yöneticilerinin işgal altındaki İstanbul'da tasarladıkları mücadele, Samsun'dan sonra koşulların elverdiği ölçüde yavaş yavaş su yüzüne çıkarılacak, kısa bir süre sonra açığa vurulacak ve mücadelenin dinamosu durumundaki kişiler, daha işin başında isyancı sayılarak idama mahkum edileceklerdir. Artık ok yaydan çıkmış, Anadolu aktif direnişe geçmiştir. Osmanlı padişahı Vahdettin tarafından 9. Ordu Müfettişi unvanı ve Samsun'daki bazı olayları incelemek amacıyla gönderilen; gerçekte Türkiye'nin kurtuluşu için Anadolu'da bir çıkış kapısı arayan M. Kemal Paşa, Samsun'da karaya çıktığında Türkiye'nin durumu nedirGeniş çapta ve çeşitli cephelerde yürütülmesi gereken yeni bir savaşı bağrında besleyecek olan Anadolu'nun maddi ve manevi kaynakları nelerdir? Bu mücadele, ortaya atılan kişilerin aşırı yurtseverlik duyguları, iyi niyetleri ve milletçe egemen yaşama dileklerinin dışında koşullar açısından gerçekten mümkün müdür? Kısacası, Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcında, savaşı can vergisi, kan vergisi, mal vergisi ve ter vergisi ödeyerek yürütecek Anadolu'nun Mayıs 1919'daki hali ne durumdadır ? Konferansımızın bu bölümünde bu çeşitli unsurlara göz atarak bu soruları yanıtlamaya çalışacağız? HALK ve NÜFUS Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcında tek dayanak olarak düşünülen Anadolu, insan gücü yönünden ne durumdadır? Bu sorunun yanıtını vermek için biraz gerilere dönmek gerekir. İmparatorluğun son yıllarında Anadolu Türkleri'nin , sonu gelmeyen bir tükenişin içinde olduğunu görmekteyiz. Ünlü devlet adamı Mithat Paşa'nın deyimiyle "Müslüman olmayan Osmanlı yurttaşları kan vergisinden muaf tutulmuşlar, askerlik yapmıyorlardı." 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı'nda, 1912-13 yılları arasındaki Balkan Savaşları'nda çarpışan, ölen hep Anadolu Türkleri'dir. Ülkenin kaymağını yiyen Rumlar ,Ermeniler ve Yahudiler ise para ödeme karşılığı askerlikten muaf tutulmaktadırlar. Bu durum da Türkler'in nüfus açısından erimekte olduğunu göstermektedir. Osmanlı İmparatorluğu, 1. Dünya Savaşı'na girerken 22 milyon nüfusa ve 1.700.000 kilometrekare toprağa sahip bulunuyordu. Savaşla beraber toprağın 1 milyon kilometrekaresi ve bu topraklarda oturan 10 milyondan fazla insan, imparatorluk hesabına kaybedilmişti. Geriye, topluluktan ayrılmaya hazır unsurlardan ve Türk çoğunluğundan oluşan en çok 12 milyonluk bir halk yığını kalıyordu. Kaynağı ne olursa olsun, bütün sayılardaki aldanma oranını ve savaş kayıplarını hesaba katarak, Milli Mücadele başında, Doğu Trakya ve Anadolu Türkleri'ni, 8-8,5 milyon olarak kabul edebiliriz. Ulu önderin Samsun'a çıktığı 19 Mayıs 1919 tarihinde Anadolu'da bulunan işte bu 8-8,5 milyon dolayındaki Türk nüfusu, Milli Mücadele 'nin başlıca insan kaynağını oluşturacaktır.Yalnız burada dikkatinizi çekmek istediğim nokta bu nüfusun yaş ve cinsiyet olarak yapısıdır. Savaşlardaki kayıplarla Türk toplumunun yapısı tamamen değişmiş, toplumun18-35 yaşları arsındaki erkek gücünde büyük bir gedik açılmıştır. Toplumun üretici ve tüketici elemanları arasındaki denge bozulmuş; tüketici durumundaki çocuk ve ileri yaşlılar ile güçlerinden her alanda yararlanılamayan kadınların toplam nüfusa oranı artmıştır. Üstelik ilerde de değineceğimiz gibi ülkenin en aydın kitlesi sayılan muvazzaf ve yedek subay kadrosu geniş ölçüde erimiş, yok olmuştur. Tüm bunların yanı sıra, Milli Mücadele 'nin başlangıcındaki 8-8,5 milyon dolayındaki insan gücünün tamamının mücadeleye hazır olduğu da söylenemez. Zira Anadolu yer yer işgal altındadır ve işgal altındaki topraklarda bulunan Türk nüfusu, Milli Mücadele 'nin dışında kalmaktadır. SOSYAL YAPI Milli Mücadele'nin insanı, biten bir çağ ile başlayan bir çağ arasında köprü olmuştur.Yani hem eski, hem yeni çağın insanıdır Milli Mücadele devrinde Türk toplumu 4 sosyal gruba ayrılır : 1- 1- Ağalar ve eşraf 2- 2- Şeyhler- din adamları 3- 3- Aydınlar 4- 4- Halk (Büyük çoğunluğu köylü olmak üzere esnaf ve sanatkarlar) Saydığımız bu gruplar, kendi özelliklerine has bir davranış gösterememişlerdir. Her gruptan mücadeleye katılanlar, karşı duranlar ve nötr kalanlar vardır. Örneğin şehir ve kasabalarda nüfuz sahibi olan ağalar ve eşraftan bir kısmı, malını mülkünü korumak için düşmanla hoş geçinme yolunu tutarken, diğer kısmı da yine aynı amaçla dövüşenler safında yer almışlardır. Ağaların ve eşrafın sosyal yapıdaki yerini iyi bilen Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi'nden sonra, bölgenin bu nüfuzlu insanlarına özel mektuplar yazarak kendilerini, bulundukları yerde milli teşkilatın kurulmasında ve zararlı telkinlerin önlenmesinde yardıma çağırmıştır Aydınlara gelince, toplumda yol gösterici rol oynayacak olan bu sosyal grubun, Milli Mücadele devrinde iki zaafı vardır. Biri çok azlık oluşları, diğeri de politik bakımdan iki düşman cepheye -ittihatçı ve itilafçı- bölünmüş bulunmalarıdır. Devrin aydınları arasında sayı ve fonksiyon bakımından subaylar önemli bir yer tutmaktadır. Sivil aydınlar ise, başta valiler, mutasarrıflar, kaymakamlar olmak üzere, diğer memurlar ve öğretmenlerdir. Normal olarak halkı daha çok aydınların etkilemesi gerektiği halde, halk dolaylı ya da dolaysız şekilde 1. Derecede din adamları ile ağa ve eşrafın etkisi altındaydı. Bunun içindir ki aydınlar, halkı mücadeleye sürükleyebilmek amacı ile diğer sosyal grupları yanlarına almak zorundaydılar. Milli Mücadele işte bu çeşitli etkiler altında yaşayan Türk halkının gücü ile yapılacaktı. Türkler'i zayıf düşüren iç düşmanlar bu kadar da değildi. Yokluk, yoksulluk, yorgunluk da bir tarafa verem, trahom, sıtma ve frengi, büyük mücadelenin insan kaynağını son derece verimsiz kılıyordu. Üstelik halkın moral durumu da bozuk idi. Hakim unsur olmasına rağmen, bir imparatorluğun tebeası olarak yaşamak, Türk halkında ulusal bilincin gelişmesini önlemiştir. Ancak son devirlerde yalnızca aydın çevreler arasında bu bilinç gelişmeye başlamıştır. Denilebilir ki Milli Mücadele , kahramanların ve korkakların, vatanseverlerin ve hainlerin, büyük amaçların ve kişisel çıkarların çatıştıkları ve yarıştıkları bir boğuşmadır. Birçokları tereddüt ve kararsızlıkları yüzünden korkakların safında, cehalet ve tutuculukları nedeniyle hainlerin arasında görünmüşlerdir. ORDU Osmanlı İmparatorluğu can çekişirken, Türk ordusu isteyerek ve bilerek büyük sorumluluklar yüklenmiştir. 20. Yy. In başlarında Makedonya'nın, Hicaz ve Yemen'in , Trablusgarp'ın ve İstanbul kapılarına varıncaya kadar Trakya'nın savunulması, isyanlar ve ihtilallerin bastırılması, hep onun altından kalkmaya çalıştığı işler olmuştur. Tüm bunlardan başka Türk ordusu, baskı rejimini yıkıp Meşrutiyet'i getirmek, devleti ayakta tutacak inkılap ve ihtilali başarmak gibi politik vazifeleri de üzerine aldı. Kurtuluş Savaşı'na katılacak olan subay kadrosunun tohumları Balkan Savaşı'ndan hemen sonra atılmıştır. Bir taraftan ıslah için uğraşılırken, diğer taraftan Türk ordusunun kumanda kurulunun gençleştirilmesine çalışılmıştır. Binden fazla yaşlı, liyakatsiz sayılan subay ve kumandan emekliye ayrıldı, yerlerine genç subaylar getirildi. 1. Dünya savaşı başında binbaşı ya da yarbay rütbesindeki birçok genç subay (Mustafa Kemal, İnönü, K. Karabekir, A. Fuat) savaşta kolordu ve ordu komutanlıklarına kadar yükselmişler ve sonra Milli Mücadele'nin yüksek kumanda kadrosunu oluşturmuşlardırBu arada belirtmemiz gerekir ki bu genç subay kadrosunun büyük kısmını 1. Dünya Savaşı'ndaki çeşitli savaşlarda kaybetmişizdir. Öyle ki, 1914 Ağustosu başında seferberlik ilan edildiği zaman 640 bin kişilik orduya kumanda edecek 24 bin subay varken, 5 yıl sonra Milli Mücadele'nin başında 70-80 bin kişilik orduya kumanda edecek subay kadrosunu tamamlamak için çok sıkıntı çekilmiş ve bu kadro bir türlü tamamlanamamıştır.)u kadroyu tamamlamak için 3 yol denenmiştir : 1- 1- İstanbul'dan kaçan subaylara kumanda görevi vermek. 2- 2- Anadolu'da terhis edilmiş yedek subayları tekrar silah altına almak. 3- 3- Ankara'da bir talimgâh açarak burada subay yetiştirmek. Silah ve cephane açısından da durum pek parlak değildir. 1. Dünya savaşı, insan kaybı kadar silah kaybına da neden olmuştur. Milli Mücadele'yi yapacak kadroya çok az şey kalmıştır. Mondros'tan sonra galipler, Türk ordusunu silahlandırmak için ne buldularsa alıp kendilerinin korudukları depolara yığmışlardır. İşin acı tarafı, büyük ölçüde silah ve malzemenin İstanbul'da bulunmasıdır. Halbuki İstanbul, düşman işgali altındaydı.Ordu elinden alınan silah ve elde kalanların durumu. Silahın Cinsi Ordunun Elinden Alınan Türk Ordusu'nun Elinde Kalan Ağır Top 1.099 82 Sahra Topu 606 200 Piyade Tüfeği 667.983 123.191 Ağır Mk. Tüfek 3.118 1.370 Her şeyden önce müttefik devletler elinde bulunan depoların boşaltılması ve Anadolu'ya aktarılması gerekliydi. Mücadelenin başlangıcında bundan başka yapılacak şey de yoktu. Nitekim büyük fedakarlıklar yapılarak İstanbul'dan Anadolu'ya silah ve cephane kaçırılmıştır. İşgal kuvvetlerinin gözleri önünde nice tehlikelere katlanarak silah ve cephane kaçıran Türk çocuklarını tarih daima takdirle anacaktır Ayrıca Milli Mücadele boyunca çeşitli kanallar yoluyla silah ve cephane açığı kapanmaya çalışılmıştır. Örneğin, Karabekir Paşa kumandasındaki kuvvetlerin doğuda ileri harekata geçerek Ermeni ordusunu mağlup etmesi üzerine, Ermeniler'den ganimet olarak alınan önemli sayıda silah, cephane ve malzeme, Türk ordusunun ihtiyacının bir kısmını karşılamıştır. Yine bu zaferden sonra Ruslarla kurulan dostluk sonucunda, Rusya'dan da yardım olarak Anadolu'ya silah, cephane ve malzeme gelmiştir. Bütün güçlüklere ve mali sıkıntıya rağmen, temin edilen paralarla Avrupa'dan da bir miktar silah almak mümkün olmuştur. Nihayet, ordu teşkilatı geliştikçe Türk ustalarının gayretleriyle Anadolu'nun bazı yerlerinde basit imalathaneler kurulmuş ve eldeki imkanlar içinde , silah ve cephane olmasa bile , birtakım malzeme imali sağlanmıştır. 1920 yılı sonuna doğru Eskişehir ve Ankara'da silah ve cephane yapan fabrikalar bir merkez altına alınmaya başlandılar ve 10 Ocak 1921'de Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı "İmalat-ı Harbiye Genel Müdürlüğü" kuruldu. Bu atölyeler ve fabrikalarda, Türk işçileri olağanüstü gayretle çalıştılar. Eski tren ve ray parçaları eritilerek, kılıç, süngü, tüfek süngüsü, top kamaları yapıldı. Çapları büyük mermiler, patlama tehlikesine rağmen inceltildiler. Ordunun büyük ihtiyacını özellikle, İnönü ve Sakarya Savaşları'nda bunlar karşıladılar. Kısacası, Milli Mücadele' yi yapan Türk ordusu, sayıca az, silah ve malzemece fakir, iaşe ve bakım imkanları kısır, subay kadrosu eksik, yorgun, fakat şerefli bir geçmişe sahip, tecrübeli bir küçük ordu idi. Alman Generali Liman Von Sanders'in dediği gibi, "Esas bakımından Türk askeri ve hele Anadolu askeri mükemmeldir." Bu mükemmel askerin, Milli Mücadele'de en büyük şansı, dahi bir başkumandanın emrinde ; hepsi genç, idealist bir seçkin subay kadrosu tarafından idare edilmesidir. EKONOMİK DURUM Birinci Dünya Savaşı'nda ülkenin gençleri üretim alanından alınıp cepheye gönderilince, bu nüfusun tüketici duruma gelmesi sebebiyle üretimde büyük düşüş oldu. Her ne kadar kadınlardan üretimde yararlanmak yoluna gidildiyse de ihtiyacı karşılayamadı. Savaş ekonomisi kuralları uygulandığı için, ülkenin bütün kaynakları ordunun gereksiniminde kullanıldı. Mondros Ateşkesi'nden sonra ülkenin en verimli toprakları ve gelişmiş şehirleri işgal edildiler. Yunanlıların da İzmir ve Ege Bölgesi'ni işgal etmeleri üzerine, bu şehir ve yörelerin üretiminden ve vergilerinden yararlanma olanağı bulunamadı. Böylece nüfus kaynağının yetersizliği yanı sıra, en verimli ve zengin ticari şehirlerin de düşman işgalinde bulunması yüzünden, İstiklal Savaşı boyunca ordunun insan kaynağı ve bunların beslenmesi, giydirilmesi, her türlü bakımı, silah ve cephane sağlanması, maaş ve diğer masrafların karşılanması için geri kalan, çoğu yoksul, üretimi çok düşük topraklardan ve küçük ticari işletmelerin bulunduğu şehirlerin kaynaklarından yararlanıldı. Yollar ise çok kötü durumda idi. Karayolları şose ve toprak olup, kullanılamayacak durumdaydı.)Bu yollarda kullanılan ulaşım araçlarının çoğu, ilkel araçlardı. Kamyon ve benzeri motorlu araçlar yok denecek kadar azdı. Demiryolları İstanbul-Bağdat hattı ve diğer hatlardan oluşuyordu. İ Ulusal kuvvetlerin elinde Osmaneli-Eskişehir (118 km.), Eskişehir-Ankara (268 km.), Konya-Ulukışla (237 km.) hatları vardı. Bunlar toplam 1.000 km. kadar tutuyordu.. Deniz taşımacılığı, özellikle yurt dışından gelen malzemenin taşınması için büyük önem taşıyordu. Osmanlı Donanması İtilaf Devletleri'nin elinde bulunuyordu. Bu sebeple İstiklal Savaşı boyunca T.B.M.M. çok sınırlı olanaklarla çalıştı. 24 Ağustos 1920'de "Mili Savunma Bakanlığı Umuru Bahriye Müdüriyeti" kuruldu. |
Yunanlıların İşgal Ettiği Başlıca Yerler,Milli Mücadele Ve Genel Durum Hakkında Bilgi
İNGİLİZ İŞGALLERİ
İtilaf Devletleri, bir yandan Boğazları işgal ederken, bir yandan da İstanbul'da karargah kurarak, Osmanlı Hükümetini dolaylı da olsa etki altına almışlardı. Daha sonra, İngilizlerle Fransızlar planlarına uygun olarak Orta Doğu'yı paylaştılar. Bir yandan da Anadolu'da kendilerine ayırdıkları bölgelerin stratejik bakımdan önemli olan yerlerini ufak birliklerle denetim altına aldılar. Fransızlar, Dörtyol, Mersin, Adana ve yörelerini, Afyonkarahisar İstasyonu'nu işgal etti. İngilizler, Batum, Antep, Cerablus kentlerini, Konya İstasyonu'nu Maraş, Birecik, Urfa ve Kars Merkezlerini işgal etti. Maraş ve çevresi daha sonra Fransızlara bırakıldı. İtalyanlar ise, Antalya, Kuşadası, Fethiye, Bodrum ve Marmaris ile yakın yörelerini işgal etti. Böylece İtilaf Devletleri, Ateşkeş Antlaşması hükümlerini uygulatmak için baskı yapabilecek önemli merkezleri ellerine geçirmiş oldular. MUSUL 3 KASIM 1918 ÇANAKKALE BOĞAZI 6-12 KASIM 1918 İSKENDERUN 9 KASIM 1918 ANTAKYA 7 ARALIK 1918 BATUM 24 ARALIK 1918 KİLİS 27 ARALIK 1918 ANKARA İSTASYONU ARALIK 1918 AYINTAP 1 OCAK 1919 CERABLUS 3 OCAK 1919 HAYDARPAŞA İSTASYONU 15 OCAK 1919 KONYA İSTASYONU 22 OCAK 1919 TURGUTLU-AYDIN DEMİRYOLU 1 ŞUBAT 1919 MARAŞ 22 ŞUBAT 1919 BİRECİK 27 ŞUBAT 1919 SAMSUN 9 MART 1919 HARABNAZ VE TELEBYAZ 16 MART 1919 URFA 24 MART 1919 MERZİFON 30 MART 1919 KARS 13 NİSAN 1919 İTALYAN İŞGALLERİ YER TARİH ANTALYA 28 MART 1919 KONYA İSTASYONU 26 NİSAN 1919 KUŞADASI 4 MAYIS 1919 FETHİYE, BODRUM 11 MAYIS 1919 MARMARİS 11 MAYIS 1919 AKŞEHİR (KISMEN) 14 MAYIS 1919 AFYON 21 MAYIS 1919 MALKARA 27 MAYIS 1919 BURDUR 28 HAZİRAN 1919 FRANSIZ İŞGALLERİ YER TARİH DOĞU TRAKYA DEMİRYOLLARI 9 KASIM 1918 ÇANAKKALE BOĞAZI 6-12 KASIM 1918 DÖRTYOL 11 ARALIK 1918 MERSİN 17 ARALIK 1918 TOROS TÜNELLERİ 27 ARALIK 1918 ADANA VE POZANTI 27 ARALIK 1918 DOĞU DEMİRYOLLARI 15 OCAK 1919 TURGUTLU-AYDIN DEMİRYOLU 1 ŞUBAT 1919 ÇİFTEHAN VE AKKÖPRÜ 3 ŞUBAT 1919 AFYON İSTASYONU 16 NİSAN 1919 YUNAN İŞGALLERİ Yunanistan, 1829 yılında Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılarak bağımsızlığını kazandı. Sürekli olarak sınırlarını, Türklerden toprak alarak genişletmiş ve 1913 İkinci Balkan savaşı sonunda, Batı Trakya dışında bugünkü sınırlarına erişmişti. Ege'de de 12 Ada dışında tüm adaları elde etmişti. Yalnız İmroz ve Bozcaada Osmanlılara bırakılmıştı. Birinci Dünya Savaşı çıkınca, Yunan Kralı Konstantin tarafsız kalmak istedi ise de azılı bir pan-helenist olan Başbakan Venizelos, İtilaf Devletleri yanında savaşa girilmesi için uğraşmış, sonunda bunu başarmıştır. 1915 yılı sonbaharında Yunanistan, Antlaşma Devletleri yanında savaşa girmiş. Böylece Balkanlarda Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan'a karşı yeni bir cephe açılmıştır. Savaş bitince Venizelos, yaptığı hizmetten pay istedi. Ona göre zaten Yunan Anavatanının bir parçası olan Batı ve Doğu Trakya kendisine verilmeliydi. Ama bu da yetmezdi. Anadolu'nun Ege Bölgesi de Yunanlıların hakkıydı. Venizelos üstün bir propaganda gücü ile bu yalanları, dünyanın dört bucağına yaymış Yunan milyarderlerinin de desteği ile, İtilaf Devletleri'nin kamu oyuna benimsetmeyi başarmıştır. Yunanlıların işgal ettiği başlıca yerler: YER TARİH Uzunköprü-Hadımköy Demiryolu 9 Ocak 1919 İzmir 15 Mayıs 1919 AMASYA GENELGESİ (BİLDİRİSİ) 21-22 Haziran 1919 Havza'daki çalışmalarını tamamladıktan sonra Mustafa Kemal ve arkadaşları, 12 Haziran 1919'da Amasya'ya geçtiler. Milli Mücadele çalışmalarını sürdüren Mustafa Kemal, Hüseyin Rauf Orbay, Refet Bele ve Ali Fuat Cebesoy birlikte Amasya Genelgesi'ni hazırladılar. Hazırlanan bildiri, Erzurum'da 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir'e sunuldu. O'nun da onayının alınmasından sonra, bildiri, 22 Haziran 1919'da tüm mülki amir ve askeri komutanlara telgrafla Abdurrahman Rahmi Efendi tarafından ulaştırıldı. Amasya Genelgesi, milli mücadelenin temel gerekçe, amaç ve yöntemini ilk olarak belirtmiş oldu. Amasya Genelgesi'nin yayınlanması İstanbul'da bulunan işgal güçlerinin tepkisini çekmişti. Özellikle İngilizlerin, Mustafa Kemal'i geri getirmek için İstanbul Hükümeti üzerindeki baskıları iyice artmıştı. Mustafa Kemal, İstanbul'a dönmediği için daha sonra görevinden alınacaktır. O sırada İçişleri Bakanı olan ve Milli Mücadele'ye sıcak bakmayan Ali Kemal Bey, bir genelge yayınlayarak, Mustafa Kemal'in iyi bir asker olduğunu, fakat İngiliz baskısı sonucu görevinden alındığını duyurmuştur. Amasya Genelgesi'nin içeriği şöyledir: 1.Vatanın bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir. 2.İstanbul Hükümeti, üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir. Bu hal, milletimizi âdeta yok olmuş göstermektedir. 3.Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. 4.Milletin içinde bulunduğu bu duruma göre harekete geçmek ve haklarını yüksek sesle cihana işittirmek için her türlü tesir ve denetimden uzak milli bir heyetin varlığı zaruridir. 5.Anadolu'nun her bakımdan emniyetli yeri olan Sivas'ta bir kongre toplanacaktır. 6.Bunun için her ilden milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olduğu kadar çabuk yetişmek üzere yola çıkarılması gerekmektedir. Bu temsilciler, Müdafaa-i Hukuk, Redd-i İlhak cemiyetleri ve belediyeler tarafından seçilecektir. 7.Her ihtimale karşı, bu meselenin bir milli sır halinde tutulması ve temsilcilerin, lüzum görülen yerlerde, seyahatlerini kendilerini tanıtmadan yapmaları lazımdır. 8.Doğu illeri için, 10 Temmuz'da Erzurum'da bir kongre toplanacaktır. Bu tarihe kadar diğer illerin temsilcileri de Sivas'a gelebilirlerse; Erzurum Kongresi'nin üyeleri, Sivas genel kongresine katılmak üzere hareket edecektir. ERZURUM KONGRESİ (23 Temmuz - 7 Ağustos 1919) Anadolu'da milli mücadele birliğinin kurulmasının ikinci adımı Erzurum Kongresi ile atıldı. Amasya Genelgesi'nden sonra İstanbul ve askerlikle ilişkisi kesilen Mustafa Kemal'e, başta Kazım Karabekir olmak üzere Anadolu'daki komutan ve mülki amirlerin büyük bir çoğunluğu verdikleri desteği sürdürmeye devam ettiler. Amasya Genelgesi'nde yer aldığı gibi, Mustafa Kemal bu dönemde milli bir kongre toplayarak, milli mücadele ile ilgili tüm faaliyetleri birleştirmeyi planlıyordu. Kazım Karabekir, milli bir kongreden önce Doğu illeri için bölgesel bir kongre toplanmasının faydalı olacağı görüşündeydi. Mustafa Kemal, bölgesel bir kongreye karşı olmasına rağmen, Kazım Karabekir ve Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin ısrarları karşısında bir kongre toplanmasını ve kongreye katılmayı kabul etti. Kongre, 10 Temmuz'da toplanması kararlaştırılmış olmasına rağmen, 23 Temmuz'da bir okul salonunda 54 delege ile çalışmalarına başladı. Mustafa Kemal'in davetli olarak katıldığı bu kongreye asil üye olabilmesi için, Erzurum delegesi Cevat Dursunoğlu istifa ederek, kendi yerine Mustafa Kemal'in seçilmesini sağladı. İlk gün, Mustafa Kemal kongre başkanlığına seçildi. Milli bir hal alan kongrede, genel değerlendirmeler yapıldı ve doğu illerinin durumu görüşüldü. Milli mücadelenin temelleri açısından önemli kararlar alındı. Erzurum Kongresi'ne katılanlar, 17 çiftçi ve tüccar, 5 emekli subay, 4 emekli memur, 5 öğretmen, 4 gazeteci, 5 hukukçu, 2 mühendis, 1 doktor, 6 din adamı, 3 eski milletvekili, 1 general ve 1 eski bakan olmak üzere 54 delegeden oluşmuştu. Alınan Kararlar 1.Milli sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz. 2.Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet top yekün kendisini savunacak ve direnecektir. 3.Vatanı korumayı ve istiklali elde etmeyi İstanbul Hükümeti sağlayamadığı takdirde, bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri milli kongrece seçilecektir. Kongre toplanmamışsa, bu seçimi Temsil Heyeti yapacaktır. 4.Kuva-yı Milliyeyi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak temel esastır. 5.Hıristiyan azınlıklara siyasi hakimiyet ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez. 6.Manda ve himaye kabul edilemez. 7.Milli Meclisin derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır. 8.Milli irade padişahı ve halifeyi kurtaracaktır. SİVAS KONGRESİ (4 -11 Eylül, 1919) Sivas Kongresi, Amasya Genelgesi ile milli bir kongre olarak öngörülmüştü. Erzurum Kongresi'nden sonra kongre ile ilgili çalışmalar yapılıyordu. Bu arada, Fransızlar Sivas Kongresine karşı bazı önlemler alıyordu. Fransız Binbaşı Brunot, kongrenin toplanması halinde Sivas Valisi Reşit Paşa'ya şehrin işgal edileceğini söylemişti. Hatta, Elazığ Valisi Ali Galip, kongreyi basmakla görevlendirilmişti. Tüm engellemelere rağmen, kongre 4 Eylül 1919'da bugün lise olarak kullanılan binada saat 15:00'de toplandı. (Katılanlar) Mustafa Kemal'in Kongre başkanlığına seçilmesine kimi üyelerden itirazlar geldi. Ancak yapılan seçimde kongre başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirildi. Kongre ilk günlerinde, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilişkisi olup olmadığını tartıştı. Daha sonra manda sorunu gündeme geldi. Sivas Kongresi, ilk milli kongre niteliğinde olduğu için kararlar da bu doğrultuda alınmıştır. Erzurum Kongresinde alınan kararların tümü kabul edilmiştir. Yurtta ayrı ayrı bölgesel olarak çalışan tüm cemiyetlerin birleştirilmesi ve tek yönetim altına alınması sağlandı. Yeni bir Temsil Heyeti oluşturuldu ve bu heyetin başına Mustafa Kemal getirildi. Sivas Kongresi Kararları 1.Milli sınırları içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz. 2.Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet top yekün kendisini savunacak ve direnecektir. 3.İstanbul Hükümeti, harici bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa, vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmıştır. 4.Kuvay-ı Milliye'yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak temel esastır. 5.Manda ve himaye kabul olunamaz. 6.Milli iradeyi temsil etmek üzere, Meclis-i Mebusan'ın derhal toplanması mecburidir. 7.Aynı gaye ile, milli vicdandan doğan cemiyetler, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında genel bir teşkilat olarak birleştirilmiştir. 8.Genel teşkilatı idare ve alınan kararları yürütmek için kongre tarafından Temsil Heyeti seçilmiştir. TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NİN KURULMASI 12 Ocak 1920'de toplanan Meclis-i Mebusan, 28 Ocak 1920 tarihindeki gizli oturumunda "Ahd-i Milli" olarak Misak-ı Milli kararlarını almış ve kararlar bütün mebuslar tarafından imzalanmıştı. 17 Şubat 1920 tarihli oturumunda da basında yayınlanması ve bütün yabancı parlamentolara bildirilmesi kararlaştırıldı. 15 Mart'ta, İstanbul'daki İtilaf kuvvetleri 150 Türk aydınını yakalatmış ve ertesi gün de şehir fiilen ve resmen askeri işgale maruz kalmıştı. 18 Mart 1920'de İngilizler, meclisin etrafını makineli tüfeklerle sararak, toplantı halinde bulunan milletvekillerinden bazılarını tutuklayarak ve sürükleyerek götürdüler. Bunun üzerine milletvekilleri meclisin çalışma süresini ertelediler. Böylece, son Osmanlı Meclis-i Mebusanı düşman süngüsü altında zorla kapatıldı. Bu işgali, fedakar bir telgraf memuru Manastırlı Hamdi Efendi vasıtasıyla öğrenen Mustafa Kemal Paşa, derhal bu hareketi protesto ederek, bu işgalin haksız ve hükümsüz olduğunu bütün dünyaya beyan etti. Bu arada, Eskişehir ve Afyonkarahisar'daki yabancı birlikler, silahları ellerinden alınarak, bulundukları yerlerden uzaklaştırıldı. Geyve-Ulukışla yakınlarındaki demiryolları işgal kuvvetlerinin ilerlemelerini zorlaştırmak için bozuldu. Anadolu'da bulunan yabancı subaylar tutuklandı. Ankara'da olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin açılması belirlendi. Kurucu Meclis olarak çalışması düşünülen bu meclisi, Mustafa Kemal, halkın yadırgamaması için "olağanüstü yetkilere sahip bir meclis" olarak takdim etti. Kurucu Meclis ve seçimlerle ilgili 19 Mart 1920'de bir bildiri yayınladı. Seçimlerin yapılması için yayınlanan bu bildiri uyarınca, yurdun her yerinde seçimler yapıldı. Bolu Düzce, Hendek bölgesinde başlayan ve Nallıhan, Beypazarı çevresine sıçrayan bazı ayaklanma olayları oldu. Bu olaylardan dolayı, seçilen milletvekillerinin tümünün gelmesi beklenilmeden, Millet Meclisi'nin açılma hazırlıkları yapıldı. 22 Nisan 1920'de yapılan çağrı ile Millet Meclisi, 23 Nisan 1920 günü toplandı. O gün, Hacı Bayram Camii'nde kılınan Cuma Namazından sonra topluca Meclis binasına gelindi. Türkiye tarihinde ilk kez padişah olmaksızın, 23 Nisan 1920, saat 14'de merasimle ve dualarla Meclis açıldı. Başkanlığa ilk olarak en yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Bey getirildi. İlk Meclis, İstanbul'dan gelen 90'ın üzerindeki mebusa ilave olarak, 125 devlet memuru, 53 asker, 53 din adamı ve çeşitli sayıda tüccar, çiftçi ve hukukçudan oluşan kadrosuyla çalışmalarına başladı. Mustafa Kemal, 24 Nisan 1920'de Meclis Başkanı seçildikten sonra, meclise teşekkürlerini ifade ederek ilk meclis konuşmasını yaptı. 23 Nisan 1920'de kurulan yeni Meclis, 1 numaralı kararı ile kendi kuruluşunu düzenlemiştir. Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi kararlarına uygun olarak milli iradeye dayanan bir meclisin seçimi yapılmıştır. Kapatılan İstanbul Meclis-i Mebusan'ın bir kısım üyeleri, yeni kurulan Meclis'e katılma yetkisini 1 numaralı karar ile kazandılar. Meclisin açılışını izleyen gün, Mustafa Kemal'in teklifi ile aşağıdaki esaslar kabul edildi. 1.Mecliste beliren milli iradenin vatanın geleceğine doğrudan doğruya el koymasını kabul etmek temel ilkedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üstünde bir güç yoktur. 2.Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır. 3.Hükümet kurmak gereklidir. Meclisten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir kurul hükümet işlerine bakar. Meclis başkanı bu kurulun da başkanıdır. 4.Geçici bir hükümet başkanı veya padişah vekili tayin edilmesi uygun değildir. Padişah ve halife, baskı ve zordan kurtulduğu zaman, Meclis'in düzenleyeceği kanuni esaslara uygun olan durumunu alır. 23 Nisan 1920'de kurulan Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme, zaman zaman da yargı yetkisini elinde topluyordu. Milletin tek temsilcisi sıfatıyla da kuvvetler birliği sistemini benimsedi. Dönemin şartları gereği bir Meclis Hükümeti sistemi kuruldu. Meclis Başkanı aynı zamanda Hükümet Başkanı idi. Devlet Başkanlığı diye bir makam yoktu. Hükümeti teşkil eden üyeler vekil diye adlandırılıyordu. Meclis olağanüstü yetkilerle donatılmış olduğundan, kuvvet ve yetki birliğini de bu niteliği ile temsil ediyordu. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.