ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Tarih / Coğrafya (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=656)
-   -   15. Ve 16. YY’da Bilim (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=79432)

Şengül Şirin 05-26-2009 03:59 PM

15. Ve 16. YY’da Bilim
 
15. ve 16. YY’da Bilim


1453′te İstanbul’un fethi ile Anadolu’daki zamanın iki ilim merkezi Konya ile Kastamonu’nun Osmanlıların eline geçmesi İstanbul’u ilim merkezi haline getirmişti. Otlukbeli savaşından sonra Ali Kuşçu ile bazı hekimler ve İdris-i Bitlisi gibi ünlü ilim adamları bu gelenler arasındaydı. Fatih Sultan Mehmet, ilim adamlarını himaye eder,memlekette serbest düşünceye hürmet eder,ilmi konuşma ve tartışmalarda ancak ilmi kuderete itibar ederdi. Osmanlı padişahının yanında kendisi de alim veşair olan bir başvezir vardı: Mahmut Paşa. Fatih Sultan Mehmet, bu himaye ve teşvikleriyle 16. yy’daki ilmi gelişmenin kuvvetle devam etmesini sağlamışlardı.[Dip not: Fatih Sultan mehmet, Farsça ve Yunanca’dan Arapça’ya tercüme edilmiş olan felsefi eerleri inceler ve huzurundaki alimler ile tartışmalar yapardı;özellikle Aristo’nun felsefi görüşleriyle meşgul olurdu.. Mora ve Amasra’da bulunan alimleri İstanbul’a getirterek onlara iltifat ve himaye eylemiştir. Trabzon’u zaptettiği zaman şair, filozof Yorgi Amiroki ’yi İstanbula getirtip fikir ve mütalaasından yaralanmış ve kendisine mülk arazi vermişti]
Fatih külliyesinin yani Sahn-ı Seman medreselerinin asıl semere verdiği devir 15. yy sonlarıdır. Bayezid ve Cem Sultan ile Bayezid’in oğulları itinalı bir surette öğrenim görerek bulundukları illerde ilim hareketlerinin başında bulunmuşlar ve eserler yazdırmışlardır.(s: 629)
Medresede okutulan derslere dair alimlerin yazdıkları şerh, haşiye ve talikat gibi( Şerh, bir eserin metninin açıklamısıdır; haşiye de şerhinin açıklamısıdır; talikat ise eserin herhangi bir kısmının açıklamısıdır) bir çok kitaptan başka bu bir yüzyılda çeşitli ilim ve fenlere ilişkin bir çok telif ve tercümeler de yapılmıştır.Bunlardan Fatih Sultan Mehmet namına heyetten Ali kuşçu’nun telif ettiği Muhammediye ve aynı hükümdar adına Sivaslı Şeyh ibrahim Tennur Aşık’ın türkçe manzum Gülzarname adlı tasavvufi eseri ve Farsça’dan türkçe’ye bir sözlük olan ve Hasan b. hüseyin İmadü’l-karahisar i tarafından tertip ve tercüme olunan Şamilü’l-luga, Molla Güranı Ahmet Şemseddin tarafından aruzdan altı yüz beyitlik Şafiye manzumesi ve başvezir Mahmut Paşa adına İsfahanlı Şeyh Ali b. Fethullah tarafından Farsça yazılan ve edebi ve tasavvufi bir eser olan Menazırü’l-leyl ve’n-nehar ve ulemadan Musannifek demekle ünlü Ali b. Muhyiddin Mehmed’in, Mahmut paşaya ithaf ettiği Farsça Siyasetname ve yine aynı vezir namına telif edilip önemli bir tarihi eser olan Enveri’nin manzum Düsturname’si Fatih devrinde yazılmış eserlerdendir. Balıkesirli Deylekt oğlu Yusuf’un fıkıhtan manzum Vikaye tercümesi de bu 15. yy’a attir. Fatih Sultan Mehmet’in nedimi Şair Aşki’nin divançesi padişaha övgülerle doludur.
2. Bayezid adına Şeyh Mahmut b. İbrahim tarafından 1495′te yazılan Gülşen-i İnşa adlı eser Yeni cami kitapları arasındadır. Amasya Darüşşifası tabibi Sabuncuoğlu’nun öğrencisi Muhyiddin Mehi tarafından yazılan ve tabip Hacı Paşa’nın tıptan teshil ismindeki eserinin Türkçe nazmı olan Nazmü’t-teshil ve yina yanı hükümdar namına Uzun Firdevsi’ nin (s: 630) Şehname’si ile Kıssa-i Midilli veya Kutubname ve Arapça’dan Farsça’ya bir sözlük olan Musarrahatü’l-esma ve Mehmed adında bir şair tarafından kaleme alınan ve Şemail-i Nebeviyye’ye ait olup üç bab üzerine tertib olunan Gülistan-ı Şemail ve muhtelif ilimlerin mevzularından bahsedip Tabib Şirvanlı Şükrullah tarafından kaleme alınan Riyazu’l-ulum ve yine 2.Bayezid adına bir çok eser yazılmıştır.
Yavuz Sultan Selim zamanında da çeşitli eserler yazılıp padişaha sunulmuştur. Örneğin Mirim Çelebi , Ali Kuşçu’nun kozmografyadan Fethiyye isimli eserini açıklayarak Yavuz Selim’e sunmuş ve böylece kazaskerliğe terfi etmiştir. Hekim Şah Kazvini de Hayatü’l-hayvan isimli eseri Farsça’ya-Yavuz adına- tercüme etmiştir. Yine Kazvini tıbdan muhtasar olarak Sultan Sülyman namına kalemae aldığı Aristo’nun İskender’e nasihatnamesi ve Anadolu beylerbeyiHasan Paşa adına 1504′te Yusuf b.Cüneyt ’in ( Çullu Sinan) yazdığı ilm-i feraize dair Türkçe eser(Muzhar fi ilmi’l-feraiz) 16.yy başlarında yazılan eserlerden bir kısmıdır. Ali Kuşçu’nun Risale-i Vaziye şerhi 2. Mehmet adınadır. Risale-i Vaziye kadı Adud’un olup Ali Kuşçu şerh etmiştir. Bu eser, herhangi bir kelimenin genel ve özel anlmalarını açıklar ve bunların vazı ve tahbsisinden bahseder. Bir nüshası İstanbul’da umumi kütüphanededir.
Şehzade Alemşah b. Bayezid’in oğlu Osman Çelebi namına yazılan ve Şir’atü’l-islam tercümesi olan Ravzaü’l-İslam ve Şehzade Cem namına Tirmizli Seyyid Celalüddin Ebu Cafer tarafından Türkçe olarak yazılan Tecvit’ten ve şehzade Ahmet b. Bayezid adına Cemalüddin Aksarayi tarafından yazılan Şemsiyye fi te’vili’l-kelimati’s-sıddıkıyye isimli eserler de 15. Yy’ın ikinci yarısıyla 16. yy’ın başlarına ait teliflerdendir. Yine aynı yy sonlarında veya 16. Yy başlarında Amasya valisi Şehzade Ahmet, oğlu Süleyman (s: 632) için Farsça bir sözlük düzenlenmesini emretmiş adı bilinmeyen bir alim Camiu’l-Fürs adlı bir sözlük yazmıştır.(Uzunçarşılı, s: 629-633…)
Fatih Sultan Mehmet, İmam Gazali’ nin aklın güçsüzlüğünü savunan eserini(Tehafütü’l Felasife ) okumuştu. İmam Gazali bu eserinde İbni Sina’nın aklı esaslı ölçü yapmasına itiraz ederek akıl ile her şey ölçülmez ve zayıf ve aciz olan akıl ölçüsüne itimat edilemez diyerek iddiasını ispatlamak istemiştir. Bu eser yazıldıktan yaklaşık yüz yıl sonra Endülüslü İbni Rüşd, Gazali’nin görüşlerine itiraz ederek akıl ve imandan hangisinin üstün olduğunu inceledi; aklın üstün olduğu sonucu ile bunu ispat için (Tehafütüt-tehafüt)adlı eserini yazdı. Fatih Sultan Mehmet, Hocazade ile Alaeddin Tusi’ ye(ölümü, 1455, Semerkand) bu eser konusunda görüş bildirmelerini istemişti. Hocazade incelemesini dört ayda, Tusi ise altı ayda bitirmiş. Her ikisi de İmam Gazali’nin düşüncesini uygun bulmuşlardı. Padişah bunlardan Hocazadeye, Tusi’ye verdiği onbin akçenin iki mislini vermiş. Buna çok gücenen Alaeddin Tusi günlüğü yüz akçe olan müderrisliğini bırakarak memleketine dönmüştür. Hocazade’nin Tehafüt [Tahafüt,şiddetli arzu ve heves ile bir şeyin üzerine düşmek ve atılmak demektir. İmam Gazali'nin Tehafütü’l-felasife’si kelamcılarla hükema yani filozoflar arasındaki tartışmayı inceler;ilk Tehafüt İmam Gazali’nin eseri olup İbni Sina’nın bazı görüşlerine itiraz etmiştir. İmam Gazali bu eserinde İbni Sina’nın aklı esaslı ölçü yapmasına itiraz ederek akıl ile her şey ölçülmez ve zayıf ve aciz olan akıl ölçüsüne itimad edilemez diyerek iddiasını isbat etmek istemiştir. Bu eser yazıldıktan yaklaşık bir yüz yıl sonra Endülüs'lü İbni Rüşd, Gazali’nin Tehafütüne itiraz ederek akıl ve imandan hangisinin üstün olduğunu tetkik ile aklın üsün olduğu sonucuna varmış bunu ispat için Tehafütü’l-tehafüt isimli eseri yazmıştır. İşte bu iki kişi hakkında bir fikir edinmek isiteyen Fatih Sultan Mehmet, sorunu Hocazade ile Alaüddin Tusi’ye incelettirmiştir. Her ikisi de Gazali’nin fikrini uygun bulmuşlardır.] adlı eseri ulema arasında o kadar şöhret bulmuştu ki ünlü alim Celal-i Devvani bu eseri okuyunca ” Böyle bir ktap yazmak benim de aklımdan geçiyordu; bunu görünce yazmaya lüzum kalmadı. Allah, bu kitabı telif edenden ve bu diyara getirenden (öğrencisi getirmişti) razı olsun” demişti. Hocazade’nin bu eseri İmam Gazali ve İbn-i Rüşd’ünkülerle birlikte Mısır’da basılmıştır. Son zamanlarında mefluç olan Hocazade, 1488 yılında Bursa müftüsü iken ölmüştür. Emir Sultan medreseleri karşısındaki caddedenin gerisine gömülmüştür. Bu kıymetli alimin kelamdan Mevakıf ile yine kelamdan Tevali ve fıkıhtan Hidaye şerhi ve usuli fıkıhtan Telvih gramerden İzzi üzerine şerh ve haşiyeleri vardır
.(Uzunçarşılı,İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, s: 655-656
“Diyarbakır ve diğer doğu memleketlerinin alınmasında İdris-i Bitlisi ’nin büyük hizmeti görüldü. Bu zat, sünni olan Kürt beyleriyle görüşüp anlaşarak onları Osmanlıların tarafına çekti. Böylece Urmiye, İtak, İmadiye, Cizre, Eğil, Bitlis, Hizran (Hizan),Garzan, Palu, Siirt, Hısn-ı Keyfa (hasankeyf), Meyyafarikin (Mafarkın),Cezire-i İbn-i Ömer ve başaklarından oluşan yirmibeş bölge beyi devlete itaat edip kendilerine ebki tertipleri üzere yerelerini idare etmek üzere beratlar gönderildi. bu beylerden Palu hakimi Cemşit Bey, padişah çaldıran seferine giderken bağlılığın bilidirdi ve orduda bulundu.
Devlete itaat ile Osmanlıların yüksek egemenliğini kabul etmiş olan Kürt beyleri arasında Bitlisinin egemeni Emir Şerefeddin ile Hizran egemeni Emir Davud ve Hısn-ı Keyfa egemeni(emiri) Eyyubilerden Melik 2. Halil (dip not: Eyyubiler devletini kuran ailenin Hısn-ı Keyfa şubesi emirlerinden olan 2. Halil, emir Süleyman’ın oğludur. Bir aralık bu aile 1461′de Akkoyunluların nüfuzu altına girmiş ise de onların inkirazı sırasında bu 2. Halil, Siirt ile Hısn-ı Keyfa’yı almıştır. Melik Halil, bir ara kayınpederi olan Şah İsmail’in yanına gidip orada tevkif ve hapis edilip Çaldıran Seferinden sonra ordan kurtulup memlekiteni dönmüş ve Şah İsmail’e karşı Osmanlı egemenliğini kabul etmiştir. Melik Halil’in oğullarından 2. Süleyman, kardeşleriyel mücadeleden bıkarak,1524′te Hısn-ı Keyfa’nın anahtaralarını Diyarbakır beylerbeyi Hüsrev Paşa aracılığıyla Kanunui Sultan Süleyman’a takdim eylediğinden bu suretle Hısn-ı Keyfa doğrudan doğruya ilhak olunarak Melik Süleyman’a Urfa (Ruha) sancakbeyliği verilmiştir. Hısn-ı Keyfa (Hasan Keyf) kalesi Diyarbakır beylerbeyinin yönetiminde olup kazaların Halil oğlu Süleyman Bey altı kere yüzbin akçe ile sancak olarak idare eder: topkapı arşivi 10057 sene 939).(s:275) ve İmadiye hakimi Sultan Hüseyin ileri gelenlerden idiler. Eyalet ismiyle büyük kürt Beylerinin sanakları: Cezire, Bitmlis, Suran, hısn-ı Keyfa, Imadiye, Çemişkezek. Bunlardan aşağı Kürt beylerinin sancakları: Hizan, Sason, Palo, Çapakçur, Egil, Sincar, Elok, Çermük, Hızo, Zerik, Siverek.
Bundan sonra Yavuz Sultan Selim’ in Mısır seferi sırasında Halep’n fethinden sonra ve bu seferden dönüşte Malatya, Urfa, Behisni, Ergani, Harput, Divriği, Siverek ve ikinci defa Mardin ve diğer bazı şehirler ve kasabalar Osmanlı yönetimine geçmiştir. Elcezire ve Doğu Anadolunun elde edilmesi sürekli uğraşılarak üç senede sona ermiş ve bu konduda yine İdris-i Bitlisi’nin büyük hizmeti görülmüştür.”
(Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt s: 275-276 )
Hoca Sadeddin Efendi ‘nin (öl. 1598) Tac el- Tevarih adlı eserinde Fatih Medreseleri ile külliyesi hakkında biraz daha ayrıntılı bilgi verirken “vakfiye-i şerifelerinde mestur olan şürüt mucibi üzere..” şeklindeki ifadesinden Fatih vakfiyesinden haberdar olduğu anlaşılır. Daha önceki alıntılarda görülmeyen bu kayıt, vakfiyenin bu tarihte elde olduğunu veya en azından içindeki koşulların neler olduğunun bilindiğini göstermesi bakımından önemlidir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın teşvikiyle, Küçük Nişancı adı ile bilinen Mehmet Paşa (öl. 1571) tarafından yazılan Siyer-i Enbiya-i İzam ve Ahval-i Hulefa-i Kiram ve Menakib-i Selatin-i Osmani adlı eserde ise Fatih’in Sahn ve Tetimme medreseleri ile devrinin uleması konusunda tatlı bir üslup içinde, övücü ve methedici ifadelerle çok genel bilgiler sunmaktadır.
Fatih medereseleri ve genellikle ilmiye tarihi ile ilgili en çok kullanılan ve atıfta bulunan eser, Gelibolulu Mustafa Ali ’nin (1541-1599) Künh el- Ahbar adı ile yazdığı dünya tarihidir. Ali’nin 1593-1599 yılları arasında yazmış olduğu ve dört rükünden oluşan bu eserin Osmanlı hanedanı tarihi ile ilgili kısmının tenkitli metinin bugüne kadar hazırlanıp basılmamış olması,Osmanlı tarihçiliği için büyük bir eksikliktir. Künh el-Ahbar’ın Osmanlı medrese ve uleması ile ilgili kısımlarının, bu konu ile ilgilenen birçok araştırmacının referansları arasında yer aldığı görülmektedir. Ancak incelememiz esnasında ele aldığımız konu ile ilgili çalışmalrda dikkatimizi çeken husus, Ali’nin bu esireni yapılan(s:50) atıf ve ondan yapılan iktibasların bir çalışmadan diğerine gerçekten deformasyona uğradığı ve orjinal metinde olmayan bilgilerin nüsha ve varak numaraları belirtilip ifade edildiğidir. Biz burada Ali’nin bu eserinin en çok kulanılan iki nüshasına dayanarak, Fatih Camii Medreseleri ile ilgili metnin özeti:
“İstanbul fatihi Sultan Mehmet Han zamanında, bilhassa İstanbul’un fethiyle, ülkenin genişlemesi, okur-yazarların veisti’dad sahiplerini çoğalması ulemaya riayet ve ihtiramı gerektirdi.Özellikle, tarik-i ulemadan çıkan Muhmut Paşa’nın sadrazam olması alimlerin ve marifet sahiplerinin itibar kazanmasına sebep oldu. Sahn medreseleri diye şöhret kazanan medaris-i semaniye belde-i tayyibede sekiz cennet diye vasıflandırıldı. Sekiz medresede ellişer akçe ücretle sekiz müderris, dörder akçe ücret (vakfiyede beşer akçe) ekmek ve çorba ile birer mu’id ve on beş hücreye de birer danişmend tayin edildi.medreseye ek olarak yapılan Tetimme binasına, ehl-i Rum ıstılahınca sohtegan adı verilen talebeler yerleştirildi. Bu talebelerden vakitlerini adı geçen mu’idlerden ilim öğrenerek geçirmeleri istendi. Tetimme binasında sekiz hücrede üçer talebe bulunması ve her talebeye her ay onikişer akçe mum parası, sabah ve akşam imaretin yemekhanesinden yahni ve çorba, seher vaktinde pirinhç ve ikindi zamanında gendüm (buğday) aşlarından verilmesi kararlaştırıldı.”
Yukarıdaki metinden anlaşıldığına göre Gelibolulu Mustafa Ali, vakfiyedeki bilgilere benzer bilgiler sunmakta bunun yanında Fatih’in ulemaya verdiği öneme, eğitimin genişlemesi konusundaki politikasına ve bu hususta sadrazam Mahmut Paşa’nın oynadığı role genel olarak işaret etmektedir. Halbuki, bu makalemizin ikinci bölümünde detaylı olarak göstereceğimiz üzere, bu metni referans vererek onda olmayan birçok bilginin ileri sürdüğünü görüyoruz. Buna burada (s: 52) örnek olarak Prof. Dr. H. Atay’ın, Ali’nin Künh el- Ahbar ’ını kaynak göstererek yazdığı şu cümlelerine dikkatle bakalım: “ Öğrenci ve derslerle ilgili tüzük (Kanun-i Ulum, kanunu-i Örfiye-i Osmani). Bu kanunun en eski ve dolaysıyla Fatih’e ait ve aına yaptırdığı medresenin tüzüğü olduğu sanılmaktadır.Fatih’in medreselerinin ders programlarını molla hüsrev ile Ali Kuşçu ve Mahmut Paya’ya yaptırdığı bazı kaynaklarda ifade edilmektedir.” Ali’ni yukarıda verdiğimiz metnine bir daha bakacak olursak, ne öğrenciler ile ilgili bir “tüzük” ne de “kanunname” den söz edildiğini görürüz. Ayrıca Mahmut Paşa ile ilgili genel mahiyetteki işaretin dışında onun, Molla Hüsrev ve Ali Kuşçu ile beraber Fatih’in emriyle bir “ders programı” hazırladıklarına dair herhangibir “ifade” de bulunmamaktadır. Bu üç kişinin Ali tarafından hazırlanan biyografilerinde de böyle bir bilgi erilmemiştir Dikkate değer hususlardan birisi de,Ali’nin Mahmut Paşa için kullandığı dikkatli ifadedir. modern çalışmaların bazılarında Mahmut Paşa’nın “ulema”dan sayılmasına sebep olan bu konudaki ifade “Ulema tarikinden zuhur edip sedaret rütbesine ulaşan” şeklindedir. Taşköprülüzade’nin daha ileride göreceğimiz dikkatli ifadesi yanında Ali’nin bu ifadesini de göz önünde bulundurduğumuz zaman, hatasırnı nereden kaynaklandığını tesbit etmiş oluruz.
Fatih devri ilim hayatı ve uleması ile ilgili en çok bilgi (s: 53) veren kaynak Taşköprülüzade (1495-1561)’nin kısaca Şakayık olarak bilinen eseridir. Kendisi, Kanuni Sultan Süleyman devri ulemasından olduğu halde, Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren her padişahın dönemini bir “tabaka” olarak ele alarak, Osmanlı uleması ve eserleri ile ilgili ulaşıp kaydedebildiği bütün bilgileri on tabakadan oluşan bu eserinde derlemeyi başarmıştır. Fatih devri ulemasıyla ilgili bilgiler esas itibarıyla ona ayırdığı yedinci tabakada bulunmakla beraber, daha önceki ve sonraki tabakalarda da onlarla ilgili önemli bilgler verilmektedir.Taşköprülüzade Fatih döneminden bir asır sonra yaşamış olmasına rağmen, o dönem hakkında ve özellikle kendisinin de iki defa müderrislik yapttığı (1539-1544 ile 1547-1551) Sahn Medreseleri hocalarıyla ilgili, başka bir kaynakta bulunmayan ve daha sonra yazılan Osmanlı kaynaklarında sıkça tekrarlanan ayrıntılı bilgiler vermektedir. Taşköprülüzade’nin anne tarafından dedesinden, baba tarafından dedesi Hayrettin Halil b. Kasım (Öl: 1474-75)(Molla Hüsrev’in kardeşinin talebesi) ile babasının dayısı ve hocası Muhammed b. İbrahim el- Niksari (öl: 1495-96) den naklettiği haberler arasında, Fatih’in Taşköprülüzade’nin dedesini Sahn medreselerine atamak istediğini, ancak onun bunu kabul etmediğini; babası ve hocası Muslihiddin Mustafa b. Halil’in ( 1453-1528-29) Semaniye Medreselerinden birisinde müderrislik yaptığını, amcası Kıvamettin Kasım b. Halil ‘in (1463-1513) Sahn müderrislerinden Tokatlı Molla Lütfi, Molla ibn el- Müeyyed’in ve Molla el-İzari’den ders gördüğünü kaydeder.(s:54)
Taşköprülüzade’nin kendi hocaları ile babasının hocalarının biyografilerine dikkatle bakıldığı zaman, kendisinin Sahn Medreseleri konusunda birçok bilgiye ulaşma imkanına sahip olduğu anlaşılır.Ulema muhitinde doğup büyüyen ve ulema tarikinin içinde küçük yaştan itibaren bütün hayatını geçiren taşköprülüzade, Şakayık adlı eserinde makalemizin ikinci bölümünde görüleceği gibi, modern literatürde, Sahn medreselerinin “Programı” ve “Tedrisat Nizamnamesi”nin hazırlayıcıları olarak ileri sürülen molla Hüsrev ile Ali Kuşçu’nun biyografilerini verir.Gerek bu biyografilerde gerekse Şakayık’ın bu alemlerle ilgili birçok yerinde verilen bilgeler arasında, bu kabil hazırlıktan sözedilmemektedir. Ayrıca bu iki ilim adamının Ayasofya medreselirinde müderrislik yaptıkları bildirilmekle birlikte, Sahn medreselerinde de herhangi bir hocalıklarının bulunduğuna dair bir haber yoktur. Daha sonra da görüleceği üzere “Program” ve “Nizamname”nin hazırlayanları arasında adı geçen vezir Mahmut Paşa’nın ise yeni yazılarda söylendiğini aksine,”ulema”dan olmadığı için Şakayık’ta ayır bir biyografisi de bulunmamaktadır. Ancak Mahmut Paşanın Taşköprülüzade’nin dikkatli ifadesi ile “ehl-i ilim” olması ve Fatih’in çok yakınında bulunması hasebiyle ulema ve ilim konularıyla yakından ilgili olduğu açıkça görülür.Birçok tayin,azil, ilmi tartışma ve ulema arasındaki münasebetler ile ulema devlet münasebetlerinde çok müdahaleci bir tavra sahip olan Mahmut Paşa’nın ulemadan sayılması da bu konuda yapılan değerlendirme hatalarının başka bir örneğini gösterir.

17. yy’da yazılan Osmanlı tarihlerinde ise, 15. ve 16. yy’larda yazılanların ötesinde bir bilgi bulunmadığını görürüz. Örneğin Solakzade (öl.1657) (s:55) yazdığı tarihinde, Fatih’in “Hayrat ve Hasenat”ı ile ilgili çok kısa bir özet verir. Nişancızade Mehmet b. Ahmet’in (1560-1631) Mir’at el- Kainat adlı eserinde de aynı tarzda, fakat biraz daha uzunca bilgiler verdiğini görürüz.

17. yy Türk kültür dünyasının önemli siması ve günümüze ulaşan çok sayıdaki değerli eseriyle Osmanlı eğitim ve bilim tarihine ışık tutan Katip Çelebi (1609-1657), medreseler konusunda ve medreselerde okutulan dersler hakkında değişik eserlerinde bilgiler vermiş ve bu medreselerin durumunu eleştiren görüşler ileri sürmüştür. Katip Çelebi’nin bu konudaki sözlerine 19. yy’dan itibaren sık sık atıfta bulunulmuş ve bu ifadeler herkes tarafından iktibas edilmiştir. Biz daha önce yayınladığımız bir çalışmada, Katip Çelebi’nin Osmanlı medreselerinin durumu ile ilgili gördüşlerini ihtiyatla ele almış ve bunları başka kaynaklarla, özellikle, özellikle çağdaşı oylan Avrupalı Comte de Marsigli (17.yy’ın ikinci yarısında İstanbul’da yaşamıştır) ile mukayese ederek üzerinde durmuştuk. Bu yeni araştırmamızda da aynı ihtiyatlı tavrı devam ettirme gereğinin üzerinde duruyoruz. Çünkü Katip Çelebi Cihannüma adlı eserinde değişik rütbeli medreselerde hangi derslerin okutulacağını anlatırken, “ibtidai manasıb-ı ilmiyeyi Sultan mehmet tayin buyurdular ki..” diyerek bunu Fatih Sultan Mehmed’e bağlamaktadır. Cihannüma adlı bu ünlü coğrafya eserinin sonunda Osmanlı sultanları hakkında bilgi veren Katip Çelebi’nin, bu bilgilerin bir kısmının Ali’nin Künh el-Ahbar adlı eserinden aldığı (s: 56) anlaşılmaktadır. Ali’nin eserini incelediğimiz zaman, katip çelebi’nin medrese konusundaki bilgilerini oradan iktibas ettiği açık olarak görüylür. Ali’nin bir ilim talibinin tahsilini tamamlayabilmessi için hangi payeli medresede hangi dersleri sırasıyla okuması lazım geldiğini ifade eden ve zaman içinde teessüs eden gelenek ve düzenden (kanun) bahseden uzun ifadeleri, katip çelebinin kısa özetinde Fatih’in emrine bağlanmış bulunmaktadır.
Burada dikkate alınması gereken hususlardan birisi, Ali’nin “Der beyan-ı nehc-i ulema ve beyan-ı tarik-i eshab-ı diraset ve kaza” başlığı altında verdiği bilgilerin Fatih devri veya münhasıran herhangibir padişahın devrine ait bilgiler olmadığıdır. Buradaki bilgiler, genele olarak Osmanlı ilmiye sınıfının mertebelerini ve zaman içinde nasıl oluştuğunu açıklayan bilglerdir ve kapsamlı şekilde anlatımlmışlardır. Çünkü burada Fatih’ten önceki dönemlere atıflar yapıldığı gibi, verilen bilgilerin daha sonraki devirlere ait olduğunu gösteren açık işaretler vardır. Bunun en bariz örneklerinden birisi,Fatih Kanunnamesiyle elli akçeli Sahn medreselerinin müderrisleri ulema arasında en yüksek paye sahibi olarak tesbit edilmişken metinde daha sonraki dönemlerde kurulan Altmışlı medreselerden bahsedilmesidir.
Katip Çelebi’nin bu konuda başka hataları bulunmakta ve bu hatalar birçok bilim adamımız tarafından farkına varılmadan, bazende farkına varıldığı halde tekrarlanmaktadır. Katip Çelebi, Mizan el-Hak adlı eserinde “Sultan Mehmed Han Medaris-i Semaniye’yi yaptırıp kanuna göre iş görülüp okutulsun diye vakfiyesinde yazmış ve Haşiye-i tecrid ve Şerh-i mevakıf derslerinin okiutulmasını bildirmiştir.” . Çok açık olarak görüleceği gibi Fatih vakfiyesinde herhangi bir dersin veya kitabın adı geçmemektedir. Ayrıca Haşiye-i Tecrid kitabı, medreselerin en alt kademesinde (yirmili veya yirmibeşli) okutulan bir eser olduğu gibi, Şerh-i Mevakıf adlı eser de, kendisinin Cihannüma ’sında gösterdiği gibi, Kırklı medreselere ait bir eserdir. Görülüyor ki Ellili medrese olan Semaniye medreselerinin vakfiyesinde olmayan veya payesine uygun düşmeyen eserlerin okutulduğunu söyleyen Katip Çelebi, bu konuda ulaştığı bilgileri birbirine karıştırarak sunmuş ve daha sonra gelenlerin, yanlıgıya düşerek, bu konudaki hatalara yeni hatalar eklemelerine yol açmıştır.
Katip Çelebi’nin hatalı yazıları hariç yukarıda ele aldığımız eserlerin tamamına, yani Fatih’in çağdaşı olan Tursun Bey’den 17.yy’da yazılan tarihlere varıncaya kadar olan eserlerdeki bilgilere topluca bakacak olursak, iki temel kaynağın dışına fazla çıkmadıklarını görürüz. Bu kaynaklardan birincisi Fatih vakfiyesidir. Bu vakfiye, medreselerin genel çerçevesini çizen ve onlara sağlanan imkan ve imtiyazlarla ilgilidir. İkinci kaynak ise Taşköprülüzade’nin, o dönemin uleması ile ilgili çok yönlü bilgiler verdiği Şakâyık adlı eseridir. Bu iki temel kaynağa göre Fatih külliyesi medreselerinin kendisine has bir ders programı veya nizamnamesi bulunduğuna dair herhangi bir bilgi unsuru, delil veya karine bulunmamaktadır.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.