ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Tarih / Coğrafya (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=656)
-   -   Tarsus Tarihi (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=78851)

[KAPLAN] 05-24-2009 02:58 PM

Tarsus Tarihi
 
TARSUS İSMİ NEREDEN GELİYOR?
TARSUS'UN İSMİ VE KURULUŞU ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA

http://upload.wikimedia.org/wikipedi...e_Tarse92e.jpg antik bir kalıntı



Tarsus'un ismi kuruluşu hakkında gerek Yunan mitolojisinde gerekse eski yazarların anlatımlarında çeşitli bilgiler verilmektedir.Antik çağlarda, Tarsus Çayı'na Kilikya'mn yerli halkı KYDNOS adını vermiştir. KYDNOS mitolojide nehir tanrısına verilen isimdir. Azra Erhat'ın Mitoloji Sözlüğü kitabında Kydnos aşağıdaki gibi anlatılmaktadır: "KYDNOS: Kilikya'da bugün Tarsus Çayı diye anılan ırmağın tanrısı. Ana tarafından lapetos'un torunu sayılır. Kydnos'un Parthenios adlı bir oğlu varmış. Kydnos Innağı'nın denize döküldüğü yerde bir şehir kurup ona PARTHENİA adını vermişler. Bu şehir bugünkü Tarsus'tur.

Eski Yunan mitolojisinin bir anlatımına göre, Pegasus (Kanatlı uçan at) ve Bellerofontes Kilikya Ovası'nda yolunu şaşırmış ve Tarsus'un bulunduğu yerde ayağı sakatlanmış olduğundan, şehre Yunanca "ayak tabanı" anlamına gelen TARSOS ismi verilmiştir.Bazılarına göre de şehir adını TERSEİN (kurutmak) kelimesinden aldı. Tufandan sonra sular çekilince ilk önce burası kurumuştu.Diğer bir Yunan efsanesine göre, şehrin kurucusu oîan Kilikya ilahı SANDON ile bir tuttukları HERAKLES'tir. Herakles'in resimleri M.Ö.4. yüzyıla ait Tarsus sikkeleri üzerinde bulunmaktadır. 1875 yılında Tarsus Eski Ömerli Mahallesi'nde bulunan, şu anda İstanbul Arkeoloji Müzesl'ndeki bronz Herakles heykeli bu tanrıya Tarsus'ta tapınıldığının bir kanıtıdır.

Strabon'un Anadolu'nun Coğrafyası kitabında ise: 'Tarsos'a gelince, o bir ovada uzanır. İo'yu araştırmak üzere Triptolemos'la birlikte dolaşan Argoslular tarafından kurulmuştur." diye anlatılmaktadır. Strabon M.Ö. 64 yılında Amasya'da doğan antik çağ yazarlarından biridir.Perseus'a ait bir başka mitolojik efsane ise, Perseus'un Andrasos ismindeki köyün yerinde Tarsus'u inşa ettiğini anlatmaktadır.
Antik devir yazarlarından Abydenos ve Beresos'a göre Asur Kralı Sanherip, Tarsus'u M.Ö.696 senesinde Babil şehrini örnek alarak inşaa etmiştir.Tarsus'un kuruluşuna ve ismine dair diğer Yunan efsane ve söylentilerinin hemen hemen hepsi Romalılar zamanında, özellikle Augustos devrinde ortaya çıkmıştır. Ancak bu söylentiler ve iddilar mitolojik olmaktan ileriye gidemediği için. bunlardan tarihî bir gerçek ortaya çıkarmak olası değildir.

Kentin adı ilk kez Hitit metinlerinde TAR-ŞA (URU-TAR-SA) biçiminde yazılmıştır. TARŞA olasılıkla tüm Çukurova'yı içine alan ve Kuzey Mezopatarnya'daki Hurrilerin kurduğu Kizuvatna krallığının merkeziydi, M.Ö.5. ve 4. yüzyıllarda Tarsus'un gerek kültürel gerekse etnolojik bakımdan tamamen doğu memleketi özelliği taşıdığını görüyoruz. Bu yüzyıllarda Tarsus halkı arasında bir kısmı Yurıarılı'mn varlığı belli ise de, bunlar sırf ticaret amacıyla Tarsus'a gelip yerleşen ve azınlıkta olan kimselerdir.

M.Ö. 5. yüzyılın ikinci yansından ve daha ziyade 4. yüzyıldan itibaren görülen Yunan sikkelerinin varlığı, ekonomik amaçlarla meydana getirilmiş; Yunanlılara daha kolay ticaret yapabilme olanağını sağlayabilmek için, büyük ticaret şirketleri tarafından bastırılmış olan ekonomik kültür etkileridir.Tarsus ismi ve kentin Kilikya Kralı Syennessis'in yönetim merkezi olduğu, ilk kez M.Ö. 401 yılında, Ksenofon'un Anabasis isimli eserinde anlatılmaktadır.

M.Ö.5 yüzyılın ikinci yarısından itibaren Tarsus'a ait sikkeler üzerinde, kentin ismi gerek Aramice ve gerekse Grekçe yazı ile TARZ ve TEPEİ şekillerinde görülmektedir. Ama Tarsus ismine çok daha önce Asur kaynaklarında, Asur Kralı 3. Salmannassar (M.ö. 859-825) ve Sanherip (M.Ö. 704-68 l)'e ait belgelerde TARZİ şeklinde anlatılmaktadır.Tarsus Çayı'nın iki yakasında yeni bir kentin temelleri Sanherip zamanında atılmıştır diyebiliriz. Aynı zamana ait bir başka Asur metninde ise kentin adı TARSİS biçiminde yazılmıştır. Demek oluyor ki. Yunan sömürgeciliği devrinden evvel, M.Ö.9. yüzyılın birinci yarısında, Tarsus ismi ve şehri Asur Kralı 3. S alman n as sar'm Kilikya'ya yaptığı seferlere ait resmi belgelerde, o zamanki Kilikya Prensliğİ'nin merkezi olarak anılmaktadır.
Tarsus ismi geçen Asurlular'a ait resmî belgelerin doğruluğundan hiç bir zaman kuşku duyulmayacağı gibi, Yunanlıların bilinen tarihlerden daha önce Kilikya'ya gelmiş olmaları da olası değildir. Yazarların, mitolojik efsanelerin, Tarsus'un kuruluşuyla ilgili anlatımları bu durumda gerçek olamamaktadır.Mitolojik bilgiler arasında yalnız bir tanesinde, gerçeğin bir dereceye kadar gizlenmiş olduğu anlaşılıyor. O da Herakles Sandon'un yani sonuç itibariyle SANDON'un, Tarsus'un kurucusu olmasıdır. M.Ö. 4. asrın başından itibaren, Tarsus sikkeleri üzerinde Sandon (BAL TARZ) yani şehir tanrısı olarak görülmektedir. Sandon'un çok eski bir Kilikya tanrısı olduğu da genellikle kabul edilmektedir. Şehrin kuruluşunun böyle bir tanrıya atfedilmesi, onun tarihin karanlık devirlerinde meydana geldiğini anlatmaktadır. Zira, M.Ö. 9. yüzyılda, Asurlular zamanında. Tarsus bir idare merkezi olarak görüldüğünde, Tarsus'un kuruluşunun ve isminin o tarihten daha eski zamanlara gitmesi gerekmektedir, Tarsus isminin, yine çok eski bir Kilikya tanrısı olan TARHON veya TARKON'dan gelmiş olduğu muhtemeldir. Bu tann Hitit metinlerinde TARHUNT şeklinde gösterildiği gibi, Hititler zamanında ve daha Önce, Kilikya'nın da dahil bulunduğu ARZAVA Krallığının 4. Amenofis ile siyasî ilişkide bulunduğu prensi TARHUNDARABA ismini taşımaktadır.

Bundan başka Kilikya'da bulunan kitabelerde pek çok TARKU, TARKON ve bu kökle meydana gelen kişi isimlerine rastlanmaktadır.Tarsus'un koruyucu tann Sandon'a izafeten anılmaması şehrin isminin başka bir tanrıdan geldiğinin kanıtıdır. Buna göre şehrin kuruluşunun daha önceki tann olan TARHON'a bağlanması gerekmektedir. Tarsus'un isminin TARHON veya TARKON'dan türemiş olduğunu kabul edersek, bunun daha sonra Asur dilinde TARZI-Aramice'de TARZ, Grekçe'de TERSİ (TEPlIKON) ve nihayet Latince de TARSOS şeklini aldığını görürüz.Selefkoslar, olasılıkla 1. veya II. Antiokhes zamanında kentin adını Kydnos Antiokhiea'sı olarak değiştirirler.Tarsos adı Antiokhos Filopator IX (M.Ö. 113-95) zamanında yeniden kullanılmaya başlanmıştır.

M.Ö. 1. yüzyıl sikkelerinin üstünde Tarsos adı yazılıdır.Roma döneminde, Tarsus çeşitli imparatorlar adına lakaplar almıştır. Bu isim ya da lakaplar imparatorun yaşayışına göre Tarsus'a kısa imtiyazlar tanımıştır. Tarsus yeniden imar edilmiş ve halkın yaşam düzeyini arttırıcı tedbirler alınmıştır. Bu çalışmalardan ve imparatorlann isimlerinden dolayı Tarsus'a verilen lakaplar şöyle sıralanmıştır: Roma İmparatoru İladrianus'tan dolayı HADRLANE, imparator Commodius'dan dolayı KOMMODİANE, Severius'tan dolayı SEVERİANE, Caracalla'dan (M. Aurelius Anloninius) dolayı ANTONİNİANE, Severîus Alexander'den dolayı SEVERİANE, Gordion zamanında da GORDIANE adıyla anılmıştır.
Tarsus ismi Araplar döneminde de değişik isimlerle anılmıştır. Arap kaynaklarında ve doğu kökenli tarihçilerin kitaplarında Tarsus'un ismi ile ilgili birçok açıklamalar vardır. Bunlardan:Ruhul-beyanda: "... O şehir Tarsus'tur. Cahillye devrinde ise EFSUS'tu." diye yazar.Kimi Arap kaynaklannda Tarasus olarak da ifade edilmiştir.'Yazan bilinmeyen el yazması bir kitapta ise Tarsus anlatılırken; "... Ve bunun adı Tevrat'ta Efsus'tur ve İncil'de Arsus'tur. Ve Arap dilince Tarsus'tur." diye bahseder.İslâm ananeleri arasında Tarsus'un, Adem'in oğlu Şii tarafından kurulduğu, kabrinin de Tarsus'ta olduğu efsanesi yer almaktadır



ATATÜRK TARSUS'TA
Mustafa Kemal Paşa, 31 Ekim 1918’de 7. Ordu komutanlığını devrederek Adana’ya geldi. Yıldırım Grup kumandanlığını Adana’da devir almak üzereyken Mondros Müterakesinin şartları ve yapılacak işlemler Mustafa Kemal Paşa’ya tebliğ edildi. Bir süre sonra İngilizlerin baskısıyla Yıldırım Grubu Lağvedilerek Mustafa Kemal Paşa ordusuz bir Ordusuz bir Kumandan haline getirildi. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, baskı altında bulunan Osmanlı kabinesinin durumunu ve emrindeki az kuvveti de dikkate alarak Güney illerimize silah dağıtmak suretiyle Milli Mücadeleye girişmeyi ilk kez Adana’da düşünmeye başladı. Bu amaçla karargah kurduğu Şakirpaşa’dan sık sık ayrılarak, Tarsus’a bağlı Çamtepe Köyü ve Kavaklıhan tarafından incelemeler yaptı.Gülek Boğazını tutmak için siperler kazdırmaya başladı. Ancak bu çalışmalar 11 Kasım 1918’de kumandayı Nihat Paşa’ya bırakıp İstanbul’a hareketiyle son buldu.
Mustafa Kemal Paşa’nın Tarsus ve civarına ilk geliş nedenini yukarıdaki bölüm bize açık bir şekilde anlatmaktadır. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Tarsus’a Konuk olmak üzere gelişi ise 17 Mart 1923 tür. 17 Mart 1923 günü, Mustafa Kemal ve beraberindekiler Adana’dan Mersin’e geçmiştir. Geceyi Mersinde geçireceği sanılırken, Mersin’de 4 saat gibi kısa bir süre kaldıktan sonra ani bir kararla Tarsus’a gelmek istemiştir. 17 Mart 1923 günü akşama doğru trenle Tarsus’a gelen Gazi Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekilere Tarsus’ta muhteşem bir karşılama töreni hazırlanmıştır.


http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1264517690


ESHAB-I KEHF

"HANİ O GENÇLER MAĞARAYA ÇEKİLMİŞLERDİ DE;
Ya Rabbi bize tarafından rahmet ver.
İşimizde doğruluğu, doğru rehber bulmamızı sağla...
DEMİŞLERDİ."
Kehf; 10
Kur'ân-ı Kerîm'in 17. suresi olan el Kehf'te, nispeten tafsilatlı sayılabilecek bir kıssa
anlatılmaktadır. Bu kıssa, bir grup gencin, zalim bir hükümdardan ve toplumdan kaçarak
sığındıkları mağarada 309 sene uyumalarını ve sonra uyandırılmalarını anlatır. Nuh tufanı
gibianonim olan ve dünyanın çeşitli yörelerindeki pek çok toplumun efsanelerinde yer alan
Eshab-ı Kehf olayının nerede ve hangi devirde yaşandığına dair kesin bir bilgi yoktur. Her
toplum, kendi bölgesinde yaşandığını iddia etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in berrak anlatımıyla
bir ibret levhası olarak gözler önüne serdiği bu olayın gerçekleştiği yer ve zamanı mütalaa
etmeden konu hakkında özet bilgi verelim.




YEDİ GENÇ ve KITMİR

Arapçada kehf; büyük mağara anlamına gelmektedir. Eshab-ı kehfin anlamı; mağara arkadaşları/dostlarıdır. Kur'ân-ı Kerîm'de buyurulduğuna göre bir grup genç, içinde yaşadıkları putperest topluluğun sapkınlıklarına karşı çıkarlar ve imanlarını o toplumun zalim hükümdarının yüzüne karşı söylemekten de çekinmezler. Bu yüzden iki ihtimalle karşı karşıya bırakılırlar; ya toplumun inancına ve geleneklerine ayak uyduracaklardır, veya öldürüleceklerdir. Gençler yaşadıkları şehirden, yanlarında Kıtmir isminde bir köpek olduğu halde hicret etmek zorunda kalırlar. Büyük bir mağaraya sığınırlar. Ağzı kuzeye bakan bu mağarada Allahü tealanın lütfu ile 309 sene uyurlar. Uyandıklarında geçen sürenin farkında değillerdir ve en fazla bir gün uyuduklarını zannederler. Karınları acıktığı için aralarından birini yiyecek almak üzere şehre gönderirler. Genç, izinsiz define bulduğu için şehirde tutuklanır ve başından geçenler dönemin hükümdarı taragından öğrenilir. Geçen 3 asrı aşkın süre içerisinde putperest inançlar silinmiş, insanlar bu olaydan ibret alabilecek olgunluğa erişmişlerdir.




YAŞADIKLARI DÖNEM
Tefsirciler ve tarihçilerin çoğu Eshab-ı Kehfin, Hazret-i İsa'dan hemen sonra yaşadıkları kanaatindedirler. Yine İslam alimleri, gençlerle ilgi şu bilgileri vermektedir. İsimleri; Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernuş, Debernuş, Şâzenuş, Kefeştatayyuş ve köpekleri Kıtmîr. Yaşadıkları şehrin ismi Efsus'dur ve putperest hükümdar Dakyanus'un zamanında mağaraya sığınmışlar ve mümin hükümdar Teodüs'ün zamanında da uyanmışlardır.



MAĞARA NEREDE?
Uyudukları mağaranın yeri konusunda ise birbirinden çok farklı nakillerle karşı karşıyayız. İspanya'da; Kurtuba şehri civarında bulunan Cinanu'l verd'de, Şam civarında Belka'da bulunduğunu iddia edenlerin yanısıra Tarsus, Efes ve Elbistan olduğunu söyleyenler de vardır. Yer tayinlerinin çoğunun Anadolu'da yapıldığı gözönüne alınacak olursa bu kutlu gençlerin Türkiye sınırları içerisinde yaşadıklarını düşünebiliriz. Bu nedenle Anadolu'daki 3 yerle ilgili bilgilerimizi mütalaa edelim.

Anadolu'da mağaranın yeri için üç adres verilmektedir. Bunlardan Efes'te olduğu iddası hıristiyanlara aittir ve mağaranın giriş yönü de, şekli de Kur'ân-ı Kerîm'in bildirdiklerine uymaz. Sahih bilgilere en uygunu Tarsus'taki mağaradır. Fakat, Elbistan'daki mağaraya dair kayıtlar çok ilgi çekicidir. Efsus, eski adıyla Yarpuz, bugün Kahramanmaraş'a bağlı Afşin ilçesindedir. Bu çok eski ve tarihi şehrin adı Arabisus idi. Bu kelime, zaman içerisinde çeşitli toplulukların lehçelerine göre Arbsus, Arabsus, Ebsus ya da Efsus şeklinde telaffuz edilegelmiştir. Buraya Türklerin Obruk dediklerini de biz tespit etmiş bulunuyoruz. Divan-ı Lüğati't Türk'te yer alan bu kelimeyi Kaşgarlı Mahmud; "yere batmış, ortasında su bulunan dağ parçası" şeklinde izah eder ki, Afşin'deki mağarada bu özellikleri buluyoruz. Ülkemizde çok sayıda olan obruklar, yer altından akan suların gözleri gibidirler. Türkler, yazın peynir ve yağlarını muhafaa ettikleri serin dağ yarıklarına ve mağaralara da obruk derler.

Ünlü gezgin Ali b. Herevi'nin el yazması eserinden öğrendiğimize göre; bu zat, 560 H'de İstanbul-İznik-Seyitgazi-Konya yoluyla Obruk'a gelmiş ve burada Eshab-ı Kehf'e izafe edilen mağarayı inceleme imkanını bulmuştur. Gözlemlerini şu şekilde ifade etmektedir; "Obruk, Anadolu'da etraftan gelenlerin ziyaret ettikleri bir yerdir. Söylendiğine göre; Hazret-i Ömer b. Hattab'ın oğlu Ebû Ubeyde'nin meşhedi de burada imiş. Ben burasını görmeye azmettim. Obruk, bir dağın eteğindedir. Bir kapıdan girilip yer altından yüründükten sonra geniş bir yere çıkılır. Burası, yere batmış bir dağ görünümündedir. Yukarıdan gökyüzü görünür. Ortasında küçük bir göl vardır. Etrafını Rum çiftçilerin evleri daire gibi çevirmiştir. Bunların tarlaları dışarıdadır. İçeride bir kilise ve bir mescid vardır. Eğer ziyaretçi müslüman ise mescide, hıristiyan ise kiliseye götürülür. Buradan geniş bir mağaraya girilir. Mağarada, vücudlarında kılıç ve kargı izleri bulunan cesedler vardır. Üzerlerinde pamuklu elbiseler bulunan bu cesedler, sanki hayatta imişçesine hiç değişmemişlerdir. Bir köşede, arkalarını duvara vermiş dört kişi daha gördüm. Bunlardan birisi çocuk, birisi esmer bir erkektir. Bu erkek, pamuktan bir aba giymiş müsafaha ediyormuş gibi eli açık olan kolunda çocuğun başı vardır. Yanında, bir darbe ile üst dudağı yarılmış, dişleri meydana çıkmış bir erkek daha vardır. Bunların hepsi sarıklıdır. Burada gördüğüm bir tabutun içerisinde bir kadın vardır ki; memesi kucağındaki çocuğun ağzındadır. Arkalarını duvara dayamış beş kişi daha gördüm.. Yüksekçe bir yerde gözüme ilişen bir taht üzerinde on iki erkek cesedi daha vardı. Bunlardan birisi, el ve ayakları kınalanmış bir çocuktu. Bana, bunların cihad için buralara gelen Hazret-i Ömer'in oğlu Ebû Ubeyde ve ailesine ait olduğunu söylediler."

Abdullah b. Abbâs hazretlerinden gelen kayda göre Eshab-ı Kehf'in mağarası Efsus'tadır. Bu kutlu gençlere zulmeden hükümdarın ismi, kaynaklarda Dakyanus veya Dakyüs şeklinde geçmektedir. Uyandıkları zaman karşılaştıkları hükümdarın adı ise Teodüsyüs'tür. Dakyus Roma imparatorudur. Teodüsyüs ise, Roma ikiye bölündükten sonraki Doğu Roma (Bizans) imparatorlarından birisidir. Ne var ki, putperest olan Dakyüs, Anadoluyu hiç görmemiştir. Hükümdarlık yaptığı iki sene boyunca Kuzey Avrupada savaşmış ve burada öldürülmüştür. Eshab-ı Kehf'in Anadolu'da yaşadığı kesin olduğuna göre gençlerin karşılaştıkları Dakyüs, o zamanki Roma idari sistemine göre bir imparator gibi imtiyazlara sahip bir eyalet valisi olmalıdır. Hazret-i Ebubekr'in hilafeti sırasında Bizans imparatoruna elçi olarak gönderilen Ubade, Anadoludan geçerken Eshab-ı kehf'i ziyaret etmiştir. Abbasi halifelerinden el Vasık billah da, Muhammed b. Mûsâ isimli birisini, Eshab-ı Kehf'i tetkik için Anadoluya göndermiştir. Yine Ali b. Yahya isimli İslam ordusu komutanlarından birisi, bir sefer dönüşünde Eshab-ı Kehfin uyudukları mağarayı incelemiş ve gördüklerini detaylı bir şekilde nakletmiştir. Özetle söylemek gerekirse İslam alimleri, tarihçiler ve gezginler, Eshab-ı Kehfin Anadolu'da olduğunda hemfikirdirler. Ama Anadolunun neresindedir? Tarsus'ta mı, Afşin'de mi? İlim adamlarımız meseleyi berraklığa kavuşturacak ciddi bir araştırmaya henüz yönelmemişlerdir. Böyle bir çalışma başlatılırsa, bu kutlu gençlerin 309 yıllık uyku mekanı kesin olarak tesbit edilebilecektir.
Eğer böyle bir bahtiyarlık bizlere nasip olacaksa, İmam-ı Rabbani hazretlerinin şu sözlerini hatırlayarak ziyaret edeceğiz onları; "Eshab-ı Kehf, bir güzel iş yapmakla, yüksek derecelere kavuştu. Bu işleri de; din düşmanları her tarafı kapladığı vakit, kalplerindeki imanı korumak için başka bir yere hicret etmeleri idi. Dünyanın bugünkü halinde, Peygamberimizin sünnet-i seniyyesine uyanlar ne kadar bahtiyardır. Bugün ona iman edip az bir ibadet yapmak, sanki düşman saldırıp her tarafı kapladığı zamanda, askerin az bir hareketinin çok kıymetli olmasına benzer. Barış zamanında askerin bundan kat kat fazla çalışması böyle kıymetli olmaz."

Kaynak :Ahmet SARBAY (Biyografi.net)

[KAPLAN] 05-24-2009 02:59 PM

Cevap : Tarsus Tarihi
 
1 Eklenti(ler)
Anadolu'nun en eski yerleşim alanlarından biri olan Tarsus, yazılı tarih dönemleri ardından kurulan birçok krallıkların, Antik Çağlar'da da Kilikya'nın başkenti olmuş; tarihi, kültürel ve ekonomik yönleriyle Ön Asya ve Anadolu'nun en önemli kentlerinden biridir

Hristiyanlar'ın en önemli Havarileri'nden St. Paulus'un doğum yeri olması, bir haç kenti özelliği taşımasıyla, bu dinin yayılmasında önemli bir yere sahiptir

Orta Çağ ve Yeni Çağlar'da İslam ve Türk kültürünün yoğunlaştığı bir bilim merkezi olarak, yüzyıllar boyu varlığını sürdürmüş; özellikle 19. yüzyılda bölgenin en gelişmiş ticaret ve tarım merkezi olmuştur. Ancak bu yüzyıldan itibaren alüvyonal dolgu nedeniyle limanının işlevini yitirmesi, sığ akarsu ve Aynaz (Rhegma) gölünün büyük tonajlı gemilerin giriş ve çıkışına elverişli olmaması nedeniyle, Adana ve Mersin gibi hızla gelişen iki büyük metropolün orta yerinde, bu iki kent sistemi içinde yer almıştır. Mersin limanına yakınlığı, kara ve demiryolları kavşağı üzerinde yer almasıyla; günümüzde de tarım, ticaret ve tekstil sanayinde, İçel`in Mersin'den sonra gelişmiş en büyük ilçesidir.

TARİHÇE

Tarsus kentinin kuruluşuna dair efsane ve söylenceler.
Hitit Çağları'ndan itibaren Tarsus'a ait pek çok kil tablet, kitabe, sikke ve yazılı belgeler günümüze kadar gelmiş olup, kentin simge olarak kullandığı tanrı ve mitolojik kahramanların bu belgelerde yer alması efsanelerin ve söylencelerin ana kaynağını oluşturmuştur.

Kuruluşu 8000 yıl öncelerine Yeni Taş Çağı'na dayanan Tarsus'un, adını Kent Tanrısı Sandon'dan (Baal Tarz) aldığı bilinmektedir.
Tarsus'un ismi ve kuruluşu hakkında, mitolojilerde ve eski yazarların anlatımlarında çeşitli bilgiler vardır. Bunların hemen hepsi Roma Çağları'nda, özellikle Ağustos döneminde ortaya çıkmıştır ve hiçbiri tarihi bir gerçek olarak kabul edilemez.
Mitolojiye göre, Antik Çağlar'da Tarsus Çayı'na, Kilikya'nın yerli halkı Cydnos adını vermiştir. Cydnos, mitolojide nehir tanrısına verilen isimdir. Azra Erhat, Cydnos için şöyle yazar:"Kilikya'da bugün Tarsus Çayı diye bilinen ırmağın tanrısı. Ana tarafından lapetos'un torunu sayılır. Cydnos'un Parthenios adlı bir oğlu olduğu ve Cydnos Irmağı’nın denize döküldüğü yerde bir kent kurup ona Parthenia demiştir. Burası da bugünkü Tarsus'dur."
Mitolojideki Pegasus (kanatlı uçan at) yada Bellerofontes, Kilikya ovasında yolunu şaşırmış ve Tarsus’un bulunduğu yerde ayağı sakatlanmış olduğundan kente Latince ayak tabanı anlamına gelen Tarsos adı verilmiştir.

Diğer bir efsaneye göre kentin kurucusu eski Kilikya Tanrısı Sandon ile bir tuttukları Herakles'dir. Herakles'in resimleri MÖ 4. yüzyıla ait Tarsus sikkeleri üzerinde bulunmaktadır.


http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1264517191

[KAPLAN] 05-24-2009 03:02 PM

Cevap : Tarsus Tarihi
 
Tarih

http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1264517690



Kuruluşu

Kuruluşu 8000 yıl öncelerine Yeni Taş Çağı'na dayanan Tarsus'un, adını Kent Tanrısı Sandon'dan (Baal Tarz) aldığı bilinmektedir.
Tarsus'un ismi ve kuruluşu hakkında, mitolojilerde ve eski yazarların anlatımlarında çeşitli bilgiler vardır. Bunların hemen hepsi Roma İmparatorluğu çağlarında, özellikle Augustos döneminde ortaya çıkmıştır ve hiçbiri tarihi bir gerçek olarak kabul edilemez.


Mitolojiye göre, Antik Çağlar'da Tarsus Çayı'na, Kilikya'nın yenli halkı Cydnos adını vermiştir. Cydnos, mitolojide nehir tanrısına verilen isimdir. Azra Erhat, Cydnos için şöyle yazar: "Kilikya'da bugün Tarsus Çayı diye bilinen ırmağın tanrısı. Ana tarafından lapetos'un torunu sayılır. Cydnos'un Parthenios adlı bir oğlu olduğu ve Cydnos Irmağı' nın denize döküldüğü yerde bir kent kurup ona Parthenia demiştir. Burası da bugünkü Tarsus'dur."
Mitolojideki Pegasus (kanatlı uçan at) ya da Bellerofontes, Kilikya ovasında yolunu şaşırmış ve Tarsus'un bulunduğu yerde ayağı sakatlanmış olduğundan kente Latince ayak tabanı anlamına gelen Tarsos adı verilmiştir.


Diğer bir efsaneye göre kentin kurucusu eski Kilikya Tanrısı Sandon ile bir tuttukları Herakles'dir. Herakles'in resimleri M.Ö. 4. yüzyıla ait Tarsus sikkeleri üzerinde bulunmaktadır.


Antik gezgin ve coğrafyacı Strabon, "Coğrafya" kitabında kentin kuruluşuyla ilgili olarak: "Tar-sos'a gelince o, bir ovada uzanır, İo'yu araştırmak üzere Triptolemosla birlikte dolaşan [Argos]]lular tarafından kurulmuştur." şeklinde bir bilgi verir.


Bir efsaneye göre, bu kentin kurucusu Perseus'dur. Mitolojinin kahramanlarından biri olan Per-seus,Hitit döneminde Andrasos olarak bilinen bir köyün yerinde Tarsus kentini kurmuştur.


Diğer bir efsaneye göre Tarsus, Tarım Tanrıçası Demeter'İn oğlu Triptolemos tarafından kurulmuştur. Antik Çağ'da Tarsus önemli bir tarım merkeziydi ve bu özelliği antik Tarsus sikkelerinde betimlenmiştir.
Tarsus Mozaiği, M.S. 3. yüzyılda yapılan mozaikte Orfeus'un müziği ile vahşi hayvanları uslandırmasına ait tasvir. antakya müzesi.Tarsus adı ve kentin Kilİkya Kralı Syennessis'in yönetim merkezi olduğu, ilk defa M.Ö. 401 yılında Ksenephon'un "Anabasis" kitabında belirtilmektedir. M.Ö. 5. yüzyılın ikinci yarısından İtibaren Tarsus'a ait sikkeler üzerinde, kentin ismi gerek Aramice ve gerekse Grekçe yazı ile Tarz ve Terzi şekillerinde görülmektedir. Tarsus'un bu şekilde bilinen adına çok daha önceleri Asur kaynaklarında rastlanılmaktadır.Asur kaynaklarında, önce Kilikya'nın merkezi olarak bildirilen Tarsus, Asur Kralı 3. Salmannassar (M.Ö. 859-825) ve Sanherib'e (M.Ö. 704-681) ait belgelerde Tarzi şeklinde anlatılmaktadır.

İlk yerleşim

Gözlükule Höyüğü'nde yapılan kazılar, bu yörede ilk yerleşmenin Yeni Taş Çağı dönemiyle başladığı ve Orta Tunç Çağı'na değin kesintisiz sürdüğünü ortaya koymuştur.




Antik Çağ

Bir süre Asur egemenliğinde kalan yöre, daha sonra Persler'in, M.Ö. 333'te ise Alexander'in (Büyük İskender) yönetimine geçmişti. M.Ö. 66'da Kilikya bir Roma vilayeti olunca, Tarsus'da buranın merkezi durumuna getirilmiştir. Tarsus bu dönemde büyük bir gelişme gösterdi. Tarım ve ticaretin yanısıra, Cydons'un yatağı taranarak büyük gemilerin bu akarsuda sefer yapmalarının sağlanmasıyla, Doğu Akdeniz, deniz ve karayollarının birleştiği büyük bir ticaret ve kültür merkezi haline geldi. Yine bu dönemde kentin nüfusu 450 bin kişiyi aştığı sanılmaktadır. Uzunca bir süre Tarsus dünyanın en büyük kenti olarak kaldı.[kaynak belirtilmeli]
Strabon, Tarsus'daki kültür yaşamı hakkında oldukça ayrıntılı bilgiler vermektedir. Strabon, birçok filozof,dil bilgini ve şairlerin Tarsus'da yaşadığını,onların kültür hayatına olan etkilerini, her konuda büyük bir gelişme içindeki Tarsus'un bir bilim ve üniversite kenti olduğunu, halkın felsefeye ve diğer bilim dallarına büyük ilgi gösterdiğini ve bunları öğrenmeye istekli olduklarını; Tarsus'un bu konuda İskenderiye ve Atina'yı geçtiğini yazmaktadır. Strabon'dan, Tarsus'da eğitim görenlerin yerli halktan olduğunu ve yabancıların nadir olarak geldiğini,eğitimini bitirenlerin bir kısmının yabancı ülkelere giderek orada eğitimlerine devam ettiklerini öğreniyoruz. Ayrıca Tarsus'da stoik filozoflardan Antipator, Arhedemos, Nestor, Athenedoros kentleri dolaşarak okul açan Phutiades ve Diogenes, edebiyatçılardan Artemidoros ve Diodoros, Diony-sides'in yaşadığını yazar. Strabon Tarsus hakkında verdiği bilgilerin sonunda Roma kenti, Tarsuslu alimleri iyi ispat edebilir; çünkü, Roma gerek Tarsus'dan gerek İskenderiye'den gelen bu gibi alimlerle dolu olduğunu belirtir. Bu bilgilerden Tarsus'un ticaret kenti özelliği yanında kültür ve üniversiteler kenti de olduğunu ayrıntıları ile öğreniyoruz.


Tarsus'da Antonius döneminde antik bilim adamlarının yazdıkları büyük kitaplar toplanarak, 200.000 ciltlik, dünyada eşi bulunmayan bir kütüphane oluşturulmuştur. Tarsus'daki üniversitede, Atina ve iskenderiye üniversitelerinden daha da ünlü idi. Tarsus'da bulunan yazılı kitabelerde, buranın özgür bir kent olduğu yazılıdır. Tarsus'un özgür kurumlarından, Paulus ve birçok filozoflar faydalanmışlardır. Kozmopolit bir kent olan Tarsus, Roma yasalarına göre yönetilmiştir.
Yunan kaynaklarında, Tarsus'daki tarihi eserler hakkında verilen bilgilerde; krallık sarayları, pazar yerleri, caddeler, köprüler, hamamlar, çeşmeler, haller, akarsu sahilinde gençlere ait gymnaziyum, stadyum ve Paulus Tapınağı anlatılmaktadır.


Xenophon'dan sonraki antik yazarlar,Cydnos akarsuyunun kentin ortasından geçtiğini yazmaktadırlar. Strabon,Cydnos'un gymnaziyumun yanından geçtiğini,ilk önce Regma denilen bir göle döküldüğünü, burasının Tarsus'un limanı olduğunu ve orada gemi tezgahları ile ticarethanelerin bulunduğunü yazar. Günümüzde de liman etrafında ve liman ile Tarsus arasındaki alanda yerleşim olduğunu ispat edecek izler vardır. Cydnos'dan Tarsus'a kadar gemilerin gelebilmesinin mümkün olduğu birçok yazar tarafından belirtilmekle ve antik Tarihçi Plutarkhos, Kleopatra'nın M.Antonius'u filosu ile birlikte Tarsus'da ziyaret ettiğini yazar.

Orta Çağ

Tarsus, Orta Çağ'da birçok Arap ve İslam bilgininin ilgi konusu olmuştur. Bunlar, Tarsus'un büyük ve güzel bir kent olduğunu, iç içe iki suru olup, surların beş kapısı ve etrafında hendekleri bulunduğunu yazmaktadırlar.
Arap coğrafyacılar İbn-i Havkal (943), İstahri (951), Idrisî (12.yüzyıl) ve Ebü'l Fida (1273-1331) ile İranlı Coğrafyacı Ibn Hurdazbİh (820-912), Süryani tarihçi,filozof Abü'l-Farac Ibn-ü'I Ibri (1226-1286) yöreyi ve Tarsus'u ziyaret etmişlerdir. Bunlardan Coğrafyacı Ibn-ü'l Fakih'in eserinde "Ebu Süleyman Ferec'in 788 yılında, 5 kapısı ve 87 burcu olan Tarsus kentini ve surlarını onardığını" yazması, Müslüman Araplar'ın kente verdikleri önemin bir örneğidir.


Ünlü Osmanlı Kaptanı, Coğrafyacı ve Haritacı Piri Reis'in yazdığı "Kitab-ı Bahriye" adlı eserinin 4. cildinde Tarsus'la ilgili bilgiler bulunmaktadır. "...Tarsus deniz kenarından üç mil kadar içerde ova üzerinde kurulmuş bir kasabadır. Önünden Tarsus Çayı akar. Burada bulunan gölün (Rehg-rna=Aynaz) içine sandallar girerek 6 kulaç suda demir atarlar."
1671 yılında Tarsus'a gelen Evliya Çelebi,Tarsus hakkında şu bilgileri vermektedir:"... Tarsus kalesi bir düzlük üzerinde, denizden bir saat uzaklıkta, daire biçiminde olup Halife Memnun yapısıdır. Çevresi 500 adım, iki kat sağlam bir kaledir. Tümüyle hendekle çevrilidir. Kalenin içinde üstü toprak damlı evlerle dolu üç mahalle vardır. Kalenin üç kapısı (batıda iskele, doğuda Adana, kuzeyde Bağ kapıları) vardır. Mevcut 15 cami içinde Eski Cami hicretten 300 yıl önce yapılmış, kiliseden bozma bir yapı idi.Geriboz kapısının iki yanında arslan, kaplan ve ejderha suretleri vardır ki, insan görünce korkan Avının üstüne konmuş bir doğan sureti vardır ki sanki canlıdır. Bu garip acayip eserlerin tümü mermer taşından yapılmıştır. Yine bu kapının iki yanında beyaz mermer kitabeler içinde renk renk kufi yazı ile Arapça ve Süryanice yazılmış görmeye değer yazılar vardır ki, insan hayran kalın Tarsus'da ayrıca 5 kilise, 6 medrese, 7 hıristiyan sıbyan mektebi, 2 hamam, 2 han ve 317 dükkân vardır, ibrahim Halife Camii'ne bitişik 80 dükkân kagir bina kentin bedestenidir. Tüm sokakları kaldırımlıdır. Çünkü, temiz kumlu yollar olduğundan asla çamur olmaz. Tatlı limonu ((lime)), turuncu, zeytini, inciri, nar, hurma ve servileri, şeker kamışı, pamuğu meşhurdur. Verimli sahradır, âlâ camus yeridir. Bu kale içinden Bulgar Akarsuyu geçip Akdeniz'e karışır. Bu kentin suyu ve havası ağır olduğundan, bahardan sonra kentte bir tek kişi kalmayıp Bulgar yaylasına çıkarlar. Bu kalenin kuzey tarafında küçük bir iç kaleciği vardır. Gayet mamurdur. Her tarafı hendektir. Etrafı 500 adımdır. Yedi kuledir. Dizdarı ve neferleri yaylaya gidemediklerinden renkleri sarıdır. Halkı Rum, Gürcü, Ermeni ve Türkmen'dir. Arap fellahları da vardın Minareleri Arabistan tarzındadır."


Haçlı Seferleri ardından yörede kurulan Kilikya Ermeni Krallıklan'nın egemenliğine, Ramazanoğulları Türkmen Beyliği son verdi. Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi ardından 1517'de Osmanlı egemenliğine giren Tarsus, önce Kıbrıs Eyaleti'ne, daha sonra da Adana Eyaleti'ne bağlı bir sancak merkezi oldu.

Yakın tarih

Osmanlı İmparatorluğu]]nun güçlü koruması altında 1832 yılına kadar herhangi bir işgale uğramayan Tarsus, bu yılda Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa'nın,Çukurova'yı işgal etmesi ile 8 yıl kadar Mısır egemenliğinde kaldı. Bu dönemde Tarsus ovası yeni baştan planlı bir tarımsal üretime açılmış, Mısır'dan getirtilen uzun lifli pamuk burada daha geniş alanlarda üretilmeye başlanmıştır. Bataklıklar kurutulmuş, yeni su kanalları açılmış, Mısır'dan deneyimli tarım işçileri getirtilerek verimli ürün elde edilmiştir. 1839'da Kütahya anlaşmasıyla Osmanlılara iade edildi.
19. yüzyılın ortalarından itibaren dünya ticaret sistemine Mersin limanı yoluyla bağlantı kurmuş, kent bu dönemde kültür, ticaret ve özellikle tarım ve tarıma bağlı ekonomide, büyük gelişmeler elde etmiştir. İlçede halen ayakta duran tarihi mahallelerde gördüğümüz kimisi saray yavrusu, iki-üç katlı varsıl konutlar, bu dönem zenginliğini yansıtan sivil mimarlık örnekleridir. İlçede büyük bir grup oluşturan Gayrimüslimlere ait çok sayıda kilise inşa edilmiş, halen önemli bir eğitim kurumu olan Tarsus Amerikan Lisesi, ABD'liler tarafından kurulmuştur. Kentte hala önemli bir hıristiyan nüfus yaşamaktadır.


Tarsus, 1877'de Adana Vilayeti'ne bağlı bir sancak olmuştur. 7000 yıl süreyle kesintisiz devam eden önemli konumuyla yüksek uygarlık düzeyine çıkan Tarsus, 19. yüzyıl sonlarında yapılan ihmaller sonucunda denizle bağlantısı kesilmiş, deltadaki Aynaz gölü bataklığa dönüşmüştür. Bu kentin gelişmesini etkileyen başlıca olumsuz faktörlerden bindir. I. Dünya Savaşı'nın ardından 17 Aralık 1918'de Fransızlar tarafından işgal edilmiş, Kurtuluş Savaşı'nın ardından 20 Ekim 1921'de imzalanan Ankara Anlaşmasıyla işgal sona ermiştir.


Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ile birlikte bataklıklar kurutulmuş, Berdan Çayı üzerinde baraj inşa edilmiş, her türlü tarımsal üretime elverişli çalışmalar yapılmış, karayolu ve demiryolu ağlarının üzerinde olmasıyla yeniden hızlı bir gelişme içine girmiştir, ilçede başta tekstil olmak üzere çok sayıda sanayi kuruluşu faaliyet göstermektedir.

Ekonomi

M.Ö. 5000 yılına dayanan tarihinde görkemli dönemler yaşayan, çeşitli uygarlıklara kent merkezliği yapan, doğulu kervanların uğrak yeri ve ticaret merkezi olan ilçe, bu ticari özelliğini günümüzde de korumaya çalışmaktadır. Bereketli topraklara sahip olan Çukurova’da her türlü ziraatın yapılması ve sanayinin ham maddesi olan ürünlerin bolluğu, bu bölgede sanayinin gelişmesinde en önemli faktör olmuş. 1800'lü yılların ikinci yarısında, bölge potansiyelinin farkında olan yabancı ülkeler, pamuğun ilk işleme biçimi olan çırçır fabrikalarını faaliyete sokmuştur. Çırçır işletmelerinden iplik fabrikasına ilk geçiş, 1887 yılında Mavromati ve Şürekası İplik Fabrikası'nın açılmasıyla gerçekleşmiştir. 1920'de bölgede Tarsus Konserve Osmanlı A.Ş. kurulmuş ve Tarsus sanayisi daha da gelişmeye başlamıştır. Türkiye'de ilk elektrik enerjisi 15 Eylül 1902'de ilçede üretilmiş.


Tarsus'un Ticaret Borsası'ndaki yıllık işlem hacmi 36 trilyon dolaylarındadır. Bölge, ülke ekonomisinin küçülme tehlikesi yaşadığı dönemlerde bile üretime devam etmeyi başarmış ve hatta ihracat yapmıştır.Tarsus’tan yurt dışına satılan malların büyük çoğunluğunu tarıma dayalı sanayi ürünleri oluşturmaktadır. İhracatın %65’ini tekstil ürünleri kapsar. Bunun dışında gelişmiş sektörler arasında gıda, inşaat ve metal sayılabilir. Tarsus'un en çok dış satım yaptığı ülkeler arsında Fransa, Hollanda ve ABD yer almaktadır. Tarsus'ta Çukurova Sanayi,Berdan Tekstil, İzocam, Trakya Cam ve Çukurova Makina İmalat Sanayi gibi önemli tesisler yer almaktadır. Ancak bu fabrikalar dışında ekonomide çok büyük bir durgunluk vardır.
Tarsus'un ekonomisinde tarım önemli gelir kaynağıdır.Türkiyenin en verimli toprakları yine Tarsustadır. 202.400 hektarlık ilçe toprağının 154.902 hektarı tarım arazisi, 62.786 hektarı orman ve fundalık, 4080 hektarı çayır ve mera, 20.632 hektarı tarım dışı arazidir. Tarım alanlarının büyük bölümünün sulanması, gübrelenmesi ve yeni tekniklerin uygulanması ile toprağın verimi artırılmakta, ürünler iyi değerlendirilmektedir. Mersin ilinin en verimli ve en geniş tarım arazisi, Tarsus'un ovalık yöresindedir. Bununla beraber iklimin tarıma elverişli olması bu arazilerde her çeşit tarımın yapılmasını sağlamaktadır. Ovalık araziler de, ilkbaharda turfanda sebze ve meyveler, daha sonra sebze, kiraz ve üzüm ekilmektedir.


Kış mevsiminde ise papaya, liçi, ananas, portakal, mandalina ve limon meyvelerinden başka kışlık sebzeler ekilir.Pamuk, susam ve soya gibi yağlı tohumlu bitkilerden tahılların her çeşidine kadar tarla ürünlerinin ekimi bu verimli arazilerde yapılır.Yine Tarsus’ ta iyi kalitede Kolombiya kahvesi üretimi denemeleri olumlu sonuç vermiştir.. Tarsus'un bazı köylerinde kurulan sığır İslah istasyonlarında çok verimli Holştayn tipi sığırlar yetiştirilmektedir.


Sanayi yönünden de Mersin'in Merkez'den sonra en gelişmiş ilçesi Tarsus'dur. İlçenin tarım ürünlerini değerlendiren sanayi kuruluşları dışında, ülke ekonomisi için önemli olan tarım aletleri, makine yedek parçaları, takım tezgahları yapan fabrikalar, şekerli yiyecek imalathaleri, tuğla ve seramik fabrikaları, tekstil fabrikaları ve otomotiv sanayi vardır.

Şengül Şirin 01-26-2010 05:57 PM

Tarsus-Tarihi-Ekonomisi
 
7 Eklenti(ler)
Tarsus-Tarihi-Ekonomisi

http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1264517690

Akdeniz Bölgesi'nin Adana bölümünde yer alır. Ülkemizin en büyük yerleşme birimlerinden biri olan Tarsus kenti, İçel iline bağlı aynı adlı ilçenin merkezidir. Kent nüfusu 191.333'tür (1990 geçici sonuç). Kuzeyde Toroslar'a {bak. Toroslar) bağlı Bolkar Dağlan'na, güneyde Seyhan Irmağı ve Akdeniz kıyılarına kadar uzanan ilçe topraklarının büyük bölümü dağlık alanlar ve yüksek yaylalardan oluşur. Akdeniz kıyısı yakınındaki güney kesimde ise alçak düzlükler yer alır. Çukurova'nın {bak. Çukurova) batı bölümünü oluşturan bu düzlükler Tarsus Ovası adıyla anılır.

http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1264517690


İçel ilinin en verimli tanm alanı olan bu ova, Seyhan Irmağı ile Tarsus Çayı' nın taşıdığı alüvyonların yığılmasıyla ortaya çıkmış geniş bir düzlüktür. Yörede Berdan Çayı olarak da adlandırılan ve yaklaşık 140 km uzunluğunda olan Tarsus Çayı kaynaklarını Orta Toroslar'dan alır. Bu akarsu zaman zaman taşkınlara yol açarak çevresine zarar verir. Tarsus Ovası'nda yer alan tarım alanlarıyla yerleşme yerlerinin taşkından korunması için akarsu çevresinde yapılmış olan setler vardır. Tarsus Ovası'nın sularıması, akarsu çevresinde açılan kanallarla sağlanır.

http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1264517690


Tarsus Çayı'nın kollarından Kadıncık Deresi'nin üzerinde kurulmuş iki hidroelektrik santral vardır. Çeşitli amaçlarla kurulmuş olan Ber-dan Barajı'nın ardında oluşan yapay gölden, Tarsus kentinin içme ve kullanma suyu gereksinmesinin karşılanması için yararlanılır. Tarsus kenti yakınında bir çağlayan oluşturan bu akarsu, üzerinde Türkiye'nin ilk hidroelektrik santralının kurulmasıyla da ünlüdür. Bir su değirmeninde kurulmuş olan bu küçük santral 1902'de hizmete girdiğinde yalnızca Tarsus sokaklarının aydınlatılmasını sağlıyordu. Kıyı kesiminde doğal kumsallar ve Dipsizgöl adlı bir lagün (denizkulağı) bulunan ilçe topraklarının yüksek kesimlerindeki yaylalar, sayfiye yeri olarak Tarsuslular açısından büyük önem taşır.

http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1264517690


Akdeniz ikliminin etkisi altında kalan Tarsus'ta yazlar çok sıcak geçer. Yazın sıcaktan bunalan Tarsuslular için yaylaya çıkmak yaşam biçimlerinin gelenekselleşmiş bir yanıdır. Eskiden beri Tarsuslular'm çıktığı ve geçmişte Tarsus ilçesine bağlı bir bucak merkezi olan Namrun adlı yayla yerleşim yeri, günümüzde Çamlıyayla adıyla anılan ilçenin merkezi olan gelişmiş bir kasabadır. Tarsus ilçesi doğal bitki örtüsü açısından oldukça zengindir.

http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1264517690


Alçaklarda görülen makiler yüksek kesimlerde yerini iğneyapraklı ağaçlardan oluşan ormanlara bırakır. Eskiden Tarsus Ovası'nın alçak kesimleri bataklıklarla kaplıydı. Bu kesime oldukça etkili bataklık kurutma yöntemlerinden biri uygulanarak okaliptüs ağaçlan dikilmiş ve sonuçta yaklaşık 10 km2'lik bir okaliptüs ormanı oluşturulmuştur. Eskiden Karabucak bataklığı olarak adlandırılan bu alanda bugün Tarsuslular'a eğlenme ve dinlenme olanağı sunan Karabucak orman içi dinlenme yeri vardır.

Burada bir de turaç üretme istasyonu kurulmuştur. Tarsus ilçesinde yaşayanlar daha çok tarım, tarıma dayalı ticaret ve sanayiyle uğraşırlar. Yetiştirilen başlıca bitkisel ürünler buğday, pamuk, üzüm, turunçgiller, arpa ve soyafasulyesidir. En önemli sanayi kuruluşları ise dokuma, hazır giyim, gıda, kimyasal ürün, tarım alet ve makineleri üreten fabrikalardır. Ulaşım açısından önemli bir konumda olan Tarsus ilçesi gelişmiş yollara sahiptir. Bunlardan başlıcalan Adana-Ankara ve Adana-Mersin demiryolları ile Pozantı-Tarsus Otoyo-lu'dur. Tarih ve Arkeoloji Tarsus kenti yakınlarındaki Gözlükule adlı höyükte yapılan kazılarda ele geçen buluntuların değerlendirilmesi sonucunda ulaşılan bilgiler, bu yörenin günümüzden 10 bin yıl önce başlayan Cilalı Taş Devri'nde bir yerleşme alanı olduğunu göstermektedir.

Kuruluşuna ilişkin yeterli bilgiye rastlanmayan Tarsus kenti ile çevresi İÖ 17. yüzyılda Hititler'e bağlıydı. Bu dönemden kalma Hitit kaynaklarında kentin adı Tarşa olarak geçer. Tarşa aynı yüzyılda Kizzuvatna Krallığının sınırları içine girdi. Daha sonra Kilikya (bak. KİLİKYA) olarak adlandırılan bölgenin sınırlan içinde kalan kent, İÖ 8. yüzyılda Asurlular'ın egemenliğine girdi. Bu dönemlerde kent Tarsos adıyla anılıyordu. İÖ 7. yüzyıl sonlarında bu yörede kurulan Kilikya Krallığı'nın merkezi Tarsos'tu.

Kilikya İÖ 1. yüzyılda Roma İmparatorluğuna bağlandı ve kent de bundan sonra Tarsus adıyla anıldı. İlkçağda Kydnos olarak adlandırılan Tarsus Çayı'nın ağız kesimi suyolu ulaşımına elverişli olduğundan bir liman kenti olan Tarsus, Roma döneminin başlarında önemli bir kültür merkeziydi. Daha sonra, Aziz Paulus'un doğum yeri olması nedeniyle de Hıristiyanlık açısından büyük önem taşıdı. Müslümanlık'ın yayılış döneminde Araplar'ın eline geçen Tarsus, daha sonra birkaç kez Bizans yönetimine girdi.

http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1264517690


11. yüzyılda önce Selçukluların, daha sonra da Haçlı-lar'ın egemenliği altına giren Tarsus, 12. yüzyılda Ermeniler tarafından yönetiliyordu. Bir süre Memlûklar'a bağlanan kent, 1516'da Osmanlı Devleti topraklarına katıldı. 19. yüzyılın ilk yarısı nda sekiz yıl süreyle, Osmanlı Devleti' ne başkaldıran Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa tarafından yönetildi. Tarsus I. Dünya Savaşı'ndan sonra, 1918'den 1921 sonuna kadar Fransızlar'ın iş gali altında kaldı. Cumhuriyet döneminde Mersin iline bağlanan Tarsus, 1933'te yeni kurulan İçel ilinin sınırları içine alındı.

Eski Tarsus kentini çevreleyen surların "Bağ", "Deniz" ve "Adana" adıyla anılan üç kapısı vardı. Eskiden bir liman kenti olan Tarsus, Romalı Marcus Antonius ile Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın buluşma yeri olmasıyla ünlüdür. Tarsus'a tekneyle gelen Kleopatra kente deniz tarafından girdiği için bu kapıya Kleopatra Kapısı denir. Kentteki başlıca tarihsel yapılar Donuktaş adıyla anılan görkemli bir yapı, eskiden vergi verilerek geçildiğinden Baç Köprüsü olarak adlandırılan İustinia-nos Köprüsü, Roma ve Şahmeran hamamları, 12. yüzyıldan kalma bir katedralden çevrilen Eskicami ve 16. yüzyılda Ramazanoğulları tarafından yaptırılan Tarsus Ulucamisi'dir.

http://frmsinsi.net/attachment.php?a...1&d=1264517690


Bazı temel kazıları sırasında ortaya çıkan mozaikler Hatay Arkeoloji Müzesi'nde, Asil Lahti Adana Bölge Müzesi'nde, Gözlüku-le'de ele geçen arkeolojik buluntular da Tarsus Müzesi'nde sergilenmektedir. Tarihsel açıdan önem taşıdığına ilişkin kesin bir bulguya rastlanmayan, kent yakınındaki Eshab-ı Kehf (Yedi Uyurlar) Mağarası'nın çevresi yöre halkı tarafından mesire yeri olarak değerlendirilir (bak. Yedi Uyurlar). Kutsal sayılan ve birçok söylenceye konu olan bu mağaranın içindeki derin tünelin Kabe'ye çıktığına inanılır.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.