ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Tarih / Coğrafya (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=656)
-   -   Memlükler (1250-1517) (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=77971)

Şengül Şirin 05-19-2009 02:27 PM

Memlükler (1250-1517)
 
2 Eklenti(ler)
Memlük Devleti (1250-1517)



* Eyyubi ordusunun ileri gelen komutanlarından Aybek tarafından Mısır'da kuruldu.

* Hicaz, Lübnan, Suriye, Filistin ve Güney Anadolu'yu ele geçirerek topraklarını genişleten Memlükler, Moğollar ve Haçlılarla başarılı savaşlar yaptılar.

* Memlük Sultanı Baybars'ın hedefi, İslam dünyasının siyasi lideri olmaktı.Bu nedenle Moğollardan kaçan Abbasi ailesine mensup Muntasır'ı Mısır'da halife ilan ederek koruması altına aldı.

* Osmanlı Devleti'nin kurulduğu 14. yüzyıl başlarında Memlükler Yakın Doğu'da en güçlü devlet konumunda idi. Zamanla Osmanlı Devleti'ne rakip haline gelen Memlük Devleti, Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi sonucu yıkılmıştır.



Memlüklüler - Kölemenler
1250-1517 yılları arasında, Mısır ve Suriye dolaylarında hüküm süren devlet.


Memlüklüler - Kölemenler

Memlûk, Arapça’da “köle” demektir. Hükümdar ve emirlerin muhafız birliklerine bağlı bu köleler, meziyetleri sayesinde, zamanla hizmetinde bulundukları devletlerde idarî kadroyu ele geçirmişlerdir. Kendi nüfuzlarını kuvvetlendirmek maksadıyla, İslâm tarihinde ilk defa memlûk (beyaz köle) kullananlar, Abbasî halîfeleri olmuştur. Abbasî ordusundaki Türk memlûkların sayısı, kısa bir süre içerisinde 35 bine ulaştı. Bu Türk askerleri sayesinde Abbasîler, dış tehlikelere başarıyla karşı koydular. Tolunoğulları ve İhşidîler devletlerinde de önemli bir yer tutan memlûk kuvvetlerinin sayısı, bilhassa Eyyûbîler döneminde fevkalade arttı. Bu devrede memlûkların eğitimi için, iki kışla tesis edildi. Kışlalardan biri Melik Sâlih Necmeddîn tarafından Kahire’de, Nil Nehri üzerinde bulunan Ravda Adasında kurulmuştu. Burada Kıpçak Türkü olan memlûklar, eğitim görürler ve kışlaları su ortasında olduğu için “Memâlik-i Bahriye” (Deniz Köleleri) veya “Memâlik-i Türkiye” adı ile anılırlardı. İkinci kışla ise, daha sonra, bizzat Memlûk Sultânı Melik Mansur Kalavun tarafından, yine Kahire’de, Kal’atü’l-Cebel denilen kalenin burçlarında kuruldu. Burada eğitim görenler, “Memâlik-i Burciyye” adıyla anılırlardı. Bunlar, daha çok, Kafkaslardan getirilen Çerkes köleler oldukları için, “Memâlik-i Çerâkise” diye de anıldılar. Memlûk Devletini, Bahrî Memlûkları kurduğu halde, daha sonra Burcî Memlûkları, idareyi ele geçirmişlerdir.

Bahrî Memlûkları: Devlet idaresinde kademe kademe yükselen Bahrî Memlûkları, kendi aralarında anlaşıp güçlenerek, Eyyûbî Hânedânının zayıf bir anını kollamaya başladılar. Son Eyyûbî Sultanı Turan Şah, Bahrî Memlûklarına karşı tavır alınca, 1249 yılında öldürüldü. Yerine eski sultan Melik Necmeddîn Sâlih’in dul karısı Şecer-üd-Dürr Sultan ve Memlûklardan Muizzüddîn Aybek, ordu komutanı tayin edildi. Bir kaç ay sonra da Şecer-üd- Dürr, Muizzüddîn Aybek’le evlenip sultanlığı ona devretti.

Böylece, müstakil ilk Memlûk Sultanı olarak tahta geçen Aybek, Memlûklar arasında, dindarlığı, cömertliği ve görüşlerinin isabetliliği ile tanınmaktaydı. Aybek’in tahta çıktığı sırada, Irak’ta, Moğol tehlikesi baş gösterdi. Halîfe, Aybek’ten yardım istedi. Ancak bu sırada Aybek, iç isyanlarla meşguldü. Bilhassa Bahrî Memlûkları liderlerinden Aktay’ın nüfuzunu gittikçe arttırması, Aybek’i korkuttu. Bu sebeple Aybek, bir fırsatını kollayıp, Aktay’ı öldürttü. Bunun üzerine Bahrî Memlûklarının büyük kısmı, Suriye’ye kaçtı.

Aybek, iç ve dış tehlikelerin hepsini ortadan kaldırıp, düşmanlarına başarı ile karşı koyarak, bütün zorlukları yenmişken, Musul Hakimi Bedreddin Lü’lü’ün kızı ile nişanlanınca, karısı Şecer-üd-Dürr tarafından öldürtüldü. Birkaç gün sonra da Şecer-üd-Dürr öldürüldü. Tahta geçen Aybek’in oğlu Sultan Nureddin Ali’nin saltanatı, iki sene kadar sürdü. Moğolların, Suriye’ye yaklaşmaları üzerine saltanat naibi Kutuz, Mısır Âyânı ile emîrlerin ileri gelenlerini toplayarak, Sultan Nureddin’in güç durumların adamı olmadığını, ancak herkesin kendisine itaat edeceği kudretli bir kişinin sultan olmasıyla, Moğollara karşı konulabileceğini söyledi.

Bu sırada Bağdat’ın Moğollar tarafından alındığı ve Abbasî halîfesinin öldürüldüğü haberi geldi. İslâm âlemi, dehşet içinde kaldı. Bu büyük tehlikenin, ancak Kutuz gibi değerli bir kumandan tarafından karşılanabileceğini anlayan Mısır halkı ve ileri gelen emîrler, Kutuz’a saltanat teklif ettiler. Neticede henüz çocuk olan Sultan Ali tahttan indirilerek, Kutuz sultan ilan edildi. Süratle ilerleyen Moğol orduları, İslâm ülkelerini çiğneyerek, Memlûkların en kıymetli eyaletlerini aldılar ve Mısır kapılarına dayandılar.

Sultan Kutuz, hazırladığı büyük bir ordu ile, Moğolları karşılamak üzere Suriye’ye gitti. 1260 senesinde, Ayn-ı Câlût denen ve vaktiyle hazret-i Davud’un, Câlût’u yendiği rivayet edilen yerde, iki ordu karşı karşıya geldi. Moğollar, ilk anda üstünlük sağladılarsa da, Sultan Kutuz’un dirayetli kumandası sayesinde yenilgiye uğradılar. Kaçan Moğolları takip eden Sultan, Moğol başkumandanı Ketboğa Noyan da dahil olmak üzere, Moğolların hepsini kılıçtan geçirdi. Zafer, İslâm âlemini büyük bir sevince boğdu. Çünkü, Moğolların Mısır’a hakimiyetleri, İslâm âlemi için büyük felaket olurdu. Zafer sonunda, Şam’a gelen Sultan Kutuz, Habeşistan’dan Fırat kıyılarına kadar olan yerleri hakimiyeti altına aldı. Cihadını, Moğollarla işbirliği yapan Latinlere karşı devam ettirdi. Sultan Kutuz, Ayn-ı Câlût Zaferinde, Türk ordusunun öncü birliklerine kumanda eden Baybars’a, vaad ettiği Halep umumî valiliğini vermediği için, onun tarafından öldürüldü.

Sultan Kutuz’un yerine, 1260 senesinde Sultan olan Baybars’ın, Eyyubî Hânedânının iktidardan uzaklaştırılıp, Türk Memlûklarının iktidarı ele geçirmelerinde, birinci derecede rolü oldu. Sultan Baybars, tahta çıktığında, İlhanlılarla Haçlılar, Memlûkları ve İslâm âlemini tehdit ediyorlardı. Baybars, 1258’de Hülâgu’nun, Abbasîleri Bağdat’tan çıkarmasına karşılık olarak, Abbasîlerden El-Muntasır’ı 1261’de, Kahire’de, halife ilan etti. Bu davranışı ile, bütün Sünnî Müslümanların takdirini kazandı.

Memlûkların, başşehirleri Kahire’de halifelere yer verip, hürmet etmeleri, onlara İslâm âleminde büyük bir manevî nüfuz kazandırdı. 1265’te, Haçlıların elinde bulunan Suriye kıyılarındaki birçok kaleyi alan Sultan Baybars, Kilikya Rumları ve Ermeniler üzerine de bir ordu gönderdi. Bu seferde, Ermenilerin başı, esir alınarak Sis (Kozan) zaptedildi. 1268 senesinde, tekrar sefere çıkan Sultan Baybars, Haçlıların son dayanak noktaları olan Antakya’yı alarak, prensliklerini yıktı. Bir yıl sonra da Hicaz’a giderek hac farîzasını eda etti. 1270 ve 1271’de düzenlediği yeni seferlerde, Haçlıların son sığınakları olan Askalan ve Kerek kalesini almaya muvaffak oldu. Bir yıl sonra vuku bulan iki İlhanlı taarruzuna da, başarıyla karşı koyarak, 1274 senesinde Anadolu’ya girdi ve Sis’i ikinci defa zaptetti. Sultan Baybars, Anadolu’yu İlhanlı tahakkümünden kurtarmak üzere, bir kısım Selçuklu Beylerinin davetiyle 1277’de harekete geçti. Elbistan’da İlhanlı ordusunu bozup, Kayseri’ye girdi. Ancak, idare merkezinden fazla uzaklaştığı için Şam’a döndü. Haziran 1277’de, kısa bir rahatsızlıktan sonra, elli dört yaşında vefat etti. Şam’a defnedildi. Sultan Baybars, Moğol hakimiyetinin Suriye ve Mısır’a taşınmasına kesin şekilde mani olup, Haçlıların iki yüz yıldan fazla süren Ortadoğu işgaline son verdi. Büyük bir kumandan ve devlet adamı olan Baybars, dirayeti sayesinde, devletin iç ve dış siyasetini başarı ile yürüttü. Devlet teşkilâtında önemli ıslahat yaptı.

Baybars’ın ölümü üzerine, yerine oğlu Nâsireddin Berke geçti. Ancak, takip ettiği siyaset yüzünden, kısa bir süre sonra ümera (emirler) ile arası açılan Nâsireddin Berke, iki yıl kadar sonra, kendi isteği ile tahttan çekildi (1279). Yerine Baybars’ın diğer oğlu Bedrüddin Sülemiş geçti. Emîrlerden Kalavun da saltanat nâibi oldu. Yeni sultanın küçük yaşta olmasından faydalanan Kalavun, iktidarı ele geçirdi ve kendisine saltanat yolunu açma çalışmalarında bulundu. Sülemiş ve Kalavun adına sikke kesildi ve hutbe okundu. Aynı senenin Kasım ayında ümeranın muvafakatini de alan Kalavun, Sülemiş’i tahttan indirerek, sultanlığını ilan etti.

Kalavun, tahta geçtikten sonra diğer Memlûk sultanlarının karşılaştıkları güçlüklerle karşılaştı. İç meselelerini yoluna koyduktan sonra, İlhanlılara karşı Baybars’ın politikasını takip etti. 1280 ve 1281 senelerinde, İlhanlıların Suriye’ye yaptıkları iki seferi bertaraf eden Kalavun, 1285 senesine kadar Sungur ile meşgul oldu. Bu yüzden Haçlılarla savaşa girmekten kaçındı ve on senelik bir barış anlaşması yaptı. İşlerini yoluna koyar koymaz, Avrupa’dan yardım alamayan Haçlı kalıntılarını, tamamen ortadan kaldırmak için harekete geçti. Emîr Hüsameddin komutasında bir orduyu, Antakya Haçlı Prensliğinin son kalıntılarının toplandığı Lazkiye’ye gönderdi ve 1287 senesi Nisan ayında, şehir fethedildi. 1289 senesinde Kalavun, güçlü bir ordu ile Trablus’u kuşattı ve Nisan ayının sonlarında ele geçirdi. 1290 senesinde Akka’ya gelen bir Haçlı grubu, civardaki Müslüman topraklarına hücum edip, bazı tüccarları öldürdüler. Bunun üzerine, Kalavun büyük bir ordu hazırladı. Fakat Kahire’den ayrılmak üzereyken, 1290 senesinde vefat etti.

Kalavun’un vefatından sonra yerine oğlu Eşref Halil geçti. Halil, tahta geçer geçmez, Memlûkların isyanı ile karşılaştı ve kısa sürede bastırdı. Babasının, Akka’yı Haçlılardan almak için hazırladığı planı tatbike girişti. Sultan Halil, 1291 senesi Nisan ayında, ordusu ile Akka’yı kuşattı ve şehir on sekiz Mayısta fethedildi. Akka’nın düşmesinden sonra, Suriye’deki Haçlı kaleleri birer birer ele geçti. Böylece 14 Ağustosta, bütün Suriye sahili, Haçlılardan temizlendi. Sultan Eşref Halil, tahta geçtikten sonra, devlet ricâline ve babası zamanında söz sahibi olan ümeraya karşı kötü davrandı. Bunun üzerine, vezirlerden Baydara, Sultan Eşref Halil’i bir av sırasında, işbirliği yaptığı emîrlerin yardımıyla, 1293 senesi Aralık ayında öldürdü.

Sultan Halil’in öldürülmesinden sonra, sırasıyla tahta geçen Nâsıreddîn Muhammed, Ketboğa, Laçin ve İkinci Baybars dönemlerinde, ülke, iç karışıklıklar ve saltanat kavgaları ile büyük tahribata uğradı. 1310’da üçüncü defa tahta çıkan Nâsıreddin Muhammed, otuz bir sene devam eden bu saltanatında, önce bütün devlet işlerini ele aldı. Eskiden olduğu gibi, ümeranın kendisine tahakküm etmesine izin vermedi. Sultan Muhammed’in üçüncü saltanat devri, Memlûk nizamının olgunlaştığı, hükümet dairelerinin rayına oturduğu, idarede birçok yeniliklerin ve gelişmelerin yapıldığı, bazı büyük memuriyetlerin kaldırılıp, yerine yenilerinin ihdas edildiği bir devirdir. Sultan Nâsıreddîn Muhammed, bunlara ek olarak, gelir kaynaklarını düzeltmiş, iktisadî gelişmeye bağlı olarak, devletin gelirini de arttırmıştır. Nâsıreddîn Muhammed, 1341 senesinde vefat edince, Memlûk Devleti, Nâsıreddin Muhammed’in oğulları ve torunlarının dönemi olarak isimlendirilen yeni bir devreye girdi. Bahrî Memlûkların çöküşüne ve Burcî Memlûkların kuruluşuna kadar devam eden bu devrenin en bariz vasfı, Sultan Nâsıreddîn’in oğlu ve torunlarından sultan olanların çoğunun, çocuk olmalarıdır. Bu yüzden, ümeranın (emîrlerin) nüfuzu yeniden arttı ve sultanlar kısa sürelerle, sık sık değiştirildi. On üç sultanın başa geçtiği bu dönemde, Suriye ve Mısır’da, büyük veba salgını oldu, her gün binlerce kişi öldüğü için, toprağı işleyecek kimse kalmadı. Kudretli bir şahsiyet olan Sultan Berkuk ile iktidar, Bahrî Memlûklarından, Burcî Memlûklarına geçti. Sultan Berkuk, Çerkezlerden bir topluluğun başına geçerek kuvvetlenince, Sultan Selâhaddin’i 1382 senesinde tahttan indirip, Bahrî Memlûkları devrine son verdi.

Burcî Memlûkları: Hanedan olarak Mısır Memlûkları tarihinin ikinci kısmını, Burcî Memlûkları teşkil eder. Çerkez asıllı olan bu hanedan, 1382’den 1517’ye kadar, Mısır’a hakim oldu. Ancak bu sultanlar, dil ve kültür bakımından tamamen Türkleşmiş oldukları için, devlet, Türk karakterini korudu. Memlûkları, merkeziyetçi bir idare altında toplayan Sultan Berkuk, 1399 senesinde vefat edince, yerine oğlu Ferec geçti. Sultan Ferec devrinde iç karışıklıkların çıkmasından istifade eden Hıristiyanlar, harekete geçtiler. Buna, Suriye’deki iç karışıklıklar da eklenince, Sultan Ferec, 1412 senesinde âsiler tarafından öldürüldü. Halîfe-el-Musta’nin, sultan ilan edildiyse de, çok geçmeden Seyfeddin Şeyh, Memlûk tahtına çıktı. Bunun zamanında, nisbî bir sükûnet sağlandı. Birçok tesisler inşa edildi. Seyfeddin Şeyh ölünce, yerine oğlu Ahmed geçti ise de, atabegi Tatar, idareyi ele geçirdi. Fakat Tatar’ın da saltanatı uzun sürmeyip, kısa bir müddet sonra öldü. Tatar’ın vefatından sonra sultan ilan edilen oğlu Muhammed ise, vâsisi Barsbay tarafından tahttan indirildi. Memlûk sultanlığı tarihinde büyük ün yapan Sultan Barsbay, on altı senelik saltanatında, sükûnet ve istikrarı temin etti. Suriye ve Mısır’da, Müslümanların faydasına tedbirler aldı, huzurda yer öpmek geleneğini kaldırdı. 1425 senesinde, Kıbrıs’a gönderdiği donanma ile Kral Vanas’ı yenerek esir aldı ve kefaletle serbest bıraktı. Kral, kendisine tâbi olarak, her sene vergi ödedi. Ticareti geliştirmek hususunda tedbirler aldı. Barsbay, Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları ve Akkoyunlular'la da mücadele etti. 1438 senesinde ölünce, yerine oğlu Yusuf geçti ise de, atabegi Çakmak, idareyi ele geçirdi.

On altı sene tahtta kalan Çakmak, Barsbay’ın siyasetini devam ettirdi. 1442’de Kıbrıs ve Rodos’a donanmalar gönderdi. Osmanlılar ve Karamanoğulları ile dostane münasebetler kurdu. Vefat edince, yerine, oğlu Osman geçti. Osman’ın çok kısa süren saltanatından sonra, iktidara Seyfeddin İnal geçti. İnal, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul fetihnamesi gelince, büyük merasimler icra ettirdi. Karamanlılar üzerine ordu göndererek, Karaman’ı yağmalattı. Uzun Hasan’a karşı tedbirler aldı. Kıbrıs’la ilgilenip, Lefkoşe’yi zaptettirdi. 1461 senesinde ölümü ile, yerine oğlu Ahmed geçti.

Fakat, idareyi atabegi Hoşkadem ele aldı. Hoşkadem, ilk iş olarak, isyan eden Şam ve Cidde valileriyle uğraştı. Osmanlılara karşı düşmanca siyaset uyguladı. Uzun Hasan’ı ve Karamanoğlu İshak Beyi desteklediği gibi Dulkadıroğulları ile Fatih aleyhinde işbirliği yaptı. Kendisinden sonra tahta geçen Atabeg İlbay ve Temurboğa birkaç ay saltanat sürdüler. 1468 senesinde Memlûk tahtına çıkan Kayıtbay, icraatçı hükümdarlardandı. Osmanlılarla rekabeti sürdüren Kayıtbay, Sultan Bayezid Hanla taht mücadelesine girişen Cem Sultan’ı kabul ederek, Osmanlı ülkesine yollamamakla, iki devlet arasında harp çıkmasına sebep oldu. 1485-1491 seneleri arasında Çukurova’da yapılan muharebelerde, iki taraf da önemli derecede yıprandı. Neticede, Çukurova’nın gelirinin Mekke ve Medîne’ye bırakılması şartı ile anlaşma yapıldı. Kayıtbay, 1496 senesinde vefat etti. Yerine geçen oğlu Muhammed, ancak iki sene tahtta kalabildi. Emîrlerle ihtilafa düştüğü için öldürüldü. Muhammed’den sonra Kansuh ve Canbulat tahta geçti. Bunlardan sonra Kayıtbay’ın yetiştirmelerinden, Şam valisi Kansu Gûrî (Gavri) sultan oldu.

İktidara geçtiği zaman, altmış yaşını geçmiş bulunan Kansu Gûrî, kudretli ve dirayetli biri olduğunu hemen ispatladı. Önce Kahire’de nizam ve istikrarı tesis ederek, ümeranın büyüklerinden, güvendiği kişileri idarî kadrolara getirdi. Daha sonra devlet hazinesinin iflâs durumundan kurtarılması için tedbirler aldı. Kansu Gûrî’nin zamanında Memlûklar, Rumeli ve Anadolu’da devamlı genişleyen Osmanlı Devleti ile Suriye hududundan komşu oldular. Bu sırada İran’a ve Doğu Anadolu’ya hakim olan Şah İsmâil, Şiîliği yaymak suretiyle Yakındoğu’yu ele geçirmeye çalışıyordu. Yine Kansu Gûrî (Gavri) devrinde, İspanya’daki Endülüs Müslümanlarının hakim olduğu Gırnata, Hıristiyanların eline geçince, Müslümanlar zor duruma düştü.

Mısır’ın iktisadî durumuyla yakın alâkası bulunan Hind ticaret yolu, Portekizliler tarafından tehdit edilmeye başlandı. Hindistan kıyıları, Portekizlilerin eline geçti. Kansu Gûrî, Portekiz genel valisi, Hürmüz’ü alarak, Acem Körfezini (Basra Körfezi) kapatınca, Osmanlı Sultanı İkinci Bayezid Handan yardım istedi. Osmanlı, gereken yardımı yaptı. Buna rağmen Kansu Gûrî'nin (Gavri) İran Şahı İsmail’le yakın münasebet kurması, Osmanlılarla arasının açılmasına yol açtı. Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmail’i tamamen ortadan kaldırmak için ikinci Doğu Seferine çıkarken, Veziriâzam Sinan Paşa'yı kırk bin kişilik bir kuvvetle, Safevîler üzerine göndermişti. Ancak, Sinan Paşa'ya, Diyarbakır’a giderken Fırat’ı geçmek için Memlûklar tarafından müsaade verilmemesi ve Kansu Gûrî'nin (Gavri) elli bin kişilik bir kuvvetle Halep’e gelmesi, harp sebebi sayıldı. Mercidabık’ta yapılan muharebede Memlûklar, kısa bir sürede mağlup oldular. Kansu Gûrî’nin muharebeden sonra kaybolmasıyla, Memlûk tahtına Tomanbay geçti.

Halep, Hama, Humus ve Şam’ı alan Yavuz Sultan Selim Han, Tomanbay’a bir nâme göndererek, kendisine tâbi olması şartıyla Gazze’den itibaren güneyde kalan toprakları Memlûklara bırakacağını bildirdi. Tomanbay, bu teklifi kabul etmedi. 23 Ocak 1517’de Ridâniye’de, Yavuz Sultan Selim Hanın taarruzuna karşı koyamayarak mağlup oldu. Kahire’de ve Sait taraflarında mücadelesini devam ettirdi ise de, yakalanarak idam edildi. Böylece 1250 senesinde kurulan ve 267 sene süren Mısır Memlûk Sultanlığı, sona erdi. Halîfelikle beraber, mukaddes yerlerin himayesi de Osmanlıların eline geçti.

Memlûklar, sultanın kendi kölelerinin, idarenin en üst kademesinde yer aldığı karışık bir hiyerarşik sisteme sahipti. İktidarın bünyesindeki başarı için, gulâm sistemi esastı. Çünkü eski Memlûkların oğulları da dahil olmak üzere, hür unsurlar, orduda ikinci derecede bir yer teşkil ediyorlardı. Saltanatın istikrarsızlığı sebebiyle, hükümdarların kolayca değiştirilmelerinden anlaşıldığı üzere, sultanın mutlak iktidarı, büyük emîrler ve bürokrasi tarafından denetleniyordu. Meseleler dîvânda görüşülüp, karara bağlanırdı. Memlûkların asker ihtiyacı, Kafkasya’dan ve Kıpçak bozkırlarından karşılanırdı. Sultan ve kumandanların idaresindeki Memlûklu ordusu, muharip olmasından, sevk ve idaresindeki mükemmelliğinden, Haçlı ve Moğol saldırılarını bölgeden uzaklaştırmakla, İslâm ülkelerini büyük tehlikelerden ve tahriplerden korumuşlardır. Memlûklar, Eyyubîler'in siyasetlerini devam ettirdiler. Resmî yazışmalarda, Arapça'yı kullandılar. Ordu ve sarayın konuşma dili, Kıpçak Türkçesi olup, Oğuz Türkçesi de geçerliydi. Kültür bakımından gelişmiş olan Memlûklar, Mısır’da pek parlak bir medeniyet devresi açtılar.

Memlûklar devrinde, Mısır ve Suriye’de büyük binalar yapıldı. İdareci, kumandan ve bu arada bazı esnaf cemaatleri, büyük şehirlerde camiler yaptırdılar. Kahire’deki Baybars, Kalavun, Muhammed Nâsır, Sultan Hasan, Berkuk, Müeyyed, Kayıtbay Ulu camileri ve Trablus, Şam, Halep eyaletleri camileri ile Kahire, Halep, Şam ve Birecik kaleleri bunların belli başlılarıdır. Devlet memuru ihtiyaçlarını karşılamak üzere, Kahire’de mektep açmışlardır. Burada tahsilini tamamlayanlar, mülkî ve askerî memur olarak vazifeye tayin edilirlerdi.


Şengül Şirin 05-19-2009 02:28 PM

Cevap : Memlükler (1250-1517)
 
1 Eklenti(ler)

MEMLÜKLER (1250-1517)

Mısır, Suriye ve Hindistan'da saltanat süren iki ayrı Türk hanedanıdır. Hanedanlarının köle asıllı olmalarından dolayı Arapça'da "köle" anlamına gelen "memlük" sözcüğüyle anılmışlardır. Memlûk kelime manasıyla beyaz köle demektir. Ancak bu söz zamanla bir terimi ifade eder olmuştur. Savaş esiri veya satın alınanların oluşturduğu hükümdarın muhafız birliklerine bu isim verilmiştir. İlk defa Abbasi halifeleri Türk asıllı Memlûkleri kullanmış, zamanla bunlar güçlenerek kendi devletlerini kurmuşlardır. Mısır’da kurulan Tolunoğulları ve Ihşidîler böyle ortaya çıkmışlardır.

Memlükler, Mısır ve Hindistan olmak üzere ikiye ayrılırlar.
Hindistan Memlükleri : 1206 yılında Aybek'üt Türki tarafından kurulmuştur. En tanınmış hükümdarları İltutmuş ve Balaban'dır. Beşinci hükümdar olan Raziye Hatun Türk tarihinde saltanat sürmüş olan tek kadındır. Resmi dili Türkçe'dir.

Mısır Memlükleri : 1250 yılında İzzüddin Aybek tarafından kurulmuştur. Daha sonra Kutuz tahat çıkmış ve 1260 yılında Moğolları bozguna uğratmıştır. Yerine hükümdar olan Sultan Baybars Haçlıları ortadan kaldırmıştır.

Başkenti Kahire'dir. Toros Dağları, Libya Çölü ve Fırat Nehri'ne kadar uzanan bütün toprakları ve Hicaz, Sudan, Yemen ve Hadramut'u sınırlarına katarak büyük bir imparatorluk haline gelmişlerdir.

İşte Mısır’ da kurulan Memlûk Devleti’nin kurucusu İzzettin Aybeg de, Memlûk adı verilen askerî komutanlardan biriydi. Eyyûbîlerin son hükümdarı ölünce tahta, karısı Şecerüddür geçmişti. Ancak bu durum hoş karşılanmadığından komutanlardan İzzettin Aybeg ile evlendi. Ordu, İzzettin Aybeg’i sultan ilân etti. Böylece Eyyûbî hanedanına son verilmiş oluyordu (1250).Memlûkler, Haçlıları ve o zamana kadar yenilemeyen Moğolları durdurarak İslâm dünyasının koruyuculuğunu üstlenmişlerdir.

Aybeg’den sonra tahta çıkan Kotuz, Moğol-Ermeni ve Haçlı müttefik ordusunu Ayn-Câllûd Savaşı’nda bozguna uğratmıştır (1260). Bir Kıpçak Türk’ü olan Baybars, Suriye’yi Haçlılardan kurtarmış, Moğollara karşı başarılar kazanmıştır. Moğolların Abbasi halifesini öldürmesi üzerine, aynı aileden birini halife ilân ederek , halifeliği Mısır’a taşımıştır. Döneminin en güçlü devleti hâline gelen Memlûklar arasında zamanla iç çekişmeler başlamış ve bu durumdan faydalanan Çerkes kölemenleri devleti ele geçirmiştir (1382). Nitekim Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı alarak bu devletin varlığına son vermiştir (1517).

Şengül Şirin 10-05-2009 12:10 PM

Cevap : Memlükler (1250-1517)
 
2 Eklenti(ler)
MEMLUKLAR



Her neferin en yüksek mevkie çıkması mümkün olan bu Türk Devleti, Arapça kaynaklarda daima Türkiye Devleti (=ed-Devletü't-Türkiyye) olarak zikredilmektedir. Memlûk Devleti teşkilâtında en kabiliyetli gençlerin sivrilmeleri, idare tarzının esasını teşkil ettiği cihetle, ancak fevkalâde hasletlere sâhip kimseler işbaşına geçebilirdi. Bu yüzden akranları arasında en mümtaz olanlardan seçildikleri gibi, gayet itinalı bir askerî terbiyeye tâbi tutulmak suretiyle yetişen emîrlerin, Bahriye Memlûkları'ndan ayrı olarak teşkil ettikleri gruplar sayesinde, devleti merkezîleştirerek, teşkil ettikleri ordular, yakın-Doğu tarihinde mühim bir rol oynamağa muvaffak olmuş, Mısır ise, her türlü tecavüzden masun kalarak iktisaden ve fikren mütemadî bir surette inkişâf etmiştir.

Bununla beraber, başlangıçta ufak iktâlara sahip olan onlar, yüzler emirlerinin, hârici tehlikeler karşısında birleşmelerine rağmen, birbirleri ile olan rekabetleri sebebiyle ayrı ayrı hususî Memlûk grupları teşkil etmeleri, kuvvetleri gittikçe azalan Bahriye Memlûkları'nın zararına oldu.

Bahriye Memlûkleri'nin ilk sultanı olup el-Melikü's-Sâlih'in Türk asıllı dul zevcesi Şeceretü'd-Dürr ile evlenerek iş başına geçen Aybey et-Türkmânî (1250-1257), başlangıçta Bahriye Memlûkleri'nin muhâlefeti ile karşılaştı. Zira el-Melikü's-Sâlih âilesine sâdık kalan bu grup, Aybey'in Atabey olarak kalacağını, devletin başına da Eyyûbiler'den bir melikin getirileceğini ümid ediyor idi. Oğuz-Türkmen grubu ile Bahriye Memlûkları arasında çıkan anlaşmazlık dikkate şayandır. Aybey'in yeni bir Memlûk Grubu (=el-Muizzî) teşkil etmesinin, bu muhâlefeti arttırdığı söylenebilir. Nitekim, karşı koyup şiddetle cezalandırılan Bahriyeliler'den bir kısmı, Suriye'deki feodal Eyyûbî meliklerinin yanına gittiği gibi, diğer bir kısmı da Kerak, Dımaşk (Şam) ve Filistin'e yayılmış, yüz otuz Bahriyeli de Anadolu Selçuklu Sultanına ilticâ etmiştir.

İşte bu Bahriyeliler'den Dımaşk'a sığınanlar Eyyûbîler'den el-Melikü's-Sâlih İsmail (1202-1251)'i Atabey'e karşı teşvik etmişlerdi. Fakat Oğuz-Türkmenlerin yardımını sağlayan Aybey, kendisine karşı harekete geçen Eyyûbî meliklerini Abbâse'de mağlup etmeğe muvaffak oldu. Fakat çok geçmeden, Aybey'in Kıpçak veya Harezmli kölesi, Saltanat Nâibi Kutuz, Muizzîler'le birlikte hareket ederek, Aybey'i bertaraf etti ve Bahriyeliler'in Mısır'a gelmelerini sağladı.

Bu suretle Bağdad'ı alıp Abbasî Hilâfetine son veren Moğollar'ın sebep oldukları siyasî buhran sırasında Muizzî ve Sâlihîler'in gayretleriyle iş başına geçen Kutuz (öl. 1260), Bahriyeliler'i kendi tarafına çektiği gibi, mühim bir mânevî nüfûz kazanarak, Gürcü ve Ermeni süvarileri tarafından desteklenen Moğollar'ı Ayn Câlût'ta müthiş bir hezimete uğrattı (1260). Memlûkler gibi İslâm âlemi için Ayn Câlût savaşının maddî ve manevî sonuçları büyük oldu.

Moğollar'ın Suriye'den sonra Mısır' da elde ederek, Franklar ile işbirliği yapmaları önlendiği gibi, yerli halkın Memlûkler'e karşı itimadı arttı, Mısır, Türkler sayesinde, İslâmiyetin ve Moğollar önünden kaçan halkın yegâne melcei (sığınağı) hâline geldi. Fakat, Kutuz'un da yeni bir Memlûk grubu kurması aleyhine oldu. Kendi soyundan Borlular'ın desteklerini sağlayan Baybars, Kutuz'u öldürüp (22 Ekim 1260) Bahriyeliler'in yeniden iş başına geçmelerini sağladı.

Kıpçak boylarından Borç-oğlu veya Borlu boyuna mensup olup Ayn Câlût'ta esas rolü oynayan Baybars et-Türkî (1233-1277), ilk iş olarak, Kutuz'un koymuş olduğu ağır vergileri kaldırdı, Bahriyeliler'e iktâlar verdi. Ayrıca irsî reislerinin emir ve idaresi altında yaşayan Türkmen boy ve uluslarını, küçük parçalara ayırarak, ayrı ayrı sahalara iskân etti (1264).

Bütün geçitler, dar boğazlar Türkmenler (sonradan: Halep ve Şam Türkmenleri) tarafından tutulduğu gibi, sahiller de diğer Türkmen gruplarının (Lübnan'da: Kesrivan Türkmenleri) kontroluna geçti. Baybars, el-Melikü's-Sâlih gibi Memlûk Devletini merkezîleştirmeğe çalışarak, idarî, askerî ve ticarî bakımdan büyük faydalar temin eden bir takım tedbirler aldı, yeni bir teşkilât kurdu, kendi ismine nispetle ez-Zâhirî adını alan ırkdaşlarından mürekkep yeni bir Memlûk grubu meydana getirdi.

Öte yandan Moğollar'ın istilâsında bulunan yerlerden gelmiş Türkler, Memlûk Sultanlığı'na ilticâ ederek, para ve zeâmet karşılığı askerî grupları teşkil ettiler. Bu suretle belli-başlı iktâlara sahip olmak suretiyle gitgide çoğalan Memlûk grupları, çok geçmeden, kendi beylerinin emrinde, devletin mukadderatına hâkim olmakta gecikmediler.

Baybars, bilhassa, Hıristiyanlar ile Ayn Câlût'un intikamını almak hevesinde olan Moğollar'ın müşterek bir hareketlerini göz önünde tutmuş, kuzeyde Küçük Ermenistan krallığı, sahillerdeki Franklar, Kıbrıs Krallığı, nihayet tâkip ettiği sünnî siyaset yüzünden Suriye ve Mısır'daki İsmâîlîler, Nuseyrîler gibi kuvvetli şiî unsurlarla savaşmak zorunda kalmıştır.

Baybars'ın ölümü üzerine (1277), yerine oğlu Berke, sonra da Sülemiş geçmiş ise de, bunları bertaraf eden Kıpçaklı Kalavun (öl. 1290), Moğollar ve Franklar'la savaşmış, Kastilya Kralı Alfons ve Sicilyalı Jacob ile bir nevi tedâfüî ittifak yapmıştır. Ayrıca Şamamûm emrindeki Nubyalılar ile de savaşan Kalavun, 1290'da Akkâ'yı fethe hazırlanırken vefât etmiştir.

Kalavun ve halefleri 1382'ye kadar beş nesil boyunca hüküm süren bir nevi saltanat-hânedânı kurmağa çalışmış ve bunda da muvaffak olmuştur. Ancak hânedânını devam ettirmek gayesiyle, el-Melikü's-Sâlih'i taklit ederek, Türk Memlûk gruplarının varlığına rağmen, ayrı cinsten olan Çerkesler'den yeni bir Memlûk grubu teşkil etmesi neticesinde, hânedânı bu Memlûklara istinad ettiği cihetle, Karadeniz limanlarında kurulmuş olan büyük pazarlardan, Venedik ve Ceneviz gemileri ile Mısır esir pazarlarına sevk edilen Çerkes memlûkları gittikçe çoğalarak zamanla Mısır'ın mukadderatını ellerine geçirdiler.

Kalavun'un on iki bin Memlûk arasında seçerek el-Mukaddem dağından derin bir hendek ile ayrılmış olan Kal'atu'l-Cebel (=dağ kalesi)'e yerleştirdiği üç bin yediyüz Âs ve Çerkes, kale burçlarına nispetle Burcîye Memlûkları (=el-Memâlîku'l-Burcîyye) adını aldı. Hemen ilâve edelim ki, Çerkesler'in gittikçe çoğalıp diğer Memlûklar'a üstünlük sağlamaları hususu, çok geçmeden Kalavun-oğulları'nın da dikkat nazarlarını çekti.

Filvâki, hükümdarlar yeni Memlûk grupları teşkil ederek muvazene tesisine muvaffak olmuşlarsa da, gerek bu grupların, gerekse yeni unsurlarla beslenmek suretiyle teşekkül eden Türkmen gruplarının Çerkesler'le mücadelesi Berkuk'un zamanına kadar devam etti. Büyük Türk hükümdarı el-Melîku'n-Nasır Mehemmed (1293-1341) üçüncü saltanatında Çerkes Memlûkların çoğalmaları meselesini ele aldı.

1315 senesinde tanzim ettirdiği Kadastro (Revku'n-Nâsırî)da mevcut on beş vilâyetin Çerkesleri'ni tespit ettirerek, kimliklerini araştırdı, sayılarını azalttı. Bunun üzerine Mısır ve Suriye'nin belli başlı önemli noktalarını ellerine geçirmeğe muvaffak olan Şam ve Halep Türkmenleri, Memlûk ümerâsı arasında yeniden mühim bir mevki elde etmeğe başladılar.

Nitekim, Mısır-Anadolu münasebetlerinin çok sıklaştığı bir devirde, Kosun, Şeyhûn, Altunbuğa, Aydoğmuş ve Mancak gibi Anadolulu emirler (=er-Rûmî), bu devir olaylarında önemli roller oynadıkları gibi, Türkçe de dinî ve hukukî sahalarda büyük bir önem kazandı. Mısır'a gelen bu Türk ümerânın teşkiline muvaffak oldukları Memlûk grupları, umûmiyetle, muhtelif Türk boy ve oymaklarına mensup Türkmenler'den teşekkül ediyordu, bunların Mısır'a gelmelerine de, el-Melîku'n-Nâsır Mehemmed'in Güney Anadolu beylikleri, bilhassa Karaman-oğulları ile yakın teması sebep olmuş idi.

Öte yandan el-Melîku'n-Nâsır'ın Deşt-i Kıpçak ile olan diplomatik münasebetleri, Altunordu hükümdarları üzerinde Müslümanlık bakımından mühim tesirler icrâ ettiğinden Kırimî, Sarâyî, Gülüstânî nisbelerini kullanan bu mıntıka halkından bir kısmı, Mısır'a gelerek, Memlûk Sultanlığı'nın hizmetine girmişlerdir. Melîku'n-Nâsır'ın batı hakkındaki bilgisi de gayet geniş idi. Nitekim, 1336'da Kahire'ye gelen Johannis de Mandeville, el-Melîku'n-Nâsır'ı görüp onunla mülâkat etmiş ve bu sultanın batı hakkındaki fikirlerini öğrenerek hayrete düşmüş idi.

Umûmiyetle Hanefi mezhebinde olup el-Melîku'n-Nâsır'a bağlı bulunan Suriye'nin seçkin Nâibleri (=Vali), bu hükümdarın vefâtını müteâkip (1341), oğullarının Memlûk Sultanlığı tahtına çıkmalarında mühim roller oynadılar, fakat Halep ve Şam Türkmenleri'ne istinad etmek suretiyle 1360'da Nâsır'ın oğlu Hasan'ı bertaraf eden Nâiblerden Yulbuga el-Umerî, saltanat nâibi olarak, Memlûk Sultanlığı'nın mukadderatına hâkim oldu, Aybey, Kutuz ve Kalavun'u taklid ederek, satın aldığı kölelerden Çerkesler'in ekseriyette bulunduğu yeni bir Memlûk grubu (=Yulbugâviye) teşkil etmekle mevkiini sağlamlaştırmak istedi. Bununla beraber, Türkmenler'e mensup emirler, Kalavunoğulları'nı da elde etmek suretiyle, bu yeni Memlûk grubu ile mücadeleye giriştiler, bunlardan biri olan Taybuga et-Tavil (uzun), bütün nüfuzu elinde toplayarak Yulbuga'yı öldürttü (1367). Yulbugâviyeler Suriye'ye sürüldü.

Kahire'deki malları müsadere edildi. Fakat, Memlûk Sultanı Şâban'ın bir süre sonra, Yulbugâviler'i Mısır'a çağırması, bunların yeniden çoğalarak nüfûzlarının artmasına ve çok geçmeden kendi şefleri Berkuk'un etrafında toplanmalarına sebep oldu.

İşte Yulbugâviyeler'in tabiî şeflerinden biri olan Berkuk, efendisi Yulbuga'yı taklid etmek suretiyle, satın aldığı kendi cinsi Çerkesler'den yeni bir Memlûk grubu teşkil etmeğe muvaffak oldu. Zâhirî Memlûkları (=Memâlîkü'z-Zâhiriyye) ismini alan bu Memlûk grubu, gittikçe çoğalarak, Mısır'daki Çerkes ekseriyetinin artmasına ve hâkimiyetin bunlara geçmesine sebep oldu.

Bu suretle Çerkesleri iş başına getirmeye muvaffak olan Berkuk, kara yollarının emniyetini ve ticâret kervanlarının sâlimen Mısır'a gelmelerini temin ettiğinden el-Kârimî tüccârlarının da desteği ile 1382'de saltanata geçti. fakat Mısır'ın mukadderatını ellerinde bulunduran Türk emirleriyle çarpışmak zorunda kaldı. Yulbuga en-Nâsırî ve Mintaş gibi Türk emirleri ile yaptığı savaşları kaybederek tahttan indi ise de, bu iki Türk emirinin aralarında zuhur eden rekabet yüzünden, 1390'da yeniden saltanata geçti.

Bununla beraber, Türk potası içinde eriyen Berkuk, iyi bir diplomat olarak, Timur' karşı Bayezid, Kadı Burhaneddin Ahmed ve Altun Ordu hükümdarı Toktamış Han ile anlaştı, Celâyirli hükümdarı Sultan Ahmed'i müdafaa etti. 20 Haziran 1399'da vuku bulan ölümü ile bütün bu ittifaklar dağıldı. XIV. yüzyıl Yakın-Doğu tarihinin mühim simalarından biri olup siyasî ve iktisadî buhranların iş başına getirdiği Berkuk, rakiplerinden Timur'un kuzeyde Toktamış, Bayezid'in batıda Macarlar ve Haçlılarla meşgul olduğu bir sırada, dahilî mücâdeleler ile yıpranan Memlûk Sultanlığı'nı merkeziyetçi bir devlet haline sokmuş, Osmanlılar tarafından da bazı hususları benimsenen Memlûk teşkilâtını bir kat daha kuvvetlendirmiştir. Fakat, Türk millî şuûruna yabancı olmadığı anlaşılan Berkûk'un bütün meziyetlerine rağmen, kendi cinsi olan Çerkesler'i iş başına getirmek maksadıyla, Türk emirlerine karşı giriştiği mücâdele, Memlûk Sultanlığı'nın âtisi için faydalı olmamış, Türk ve Çerkes rekabetinin doğurduğu ayrılık ise devleti temelinden sarsmıştır.

Esasen, Türkler'e üstünlük temin etmiş görünen Çerkesler, Memlûk Sultanlığı'nı lâyıkı veçhile, temsil edememişler, kendilerine yeni bir ufuk açmak gayretiyle Türkler'in teşkilâta müstenid hayatiyetine son veren Berkûk'un ölümü ile meydana çıkan yeni siyasî ve iktisadî buhranlar karşısında da âciz kalmışlardır. Nitekim, yerine geçen oğlu Ferec (öl. 1412) zamanında Osmanlılar, Güney Anadolu şehirlerini zapta başladıkları gibi, Şam Timur'un eline düşmüştür.

Şam'da öldürülen Ferec'den sonra memleket tamamen bir keşmekeş içinde kalmıştır (1412). Ferec'den sonra tahta geçen el-Melîkü'l-müeyyed (1412-1421) ve Tatar (1421) istisna edilecek olursa Memlûk Sultanlarının en büyüklerinden biri Baybars (1422-1438)'dır.

Baybars, bilhassa, kendi hakkında propaganda yapan Cânî Bey es-Sûfî ile uğraştı, 1424-26 seferleriyle Kıbrıs'ı zapt ettirerek, Kral Janus'u esir etti, yeni bir ticaret politikası takip ederek, bâzı maddeleri inhisarı altına aldı, fakat bu tedbirler, ticaretin sukutuna sebep olmuştur. Nitekim, bu yüzden Mısır ve Suriye şehirleri âdeta boşaldı. 1438'de hastalıktan ölen Baybars'dan sonra Memlûk tahtına çıkan Çakmak (öl. 1453), Aynal (1453-1461), Hoşkadem (1461-1467), Kayıtbay (1468-1495) nihayet Kansuh el-Gûrî (1501-1516), Osmanlılar'la rekabete girişmek, Dulkadır ve Ramazan-oğulları'nı himâye etmek, Kıbrıs ve Akkoyunlular'la münasebetlerde bulunmak suretiyle devirlerini tamamladılar.

Kansuh'un Osmanlılar'la ilişkisi dostane olmuştur. Fakat İran'la savaşta bulunan Yavuz Sultan Selim'e karşı Şiî Şah İsmail'i desteklemesi aleyhine oldu. Merci Dâbık'da yapılan savaşta (24 Ağustos 1516) atından yere yuvarlanarak öldü. Merci Dâbık savaşından sonra Mısır'a kaçabilen bir kısım Memlûk ümerâsının gayretiyle Tumanbay Memlûk Sultanı ilân edilmiş ise de (Kasım 1516), Ridaniye'de yapılan savaşı kaybetmiş, Memlûk ordugâhı Osmanlılar'ın eline geçmiştir (23 Ocak 1517). Tumanbay'ın ele geçirilip Kahire'nin Züveyle kapısında asılmasıyla, iki yüz altmış yedi senedir devam eden Memlûk Sultanlığı sona ermiştir (13 Nisan 1517).

Yavuz Sultan Selim Han, İstanbul'a avdetinden evvel Kahire'deki bazı hükümdar oğulları ile Halife III. el-Mütevekkil ale'llâh Muhammed ve akrabalarını, nüfûzlu âlim, şeyh ve beylerden bir kısmını, Mısır'ın sayılı mimar, mühendis, tüccâr ve sanat erbâbından bir haylisini, deniz yolu ile İstanbul'a göndermiştir. Bu arada, Memlûk Sultanlığı'nın tarihe ve teşkilâtına ait kitaplar da İstanbul'a sevkedilmiş, Kansuh el-Gûrî'nin oğlu Muhammed de payitahta gönderilmiştir.

Türkçe'nin XIV. yüzyılda birdenbire büyük bir inkişâfa mazhar olarak Suriye ve Mısır dahil bütün Orta-Doğu'ya yayıldığını, birçok müelliflerin, Arapça ve Farsça'nın yerine geçen bu dille yazdıklarını ve eserlerini Türk beylerine veya vâli ve hükümdarlara ithaf ettiklerini görüyoruz. Bilhassa, Mısır ve Suriye'ye hâkim olan Memlûklu Sultanı el-Melikü'z-Zâhir Seyfeddin Berkuk devrinde (1382-1399) Türkçe'nin gittikçe önem kazanması, hattâ hukukî (=kazâ) meselelerin bile bu dille konuşulması, çok dikkate şâyândır.

Nitekim, hukukî meselelerde Hanefî kadılarla Türkçe konuşan Berkuk, birçok eserin bu dile tercüme edilmesini emrettiği gibi, Memlûklu nâib (=vâli)leri de, kendi adlarına Türkçe eser yazdırmışlar veya tercüme ettirmişlerdir. Kemal-oğlu İsmail, 1387'de ilk Ferah-Nâme'yi Trablus-Şam Nâibi Mîr Gâzî namına, Berke Fakîh Kitâb İrşâdu'l-mülûk ve's-selâtin adlı eserini, Memlûk Nâibleri'nden Seyfeddin Becmân, Manzûme'sini de Altubuga el-Çobânî namına yazmıştır.

Öte yandan, Türkçe Yüz Hadîs'i yazan ed-Darîr, Vâkıdî'nin Futûhu'ş-Şam'ını 1393'de Halep Nâibi Çolpan namına tercüme etmiş, Tolu Bey'in isteği üzerine de Ok atmak ilmi hakkında Türkçe bir eser kaleme almıştır. Nihayet, Seyf Sarâyî de, Sa'dî'nin meşhur Gülistan'ını Memlûk emirinden biri namına Türkçe'ye tercüme ettiği gibi, baş-hassekî Demür Bey namına Münyetü'l-guzât adında Türkçe bir eser kaleme almış ve Kitâb baytaru'l-vâzıh Türkçeye tercüme edilmiştir. 1421'de Türkçe konuşulan Mısır'da fıkıh hakkında Türkçe bir kitap (Kitâb fi'l-fıkıh bi-lisâni't-Turkî) yazılmıştır.

XV. ve XVI. yüzyıllarda Türkçe, devletin resmî dili olarak mevcûdiyetini muhafaza etmiş, Kansuh Gûrî'ye kadar Memlûk Sultanları namlarına Türkçe eserler tercüme ettirdikleri gibi, bâzıları da, bizzat Türkçe eserler kaleme almış veya Osmanlı tarzında şiir yazmışlardır. Baybars, Aynî (öl. 1451)'nin Ikdu'l-Cumân adlı eserini Türkçe'ye çevirmişti. Hattâ Aynî, Arapça eserini Türkçe olarak Baybars'a okurdu. Kansuh da, Malatya vâlisi iken Osmanlı Türkçesi tarzında şiirler yazmış, II. Bayezid'e Türkçe mektuplar göndermiştir. Onun zamanında İbrahim Gülşenî Mısır'a giderek, Türkçe risâleler kaleme almıştır. Mısır ve Suriye'de konuşulan Türkçe son zamanlara kadar devam etmiştir.




Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.