ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Tarih / Coğrafya (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=656)
-   -   Ermeni Sorunu(tüm Detaylarıyla) (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=73883)

ysnkrks 05-02-2009 02:50 PM

Ermeni Sorunu(tüm Detaylarıyla)
 
ERMENİ MESELESİ


“Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması'yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu."
Mustafa Kemal Atatürk



OSMANLI DEVLETİ’NDE ERMENİLER


Milletler tarihi; bir mücadeleler tarihi olmakla birlikte, aynı zamanda bilinmeyen
karanlık noktalar veya görülmek istenmeyen gerçekler yığınıdır. Bu açıdan bakıldığında
tarihin bir bölümü ya görülmek istenmez ya da gizlenilmek istenir veya tek yönlü
araştırmalardan yola çıkılarak gerçekler reddedilir.

Bunlara verilecek en çarpıcı örneklerden biri hiç şüphesiz Türk-Ermeni ilişkileridir.
Yaklaşık bin yıllık bu sürecin başlarında; Romalılar, Persler, Bizanslılar tarafından
Anadolu'nun bir yerinden diğer yerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez, üçüncü sınıf
bir vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu'ya girişlerini takiben; bir
yandan Türklüğün adil, insani töresinden, diğer yandan da İslamiyet'in hoşgörülü,
birleştirici siyasetinden yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı
olan 19ncu Yüzyıl’ın sonlarına kadar süren devir ise, Ermenilerin altın çağı olmuştur.

Osmanlıda gayrimüslimler içinde en çok faydalananlar Ermeniler olmuştur.
Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari
işlerde yükselme fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve anlaşmış
olduklarından dolayı haklı olarak "milleti sadıkâ”, "tebaı sadıkâ” olarak kabul
edilmişlerdir. Hemen hemen her padişah zamanında eskilerinin üzerine yenileri
eklenmek suretiyle elde ettikleri imtiyazlar sayesinde Ermeniler, hem yazılı hem de fiili
hukukta, Müslümanlar ve hatta Müslüman olmayan uluslara karşı bile ayrıcalıklı bir
cemaat haline gelmişlerdir.

19 ncu yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlılar'ın bir Ermeni sorunu olmadığı gibi,
Ermenilerin Türk yöneticileriyle halledemedikleri bir mesele mevcut değildir.
Ancak, Osmanlı Devleti'nin zayıflamaya başladığı dönemde, hemen her konuda
Avrupâ'nın müdahalesi baş gösterince Türk-Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma,
kötüleşme devri başlamıştır. Batılıların, özellikle misyoner din adamı kisvesinde Osmanlı içine kadar soktuğu misyonerlerin faaliyetleri ile, Ermenileri dini, kültürel, ticari, sosyal ve siyasi açılardan Türk toplumundan uzaklaştırma çabaları; diğer taraftan da ülke içinde ve dışında kurulan, teşkilâtlanan, ve silahlanan Ermeni komitecilerin ve Patrikhane ile kiliselerin uğraşları sonucunda, Ermeni cemaati yavaş yavaş Türk toplumundan koparılmaya çalışılmıştır. Böylece çoğu defa Türklerin zararlı çıktığı kanlı olaylar başlamıştır. Doğu Anadolu’da başlatılan ve İstanbul'a kadar yayılan isyan hareketlerinde binlerce Türk ve Ermeni hayatlarını kaybetmiştir.

İtilaf Devletleri'nin de tahrik ve vaatleriyle Ermeniler, bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya başlamışlardır.

Anadolu dışında kurulan Hınçak (1887), Taşnaksudvun (1890) Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti (1880), Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti (1872) ve Karahaç Cemiyeti (1882) gibi halkı silahlı ayaklanmaya sevk eden örgütlenmeler meydana getirilmiştir. Bu örgütlerin önemli rol oynadığı birçok olay vardır
Şu telgraf metni tarihin en utanç verici manzaralarından birini gözler önüne sermektedir: "Şimdiye kadar Erzurum'da 2127 İslam cesedi defnedilmiştir. Bunların tamamı erkektir. Cesetler üzerinde balta, süngü, mermi yarası vardır. Bu cesetlerin ciğerleri çıkarılmış, gözlerine sivri kazıklar sokulmuştur..."

Savaş halinde olmasına rağmen. 9-10 ay daha aldığı mahalli tedbirlerle çözüme ulaşmaya çalışan, ancak olayların yatışmayacağını gören Osmanlı Hükümeti, son çareye başvurmuş ve bir çok vatandaşı gibi Ermenileri de savaş bölgesinden alıp, ülkenin emniyetli bölgelerine "sevk ve iskan"a tabi tutulmuştur.

Fatih Sultan Mehmet'ten, Sultan II.Mahmud'a kadar üçyüzelli senelik süre içinde Hıristiyanların ve bu arada Ermenilerin de dini ve toplumsal işlerine kesinlikle karışılmamıştır

Ermeni Patriği Nerses 1876 yılında Vatandaşlık Meclisi Şurası'na sunduğu mektubunda "Şayet günümüze kadar Ermeni milleti, millet olarak muhafaza edildiyse ve inancını, kilisesini , dilini, tarihi ve kültürel değerlerini muhafaza ediyorsa, tüm bunlar Türk Hükümeti'nin Ermeni milletine gösterdiği himaye, yardım ve hayırseverlik sayesindedir. Kader Ermenileri Türklere bağlamıştır. Bundan dolayı Ermeniler, devletin savaş ve ağır imtihan günlerinde buna kayıtsızca davranamaz. Aksine her zaman oldukları gibi ona yardım etmeye mecburdur. Vatanını seven Ermeni, devlete yardım ederek, Ermeni milletinin hizmet ve yardımının en iyisini görecektir" demektedir. Görüldüğü gibi Ermeni Patriği de Ermenilerin Osmanlı Devleti içerisinde sahip oldukları haklar sayesinde benliklerini muhafaza ettiklerini belirtmektedir.



Ermeni Sorunun Ortaya Çıkışı

Osmanlı devleti zayıflamaya başlayıp, misyoner okulları kurulup, hemen her konuda Avrupa'nın müdahalesine maruz kalınca, Türk-Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma devri başlamıştır. Bazı devletler, Osmanlı devletini bölerek bölgesel çıkarlarına ulaşabilmek için, Ermenileri Türk toplumundan koparmayı hedeflemişlerdir.
Özellikle Avrupa'nın bazı büyük devletleri "ıslahat" adı altında bir yandan Osmanlı devletinin iç işlerine karışırken, bir yandan da Ermenileri Osmanlı yönetimine karşı teşkilatlandırmışlardır.

Böylece ülke içinde ve dışında teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni kiliselerinin kışkırtıcı faaliyetleri sonucunda, Ermeni toplumu yavaş yavaş Türklerden uzaklaşmaya başlamıştır.

Türklerin iyi tutumuna karşın, yabancı devletlerle işbirliğine girmek suretiyle Türklerle mücadeleye başlayan Ermeniler, Batının desteğini alabilmek için kendilerini "ezilen bir toplum" olarak göstermeye ve "Anadolu üzerindeki egemenlik haklarını Türklerin gasp ettiği" iddiasını dile getirmeye başlamışlardır.

Islahat Fermanı ile müslümanlar ve gayr-i müslimler hukuk önünde eşit statüye getirilince ayrıcalıklarını kaybeden Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Rusya'dan, "işgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını" istemişlerdir. Ermenilerin bu talebi, Rusya tarafından kısmen kabullenilmiş, Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Yeşilköy, eski adıyla Ayastefanos Anlaşması ve daha sonraki Berlin Anlaşması’yla Ermeni sorunu uluslar arası bir boyuta taşınmıştır. Böylece, Türkiye’yi bölmek isteyen yabancı güçler, Türk-Ermeni ilişkilerine müdahale etmeye başlamışlardır.
İngiltere ve Rusya tarafından tarih sahnesine sunulan Ermeni Sorunu, aslında emperyalizmin Osmanlı devletini yıkma ve paylaşma politikasının bir uzantısıdır. Sözde Ermeni soykırımı iddiaları ve yalanları da işte bu politikanın propaganda ürünüdür!..



AYASTEFANOS VE BERLİN ANLAŞMALARI

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Ayastefanos Anlaşması'nın Osmanlı Devleti'nce kabullenilmek zorunda kalınan 16. maddesi şöyledir:
"Ermenistan'dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti'ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması, oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder".
Anlaşmanın bu hükmü esas itibariyle bağımsızlık kazanmak isteyen Ermenileri tam anlamıyla tatmin etmemiş olsa dahi " Ermeni sorunu"nun tarihte ilk kez bir uluslararası belgeye yansıması ve "Ermenistan" diye bir bölgenin varlığından söz etmesi yönlerinden büyük önem taşımaktaydı. Keza 1878 yılında toplanan Berlin Kongresi sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması'nın 61. maddesi ise Ayastefanos Anlaşması'nın 16. maddesi yerine şu hükmü getirmiştir :

"Osmanlı Hükümeti halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir".
Berlin Antlaşması'nın bu hükmü ile Türk – Ermeni ilişkilerine yabancı güçlerin müdahale edebilme hakkı tanınmış olmaktadır.

Ermeni İsyan ve Katliamları

Berlin Antlaşması'nın imzalanmasını izleyen dönemde Ermeni sorunu iki yönde gelişmiştir. Bunlardan ilki, Batılı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki baskı ve müdahaleleri; ikincisi ise, Anadolu, Suriye ve Rumeli'de yaşayan Ermenilerin Anadolu'nun çeşitli yerlerinde, özellikle Doğu Anadolu ve Klikya'da yeraltında örgütlenmeleri ve silahlanmalarıdır.

İlk kışkırtmalar Rusya'dan gelmeye başlamış, Rusların bu tutumu İngiliz ve Fransızları Ermenilerle daha çok ilgilenmeye sevk etmiştir. Doğu Anadolu'daki İngiliz Konsoloslukları'nın sayısı hızla artmış, ayrıca bölgeye çok sayıda Protestan misyonerler gönderilmiştir. Bu kışkırtmalar sonucunda Doğu Anadolu'da 1880'den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başlamıştır. Ancak, yerel düzeyde kalan bu komiteler, Osmanlı yönetiminden şikayeti olmayan, barış ve refah içinde yaşayan Ermeni halkının ilgisini çekmediğinden başarılı olamamıştır.

Osmanlı Ermenilerini içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek mümkün olmayınca, bu kez Rus Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulması yoluna gidilmiştir. Böylece 1887'de Cenevre'de sosyalist eğilimli, ılımlı militan Hınçak, 1890'da ise Tiflis'te aşırı, terör, isyan, mücadele ve bağımsızlık yanlısı Taşnak Komiteleri ortaya çıkmıştır. Bu komitelere, "Anadolu topraklarının ve Osmanlı Ermenilerinin kurtarılması" hedef olarak gösterilmiştir.

İstanbul'da örgütlenen ve Avrupa devletlerinin dikkatlerini Ermeni meselesine çekerek Osmanlı Ermenilerini kışkırtmayı hedefleyen Hınçakların başlattığı ayaklanma girişimlerini, aralarında siyasi mücadele başlayan Taşnaklarınki izlemiştir. Bu ayaklanma girişimlerinin ortak özellikleri; Osmanlı ülkesine dışarıdan gelen komitelerce planlanmış ve yönlendirilmiş olmaları ile örgütlenme faaliyetlerinde Anadolu'ya yayılan misyonerlerin büyük katkısının bulunmasıdır.

İlk isyan 1890'daki Erzurum'da gerçekleşmiştir. Bunu, yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi, 1892-93'te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'te Sasun isyanı, Babıali gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankası'nın işgali, 1903'te ikinci Sasun isyanı, 1905'te Sultan Abdülhamid'e suikast girişimi ve nihayet 1909'da gerçekleşen Adana isyanı izlemiştir. 1914'de Zeytun'da 100, 1915 Van olaylarında 3.000 ve 1914-1915 Muş olaylarında 20.000 Türk, Ermeni mezalimi sonucu hayatlarını kaybetmiştir.

İsyanların Osmanlı kuvvetlerince bastırılması, dünya kamuoyuna propaganda maksatlı olarak "Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor" mesajıyla yansıtılmış ve Ermeni sorunu giderek uluslararası bir sorun niteliği kazanmıştır. Nitekim, döneme ait İngiliz ve Rus diplomatik temsilciliklerinin raporları, "Ermeni ihtilalcilerin hedefinin karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahalesini sağlamak" olduğunu kaydetmektedir.

Öte yandan sömürgeci devletlerin diplomatik temsilcilikleri Anadolu'ya dağılmış Hıristiyan misyonerler ile birlikte Ermeni propagandasının Batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır.

Ermeniler, Türk halkına en büyük zararı, Birinci Dünya Savaşı sırasında giriştikleri katliamlarla vermişlerdir. Bu dönemde Ermeniler; Ruslar hesabına casusluk yapmış, seferberlik gereği yapılan askere alma çağrısına uymaksızın askerden kaçmış, askere gelip silah altına alınanlar ise silahları ile birlikte Rus ordusu saflarına geçerek, "vatana ihanet" suçunu topluca işlemişlerdir.

Daha seferberliğin başlangıcında, Türk birliklerine karşı saldırıya geçen Ermeni çeteleri, büyük katliamlara girişmiş, Türk köylerine baskınlar düzenlemek suretiyle sivil halka büyük zararlar vermişlerdir. Örneğin Van'ın Zeve Köyü'nün bütün halkı, kadın, çocuk ve yaşlı demeden, Ermeniler tarafından öldürülmüştür.

TEHCİR KANUNU , UYGULAMASI VE SÖZDE ERMENİ SOYKIRIM İDDİASI

Osmanlı Hükümeti’nin bütün iyi niyetine rağmen, Birçok Ermenilerden kaynaklanan nedenlerden dolayı Bu maksatla, 24 Nisan 1915'de Ermeni komiteleri kapatılmış ve yöneticilerinden 235 kişi, "devlet aleyhine faaliyette bulunmak" suçundan tutuklanmıştır. Ermenilerin her yıl "sözde soykırım anma günü" olarak andıkları 24 Nisan, bu tarih olup tehcirle alakalı degildir.
Komitelerin kapatılması, ele başlarının ve bazı teröristlerin tutuklanması, olayları yatıştıracağına daha da şiddetlendirmiştir. Osmanlı Hükümeti son insani çare olarak; savaş bölgelerindeki halk ile Osmanlı Devleti'ne karşı casusluk ve hiyanetleri görülenlerin, ayrı ayrı veya birlikte savaş alanlarından uzak yerlere "sevk ve iskanı" için 27 Mayıs 1915'de "tehcir kanunu"nu çıkarmıştır.

En fazla 700.000 kiţinin göçe tabi tutulmuştur yer değiştirme olayında, Ermenilerin iddia ettiği gibi 2-3 milyon kişinin öldürülmesi mümkün değildir. Çünkü, zaten Osmanlı Devleti içinde 1.230.000 civarında Ermeni bulunmaktadır.

O halde “Sözde Ermeni Soykırım İddiası” tamamen uydurma olup, hiç bir belge ve kanıta dayanmayan, hukuki zeminden yoksun olan ve Türk düşmanlığı üzerine bina edilen, gerçek dışı, bir hayal ürünüdür.

Nitekim ABD'li Ermeni profesör Hovannaısian, 1982 yılında Münih'te yapılmış olan “Dünya Ermenilerinin Problemleri Kongresi”nde bu gerçeği, "Ermeni soykırımı ispatlanamamıştır. Soykırım hukuken geçersizdir ve zaten zaman aşımına da uğramıştır" şeklinde dile getirmiştir.

Ayrıca, 1998 Haziran ayı içerisinde İngiliz Hükümeti, Lordlar Kamarası’nda Ermeni soykırımına ilişkin sorulara maruz kalmış ve bunlara yazılı olarak, "Türk Hükümeti'nin Ermeni tebasını yok etmeye dair bir kararının mevcudiyetine ilişkin bir kanıt bulunamadığından, İngiliz Hükümeti, 1915 olaylarını soykırım olarak tanımamıştır" yanıtını vermiştir.

ABD'li Prof. Bernard Lewis ve Prof. Stanford Shaw da, sözde Ermeni soykırımının gerçek olmadığı konusundaki tezleri nedeniyle, Ermenilerin yoğun tepkisine maruz kalmıştır. Soykırım iddiasına Bernard Lewis, 1993 yılında "Le Monde" gazetesinde yayımlanan makalesinde şöyle değinmiştir: "Osmanlı Hükümeti'nin Ermeni ulusuna karşı kitlesel imhayı öngören bir planı olduğunu gösteren geçerli kanıt yoktur. Türklerin "tehcire" (Ermeni halkın savaş alanından alınarak başka yerlere gönderilmesi) başvurmalarının meşru nedenleri vardır. Çünkü Ermeniler, Osmanlı topraklarını işgal eden Rusya ile ittifak halinde Türklere karşı çarpışıyorlardı". Yine Dr. Karakin Pastırmacıyan'ın "Anadolu'da Şark-Meselesi" adlı kitabında, Erzurum çevresinde yaşayan 15.000 civarındaki Ermeninin kendi isteğiyle Türkiye'yi terk ettiği, Ermenilere Türkler tarafından baskı yapılmadığı ve soykırım gibi bir muamelenin olmadığı yer almaktadır

PATRİK ZAVEN EFENDİ’NİN ÇALIŞMALARI


Mondros Mütarekesi, Ermenistan’ın kurulması için önemli bir adım idi. 1918 Nizamnamesi hükümlerine uygun olarak 6 Aralık 1918 tarihinde İstanbul’a gelen Ermeni Patriği Zaven Efendi , bağımsız bir Ermenistan kurulması için bir teşkilat kuruyor , silah , mermi ve para yardımlarını toplayarak maddi yönden noksanlarını tamamlamaya çalışıyor, Rum Patrikhanesi’nden de geniş ölçüde destek alıyordu.
Yoğun bir propaganda ve siyasi faaliyet içinde bulunan Ermeniler, bir Ermenistan kurulması yolundaki isteklerinin müttefiklerince (İngiltere - Fransa) kabul göreceğini
düşünüyorlardı. Bu sebeple , 30 kasım 1918 tarihinde İtilaf Devletleri’ne başvurarak , bağımsız bir Ermenistan’ın kurulmasını istemişti.

MİLLİ MÜCADELE , SEVR (1920) VE ANKARA ANTLAŞMASI (1921)
Milli Mücadele döneminde , Patrik Zaven Efendi, Rum Patriği ile birlikte 3 Temmuz 1919 tarihinde, İngiliz Yüksek Komiserliği’ne verdiği dilekçede, “Türkiye’de… Milli savunma bahanesi altında Hıristiyanlara saldırıları için çeteler ile milisler teşkilatlandırılmıştır…Asayişsizlikten esas itibari ile Türk Hükümeti mesuldur. Doğu Hıristiyanlarının koruyucusu ve mazlum milletlerin kurtarıcısı olan Mütefikler’in münasip görecekleri tedbirleri almarı için temenilerimizi ortaya koymamız hususuna müsadelerini rica ediyoruz.’’diyerek, İtilaf Devletleri’ni işgale teşvik ediyordu.

Bu dönemde, Avrupa ülkeleri tarafından yapılan, Ermenilerin pek çok zulüm gördüğüne dair propagandalara, Amerikalı General James G. Harbord’un 16 Ekim 1919 tarihli raporu ile açıklık getirilmiştir.Harbord raporu, iddia edilen Türk katliamını çürütüyordu. Ancak az sonra, 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul, İtilaf Devletleri tarafından işgal ediliyordu. Doğu Anadolu’da ise, Ermeni baskısı gitdikçe yoğunlaşıyordu. Bu sırada Müttefikler, Osmanlı İmparatorluğu’na bir an önce imzalatmak için üzerinde çalıştıkları barış antlaşması metnini ortaya koymuşlardı.

Nihayet İngiltere’nin gayretleri ile Sevr Antlaşması 10 Ağutos 1920 tarihinde Osmanlı Devleti’ne imzalatıldı. Antlaşma’nın imzlandığı haberi Türkiye’nin her tarafında infial yaratmış ve öfke ile karşılanmış idi. Bu sırada İngilizler, savaş suçlusu olarak Malta Adası’na sürgün etdikleri Türkler’i, yani sözde Ermeni Soykırımı’ndan sanık olanları da, ölü doğmuş Sevr Antlaşması’nın 230. Maddesi’ne göre, özel bir mahkemede yargılanmak üzere hazırlığa başlamışlardı. İngilizler’in bütün gayretlerine rağmen “Ermeni Soykırımı “ iddiası daha 1920 lerde çökmüştü.
Sevr Antlaşması, Doğu’da bir “Ermenistan” kurduğu gibi, “Kürdistan’a” da otonomi vermekte ve böylece Doğu Anadolu’yu parçalamakta idi.

Nihayet, 29 Eylül 1920 tarihinde Sevr Antlaşması’nın tanıdığı haklara dayanarak Türk topraklarına saldıran ve almaya kalkışan Ermeni Cumhuriyeti, askeri harekata girişmiş ise de Kazım Karabekir Paşa’nın komutasındakı 15nci Kolordu bunların üzerine yürümüş ve 30 Ekim 1920 tarihinde Kars'ı kurtardıktan sonra, Taşnaklar’ı 2\3 Aralık 1920’de Gümrü (Alexandropol) Antlaşması’nı imzalamaya zorlamıştır. Böylece Sevr Antlaşması’nın Doğu Anadolu’da yaratmak istediği Büyük Ermenistan tasavvuru , Mustafa Kemal Paşa ordularının ayakları altında çiğnenmiş oluyordu.

Kuvay-ı Milliye’nin şanlı mücadelesi sonucu emperyalist işgal yönetimi Güney Cephesi’nde de tutunamamıştır. Fransızlar, Sakarya Zaferi üzerine 20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Ankara Antlaşması’nı imzalayarak, Hatay dışında işgal ettikleri yerleri geri vermişlerdir. Böylece, Milli Mücadele’nin Güney Cephesi de kapanmış oluyordu. Fiili değeri değeri olmadığı çoktan anlaşılan Sevr Antlaşması böylece, hukuken de hükümsüz kalıyordu.

LOZAN BARIS ANTLASMASI’NDA AZINLIKLAR STATÜSÜ VE ERMENİLER

Yunanlıların denize dökülmesiyle sonuçlanan büyük Türk hücumundan sonra, 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi yapıldı ve Türkiye Hükümeti İtilaf Devletleri tarafından 28 Ekim 1922’de Lozan’da yapılacak konferansa davet edildi. Bu konferansta azınlıklara ve Ermenilere ait meseleler de halledilecekti.
Lozan Antlaţması 20 Kasım 1922’de başlamış ve sekiz ay sürerek 24 Temmuz 1923’te sona ermiştir. Ancak Ermeniler’le ilgili hiçbir karar alınmamıştır.Bununla birlikte Ermeniler, hem Milli Mücadele’nin devam ettiği hem de Lozan Antlaşması’nın başlarında, yani 20 Kasım 1922 ile 9 Ocak 1923 tarihleri arasında ki iki aylık dönemde, “Ermeni Meselesi” ni gündeme getirmişler, Türk heyetinin itirazlarına rağmen, antlaşma metninde buna yer verilmemiştir.

Azınlıklar Meselesi, Lozan Konferansı'nı uzun zaman uğraştıran konulardan biri idi. Fakat Ermeni meselesinin Lozan'da görüşülmesi dikkat çekicidir. Çünkü 2/3 Aralık 1920 tarihli Gümrü ve 1921 tarihli Kars Antlaşmaları ile Türkiye'nin millî sınırları belirtilmiş ve TBMM Hükümeti, Ermeni meselesini kökünden halletmişti. Türkiye için artık bu sun'î mesele siyasî bakımdan kapanmıştı. Ancak Ermeniler bazı teşkilâtları aracılığı ile çeşitli konferans ve kongrelere, özellikle ABD'ye müracaat ve her türlü tesiri icra ederek bu konunun tekrar Lozan'da görüşülmesini sağlamışlardır

Nihayet, bütün propagandalar ve çalışmalar, İsmet (İnönü) Paşa başkanlığındaki heyet tarafından sonuçsuz bırakılmış ve 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması'nda Türk tezi tabul edilerek Ermeni vatandaşlarımızın hiçbir ayrıcalık gözetilmeden Türkiye`nin ayrılmaz bir parçası şeklinde yaşamaları, tam bir vatandaşlık hukuku içerisinde mutlu olmaları sağlanmıştır.


Böylece, Lozan Antlaşması'nın imzalanması ile Millî Mücadele’de akıtılan kanların bedeli alınıyor, Türk topraklarının bütünlüğü ve Türk Devleti'nin kayıtsız ve şartsız istiklâli bütün dünyaca tanınmış oluyordu.

LOZAN’DAN GÜNÜMÜZE BİR GAYRİMÜSLİM AZINLIK OLARAK ERMENİLER

Uzun yıllardan Ermenilere çeşitli konularda söz veren, vaadlerde bulunan devletlerin, Ermenileri desteklemekte bir çıkarları olmayacağını anlamaları üzerine, onları Lozan Barış Konferansı’nda yüzüstü bırakıp çekilmişlerdir.Sorunlarının Avrupalı büyük devletlerin işe karışmalarıyla çözümlenebileceği hakkında büyük umutlara kapılan Ermeniler, Türkiye’deki bütün isteklerini yitirdiklerini anlayınca, Rusya’ya dönme gereğini duymuşlardır.

Bu programı uygulamak ve Avrupa’da yaşayan Ermenilerin katkılarını sağlayabilmek için bir örgüt kurulması düşünüldü.Ancak buna karşı olan bazı çevreler, yine komitelerin işe karışmalarından çekinmiş ve korkmuşlardı.Buna rağmen Taşnaksutyun Komitesi, Birleşik ve Bağımsız Ermenistan isteklerini sürdürmüţtür.
Ermeni sorununda Taşnaksutyun Komitesi’nin kılavuzluğundan söz edilirken, Ermeni yazar Kaçaznuni, yazısından özetle şöyle deniliyordu
Ermeni yazar Kaçaznuni’nin yazısında, Ermeni komitecilerin yabancı devletlerin Ermeni işlerine karışmalarını sağlamak için bir çok eylemlerin istenerek ve planlanarak yapıldığının belirtilmesi önemli bir belgedir.

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDAKİ YENİ ERMENİ İSTEKLERİ

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Sovyet Rusya ile Türkiye Cumhuriyeti arasında 17 Aralık 1925 tarihinde bir saldırmazlık paktı yapılmıştı.Bu pakt, İkinci Dünya Harbi’nin dünyayı karma karışık eden kritik döneminde saldırmazlık paktının kaldırıldığı; gelişen yeni koşullara göre bunda değişiklik yapmanın gerekeceği” belirtiliyordu.

Sovyet Rusya yöneticileri, İkinci Dünya Harbi sona erince yeni bir politika izlemeye başladılar.Bu politikaya göre bütün dünyadaki Ermeniler, Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti’nde toplanacak; dünyaya dağılmış olan Ermeniler, ayaklandırılacak ve özellikle Türk düşmanlığını yenileyecek; böylece, Doğu Anadolu’yu ellerine geçireceklerdi.

Bu amaçla yoğun bir propaganda başlatıldı.Sovyet Rusya rejiminin iyilikleri ve yararları sayılıp dökülüyor; Sovyet Ermenistan’daki Ermenilerin mutluluğu abartılarak yayılıyordu.

Bunun için yabancı ülkelerde yaşayan Ermenileri aldatmak bu davaya katılmalarını sağlamak için oralara ajanlar gönderilmekte, Ermeni dernekleri kurulmakta; Ermeni davasının bir insanlık ve adalet sorunu olduğu ileri sürülerek büyük devletlerin bu konuda aracı olmaları istenmekteydi.


BİTMEYEN YALANLAR VE SÖZDE KATLİAM ANITLARI

İkinci Dünya Harbi sırasındaki sonucu olamayan Ermeni iddiaları, yirmi yıl sonra 1965’lerde bu defa dini-siyasi-kültürel bir havaya bürünerek tekrar gündeme getirilmiştir. Dünyanın her tarfındaki Ermeni patrikhane ve kiliseleri, eğitim-öğretim kurumları, siyasi kuruluşlar harekete geçmiş ve sözde Ermeni katliamının 50. yıldönümü için bir kulp bulmuşlardır. ”24 Nisan 1915 Ermeni Soykırım Günü” olarak ilan edilmiştir.1965’ten itibaren de dünyanın her tarafındaki Ermeniler tarafından anılmaya, klasik iddialar tekrarlanmaya ve tabii her Ermeni toplantısında olduğu gibi Türkler karalanmaya devam etmiştir.

Bunları “ölümsüzleştirmek için ise Ermenilerin bulundukları ülkelere anıtlar dikmek gerekiyordu.Bu amaçla Lübnan’ın

• Beyrut’taki eski Katliam Anıtı,
• Ermenistan’da 1915 ölüler Anıtı,
• Amerika Birleşik Devletleri’nin Montebello şehrinde Katliam Anıtı,
• Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin İskenderiye şehrindeki Katliam Anıtı,
• Fransa’nın Marsiya şehrindeki Katliam Anıtı,
• Fransa’nın Paris şehrindeki Ermeni Anıtı,
• Brezilyanın Sao Paulo şehrindeki Katliam Anıtı,
• Bulgaristan’ın Filibe şehrindeki Ölüler Anıtı,
• İtalyanın Venedik şehrindeki Katliam Dikilitaşı yapılmıştır.







ERMENİSTAN CUMHURİYETİ’NDE PKK’YA VERİLEN DESTEK

PKK İLE İŞBİRLİĞİ

Terör örgütü PKK'nın 21-28 Nisan 1980 tarihini Kızıl hafta olarak ilan etmesi ile Ermenilerin 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anması ve toplantılar yapması, herkes tarafından bilinmektedir.

08.04.1980 tarihinde Lübnan'ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütlerinin ortak basın toplantısı düzenleyerek toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlaması ile çevreden alınan tepki üzerine ilişkilerini yasadışı alanda gizli olarak sürdürmeleri kararlaştırılmıştır.Toplantı akabinde, 09.11.1980 tarihinde Strazburg Başkonsolosluğumuza, 19.11.1980 tarihinde Roma THY Büromuza yönelik olarak düzenlenen saldırıların PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir.

Teröristbaşı A.Öcalan'ın Ermeni Yazarlar Birliği tarafından büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı onur üyeliğine seçilmmiştir.

Ermeni Halk hareketinin bünyesinde terör örgütü PKK'nın bir çok Avrupa ülkesinde yaptırdığı gibi Kürdistan Komitesi oluşturmuştur.

04 Haziran 1993 tarihinde Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü Merkezinde bir toplantı yapılmıştır.


PKK – ASALA TERÖR ÖRGÜTÜ İLİŞKİLERİ

PKK İLE ERMENİLER ARASINDA 1987 YILINDA YAPILAN ANLAŞMA

Yapılan anlaţmaya göre;

1. Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacaklar,
2. PKK terör örgütüne her yıl için adam başına 5.000 ABD Doları ödenecek,
3. Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılacaklar,

Yapılan bu anlaşmanın akabinde örgüt içerisinde Ermenilerin sivrilmeleri üzerine, PKK-ASALA ilişkilerinden sorumlu Hermez Samurouyan adlı şahısla birlikte 18.04.1990 tarihinde yapılan toplantıda;

1.PKK ve ASALA terör örgütlerinin artık ortak yönetileceği,
2.Türkiye'de güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermenilerin yapacağı,
3.Muhtemel devrimden sonra elde edilen toprakların eşit olarak bölüşüleceği,
4. Kamp masraflarının % 75'ini Ermenilerin karşılayacağı,
5.Türkiye'deki metropol şehirlerde eylemler yapılacağı, şeklinde kararlar alınmıştır.






TÜRKİYE’DEKİ ERMENİLER VE TÜRK HOŞGÖRÜSÜ

Selçuklular, Beylikler ve Osmanlılar devrinde Türk hoşgörüsünden yararlanan Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında hem Türklerin yararlandıkları haklardan, hem de ayrıca kendilerine bahşedilen imtiyazlardan istifade ettikleri için Türklerden daha rahat durumdaydılar.Ancak Ermeniler, bir taraftan Batı’nın tahrikleri, diğer taraftan da maceracı, hayalci ve kan dökücü komitelerin, savaş sırasında dışarıdan gelen Ermeni gönüllü alaylarının ve lejyonerlerinin isyan, ihtilal ve düşmanla işbirliği yaparak ihanetleri üzerine, Türklerden kopmuşlar ve ilk Başbakanları Katchaznouni’nin de ifade ettiği gibi, yerlerinden yurtlarından olmuş ve ne Türkiye’de kalacak yüzleri ve ne de kendilerini savaşta ön safhalarda kırdıran düşmana kabul ettirecek güçleri kalmış ve Dünyanın her tarafına dağılmışlardır.

Böyle olmasına ve ordusu cephelerdeyken bir milyondan fazla sivil insanı bu uğurda kaybetmesine rağmen Osmanlı Devleti, dünyanın her tarafında uygulandığı gibi,hainleri ölüme çarptırmamış ve Dünya tarihinde bir örneği dahi bulunmayan bir uygulamayla, Sevk ve İskan veya Tehcir Kanunu’yla, onları zararlı bölgelerden zararsız bölgelere göç ettirmiş, yedirmiş,içirmiş,barındırmış ve elinden geldiğince emniyetlerini bile sağlamıştır.

Savaş bitince de, Türklerin öç almasından korkan Ermeniler, kendilerini savaşa sokan İtilaf Devletleri’nin ülkelerine sığınmışlar ve onlardan ve onlardan yaptıkları işbirliğine karşılık merhamet dilenmişlerdir.Ama Batı, onları bir kez daha kendi kaderleriyle başbaşa bırakmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise, kendi milletine yapılanları görmemezlikten gelircesine, yine tarihindeki eski toleranslarını göstermiş ülkesine dönen Ermenileri bağrına basmış, genel af ilan etmiş, onlara yer-yurt vermiştir ki, bu da dünya tarihinde bir örneği daha bulunmayan insani bir davranıştır.
Bugün hala devam ettirilmeye çalışılan tahriklere, karalamalara rağmen, Türkiye’de bulunan 60 bin civarındaki Ermeni, yine Dünya’nın hiçbir yerinde elde edemedikleri, elde edemeyecekleri bir tolerans ve refah içinde yaşamaktadırlar.

ERMENİ TALEPLERİ VE PROPAGANDASI

Ermenilerin ülkemizden talepleri, sözde ermeni katliamının ya da soykırımının tanınması, buna karşılık tazminat ödenmesi ve toprak verilmesi olarak özetlenebilir. Bu talepler başlıca şu iddialara dayandırılmaktadır;

-Türkler Ermenistan'ı işgal ederek Ermenilerin topraklarını ellerinden almışlardır.
-Türkler 1877-78 savaşından itibaren Ermenileri sistemli olarak katliama tabi tutmuşlardır;
-Türkler 1915 yılından itibaren Ermenileri planlı şekilde soykırıma tabi tutmuşlardır;
-Talat Paşa'nın Ermenilerin soykırıma tabi tutulması konusunda gizli emirleri vardır;
Soykırımda hayatlarını kaybeden Ermenilerin sayısı 1,5 milyondur;

Bu iddiaların hepsi de objektif bir inceleme karşısında dayanaksız kalmaktadır. Şöyle ki,Türklerin Anadolu’ya ilk ayak bastıklarında bağımsız bir Ermenistan devletinin mevcut olmadığı, dolayısıyla da Ermenilerin topraklarının ellerinden alınması gibi bir durumun söz konusu olamayacağı açıktır.

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra Ermenilerin çıkarttıkları isyanlara ve giriştikleri katliama da yukarıda yer verilmiştir. Ermenilerin bu tutumunun Batı dünyasındaki propagandalarına bir zemin hazırlamak amacıyla benimsenmiş bulunduğu da artık açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır.

Talat Paşa'nın Ermenilerin soykırıma tabi tutulması yolunda gizli emirleri bulunduğuna ilişkin olarak ilk kez Andonyan adlı Ermeni tarafından ileri sürülen ve yıllar boyunca Ermeni iddialarının geçerliliğinin temel kanıtı addedilen "belgeler" in tümüyle bir sahtecilik eseri olduğu, son olarak iki Türk tarihçi tarafından yapılan incelemeler sonucunda hiçbir kuşku veya tereddüde yer bırakmayacak şekilde ortaya konmuştur.

Ölen Ermenilerin sayısının 1,5 milyon olduğu iddiası da hiçbir geçerli temele dayanmamaktadır. Şöyle ki, dönemin birçok yabancı kaynakçada doğrulanan Osmanlı nüfus rakamlarına göre tüm Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermenilerin sayısı 1,3 milyon civarındadır. Toplam nüfusları l ,3 milyon olan bir topluluğun 1.5 milyon ölü vermesi mümkün olamaz. Ölen Ermenilerin sayısının kesin olarak hesaplanmasını sağlayacak bir belge ya da yöntem bulunmamaktadır. Örneğin, Lozan Barış Konferansı'na katılan Ermeni heyeti başkanı Bogos Nubar o tarihte Türkive'de toplam 280,000 Ermeni bulunduğunu, 700,000 Ermeninin ise başka ülkelere göç ettiğini belirtmiştir. Bu rakamlar doğru ise toplam Ermeni nüfusu 1,3 milyon olduğuna göre, Ermeni kaybı 300,000 dolaylarında kalmaktadır. Bu rakama çete harekatında veya Rus kuvvetleri saflarında yer alarak ölenler de dahildir. Ayrıca bu kayıpların on misline ulaşan yaklaşık 3 milyon Müslüman'ın da aynı dönemde hayatlarını kaybettikleri unutulmamalıdır.
Taşnak yayın organı Hairenik de 28 Haziranı 1918 tarihli nüshasında şunları yazmıştır:
"Rusya'nın Türkiye'ye karşı güttüğü düşmanca politika Kafkasya Ermenilerini de cesaretlendiriyordu. İki dost unsur arasındaki çatışmalara Kafkas Ermenileri neden oldu. Çok şükür ki, bu durum uzun sürmedi. Rus devrimi sonrasında Kafkasya Ermenileri selâmetlerinin yalnızca Türkiye'de olduğunu anladılar ve ellerini Türkiye'ye uzattılar. Türkiye de geçmişte olanları unutmamak istedi ve uzatılan eli şövalye ruhuyla sıktı. Artık Ermeni sorununun çözümlenmiş ve tarihte kalmış olduğunu kabul ediyoruz. Yabancıların ajanı birkaç maceraperestin eseri olan karşılıklı güvensizlik ve düşmanlık duyguları ortadan kalkmalıdır."
Bu ilginç beyanlardan şu sonuçları çıkarmamız mümkündür:
a) Ermeni meselesi kapanmıştır.
b) Olaylardan Türkler değil, Ruslar ve Ermeniler sorumludur.
c) Bir haksızlık varsa, buna uğrayan Türklerdir.
Görüldüğü gibi, bizim bugün söylediklerimizin doğru olduğu bundan 64 yıl önce, 1918'de Taşnaklar tarafından itiraf edilmiştir. Ancak bu açık itiraflara rağmen mesele Ermenilerce kapanmış sayılmayacak ve Ermeni çevreleri ilk fırsatta itiraflarını unutup eski hayallerinin peşinden gideceklerdir.


Şengül Şirin 12-03-2010 11:50 PM

Cevap : Ermeni Sorunu(tüm Detaylarıyla)
 
Osmanlı devleti zayıflamaya başlayıp, hemen her konuda Avrupa’nın müdahalesine maruz kalınca, Türk – Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma devri başlamıştır. Batılı ülkeler Osmanlı devleti’ni bölerek bölgesel çıkarlarına ulaşabilmek için Ermeniler’i Türk toplumundan koparmayı hedeflemişlerdir.


Özellikle Avrupa’nın bazı büyük devletleri “ıslahat” adı altında bir yandan Osmanlı devleti’nin iç işlerine karışırken, bir yandan da Ermeniler’i, Osmanlı yönetimi’ne karşı teşkilatlandırmışlardır.

Böylece ülke içinde ve dışında teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni kiliseleri’nin kışkırtıcı faaliyetleri sonucunda, Ermeni toplumu yavaş yavaş Türkler’den uzaklaşmaya başlamıştır.


Türkler’in iyi tutumuna karşın, yabancı devletlerle ittifak etmek suretiyle Türkler’le mücadeleye başlayan Ermeniler, batı’nın desteğini alabilmek için kendilerini “ezilen bir toplum” olarak göstermeye ve “Anadolu üzerindeki egemenlik haklarını Türkler’in gasp ettiği”ni dile getirmeye başlamışlardır.

Islahat fermanı ile müslümanlar ve gayri müslimler eşit statüye getirilince ayrıcalıklarını kaybeden Ermeniler, 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı sonunda, Rusya’dan “işgal ettiği doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını” talep etmişlerdir. Bu isteklerle birlikte Ermeni sorunu ilk kez ortaya çıkmaya ve uluslar arası bir şekil almaya başlamıştır.

Ermeniler, bu kez Ruslar ve İngilizler tarafından kullanılmaya başlanmış ve ingiltere’nin elinde, Rus yayılmacılığına karşı bir ileri karakol vazifesi görmüşlerdir. İngiltere ve Rusya tarafından tarih sahnesine sunulan Ermeni sorunu, aslında emperyalizmin Osmanlı imparatorluğu’nu yıkma ve paylaşma politikasının bir uzantısıdır.


24 Nisan 1915


Rus ve İngiliz kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamlar karşısında Osmanlı hükümeti, herhangi bir önleme başvurmadan önce Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin ileri gelenlerine “Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını” bildirmekle yetinmiştir. Ancak, olaylar durmak yerine giderek yoğunlaşınca, ordunun bir çok cephede savaş halinde bulunması nedeniyle cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştur.
Bu maksatla, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatılarak, yöneticilerinden 2345 kişi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanmıştır. Osmanlı Hükümeti’nin bu kararı üzerine hareket geçen Eçmiyazin Katalikosu Kevork, ABD Cumhurbaşkanı’na şu telgrafı göndermiştir: “Sayın Başkan, Türk Ermenistanı’ndan aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir tedhiş Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan Milletinin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye’deki halkımın korunmasını rica ediyorum.”


Başpiskopos Kevork’un telgrafını, Rusya’nın Washington Büyükelçisi’nin ABD’deki temasları izlemiştir. Bütün olup biten, yasadışı Ermeni komitelerinin kapatılması ve elebaşlarının tutuklanması olmasına rağmen, olayı bir “katliam” gibi göstermeye çalışan Ermeniler, başta ABD ve Rusya olmak üzere, çeşitli sömürgeci devletleri kendi saflarına çekmeye çalışmışlardır.


Diaspora Ermenilerinin her yıl sözde “Ermeni soykırımının yıldönümü” diye andıkları 24 Nisan, devlet aleyhine faaliyette bulunan ve masum insanları katleden 2345 komitecinin tutuklandığı tarihtir. Görüldüğü gibi bu tarih, sözde soykırım şöyle dursun, sözde soykırım iddialarına temel oluşturduğu iddia edilen “yer değiştirme” uygulamasıyla bile ilgili değildir.


Ermeni Kimliği Ve Tarihte Türk-Ermeni İlişkileri

Tarihte, “Ermenistan neresidir? nerede başlar? ve nerede biter?” sorularına cevap vermek çok güçtür. ansiklopedik kaynaklarda; Erivan, Gökçegöl, Nahcıvan, Rumiye gölü kuzeyi ve Mako bölgesine, yukarı memleket anlamına gelen Armenia, bu yörelerde yaşayan halka ise Ermeni denildiği yer almaktadır.


Ermeni tarihçilerin bir kısmı, M.Ö. altıncı yüzyılda kuzey Suriye ve Kilikya bölgesi’nde yaşayan Hititlerden olduklarını, bir diğer kısmı ise Nuh’un oğullarından Hayk’a dayandıklarını iddia etmektedir. Bunun yanında, Ermenistan denilen coğrafyada yerleşen ve bugün Ermeni diye adlandırılan toplumun, bölgenin kesin olarak neresinde yaşadıkları, sayıları ve aynı yörede ikamet eden diğer unsurlara kıyasla nüfus oranları bilinmemektedir.
Görülüyor ki, Ermeni tarihçileri bile kökenleri konusunda fikir birliği içinde değildir. O halde tarih boyunca millet ve bağımsız bir devlet olma vasfını yakalayamayan bu toplumun, herhangi bir bölgeye “vatanımızdır” demeleri mümkün görülmemektedir. “Büyük Ermenistan” hayalinin de, tamamen yayılmacı bir düşüncenin ürünü olduğu değerlendirilmektedir.


Tarihsel olarak bakıldığında, Ermenilerin sırasıyla, Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap ve Türkler’in hakimiyeti altında yaşadıkları görülür. Ermeni derebeyliklerinin bir çoğu, bölgeye hakim olan ve/veya Ermenileri kendi saflarına çekerek kullanmak isteyen devletler tarafından kurdurulmuştur.


1071′de Türk hakimiyetine giren Ermeniler’i, Bizans’ın zulüm idaresinden kurtaran ve onlara insanca yaşama hakkını bahşeden, Selçuklu Türkleri olmuştur. Fatih döneminde ise, Ermenilere din ve vicdan hürriyeti verilmiş, Ermeni cemaati için dini ve sosyal faaliyetlerini yönetmek üzere Ermeni patrikliği kurulmuştur.
Ermeni patriği, kendi yetkisiyle ruhani reisleri azlediyor, dini ayinleri yasaklıyor, kendi adamlarından haraç toplayabiliyor, nikah işlerini yürütebiliyor ve hapis cezaları verebiliyordu.


Ermeniler, 19 uncu yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı idaresinde, Türk insanının hoşgörüsünden de yararlanarak, adeta altın çağlarını yaşamışlardır. Askerlikten muaf tutulan ve kısmen vergi muafiyeti tanınan Ermeniler, ticaret, zanaat ve tarım ile idari mekanizmalarda önemli görevlere yükselme fırsatını elde etmişlerdir. Rum isyanından sonra boşalan Osmanlı hariciyesine yerleştirilen Ermeniler’e Osmanlı devleti’ne hizmetlerinden dolayı “milleti sadıka” adı verilmiştir.


Bu nedenle 19 ncu yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlılar’ın bir Ermeni sorunu olmadığı gibi, Ermeni tebaa’nın da Türk yöneticileriyle halledemedikleri bir mesele mevcut değildir.


Selçuklular Döneminda Türk-Ermeni İlişkileri


VII. yüzyıl sonlarından itibaren Anadolu, Bizans hakimiyetinden çıkarak, önce Emevilerin, onlardan sonra ise X. yüzyılın sonlarına kadar Abbasilerin elinde kalmıştır. X. yüzyılın sonlarında Anadolu’nun tamamına Bizans yeniden hakim olmuştur.
Bizans İmparatoru Vasil II, hayatının son yıllarında Kafkaslar’da faaliyet göstermiştir. Ermeni Bağratuni hanedanından Gagik I’in (990-1020) ölümünden sonra bu bölgede karışıklıklar çıkmıştır. Bu durum Bizans İmparatoru’na başarılı bir müdahale fırsatı vermiştir. Gürcistan’ın bir kısmı gibi Van bölgesi de Bizans İmparatorluğu’na dahil olunmuş, Ermeni Ani hanedanlığı ise hayatı boyunca Gagik’in oğlu ve halefi olan İonnas Smbat’a kalmış, onun ölümünden sonra ise aynı şekilde Bizans İmparatorluğu’na katılmıştır.
Bizans İmparatorluğu, Ermenilerin yaşadıkları yerleri kendine katmakla kalmamış, aynı zamanda Ermeni tarihçi Urfalı Mateos’un da belirttiği gibi “Ermeni milletinin kumandanlarını kendi ev ve eyaletlerinden çıkarıp götürmüşler”dir.


1047-1048 yılında Selçuklu Veliahdı Hasan, Van Gölü bölgesine akınlara başlamıştır. Azerbaycan Genel Valiliği’ne atanan İbrahim Yınal, Tuğrul Bey’den aldığı buyruk üzerine, Kutalmış ile birlikte harekete geçerek Eylül 1048′de Pasin Ovası’nda Liparit, Aaron ve Katakalon kumandasındaki Bizans Ordusu’nu bozguna uğratmıştır.
Ölen Bizans İmparatoru Konstantin Dukas’ın (Mayıs 1067) yerine geçen karısı ile evlenerek iktidarı ele geçiren Romanos VI. Diogenes, Selçuklulara karşı savaşı derhal ele almış, fakat ordusunun aşırı güçsüzleşmesi nedeniyle büyük bir güçlükle de olsa çoğunluğu yabancı asıllı ücretlilerden (Peçenek, Oğuz, Norman, Frank, Ermeni, Slav, Bulgar, Alman, Hazar, Gürcü) oluşan bir ordu toplamıştır.


Bizans İmparatoru Malazgirt’e doğru yola çıkmadan önce, harpten dönünce Ermeni mezhebini ortadan kaldıracağına yemin etmiştir. Bizans imparatorunun ordusu, 26 Ağustos 1071 tarihinde Sultan Alparslan’ın ordusuna saldırmış, fakat bozguna uğramıştır. Bizans İmparatorunu esir alan Alparslan, barış imzaladığı Diogenes’i tahta dönmesi için büyük bir törenle İstanbul’a uğurlamıştır.


Uzun yıllar Bizans hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere Bizanslıların nasıl davrandıkları konusunu, o dönemleri yaşayanlardan dinlemiş ve yazmış olan Urfalı Mateos şu şekilde aktarmıştır: “… Onlar (Romalılar) Katogikosu (Haçik’i), mezhebi için türlü işkencelere maruz bırakmışlardır. Duyduğumuza göre onlar, onu ateşle tazip etmişler, fakat o, alevlerin içinden sağ ve salim çıkıyordu.”


“İki yıl sonra (993-994) büyük Roma dükü, büyük bir ordu ile beraber Ermenilere karşı yürüdü, Hıristiyanların üzerine atılıp onları kılıçtan geçirdi ve esaret altına aldı. O, zehirli bir yılan gibi her yere ölüm götürdü ve böylelikle, dinsiz milletlerin yerini tutmuş oldu.”
Türkler, Bizanslılarla birlikte kendilerine karşı savaşan Ermenilere nasıl davranmışlardır? Bizanslıların yaptıkları gibi onları hakir mi görmüşler, zulüm mü yapmışlar, yoksa kilise ve manastırlarını mı yakmışlardır? Ermeniler başta olmak üzere, Selçuklu yönetiminde yaşayan bütün gayrimüslim azınlığa gösterilen hoşgörüyü Urfalı Mateos şu şekilde kaydetmiştir:


“539 (27 Şubat 1090-26 Şubat 1091) tarihinde Ermeni Katogikosu Barseg, cihangir sultan Melikşah’ın yanına gitti. Katogikos bazı yerlerde Hıristiyanların tazyik edildiğini, Allah’ın kiliseleri ile ruhanilerden vergi istenildiğini ve manastırlarda piskoposların vergi için tazyik edildiğini görüp, İranlıların ve bütün Hıristiyanların âlicenap ve tatlı sultanının huzuruna gidip, bütün bunları ona arz etmeye karar verdi. Sultan, senyor Barseg’i huzura kabul edip, ona büyük iltifat gösterdi ve onun arzularını yerine getirdi. Sultan, bütün kilise ve manastırları ve ruhanileri vergiden muaf tuttu ve Ermeni katogikosuna fermanlar verip onu iltifatla uğurladı.”


Bu ifadelerden de açıkça anlaşıldığı gibi Selçuklu Türkleri, Ermenilere ve diğer gayrimüslim halka Bizanslıların göstermediği hoşgörüyü göstermiş ve onların dinlerini ve sosyal yaşantılarını korumalarını sağlamıştır. Bu anlayış, Anadolu Selçukluları döneminde de devam etmiştir. Gösterilen tüm bu hoşgörülere rağmen, bazen Ermenilerin Bizanslıların ve Haçlı Seferleri sırasında Haçlıların yanlarında yer aldıkları da bilinmektedir.


Osmanlı-Ermeni İlişkileri


Osmanlı devletinin ilk kuruluş yıllarında Ermeniler, genellikle Çukurova, Doğu Anadolu ile Kafkasya bölgelerinde küçük prenslikler ve beylikler halinde ve dağınık durumdaydılar. İran, Bizans, Gürcü, Selçuklu devletleri ve diğer küçük devlet ve beyliklerle karışmışlardı ve bunların yönetimi altındaydılar.
Ermenilerin Osmanlılarla ilk ilişkileri, çok azınlıkta bulundukları Anadolu’nun batı bölgesinde başlamıştır. Osman Gazi 1324 yılında Bursa’yı devlete merkez yaptıktan sonra, Kütahya’daki Ermenilerin çoğunluğu ve Ermeni ruhani reisliği Bursa’ya nakledilmiştir.
Fatih Sultan Mehmet 1453′de İstanbul’u aldıktan sonra Ermenilerin Bursa’daki ruhani başkanı Hovakim’i İstanbul’a getirmiş ve 1461′de yayınladığı bir fermanla Ermeni Patrikliği’ni kurdurmuştur. Yavuz Sultan Selim’in 1514-1516′da Güney Kafkasya ve Doğu Anadolu’yu fethetmesiyle buradaki Ermeniler de aynı cemaat bünyesine alınarak İstanbul Patrikliği’ne bağlanmışlardır.


Tarihlerinde hiçbir devletten ve hükümdardan görmedikleri ilgiyi Osmanlı devletinden gören Ermeniler, Türk milletine samimi olarak bağlanmışlardır. Bu yüzden kısa bir süre içinde çeşitli yerlerden İstanbul’a göçen Ermeniler büyük bir cemaat oluşturmuş ve dünyanın en refah içindeki cemaatlerinden birisi haline gelmişlerdir.


Fatih Sultan Mehmet’ten Sultan II. Mahmud’a kadar 350 yıllık süre içinde Hıristiyanların ve dolayısıyla Ermenilerin dini ve toplumsal işlerine kesinlikle karışılmamıştır. “Amira” denilen bankerlerden, tüccarlardan ve devlet memurlarından oluşan Ermenilerin yardımıyla; birçok okul, matbaa, kütüphane açılmış, birçok Ermeni genci öğrenim yapmak ve sanat öğrenmek üzere Avrupa’ya gönderilmiştir. Aynı dönemde bu haklardan Rusya yönetimindeki Ermeniler yararlanamamışlardır.


Ermeni Patriği Nerses 1876 yılında Vatandaşlık Meclisi Şurası’na sunduğu mektubunda, “Şayet günümüze kadar Ermeni milleti, millet olarak korunduysa ve inancını, kilisesini, dilini, tarihi ve kültürel değerlerini koruyorsa, tüm bunlar Türk hükümetinin Ermeni milletine gösterdiği koruma, yardım ve hayırseverlik sayesindedir. Kader, Ermenileri Türklere bağlamıştır. Bundan dolayı Ermeniler, devletin savaş ve ağır sınav günlerinde buna kayıtsızca davranamaz. Aksine her zaman oldukları gibi ona yardım etmek zorundadırlar. Vatanını seven Ermeni, devlete yardım ederek, Ermeni milletinin hizmet ve yardımının en iyisini görecektir.” demektedir. Görüldüğü gibi Patrik Nerses, Ermenilerin Osmanlı yönetiminde sahip oldukları haklar sayesinde benliklerini muhafaza ettiklerini belirtmektedir.
Osmanlı devleti, Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile yapmayı vaadettiği ıslahatları ilân etmiş, ancak gayrimüslimler verilen yeni haklardan memnun kalmamışlardır. Tanzimat ile gayrimüslimlere askerlik mükellefiyeti getirilmiş, devlet memuriyetleriyle idari ve askeri okullara girmelerine izin verilmiştir. Buna dayanarak Ermeniler, 1863′de yürürlüğe giren 99 maddeden oluşan Ermeni Milleti Nizamnamesi’ni bir fermanla Babıâli’ye onaylatmışlardır.
Osmanlı yönetimindeki diğer gayrimüslim azınlıklar gibi Ermeniler de her zaman birinci sınıf vatandaş muamelesi görmüşler; askere gitmedikleri gibi, özellikle ticari hayatta kilit noktaları ellerine geçirmek suretiyle, toplum içinde ön plana çıkmışlar, zengin olmuşlardır.
Devlete bağlılıkları, Türk adetlerini benimsemeleri, hatta iyi Türkçe konuşmaları, Ermenilerin devlete ait resmi veya özel işlere atanmalarına sebep olmuştur. Bu bakımdan 16. yüzyılda Ermeni asıllı Mehmet Paşa gibi vezirlik rütbesine kadar yükselen devlet adamları, 18. yüzyılda Divrikli Düzyan soyundan saray kuyumcuları ve sonradan Darphane bakanları, Sasyan ailesinden saray doktorları, 19. yüzyılda Bezciyan ailesinden Darphane bakanları, Dadyan ailesinden Baruthane bakanları devletin en yüksek kademelerinde görevler yapmışlardır. 19. yüzyılda ve Abdülhamit devrinde ve sonrasında ise Ermeni dış işleri görevlileri ve bakanlar bulunmaktadır. Ayrıca birçok Ermeni de Osmanlı devlet adamlarına danışmanlık yapmıştır.


Ermeniler iddia edildiği gibi soykırıma uğrayan bir topluluk değil, devletin her kademesinde, her meslekte önemli yerler edinmiş bir grup olmuştur.
Osmanlı-Ermeni ilişkileri açısından en çarpıcı açıklamalar, bizzat Türkiye’deki Ermeni cemaatinin önderlerinden gelmiştir. Ermeni Patriği II. Mesrob, 22 Mayıs 1999 günü Hilton Oteli’ndeki resepsiyonda yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullanmıştır: “3. Binyılın eşiğindeyiz. İnsanlık tarihinde yeni bir dönemin başlangıcını kutlamaya hazırlanıyoruz. Bunun hepimiz için büyük fırsat olduğunu düşünüyorum. Geleceğimizi kıtaların, kültürlerin ve halkların birlikteliği düşüyle tayin etme fırsatı…
İnsan hayatına, kişisel hak ve özgürlüklere saygı, adil ve her türlü şiddetten uzak bir dünya hepimizin ortak özlemi.


Önümüzdeki bu dönüm noktası yalnızca eşsiz bir fırsat değil, aynı zamanda çetin bir sınav sunuyor bizlere. Geride bırakmaya hazırlandığımız 2. Binyıl trajik olaylarla doluydu.
Yine de geride bıraktıklarımız arasında hep saygıyla yad edeceğimiz, önümüzdeki binyıllarda da sevinçle kutlayacağımız nice olaylar yok değil.
Tıpkı bugün kutladığımız gibi.


İstanbul Ermeni Patrikliği’nin kuruluşu tarihte eşine rastlayamayacağımız bir olaydır. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sekiz yıl sonra, 1461′de Batı Anadolu’daki Ermeni episkoposluğunu çıkardığı bir fermanla İstanbul Patrikliği’ne dönüştürmesi Fatih’in ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir örneğidir.


Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih’ten önce, ne de sonra görüldü. Yeni bir binyıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki savaş ortamını göz önünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini, dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz.


İmparatorluk sınırları içindeki Ermeni toplumunun hayatını onun örf ve adetlerine göre düzenleyen Fatih Sultan Mehmet’i, onun doğrultusunda ülkeye hizmet eden devlet adamlarını ve 1461′deki ilk İstanbul Ermeni Patriği Bursalı Hovagim’den başlayarak bu makama sadakatle hizmet eden 83 patriğimizi sevgiyle ve minnetle anıyoruz. Biz Türkiye Ermenileri, ülkemizde yaşayan en kalabalık Hıristiyan cemaati olarak 75. yılını coşkuyla kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlık geleceğine tüm kalbimizle inanıyor ve yarınlara ümitle bakıyoruz.”


Ermeni Sorununun Ortaya Çıkışı



Osmanlı Devleti zayıflamaya başlayıp, hemen her konuda Avrupa’nın müdahalesine maruz kalınca, Türk – Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma devri başlamıştır. Batılı ülkeler Osmanlı Devleti’ni bölerek bölgesel çıkarlarına ulaşabilmek için Ermenileri Türk toplumundan koparmayı hedeflemişlerdir. Özellikle Avrupa’nın bazı büyük devletleri “ıslahat” adı altında bir yandan Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışırken, bir yandan da Ermenileri, Osmanlı yönetimine karşı teşkilatlandırmışlardır. Böylece ülke içinde ve dışında teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni Kiliseleri’nin kışkırtıcı faaliyetleri sonucunda, Ermeni toplumu yavaş yavaş Türklerden uzaklaşmaya başlamıştır.
Türklerin iyi tutumuna karşın, yabancı devletlerle ittifak etmek suretiyle Türklerle mücadeleye başlayan Ermeniler, Batının desteğini alabilmek için kendilerini “ezilen bir toplum” olarak göstermeye ve “Anadolu üzerindeki egemenlik haklarını Türklerin gasp ettiği” iddiasını dile getirmeye başlamışlardır.


Islahat Fermanı ile Müslümanlar ve Gayr-i Müslimler eşit statüye getirilince ayrıcalıklarını kaybeden Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, Rusya’dan “işgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını” talep etmişlerdir. Bu isteklerle birlikte Ermeni sorunu ilk kez ortaya çıkmaya ve uluslararası bir şekil almaya başlamıştır.


1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Ayastefanos Anlaşması’nın Osmanlı Devleti’nce kabullenilmek zorunda kalınan 16. maddesi şöyledir:
“Ermenistan’dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti’ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder”.


Anlaşmanın bu hükmü, esas itibariyle bağımsızlık kazanmak isteyen Ermenileri tam anlamıyla tatmin etmemiş olsa dahi “Ermeni Sorunu”nun tarihte ilk kez bir uluslararası belgeye yansıması ve “Ermenistan” diye bir bölgenin varlığından söz edilmesi yönünden büyük önem taşımaktadır.


1878 yılında toplanan Berlin Kongresi sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi de Ayastefanos Anlaşması’nın 16. maddesi yerine şu hükmü getirmiştir: “Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir”.


Berlin Antlaşması’nın bu hükmü ile Türk-Ermeni ilişkilerine yabancı güçlerin müdahale edebilmesi hakkı tanınmış olmaktadır. Böylece Ermeniler, Ruslar ve İngilizler tarafından kullanılmaya başlanmış ve İngiltere’nin elinde Rus yayılmacılığına karşı bir ileri karakol vazifesi görmüşlerdir. İngiltere ve Rusya tarafından tarih sahnesine sunulan Ermeni Sorunu, aslında emperyalizmin Osmanlı Devleti’ni yıkma ve paylaşma politikasının bir uzantısıdır. Sözde Ermeni soykırımı iddiaları ve yalanları da işte bu politikanın propaganda ürünüdür!..


Tehcir Kanunu, Uygulaması Ve Sözde Ermeni Soykırım İddiası

Osmanlı Hükümeti’nin bütün iyi niyetine rağmen, ülkede Ermeni olaylarının giderek yoğunluşması, savunmasız kalan Türk kadın ve çocuklarına Ermeni saldırılarının artması ve ordunun bir çok cephede savaş halinde bulunması nedeniyle mahalli isyanların topyekün bir ihanete dönüşmemesi için, cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştur.
Bu maksatla, 24 Nisan 1915′de Ermeni komiteleri kapatılmış ve yöneticilerinden 2345 kişi, “devlet aleyhine faaliyette bulunmak” suçundan tutuklanmıştır. Ermenilerin her yıl “sözde soykırım anma günü” olarak andıkları 24 Nisan, bu tarih olup tehcirle alakalı degildir.”
Komitelerin kapatılması, ele başlarının ve bazı teröristlerin tutuklanması, olayları yatıştıracağına daha da şiddetlendirmiştir. Osmanlı Hükümeti son insani çare olarak; savaş bölgelerindeki halk ile Osmanlı Devleti’ne karşı casusluk ve hiyanetleri görülenlerin, ayrı ayrı -veya birlikte savaş alanlarından uzak yerlere “sevk ve iskanı” için 27 Mayıs 1915′de “tehcir kanunu”nu çıkarmıştır.

Göçe tabi tutulanlar, imparatorluk sınırları içinde Ordu-Kastamonu, Ankara-Niğde, Malatya-Maraş, Diyarbakır-Urfa-Adana ve Suriye-Irak bölgelerine gönderilmiş olup, 1916 Ekim sonuna kadar toplam 702.900 kişinin göç ettirildiği belgeleriyle sabittir.
1914 yılı resmi verilerine göre Osmanlı Devleti’nde 1.234.671 Ermeni nüfusu bulunmaktadır. bu sayı Ermeni patrikhanesi’ne göre 2.5 milyon, lozan konferansı Ermeni heyetine göre 2.2 milyon, Fransız sarı kitabı’na göre 1.5 milyon, Britannica’ya göre 1.5 milyon, ve İngiliz yıllığına göre 1 milyon olarak belirtilmektedir.

Buna göre en fazla 700.000 kişinin göçe tabi tutulduğu bir yer değiştirme olayında, Ermenilerin iddia ettiği gibi 2-3 milyon kişinin öldürülmesi mümkün değildir. çünkü, zaten Osmanlı devleti içinde 1.230.000 civarında Ermeni bulunmaktadır. bunun da ötesinde eğer Osmanlı devleti Ermeni tebaasından kurtulmak isteseydi, bunu asimilasyon yoluyla halledebilirdi. oysa açıklandığı üzere Ermeniler, imparatorluk içerisinde Türklerden bile rahat bir yaşam sürdürmüşlerdir.


O halde sözde Ermeni soykırım iddiası tamamen uydurma olup, hiç bir belge ve kanıta dayanmayan, hukuki zeminden yoksun olan ve Türk düşmanlığı üzerine bina edilen, gerçek dışı, bir hayal ürünüdür.

Asoghik ve Mateos’dan Voltaire, Lamartine, Claide Farrere, Pierre Loti, Nogueres, İlone Caetani, Philip Mashall Brown, Michelet, Sir Charles Wilson, Politis, Arnold, Bronsart, Roux, Grousset, Edgar Granville, Garnier, Toynbee, Price, Bombaci’ya kadar uzanan ve bazılarına hiç de Türk dostu damgası vurulmayacak pek çok tarihçi ve yazar Türklerin bu konudaki hakkını teslim etmişlerdir.


Nitekim ABD’li Ermeni profesör Hovannısıan, 1982 yılında Münih’te yapılmış olan “dünya Ermenilerinin problemleri kongresi’nde bu gerçeği, “Ermeni soykırımı ispatlanamamıştır. Soykırım hukuken geçersizdir ve zaten zaman aşımına da uğramıştır” şeklinde dile getirmiştir.


Ayrıca, 1998 Haziran ayı içerisinde İngiliz Hükümeti, lordlar kamarasında Ermeni soykırımına ilişkin sorulara maruz kalmış ve bunlara yazılı olarak, “Türk Hükümeti’nin Ermeni tebasını yok etmeye dair bir kararının mevcudiyetine ilişkin bir kanıt bulunamadığından, İngiliz Hükümeti, 1915 olaylarını soykırım olarak tanımamıştır” yanıtını vermiştir.


ABD’li Prof. Bernard Lewis ve Prof. Stanford Shaw da, sözde Ermeni soykırımının gerçek olmadığı konusundaki tezleri nedeniyle, Ermenilerin yoğun tepkisine maruz kalmıştır. soykırım iddiasına Bernard Lewis, 1993 yılında “Le Monde” gazetesinde yayımlanan makalesinde şöyle değinmiştir: “Osmanlı Hükümeti’nin Ermeni ulusuna karşı kitlesel imhayı öngören bir planı olduğunu gösteren geçerli kanıt yoktur. Türklerin “tehcire” (Ermeni halkın savaş alanından alınarak başka yerlere gönderilmesi) başvurmalarının meşru nedenleri vardır. Çünkü Ermeniler, Osmanlı topraklarını işgal eden Rusya ile ittifak halinde Türklere karşı çarpışıyorlardı”. Yine Dr. Karakın Pastırmacıyan’ın “Anadolu’yu sarkı şimendifer meselesi” adlı kitabında, Erzurum çevresinde yaşayan 15.000 civarındaki Ermeninin kendi isteğiyle Türkiye’yi terk ettiği, Ermenilere Türkler tarafından baskı yapılmadığı ve soykırım gibi bir muamelenin olmadığı yer almaktadır.


Bugünkü Durum Ve Sonuç

SSCB’nin dağılmasından sonra, 23 Eylül 1991′de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan Cumhuriyeti, Türkiye’ye yönelik “sözde soykırım” iddialarını bir devlet politikası haline getirmiştir. Ermeniler, zulme ve haksızlığa uğramış bir toplum imajı yaratarak, dünya kamuoyunu başta ABD ve Fransa olmak üzere belli başlı devletleri ve uluslararası kuruluşları, Ermeni davası lehine çekmeye çalışmaktadır.


Böylece soykırım iddiaların kabulü ve tesciline bağlı olarak, Türkiye’den yüklü bir tazminat almak ve son aşamada ise Türkiye sınırları içerisinde bulunduğunu iddia ettikleri sözde Ermeni topraklarının iadesini sağlayarak büyük Ermenistan’ı kurmak yönünde bir siyaset izlemektedirler. Nitekim Ermenistan parlamentosu 23 Ağustos 1990′da kabul ettiği bildiride; “Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiyesi ve batı Ermenistan’da gerçekleştirilen 1915 soykırımının uluslararası kabul görmesi çabasını destekler” maddesine yer vermiştir.
Sözde soykırımın tanınmasını hedefleyen girişimler, özellikle Belçika, Fransa, Avustralya, Yunanistan, Lübnan, Kanada, Rusya, ABD ve Arjantin’de yoğunlaşmış ve bu ülkelerde ardı ardına soykırım anıtları dikilmeye başlanmış, hatta bazılarının okullarında sözde soykırım ders olarak okutulmaya başlanmıştır. Bu alanda en önemli gelişme ise 29 Mayıs 1998′de Fransa meclisi tarafından sözde Ermeni soykırımının resmen tanınmasına dair tasarının onay için senatoya gönderilmesidir.


Ter-Petrosyan yönetiminin nispeten ılımlı tutumundan sonra, Nisan 1998′de Koçaryan’ın cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte, aşırı milliyetçi hareketler serbest bırakılmış, ve Ermenistan Türkiye ile ilişkilerinde sertlik yanlısı bir politika izlemeye başlamıştır.
Bunun yanı sıra Koçaryan, yapmış olduğu resmi bir açıklamada; “soykırımı hiçbir zaman unutmayacaklarını, dünyaya bu trajediyi hatırlatmak durumunda olduklarını, soykırımın cezasız kaldığını ve uluslar arası tanıma ile kınamanın layık olduğu şekilde gerçekleşmediğini” ifade etmiş, birleşmiş milletler genel kurulu’nun 53. oturumunda da bilinen iddialarını tekrarlayarak, Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan tarafından abluka altına alındığını dile getirmiştir.


Günümüzde sözde Ermeni soykırımı adı ile bütünleşmiş olarak görünen Ermeni sorununun; Türkiye’den tazminat almak ve ardından toprak talep etmek, PKK terör örgütüne örtülü de olsa destek vermek ve Türkiye’ye dost olmayan çevre ülkelerle ittifak kurmak suretiyle ülkemiz aleyhine faaliyetlerde bulunmak ve Yukarı Karabağ ile Azerbaycan konusunda uzlaşmaz bir tutum içerisinde olmak gibi boyutları bulunmaktadır.
Sonuç olarak Ermeni sorunu, Osmanlı döneminde bu imparatorluğu parçalayarak çıkarlarına ulaşmayı amaçlayan ülkelerce ortaya çıkarılmış, bu gün ise isimleri değişmekle birlikte aynı çıkar çevrelerinin Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirmek istemeleri ve bölgede güçlü bir Türkiye arzu etmemelerinden dolayı, çeşitli yönleriyle birlikte sıcak tutulan sun’i bir sorundur.


Basında Ermeni Sorunu



29 Ekim 2000 – Askerin Soykırım Cevabı (R.Mengi – Sabah Gazetesi)
İsimleri değiştiren aynı çıkar çevreleri, güçlü bir Türkiye arzu etmiyorlar. iddiaları sıcak tutuyorlar. Ermeniler, hakimiyeti altındaki devletlere ihanetlerinde sayısız göçe tabi tutuldular. Hedefleri Türkiye’den tazminat almak. İddia ettikleri sözde Ermenistan’ı kurmak.
Genelkurmay Başkanlığı, sözde Ermeni soykırım iddialarını, “sun’i bir sorun” olarak nitelendirdi ve sert bir dille eleştirdi. Genelkurmay Başkanlığı, iddialar hakkında, “Ermeni sorunu, Osmanlı Dönemi’nde bu imparatorluğu parçalayarak çıkarlarına ulaşmayı amaçlayan ülkelerce ortaya çıkarılmış, bugün ise isimleri değişmekle birlikte aynı çıkar çevrelerinin Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirmek istemeleri ve bölgede güçlü bir Türkiye arzu etmemelerinden dolayı, çeşitli yönleriyle birlikte sıcak tutulan sun’i bir sorundur” dedi.


Genelkurmay, internetteki sitesi aracılığıyla Türkçe ve İngilizce olarak, “Ermeni Sorunu” başlığı altında sözde soykırım iddialarını bütün boyutları ile değerlendiren bir açıklama yayınladı. Genelkurmay iddialara duyduğu tepkiyi, “Tarih boyunca sayısız göç ve sürgün olayına maruz kalan Ermeniler’in bunların hiçbirini gündeme getirmeden sadece 1915′te Osmanlı tarafından son derece haklı gerekçelerle göçe tabi tutulmalarını sözde soykırım adı ile gündeme getirmeleri maksatlı olup, Türkiye’nin bütünlüğünü bozmaya yönelik politikaların bir ürünüdür. Batılı ülkelerin, Afrika ve Balkanlar’da yaşanmakta olan gerçek anlamdaki, soykırıma seyirci kalarak, soykırımına sahip çıkmaları, bunun göstergesidir” şeklinde dile getirdi. 1960′lı yılların ikinci yarısından itibaren Ermeni grupların Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyaları 1973′ten sonra “Kanlı Ermeni Terörizmi”ne dönüştürüldüğü vurgulandı.


2. 8 Haziran 2001 – Yunanistan Ermeni desteğini arttırdı

Depremler sırasında pek dost olduğumuz ve bu dostluğun sonsuza dek süreceğine inandığımız Yunanistan, Türkiye’de ekonomik kriz başladığında gazetelerinden bas bas bağırıyordu; “Artık onlardan korkmaya gerek kalmadı, güçlü Türkiye çöküyor” diye.. Şimdi ise hazır onları zayıf yakalamışken bir darbe de biz indirelim çabasındalar.
Her ne kadar biz Ermeni Soykırım iddiasının Amerikan eyaletlerinde arka arkaya kabulüne pek de önem vermiyor, halâ bütün kaybımıza rağmen Bush hükümetine karşı bu konuda istikrarlı şekilde belli bir politika izlemiyor, ABD’de konferanslarla, TV programlarıyla gerçeği anlatma yoluna gitmiyorsak da Ermeniler “Eyaletlerin Kabulü”nü uluslararası baskı için kullanmaya başladılar bile.

Yunan gazetelerinde “Gerçeği bilin ki, gerçek sizi özgürleştirsin” başlığıyla ve İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkelerin etkin isimlerinin desteğiyle çıkan haberlerde Fransa, İtalya, Belçika, Rusya, İsveç ve 26 Amerikan Eyaletinin kabul ettiği soykırımı insan hakları çerçevesinde Türkiye’nin de kabul etmesi için Amerika ve İngiltere’nin Türkiye’ye baskı yapması isteniyor.


“Soykırımı kabul ediverelim ne olacak” diyen Dr. Taner Akçam beyefendi de bol bol yağlanmış ‘Adil ve gerçekçi Türk’ olarak.. Sevsinler adil ve gerçekçi doktoru.. Acaba koca dünyada, onun gibi karşı tarafı destekleyen tek bir Ermenistan vatandaşı bulabilir mi?
ABD’de Türk akademisyenler, 1915 olayları ve tarih konusunda uzman bütün akademisyenlere, insanlık adına gerçeği belgelerle birlikte ortaya koymak üzere çağrıda bulundular. 69 Amerikalı akademisyenin (Osmanlı, Türkiye ve Ortadoğu uzmanı) 19 Mayıs 1985′de New York Times ve Washington Post’ta yayınlanan ve soykırım olmadığını anlatan bildirisine de bu çağrıda yer verdiler. Ama sonuç alabildiklerini sanmıyorum.
Turkish Forum her gün İnternet’te olayları anlatıyor, gelişmeleri açıklıyor, dakika dakika izliyor… Bugün halâ 1985′teki akademisyenlerin söylediğini tekrarlayan ABD’li ve İngiliz ünlü profesörler var. Ama Ermeni baskısıyla susturuluyorlar.
Ve biz yolsuzluk, ekonomi, polis devleti, bakanların yer değiştirmesi, koltuk kavgaları gibi konularla meşgul olduğumuz için Ermeni olayını gözardı ediyoruz.
ABD’li ve Avrupalı uzmanlar doğu bölgelerimize sık sık geziler düzenliyorlar. Amerikalı Ermeniler doğuda otel açıp çıkan sorunları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyorlar.
Bu kez de “İnsan Hakları” diye, ABD ve Avrupa’nın kafamıza kakıp durduğu eksiğimizden yararlanma amacındalar.


3. Ermeniler’in asıl plânları ne?

Türkiye’ye çalışmak üzere gelen ve iş izni olmadığı halde burada rahatça yaşayan ve çalışan 30 bin kadar Ermeni’nin sınır dışı edilmesinin yerinde bir karar olacağını geçen Cuma “Rencide edebiliriz” başlığıyla yazmıştım.


Kısa fakat mesajını net olarak veren bu yazı üzerine okurlarımızdan çok sayıda tepki geldi. Bunların bazıları (genellikle yurtdışından gelenler) Ermeniler’in tüm ülkelerde Türkiye aleyhtarı faaliyetlerini sürdürdüklerini, Amerikan Parlamentosu’nda gelinen noktanın da bu faaliyetlerin sonucu değil henüz başlangıcı olduğunu, Ermeniler’in, eğer Amerika’da karar çıkarsa çabalarını yoğunlaştıracağını belirtiyor ve bu konuda alınacak her türlü önlemi haklı buluyor.

Bu tasarıyla bitmeyecek

İşte Chicago’dan yazan Dr. Erol Yorulmazoğlu’nun söyledikleri: “Geçtiğimiz ilkbahar aylarında partilerin ön seçim sıralarında, Chicago çevresinden Cumhuriyetçi Parti meclis üyeliğine aday bir zat ile buluşmuştuk. Bu zatın ta kendisi bizlere bizden önce Ermeni toplumu ile buluştuğunu ve onlarla Ermeni soykırımı konusunu görüştüğünü söylemişti. Ermeniler ona ilerde Türkiye’den toprak talep edeceklerini söylemişlerdi. Evet arkadaşlar, ilerdeki tehlike budur.”


Ermeni aşırıcıları artık hem ABD politikasını hem de ABD basınını arka ceplerine koymayı başarmışlardır. İnce hesaplarla, Atatürk’ün silmeyi başardığı Sevr Anlaşması’nı hortlatmaya, ‘Wilson Ermenistan’ı’ denen haritayı canlandırmaya çalışıyorlar. Bu haritaya göre o devrenin ABD Başkanı Ermeniler’e Trabzon’dan Adana’ya çizgi çekin, o çizginin doğusunu verecekti. Ayrıca Yahudiler nasıl İsviçre bankalarından para koparmayı başarabilmişlerse, bu fanatikler de aynı şeyi bize yapmayı arzuluyorlar. Bu tasarıların ardından Türkiye’yi cezalandırma gelecek. Yıllardır Türkiye’yi uyardık ama ses çıkmadı.
Bu fanatikler ayrıca birçok ABD eyaletinde kendi yorumladıkları tarih kitaplarını çıkararak saf ABD gençliğinin beynini de yıkıyorlar. Böylelikle yeni ABD kuşağı haliyle bize karşı olacaktır. (….)

Biz Türk Amerikalılar her ne kadar Ermeni’nin imkânlarına sahip olmasak da mücadelemize devam edeceğiz. Sizleri de aramızda görmekten memnun oluruz. Saygılarımla..”
“Ermeniler’in asıl plânları ne?” derken tabii ki sadece Dr. Yorulmazoğlu’nun yazdıkları değil beni etkileyen. Amerika’daki Türkler’in yıllardır bu konudaki yaptıkları çalışmaları, yazışmaları izliyorum. Hepsinin anlattıkları hemen hemen aynı.
Yazıma olumsuz tepki gösteren okurlarımız ise Türkiye’de çalışan Ermeniler’in Amerika’dakilerle ilgisi olmadığından yola çıkmışlar.

Oysa Amerika’daki Ermeni lobisini Ermenistan yönetiminin tahrik ettiğini hepimiz biliyoruz. Dünya biliyor. O zaman -en azından Ermenistan’a yaptıklarının bir karşılığı olacağını anlatmak için- iş izni olmadığı halde sadece vize alarak Türkiye’ye gelen ve salına salına çalışan Ermenistan vatandaşlarının sınırdışı edilmesinde ne sakınca var?. Acaba hangimiz, hangi Batı ülkesinde böyle bir özgürlüğe sahibiz bir düşünün bakalım. (Osmanlı döneminde olduğu gibi bunun Türk-Ermeni vatandaşlarla hiçbir ilgisi olmadığının altını çizelim)


KRONOLOJİ


1022
Ermeni topraklarının İmparator II. Basileios tarafından Bizans topraklarına katılması üzerine 40 bin Ermeni Anadolu’ya sürgün edildi.
1046
Ermeni hanedanları Bizans İmparatoru IX. Konstantin tarafından katledilerek yok edildi.
1054
Sultan Tuğrul Bey döneminde Selçuklulara bağlanan Ermenilere özerklik verildi.
1098
Ermeniler Haçlılarla işbirliği yaptılar.
1461
Fatih Sultan Mehmed, Bursa’daki Ermeni Piskoposu Hovakim’i (Ovakim) İstanbul’a getirterek kendisine Patrik unvanını verdi ve Ermenilere birçok haklar tanıdı.
1567
Türk matbaasının kurulmasından 160 yıl kadar önce Venedik’te matbaacılık eğitimi görmüş olan Sivaslı Apkar adındaki bir papaza İstanbul’da bir Ermeni matbaası açması için izin verildi.
1790
İlk resmi Ermeni Okulu, Amira Miricanyan ve Şnork Mığırdıç tarafından Kumkapı Fıçıcı Sokak’ta kuruldu.
1823
Artin Bezciyan adlı Ermeni, Kumkapı’da Bezciyan Okulu’nu kurdu.
1824
Patrik Karabet, Ermenice gramer okutan Kumkapı Okulu’nu Patrikhane’nin himayesine aldı.
1853
(22 Ekim) Ermeni Maarif Komisyonu kuruldu.
1876
Kurulan Mecliste Ermeni milletvekilleri de katıldı.
1877
(7 Aralık) Ermeni Milli Meclisi, Ermeni halkının askere yazılarak savaşa katılma kararını aldı.
1878
(13 Nisan) İstanbul Ermeni Patriği Nerses, İngiltere Dışişleri Bakanı Salisbury’ye gönderdiği muhtırada, Türklerle beraber yaşayamayacaklarını bildirdi. (13 Temmuz) Berlin Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya, Osmanlı Ermenileriyle ilgili 61. madde eklendi.
(3 Ağustos) İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury, İstanbul Büyükelçisi Layard’a gönderdiği talimatta, Osmanlı Hükümeti’nin Doğu’da reformlara başlaması gerektiğini bildirdi.
1890
(20 Haziran) Erzurum İsyanı (Temmuz) Kumkapı Nümayişi
Birinci Sason İsyanı
1892 – 1893
Merzifon, Kayseri, Yozgat isyanları
1895
(30 Eylül) Babıâli olayı Kasım ayında, Ermenilerin Maraş’ta isyan teşebbüsü
1896
30 Ekim İstanbul’da Ermeni eylemi (1 Haziran) I. Van isyanı
(26 Ağustos) Osmanlı Bankası Olayı
1902
Ermeni dilcilerden H. Acaryan, “Ermeni Dili’ne Türk Dili’nin Tesiri ve Ermenilerin Türkçe’den Aldıkları Sözler” adında bir eser yazdı.
1904
İkinci Sason isyanı
1905
(21 Temmuz) Yıldız Camii’nde, Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid’e suikast teşebbüsü.
1908
Ermenilerin Jamanak adlı gazetesi yayın hayatına başladı. İkinci Meclis açıldı ve Ermeni komitecilerden bazıları Millet Meclisi’ne girdi.
1909
(14 Nisan) Adana’da Ermeni isyanı
1915
(15 Nisan) II. Van İsyanı (24 Nisan) Osmanlı Devleti aleyhinde faaliyette bulunan Ermeni komiteleri kapatıldı. Bu komitelerin idarecilerinden 2345 kişi tutuklandı.
(3 Mayıs) Ermeniler Van’da büyük bir katliama giriştiler.
(27 Mayıs) Yer Değiştirme (Tehcir) Kanunu çıkarıldı.
1918
(1 Şubat) Ermeni komitacı Arşak, Bayburt’ta katliam yaptı. (25 Nisan) Ermeni komitacılar, Kars’ın doğusundaki Subatan köyünde 750 Müslüman’ı katletti.
(1 Mayıs) Ermeni komitacılar, Kars’ta, aralarında çocukların da bulunduğu 60 Müslüman’ı katletti.
1919
(20 Kasım) Osmanlı bürokrasisinde üst düzeyde görev yapan Bogos Nubar Paşa ve Şerif Paşa, Ermeni-Kürt bağımsızlık belgesini imzaladılar.
1920
(12 Ocak) 450 kişilik Ermeni süvari birliği, Antep’in Arapdar köyünde Müslümanlar’a işkence yaptı. (2 Aralık) Gümrü Anlaşması imzalandı.
1921
(15 Mart) Talat Paşa, Berlin’de Ermeniler tarafından katledildi. (6 Aralık) Sait Halim Paşa’yı Ermeniler Roma’da katletti
(16 Mart) Moskova Anlaşması imzalandı.
(18 Mart) Ermeni Misak Torlakyan, Azerbaycan İçişleri Bakanı Cevanşir Han’ı, Tepebaşı’ndaki Pera Palas Oteli önünde öldürdü.
(13 Ekim) Kars Anlaşması imzalandı.
1922
(22 Temmuz) Cemal Paşa, Tiflis’te Ermeniler tarafından katledildi.
1923
Ermeni asıllı Münib Boya, Van milletvekili olarak meclise girdi. (24 Temmuz) Lozan Anlaşması imzalandı.
1934
Franz Werfel’in, “Musa Dağ’da Kırk Gün” adlı romanı, ABD’de İngilizce yayımlandı.
1935
(15 Aralık) Pangaltı Ermeni Kilisesi’nde toplanan bir grup Ermeni, Franz Werfel’in, “Musa Dağ’da Kırk Gün” adlı eserini “Türk milleti hakkında iftiralarla dolu olduğu” gerekçesiyle yaktı.
1936
Franz Werfel’in, “Musa Dağ’da Kırk Gün” adlı eserinin Fransa’da yayımlanması, Türk basınının tepkisini çekti.
1937
Cevat Rıfat Atilhan, “Musa Dağı” adında kitap yazarak, Franz Werfel’in eserinin gerçekleri yansıtmadığını bildirdi. Werfel’in, “Musa Dağ’da Kırk Gün” adlı eserinin filme alınmasının engellenmesi, ABD Dışişleri Bakanlığı nezdinde gündeme geldi.
1943
Ermeni asıllı Berç Türker Keresteci, Afyonkarahisar milletvekili oldu.
1957
Mığırdıç Şellefyan, 27 Ekim seçimlerinde, Demokrat Parti listesinden İstanbul milletvekili seçildi.
1964
(24 Aralık) Kıbrıs Dışişleri Bakanı Kipriyanu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde “Ermeni Meselesini” ortaya atarak Türkiye aleyhine karar çıkarmaya çalıştı.
1965
(24 Nisan) Brezilya’nın Sao Paulo kentinde, Ermeniler tarafından Türkiye aleyhine gösteri düzenlendi.
1969
(24 Nisan) Londra’da, Türk Elçiliği önünde Ermeniler tarafından gösteri yürüyüşü tertip edildi.
1973
(27 Ocak) Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir, Mığırdıç Yanıkyan adlı Ermeni tarafından katledildi.
1975
(20 Ocak) ASALA (Gizli Ermeni Kurtuluş Ordusu) örgütü kuruldu. (22 Ekim) Viyana’da, Büyükelçi Daniş Tunalıgil katledildi.
(24 Ekim) Paris’te, Büyükelçi İsmail Erez ile polis Talip Yener katledildi.
1976
(16 Şubat) Beyrut Büyükelçiliği Birinci Kâtibi Oktay Cerit katledildi. (28 Mayıs) Zürih Çalışma Ateşeliği Bürosu bombalandı. Saldırının faili olduğu anlaşılan Noubar Soufoyan adlı bir Ermeni yakalandı, yargılandı ve suçu sabit görülerek 15 ay hapis cezasına çarptırıldı.
1977
(29 Mayıs) İstanbul Yeşilköy Havaalanı’na ve Sirkeci garına patlayıcı madde atıldı, saldırıda 4 kişi öldü ve 31 kişi yaralandı. Saldırıları “Aşırı Ermeni Hareketleri Örgütü” üstlendi. (9 Haziran) Vatikan Büyükelçisi Taha Carım katledildi.
1978
(3 Ocak) Brüksel Büyükelçiliği’ne patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı “Ermeni Yeni Direniş Örgütü” üstlendi. (3 Ocak) Londra’daki Türk bankasına patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı “Ermeni Yeni Direniş Örgütü” üstlendi.
(2 Haziran) Madrit’te, Büyükelçi Zeki Kunaralp’ın eşi Necla Kunaralp ve emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu katledildi.
(8 Temmuz) Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşeliği ve Türkiye Turizm Bürosuna patlayıcı maddeler atıldı. Saldırıyı “Ermeni Soykırım Adalet Komandoları” üstlendi.
(6 Aralık) Cenevre Başkonsolosluğu’na patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı “Ermeni Yeni Direniş Örgütü” üstlendi.
(17 Aralık) THY Cenevre Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı “Ermeni Gizli Kurtuluş Örgütü (ASALA)” üstlendi.
1979
(15 Nisan) Yunan Hükümeti, Atina’nın Nea Simirna meydanında “‘Ermeni İntikam Anıtı”nın dikilmesine izin verdi. (22 Ağustos) Cenevre Başkonsolosluğu’nda Konsolos Yardımcısı Niyazi Adalı’ya karşı suikast düzenlendi. Saldırıda 3 kişi yaralandı. Saldırıyı ASALA üstlendi.
(27 Ağustos) THY Frankfurt Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı ASALA üstlendi.
(4 Ekim) THY Kopenhag Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı ASALA üstlendi.
(12 Ekim) Lahey’de, Amsterdam Büyükelçisi Özdemir Benler’in oğlu Ahmet Benler katledildi.
(22 Aralık) Paris’te Turizm Müşaviri Yılmaz Çopan katledildi.
1980
(10 Ocak) ASALA, THY Tahran Bürosuna bombalı saldırıda bulundu. (6 Şubat) Büyükelçi Doğan Türkmen, Bern’de saldırı sonucu yaralandı.
(10 Mart) Ermeni teröristler THY’nın Roma Bürosunu bombaladılar. Saldırıda 2 İtalyan hayatını kaybetti, 14 İtalyan da yaralandı.
(8 Nisan) ASALA, Sayda toplantısında, Kürtlerle Ermeniler arasında benzerlik olduğunu iddia ederek Kürtleri kan kardeşi olarak ilân etti.
(17 Nisan) Vatikan Büyükelçisi Vecdi Türel silahlı saldırıya uğradı. Koruma görevlisi Tahsin Güvenç yaralandı.
(19 Nisan) ASALA, Marsilya Türk Konsolosluğu’na roketatarlı saldırı düzenledi.
(31 Temmuz) Atina İdari Ateşemiz Galip Özmen ve kızı Neslihan Özmen acımasızca katledildi.
(5 Ağustos) Lyon’da, Ermeniler tarafından konsolosluğun basılması sonucu Kadir Atılgan, Ramazan Sefer, Kavas Bozdağ ve Hüseyin Toprak adlı vatandaşlar yaralandı.
(26 Eylül) Paris’te, Basın Ataşemiz Selçuk Bakkalbaşı silahlı saldırıya uğradı ve ağır yaralandı.
(10 Kasım) ASALA örgütü, Strasburg Türk Konsolosluğu’na bir saldırı düzenledi.
(17 Aralık) Sidney Başkonsolosu Şarık Arıkyan ile koruma polisi Engin Sever katledildi.
1981
(13 Ocak) Paris Büyükelçiliği Maliye Müşaviri Ahmet Erbeyli’nin arabasına bomba konuldu; Erbeyli ölümden döndü. (4 Mart) Paris’te Çalışma Müşaviri Reşat Moralı ile din görevlisi Tecelli Arı şehit edildi.
(3 Nisan) Kopenhag’da, Çalışma Müşaviri Cavit Demir, evine giderken Ermeni teröristlerce kurşunlandı ve ağır şekilde yaralandı.
(9 Haziran) Cenevre’de, sözleşmeli sekreter olarak görev yapan Mehmet S. Yergüz katledildi. Olayı ASALA üstlendi.
(24 Eylül) Paris Başkonsolosluğu’nu basan Ermeniler, güvenlik görevlisi Cemal Özen’i acımasızca katlettiler.
(3 Ekim) Roma Büyükelçiliği 2. Katibi Gökberk Ergenekon, Ermeni teröristlerin silahlı saldırısına uğradı ve ağır yaralanarak saldırıdan kurtuldu.
(27 Kasım) Avrupa’da bulunan “Ermeni Öğrenciler Birliği” ile “‘Kürt Öğrenci Derneği”, Londra’da ortak bildiri yayınladılar.
1982
(28 Ocak) Los Angeles’da, Başkonsolos Kemal Arıkan, Harry Sasunyan ve Kirkor Saliba tarafından katledildi. (8 Nisan) Ottowa Büyükelçiliği Ticari Müşaviri Kemalettin Kâni Güngör silahlı saldırı sonucu yaralandı.
(5 Mayıs) ABD’nin Boston Bölgesi Fahri Konsolosu Okan Gündüz katledildi.
(7 Haziran) Lizbon Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut Akbay katledildi. Bu arada, Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Atilla Altıkat, Bulgaristan Burgaz Başkonsolosluğu İdari Ataşesi Bora Süelkan ve Lizbon Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Yurtsev Mıhçıoğlu’nun eşi Cahide Mıhçıoğlu da silahlı saldırıya uğradılar. Türkiye’nin Kanada Büyükelçiliği görevinde bulunan Coşkun Kırca da, silahlı saldırıya uğradı.
(7 Ağustos) 3 Ermeni terörist, Ankara Esenboğa Havalanına silahlı, bombalı saldırı düzenlediler ve katliam yaptılar. Otomatik silahlarla ve bombalarla orada bulunanlara saldıran teröristler, 3′ü emniyet görevlisi olan toplam 9 kişiyi öldürdüler ve 78 kişiyi yaraladılar. Levon Ekmekçiyan isimli terörist yakalandı
. (10 Ağustos) Artin Penik adlı Ermeni, Esenboğa katliamından duyduğu üzüntüyü dile getirerek, kendini yakmak suretiyle Ermeni terörünü lânetledi.
1983
(29 Ocak) Levon Ekmekçiyan, 1982 yılı Esenboğa baskını nedeniyle Ankara’da idam edildi. Harut Levonyan ve Rafi Elbekyan adlı iki Ermeni militan tarafından Türkiye’nin Yugoslavya Büyükelçisi’ne düzenlenen suikast sırasında, yoldan geçen bir Belgrad’lı öldü.
(15 Temmuz) ASALA mensubu teröristler, Paris Orly Havalimanı THY Bürosuna bombalı saldırı düzenledi. Olayda, 4′ü Fransız, 2′si Türk, 1′i ABD’li ve 1′i İsveç’li olmak üzere toplam 8 kişi hayatını kaybetti. 60 kişi de yaralandı.
(27 Temmuz) Türkiye’nin Lizbon Büyükelçiliği’ni basan 5 Ermeni ölü olarak ele geçirildi.
1985
(12 Mart) Ottowa Büyükelçiliği, silahlı, bombalı 3 Ermeni terörist tarafından basıldı. Kanada’lı koruma görevlilerinden biri vurulup öldürüldü. Büyükelçi Coşkun Kırca yaralı olarak kurtuldu.
1991
(21 Ocak) Ermeniler, Hacılar kentine bombalı saldırı düzenledi. Saldırıda 3 Sovyet askeri ile 2 Azeri öldü. Ermeniler ayrıca, Azerbaycan’ın Sesi gazetesi muhabiri Savâtin Askerova’yı katletti. (13 Nisan) Karabağ’da, Ermeniler ile Azeriler arasında çatışmalar çıktı. Azeri köyleri Ermeniler tarafından top ateşine tutuldu.
(23 Nisan) Suşa kasabasına bağlı Azeri köyleri, Ermeni köylerinden açılan top ve makineli tüfek ateşine maruz kaldı. Olayda 3 Azeri öldü, 3 ev yıkıldı, 3 ev de oturulamaz hale geldi.
(26 Nisan) Karabağ bölgesinde 4 Azeri güvenlik görevlisi öldürüldü. Olayı “Karabağ Savaşçıları” adlı Ermeni örgütü üstlendi.
(23 Eylül) Ermenistan bağımsızlığını ilan etti. (26 Aralık) Sovyetler Birliği dağıldı. 23 Eylül’de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan fiilen ve hukuken bağımsız oldu.
1996
Levon Ter-Petrosyan, ikinci defa Ermenistan Devlet Başkanı seçildi.
1997
(20 Mart) Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, Ermenistan Başbakanı oldu. (20 Aralık) Ermeniler, Surp Agop Hastanesi’nin 160. yıldönümünü yılbaşı şöleniyle birlikte kutladılar.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 1997 Sedat Simavi Ödülü’nü gazetecilik dalında Garbis Özatay’a verdi.
1998
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Jamanak gazetesinin 90. kuruluş yıldönümü vesilesiyle, gazetenin editörü Ara Koçunyan’ı Cumhurbaşkanlığı köşkünde kabul etti. (Şubat) Ermenistan Devlet Başkanı Levon Ter-Petrosyan istifa etti. Böylece Robert Koçaryan’a liderlik yolu açıldı. Petrosyan, Karabağ’da barış istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisini çekmişti.
(Şubat) Petrosyan’ın istifasını değerlendiren Azerbaycan Halk Cephesi Başkanı Elçibey, Koçaryan’ın geçmişte Rusları arkasına alarak Karabağ’da Azerbaycan’a karşı ayaklandığını bildirdi.
(30 Mart) Koçaryan, Ermenistan Devlet Başkanlığı’na seçildi.
(Temmuz) Bölücü örgüt PKK’nın başı Abdullah Öcalan, Ermenistan yönetiminden, örgüte özel köy tahsis edilmesini istedi.
(14 Ekim) Mesrob Mutafyan, Türkiye Ermenileri 84. Patriği seçildi.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.