ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Genel Konular (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=324)
-   -   Hz. Muhammed'in İlme Verdiği Önem (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=71583)

KRDNZ 04-22-2009 11:45 AM

Hz. Muhammed'in İlme Verdiği Önem
 
Hz. Muhammed’den önce cahiliye hayatı yaşayan Arapların hayatları Hz. Muhammed’in gelmesiyle birlikte kökten değişmiştir.Bu değişimin en önemli etkeni vahiy ve Hz. Muhammed’in sünnetidir.Hz. Muhammed’den önce koyu bir bağnazlıkla yaşayan Araplar Hz. Muhammed’in açtığı çığırda bilimin büyük temsilcileri haline gelmişlerdir.İslam dünyasında bilim konusunu incelerken öncelikli gereken şey Hz. Muhammed’in bilime, bilgiye karşı olan tutumuna ve vahye bakmaktır.
Aslında burada inceleyebileceğimiz çok sayıda hadis ve ayet vardır.Ancak biz birkaçına bakalım:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku, insana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir." (Alak,1-5)
"…De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler." (Zümer Suresi, 9)
“(Ey Muhammed) de ki: Rabbim, benim ilmimi artır." (Taha, 114)
"Allah’ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi? Böylece Biz onunla, renkleri değişik olan meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı renkleri değişik ve siyah yollar (kıldık).

İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah’tan ancak alim olanlar ’içleri titreyerek- korkar’. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır." (Fatır Suresi, 27-28)

"Allâh, pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır." (Yûnûs-100)
“Hikmet ve ilim müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır." (Tirmizî, İlm, 19)"İlim Çin’de (Çin gibi uzak bir yerde) de olsa alınız." (Suyûti,Feyzu’l-Kadir, c. 1, s. 542)
"Ya Öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen , ya da ilmi seven ol. Fakat sakın beşincisi olma (yani bunların dışında kalma) helâk olursun" (Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevaid, c. 1, s. 122)
“Allah Teâlâ kıyamet günü kulları diriltir. Sonra alimleri ayırır ve onlara şöyle hitap eder. "Ey alimler topluluğu, ben ilmi, size azap etmek için vermedim, sizi bağışladım, cennete giriniz." (Mecmeu’z-Zevaid ve Menbeu’l-Fevaid, c. l, s. 126)
Bu ayet ve hadislerin haricinde Hz. Muhammed’in kurdurduğu camiler,mescidler,küttablar,suffe,daru’l kurra,gibi kurumlar bilimsel atılımda çok önemli görevler almıştır.Bu konuda Alman Goethe Üniversitesi Arap-İslam Bilim Tarihi Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Fuat Sezgin’in konuyla ilgili olarak verdiği bilgiler, Müslümanların bilimsel alanda kaydettikleri bu büyük atılımı yansıtması açısından oldukça önemlidir:"İslam dini sadece bu ilimleri hiçbir medeniyette tanımadığım bir şekilde geliştirdi ve zirveye çıkardı. Himaye etti... Din ilimi teşvik ediyordu, asla baltalamıyordu. En büyük alimlerin doğal ilimler sahasındaki kitaplarını okuduğumuz zaman bakıyoruz "bismillah" ile başlıyor, "elhamdülillah" ile bitiyor. Modern bir bilim adamı nasıl çalışıyorsa onlar da öyle çalışıyorlardı. Bu şartlar altında Müslüman dünyada ilim büyük bir gelişme gösterdi"

KRDNZ 04-22-2009 11:47 AM

Bedir Savaşında Esirlerin Serbest Bırakılması
 
Hz. Muhammed her şeyden önce esirlere iyi davranılmasını emretmiştir. Onlardan sadece ikisini, Ukbe b. Ebû Muayt ile Nadr b. Hâris’i, vaktiyle kendisine ve Müslümanlara yaptıkları ağır işkencelere karşılık olarak ölüme mahkum etmiştir. Diğer esirlere yapılacak muamele konusunda sahâbîlerin görüşlerine başvurmuştur. Hz. Ömer ve Sa’d b. Muâz gibi bazı sahâbîler bunların en yakın akrabaları tarafından öldürülmesini teklif etmişler, Hz. Ebû Bekir ise fidye karşılığında serbest bırakılmalarını önermiştir. Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir’in görüşünü benimseyerek esirlerin malî durumlarına göre bin ilâ dört bin dirhem fidye ödemelerini şart koşmuştur. Esirler arasında Hz. Peygamber’in amcası Abbas, diğer amcalarının oğulları Akîl ve Nevfel de bulunuyordu. Fidye ödenmesi konusunda bunlarherhangi bir ayrıcalık tanınmamıştır. Bazı esirlerin karşılıksız olarak, okur-yazar olanların ise on Müslümana okuma yazma öğretmeleri şartıyla serbest bırakılmalarına karar verilmiştir

KRDNZ 04-22-2009 11:48 AM

Dârü`l-Erkâm
 
Miladi 615 yılında müşriklerin müslümanlar üzerindeki baskıları gün geçtikçe artıyordu.Hz.Muhammed emin bir yer aradı ve tespit etti. Saf`a Tepesinin doğusunda dar bir sokak içinde bulunan ilk Müslüman Erkâm bin Ebi`l-Erkâm bin Esed`in evi. Bu ev giriş çıkışlar için elverişli, etraftan gelen gidenlerin kolayca kontrol edilebileceği emîn bir yerdi.Artık, Hz. Muhammed burada öğretmen, ilk müslümanlar da öğrenci idiler.Mekke döneminin ilk yıllarında Dârü`l-Erkâm bir eğitim-öğretim merkezi olarak kullanılmıştır.Burada Kuran ayetleri okunuyor,yazılıyor,dini bilgiler öğretilip bunların pratikleri yapılyordu. Böylelikle Dârü`l-Erkâmı, Hz. Muhammed’in hocalığını yaptığı ilk medrese, ilk İslâm üniversitesi saymak mümkündür.
Hazret-i Ömer`in, İslâmla şereflenmesine kadar, Resûl-i Ekrem, İslâmı öğretme ve anlatma vazifesini burada yürüttü. Başta Hazret-i Ömer olmak üzere bir çok kimse bu evde Müslüman olma şerefine erdiler.
Dârü`l-Erkâmı Erkâm bin Ebî`l-Erkâm Hazretleri, hiç satılmamak ve tevarüs olunmamak şartıyla vekil olarak oğluna bırakmıştır.

İslâm tarihinde büyük ehemmiyeti hâiz bulunan bu ev, bugün Kâbe karşısında, "Dârü`l-Hayzûran" adıyla anılmakta ve dinî bir okula tahsis edilmiş bulunmaktadır

KRDNZ 04-22-2009 11:49 AM

Hz. Muhammedin Yeniliklere Açık Oluşu
 
Yenilik, ilerleme, gelişme ve dinamizm, insanlığa mutluluk getiren adımlardır. Hz. Muhammed’in mesajı, herşeyden evvel geldiği çağda dinî, sosyal, ekonomik, ahlâkî ve kültürel düzenlemeler açısından muazzam bir yenilikti. Dolayısıyla onun Peygamberlik döneminin tamamı yeniliklerle doludur. Yalnız şu var ki, o bu yenilikleri gerçekleştirirken o güne kadar insanlığın ürettiği, vahye aykırı olmayan, akla ve insan yaratılışına uygun olan iyi uygulamaları, yani "ma’ruf"u yıkmamıştır. Çünkü Hz. Muhammed’in gayesi toplumun değerlerini ne olursa olsun altüst etmek değil, her alandaki bozuklukları düzeltmekti. Fakat bu ıslah faaliyetleri esnasında da düşündüğü ve uygulamayı planladığı bir hususta daha uygun bir alternatifle karşılaştığı zaman onu reddetme yoluna gitmemiş, aksine uygun gördüğü takdirde derhal uygulama alanına koymuştur. Esasında istişare müessesesine de bu noktadan bakılmalıdır. Onun istişareye verdiği değer de bir bakıma fikir üretmeye ve çok sesliliğe önem verdiğini, makul gördüğü takdirde yeni düşünceleri kabule ve tatbik etmeye hazır olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber’in hayatında yeniliklere açık olduğunu gösteren çok sayıda örnek mevcuttur. Bunlardan birkaç örnek verebiliriz. Mescid-i Nebevî önceleri yatsı ve sabah namazı vakitlerinde hurma dalları ve yaprakları yakılarak aydınlatılıyordu. Hicretin dokuzuncu yılında Temîm heyeti ile birlikte Medine’ye gelen ve yanında birkaç kandil ile fitil ve yağ getiren Temîm ed-Dârî, bir cuma gecesi hizmetçisine Mescid’de kandilleri direklere astırarak yaktırır. Hz. Peygamber Mescid’e gelince bunları kimin yaktığını sorar. Temîm ed-Dârî’nin yaptığını öğrenince ona şunları söyler: "Sen İslâm’ı nurlandırdın. İslâm’ın mescidini süsledin. Allah da seni dünyada ve ahirette nurlandırsın". Bu olay Hz. Peygamber’i o derece etkiler ki, Temîm ed-Dârî’ye kandilleri asan hizmetçinin adını sorar. Fetih olduğunu öğrenince onun adını Sirâc (kandil) olarak değiştirir. Sahâbe arasında yer alan Sirâc, Mescid-i Nebevî’yi aydınlatma ve isim değiştirme olayını bizzat kendisi anlatmıştır.
Hz. Peygamber’in yeniliklere açık olduğunun bir göstergesi de savaş alanında bir yabancı milletin tekniğini kabul etmesidir. Hendek Savaşı’nda şehri savunmak için İranlıların savunma tekniğini kabul ettiği ve Selmân-ı Fârisî’nin teklifi üzerine şehrin çevresine hendek kazıldığı kaynaklarda kaydedilmektedir. Yine Taif kuşatmasında İran’da mancınık kullanıldığını bildiren Selmân-ı Fârisî’nin teklifi üzerine mancınık kullanmaya karar vermiş ve ona mancınık yaptırmıştır. Yezîd b. Zem’a, Tufeyl b. Amr ve Hâlid b. Saîd gibi şahısların da mancınık getirdikleri ve adı geçen kuşatmada kullanıldığı kaynaklarımızda kayıtlıdır. Bütün bu örnekler, Hz. Peygamber’in insan aklının ürettiği yenilikleri benimsediğini ve daha da geliştirilmesini teşvik ettiğini göstermek

KRDNZ 04-22-2009 11:49 AM

Mescid-i Nebevi Haricindeki Mescidler
 
Hz.Muhammed, Mescid-i Nebevî’ye ilim öğrenmek için gelenleri, Allah yolunda mücâhede edenlerle bir tutmuştur. Kısa süre sonra Mescid-i Nebevî ve Suffe ihtiyacı karşılayamaz duruma gelince Medine’de yeni eğitim mekanları faaliyete geçirilmiştir. Kaynaklar, onun sağlığında Mescid-i Nebevî’nin dışında Medine’de dokuz mescid daha bulunduğunu nakletmektedirler. Bu mescidlerde Hz. Peygamber sohbet yaptığı, namaz kılındığı gibi eğitim-öğretim faaliyetlerinin yürütüldüğü de muhakkaktır.
Bunların çoğu kabile adları ile, bazıları da bulundukları mekanın adıyla anılırlar. İki Kıbleli Mescid (Mescidü’l-Kıbleteyn) gibi, bazı olaylar sebebiyle değişik isim alanlar da mevcuttur.İki kıbleli mescidin dışında, Evs kabilesinin Benî Abdüleşhel kolu tarafından inşa edilen “Benî Abdüleşhel Mescidi”, yine Evs’in bir kolu olan Benî Hârise’ye ait “Benî Hârise Mescidi”, Benî Zurayk, Benî Amr b. Mebzûl, Benî Sâide, Benî Ubeyd, Râtic, Gıfâr, Eslem, Cüheyne, Benî Mâzin, Benî Adiy, Benî Beyâza, Beni’l-Hâris, Benî Harâm, Benî Vâkıf... gibi mescidler Medine’de Hz. Peygamber döneminde mevcut olan mescitlerdir.Bunlardan başka Medine dışında, Cuvâsâ, Beni’l-Mustalik, Benî Sa’d b. Bekir, Benî Cezîme, Becîle mescidleri vardı. Tâif ve Yemâme’de de mescidler bulunuyordu. Ayrıca askerî seferler esnasında inşa edilen pekçok mescidin isimleri kaynaklarda yer almaktadır

KRDNZ 04-22-2009 11:50 AM

Suffe
 
Hz. Peygamber Medine’ye hicretinden sonra bir mescit inşa ettirmiştir. Yapılan bu mescit hem müslümanların toplanıp ibadet ettikleri, hem de önemli konuları görüştükleri bir merkez olmasının yanı sıra, aynı zamanda eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yapıldığı suffeyi ve Hz. Muhammed’in kalacaği evi de içinde bulunduran çok yönlü bir külliye şeklindedir.
Suffe, mescide bitişik üstü hurma dallarıyla örtülü, etrafı açık olan, kendilerine Ehl-i Suffe adı verilen fakir, kimsesiz, evi olmayan müslümanların kaldıkları ve eğitim gördükleri yerdir.Suffa denilen bu yerde vaaz, nasihat ile birlikte başta Kuran’a ait olmak üzere eğitim ve öğretim yapılıyordu. Suffa İslam’ın temel unsurlarını öğrenmek için, burada kalan öğrencilerle birlikte dışardan gelenlere ve misafirlere de yatakhane görevi yapmaktaydı.Buradan hareketle suffenin İslamda ilk yatılı mektep ya da İslami eğitim öğretim müesseselerinin ilk çekirdeğini oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Hz Muhammed günün belli vakitlerinde mescit içerisinde bulunarak etrafında halkalaşan müslümanlara gerekli gördügü bilgileri aktarıyor, aynı zamanda onların getirmiş oldukları dini meselelere cevaplar veriyordu. Böylelikle bu eğitim faaliyetleriyle öncelikle indirilen ayetlerin öğretilmesi,onlarin tefsir edilmesi ve Hz. Peygamberin sözleri daha sonraki devirlerde İslami ilimlerin kaynağını oluşturmuştur.
Suffede kalanlar genelde kendilerini dine ve ilme vermiş kişiler olması hasebiyle Hz.Muhammed derslerinde daima hazir bulunmuşlar, diger boş vakitlerini de ibadetle geçirmişlerdir. Bunlar arasında su ve odun taşima gibi işlerle geçimlerini sağlayanlar olmakla birlikte çoğunlugu Medinelilerin yardımlariyla geçinmişlerdir.Suffada kalan ve İslamî eğitimi alan bu öğrenciler arasından taşraya ve yeni müslüman olmuş yerlere öğretmen gönderilmiştir. Hz. Muhammed zaruri öğretim ihtiyacını karşılamak üzere bu öğrenciler arasından öğretmenler seçerek onlari Islam’ı öğretmekle görevlendirmiştir.Suffede bulunan öğrencilerin sayısının kimi zaman dört yüze ulaştığı oluyordu.Muallim yetişmeyince yazı öğretmek için müşriklerden de faydalanıyorlardı.İslam’a yeni girmis kabileler de seçmis olduklari temsilcileri Hz. Muhammed’e göndererek ondan Islam dinini ögrenmelerini istemislerdir. Böylelikle Suffe ayni zamanda ögretici yetistiren kurum görevini görmüstür.
Suffe’de Hz. Peygamber’in dışında okuma-yazma ve Kur’an öğretmek üzere öğretmenler de görev yapıyordu. Ubâde b. Sâmit bunlardan biridir. Burada toplanan öğrenciler esas itibarıyla kendilerini Kur’an öğrenimine vakfetmişlerdi; Kur’an âyetlerini aralarında müzakere ederler ve geceleri ilim tahsili ile meşgul olurlardı. Bu sebeple bunlardan yetmiş kişiye “kurrâ” adı verilmiştir. Hz. Peygamber Medine dışına irşad ve İslâm’ı anlatmak için bir kimse veya ekip göndereceği zaman Suffe Ashabı arasından seçerdi. Bunlardan orduya katılanlar, diplomatik faaliyetlerde görevlendirilenler ve müezzinlik yapanlar da vardı.

KRDNZ 04-22-2009 11:51 AM

Tıbb-ı Nebevi
 
Tarih boyunca insanla birlikte hastalık da bulunmuş ve bununla mücadele için tıp ilmi gelişmiştir. Cahiliye döneminde Hicaz’da Hâris b. Kelede gibi İran’da tahsil yapmış tabipler bulunmakla beraber, Araplar arasında yanlış ve bâtıl tıbbî telakkiler çok yaygındı. Mesela yılan sokmuş bir kimseyi zehirin vücuda yayılmaması için uyutmazlar; üstüne başına ziller takarlardı. Şaşılığı, hastayı değirmen taşına baktırarak tedavi etmeye çalışırlardı. Vebadan korunmak için merkep gibi anırırlar, hastaları kâhinlere götürürler, büyü yaparlardı. Tapınaklara kurban keserler ve bu suretle hastaların vücuduna girmiş şeytanların çıkacağına inanırlardı...
Hz. Peygamber bu tür yanlış, bâtıl ve değeri olmayan, hurafelere dayalı anlayış ve tedavi usullerini kaldırdı. Tıbba yeni bir anlayış getirdi. Her hastalığın bir çaresi olduğunu bildirerek, tedavi yollarının araştırılmasını teşvik etmiştir. Tabip olmayanların hasta tedavi etmeleri halinde, hastaların uğrayacağı zararın onlara ödetilmesi gerektiğini bildirmiştir. Hasta olunduğunda uzman (hâzık) hekime müracaat etmeyi ve cahil tabiplerden yüz çevirmeyi tavsiye etmiştir. Bulaşıcı hastalıklara karşı korunmak, salgın hastalık bulunan mahalle girmemek, bu tür hastalığın bulunduğu yerden dışarı çıkmamak, vücut, el ve diş temizliğine dikkat etmek, ki, vefat etmeden önceki hastalığı esnasında bile diş temizliğine önem vermiş ve misvak kullanmayı ihmal etmemiştir,yiyecek ve çevre temizliğine önem vermek, yiyecek ve içeceklerde orta yolu korumak; yemekten önce ve sonra elleri yıkamak; hastalanınca tedavi olmak, hastalara çeşitli tedavi usulleri tarif ederek bir ilaç telakkisi oluşturmak, ilaç kullanmak, kan aldırmak... gibi hususlar Hz. Peygamber’in uyguladığı koruyucu ve tedavi edici tıbbî metodlardır.
Hz. Peygamber’in tıbba dair hadislerinin bir kısmı genel tıp konularına, bir kısmı koruyucu hekimliğe ve diğer bir kısmı da tedavi etmeye dair ilaç tariflerinden ibarettir. Bu hadislerin çoğu, o dönemde Arap Yarımadası’ndaki yanlış tıbbî uygulamaları düzeltmek ve tıbba yeni bir hüviyet kazandırmak gibi önemli bir rol oynamıştır. Ortaçağa hakim olan bir İslâm tıbbının doğmasına zemin teşkil etmiştir. Ebû Bekir Râzî ve İbn Sînâ ile bunlardan sonra gelen meşhur tabiplerin bilimsel açıklamalarının en başta gelen kaynakları Kur’an-ı Kerim’in tıp ile alakalı ayetleri ile Hz. Peygamber’in aynı konudaki hadisleridir.
Hz.Peygamber(s.a.s.)’in sağlık politikası ve konuya gösterdiği ihtimam, İslâm toplumunda tıbbın gelişmesinin en önemli âmili olmuştur. Tabip olarak adlandırılan pek çok âlime rastlamaktayız. İslâm tıp tarihi en geniş araştırma alanlarından biri olabilir. Ne­bevî tıp ile ilgili hadisler, daha başlangıçtan itibaren bütün âlimlerin, özellikle muhaddislerin dikkatini çekmiştir. Onlar, bu konudaki rivayetleri toplayıp tasnif etmeye özel bir gayret göstermişlerdir. Kütüb-i Sitte olarak bilinen altı meşhur hadis kitabının müellifleri arasında Tıbb-ı Nebevî’ye müstakil kitap veya bablar ayıranlar vardır. Buhârî, meşhur eserinde "Kitâbu’t-tıb" ve "Kitabu’l-merdâ" başlığı altında iki müstakil bölüm meydana getirmiştir. Ebu Dâvud "Kitabu’t-tıb’"ı ayrıca teşekkül ettirmiştir Tirmizî, aynı zamanda Cami’ olarak adlandırılan eserinde tıp bölümüne yer vermiştir . İbn Mace de eserinde tıp konularından müstağni kalmamıştır. İmam Müslim ve Nesâî gibi müellifler, tıp konusuna müstakil bir kitap veya bâb ayırmamışlarsa da, tıpla ilgili hadislere çeşitli vesilelerle yer vermişlerdir.
Yine ilk dönem eserlerinden olan müsnedlerde tıp ile ilgili rivayetler -bu eserlerin karakteri icabı- dağınık bir şekilde yer almaktadır. Meselâ, Ebu Dâvud Tayalisî (204/819)’nin Müsned’inin müretteb şeklinde tıp kitabı müstakil bir bölüm halindedir. Ahmed b.Hanbel (240/854)’in Müsned’i de pek çok tıbbî hadis ihtiva eder. Kütüb-i-Sitte öncesi dönemin eserlerinden olan İmam Malik (179/795)’in Muvattaı ve Abdurrezzak b.Hemmam (210/825)’ın Musannef’inde tıbbî konuları ihtiva eden pek çok hadis ile, dağınık da olsa ilgili bablara rastlama imkânına sahibiz.

Daha sonraki dönemlerde meydana geti­rilen hadis kitaplarında da tıp konusunun ihmal edilmediğini görmekteyiz. Bagavî (516/1122)’ nin Şerhus-Sünne’sinde Kitabu’t-tıp müstakil bir bölüm halindedir. İbnu’1-Esîr (606/1209), hacimli eseri Câmi’u’l-Usul’de Kitabu’t-tıbba yer vermiştir. Heysemî (807/1404)’nin Mecmau’z-zevâid’inde, Kitabu’t-tıp yer almaktadır . Yine bir zevâid kitabı olan İbn Hacer Askalânî (852/1448)’nin Metâlibu’l-âliye isimli eserinde Kitabu’t-tıp müstakil bir yer tutar(26). Nihayet, daha da muahhar bir dönemin eseri olan Kenzu’l-l Ummâl’de, Kitabu’t-tıbba ayrılan bölümlerde müellif 508 hadisi bir araya getirmiş bulunmaktadır

siLveRghoSt 04-28-2009 11:30 AM

Cevap : Hz. Muhammed'in İlme Verdiği Önem
 
şimdiki insanlar maalesef dinimizle bilimi ayrı tutuyorlar fakat dinimiz hep bilimi teşvik etmiştir.
paylaşımınız için teşekkürler.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.