![]() |
Şeker Hastalığının Zararları (DİYABET)
Şeker Hastalığının Zararları (DİYABET)
Şeker Hastalığının Zararları, Kan Damarları Üzerindeki Etkileri Vücudumuzun şeker hastalığından en çok zarar gören bölümleri, damarlar, özellikle de atardamarlardır. Şeker hastalarının en az yarısında, atardamarların duvarları kalınlaşmıştır. Bunun nedeni, bir şeker hastasının yaşamı boyunca süregiden yüksek yağ asidi düzeyleri ile alçak kan şekeri düzeyleri arasındaki değişkenliktir. Bu iki önemli düzey arasındaki değişkenliği engellemenin, dolayısıyla damar sağlığını da olabildiğince korumanın tek ve en etkin yolu da şeker kontrolünü düzenli bir biçimde sürdürmektir. İncelemeler göstermiştir ki, iyi kontrol edilen şeker hastalıkları, kötü kontrol edilenler kadar tahribat yapmamaktadır. Eğer atardamarlar kalınlaşmış ve bunun sonucu olarak da sertleşmişse, ayrıca buna bir de yaşlılık eklenmişse, dolaşım yetersizliğinden kaynaklanan sorunlar da kapıda demektir. Kalp ve damar ağrıları ile "koroner trombosis" denilen kalp krizleri, şeker hastalarında çok rastlanılan şikayetlerdir Bu tehlikeler nedeniyle, şeker hastası, sık sık tansiyonunu ölçtürmeli, vücut ağırlığını dengede tutarak aşırı kilo almanın önüne geçmelidir. Yaşlı hastalarda, kollar ve bacaklardaki kan dolaşımı azalacağından, daha çok ve daha kolay üşüdükleri gözlemlenir. Yaşlı hastaların ayak bakımları da uzman kişilerce yapılmalıdır. Zira eğer tırnakları kesilirken bir yaralanma olursa, hem mikrop kapma olasılığı çok yüksektir, hem de bu yaranın kapanması çok zordur. Aslında ayaklarda meydana gelebilecek tüm yaralar, örneğin ayakkabı vurukları, hem zor tedavi edilirler, hem de mikrop kapmaya son derece müsaittirler. Ender de olsa, iyice kötüleşen bazı ayak yaraları, kangrenle sonuçlanır ki, bu da ayağın kesilmesi demektir. Böyle bir durumu engellemenin tek çaresi ise ayak bakımında son derece dikkatli olmaktır. Şeker hastalarının bir şansızlığı da şudur: Atar-damarlardaki tahribat ilerledikçe, bundan en çok gözün arka kısmındaki retina tabakasındaki küçük kan damarları etkilenir. Tıp dilinde "Diyabetik retinopati" dediğimiz bu olayda, iyice sertleşen kan damarları çatlar ve damarlardan retina dokusuna bazı sıvılar sızar. Retina ya da ağ tabaka, gözün ışığa duyarlı tabakası olduğundan, görme olayında büyük işlevi vardır. Ne yazık ki, diyabetik retinopati nedeniyle şeker hastalarının ağtabakaları büyük ölçüde zarar görür ve zamanla önemli boyutlara varan görüş kayıpları ortaya çıkar. Gerçi son zamanlarda, bu komplikasyonun giderilmesi için bazı gelişmeler sağlanmıştır ama, bir şeker hastası, kör olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu hiç unutmamalı, göz muayenelerini düzenli bir biçimde yaptırmalıdır. Bu hastaya, engelleyici tedavi yapılabilme olanağını sağlar. Ayrıca şeker hastalığı ne denli iyi denetlenirse, ağ tabakanın bozulma süreci de o denli yavaşlatılmış olur. Hamilelikte Böbrek Deride Şeker Hastalığı Etiketler: Seker Hastalığı (Diyabet) Şeker Hastalığı Sorunları, Yüksek Şeker Hastalığı Hamilelikte Şeker Hastalığı, Hamilelerde Şeker Hastalığı Şeker hastalığına yakalanmış bir kadın da, tıpkı normal kadınlar gibi anne olma içgüdüsüne sahiptir. Ancak, hamilelik de kendisi için hayli risklidir. Zira ana rahmindeki bebek, annenin kan şekeri ve insülin düzeylerini sürekli olarak azaltır ya da çoğaltır. Bu nedenle, hamilelik döneminde, annenin sürekli olarak doktor kontrolünde bulunması gerekir. Eğer anne hamilelik öncesinde günde bir kez uzun sürede etki gösteren insülin iğnesi yapıyorsa, bu, günde iki hatta duruma göre üç kez yapılan kısa sürede etkili, eriyebilir insülin enjeksiyonu ile değiştirilmelidir. Hamileliğinin belirli dönemlerinde, günde dört kez sidik ölçümü, iki kez de kan testi yapılmalıdır. Kadın doğum doktorları, genellikle hamile hastalarını, hamileliğin son üç ayında hastaneye yatırırlar. Bu hem, annenin hastalığını kontrol altında tutmak, hem de bebeğin normal gelişimini sağlamak açısından yararlıdır. Bazı durumlarda, iki ya da dört hafta erken doğum yaptırılması, hatta sezaryen uygulanması zorunlu olabilir. Ancak, tüm bu uygulamaların nedeni, sağlıklı bir anne ve sağlıklı bir çocuk elde edebilmek içindir. Şeker hastası olan bir kadın, koruyucu olarak doğum kontrol hapı kullanabilir. Ancak bu hap içindeki hormon dozajı, amacı sağlamaya yetecek miktardan fazla olmamalıdır. Zaten bu, şeker hastası olsun ya da olmasın, tüm kadınların dikkat etmesi gereken bir konudur. Şeker Hastalığında Bulaşıcı hastalıklar Kadın, erkek ya da çocuk, tüm şeker hastaları için en büyük tehlikelerden biri, mikrobik bir hastalığa yakalanmaktır. İster basit bir soğuk algınlığı, ister zatürree olsun, mikrobik bir hastalığa yakalanan şeker hastasının tüm dengesi bozulur. Bu tür hastalıklarda, vücudun, mikroplarla savaşabilmek için daha fazla enerjiye gereksinimi vardır. Oysa bir şeker hastasının enerji deposu, almasına izin verilen gıdalarla ve kullandığı insülinle sınırlıdır. Bu nedenle, "Üşüyene çok yedir, ateşliyi aç bırak" yöntemi, şeker hastalarına uymaz. Tüm hastalıklarda bir şeker hastasının vücudunun insüline olan gereksinimi artar. Kusma ve mide bulantısında bile, şeker hastası, günlük insülin dozajını ihmal etmemelidir. Şeker hastası, nezle, soğuk algınlığı, ateşlenme gibi rahatsızlıklara yakalandığında hipo tepkisi gösterme olasılığı hiç yoktur. Bu durumda hastayı bekleyen tek tehlike, vücudunun, yağ depolarını eritmeye başlamış olmasıdır. Zira, bunun doğal bir sonucu olarak, dolaşım sistemlerindeki keton miktarı artar ve hastalık daha da ilerler. Tüm hastalıklarda, bir şeker hastasına verilecek "altın öğüt", enjeksiyona ne olursa olsun ara vermemesi ve derhal doktor denetimi altına girmesidir. Aynı şekilde, hastalık sırasında ve sonrasında, sidik testleri düzenli biçimde sürdürülmelidir. Hastalık süresince, bu testler günde en az iki ya da üç kez yapılmalı, bulaşıcı hastalığın iyileşmesinden sonra da, hastalığın şeker hastalığı üzerinde bıraktığı izi iyice anlamak amacıyla bir hafta süreyle günde bir kez sidik testi yaparak şeker ölçülmelidir. Şeker Hastalığında Böbrekler Şeker hastalığının söz konusu olduğu her konuşmada, böbrek sözcüğü de mutlaka geçer. Sürekli olarak yüksek düzeydeki şekerle uğraşmak zorunda kalan ve böylece "hep fazla mesai" yapan böbrekler, özellikle şeker hastalığına genç yaşta yakalanmış kişilerde, zamanla büyük tahribata uğrar. Böbreklerde meydana gelen fonksiyon bozukluğunun göstergesi, sidikte protein bulunmasıdır. Bu, böbreğin artık gerektiği gibi çalışamadığını gösterir ve o noktadan itibaren bir uzman hekimin işe el koyması gerekir. Böbrek tahribatının sonucunda tansiyon yükselebilir, ya da vücutta başka bazı aksamalar ortaya çıkabilir. Tüm bu bozuklukların tıbbî tedavi görmesi zorunludur. Şeker Hastalığında Sinirler Sinirleri besleyen ince kan damarlarının, yukarıda anlatılan dolaşım bozukluğundan etkilenmeleri sonucu, sinir sisteminde de bazı bozukluklar ortaya çıkar. Bu kan damarlarından bazıları tıkanabilir, bazıları da gittikçe kalınlaşan duvarları nedeniyle sertleşebilir. Sinirsel duyarlılığın azalması sonucu, titreşimleri algılama yeteneği de azalır, özellikle yaşlı kişilerde derideki sıcaklık ya da soğukluk almaçları duyarsız hale gelir. Sigara içen yaşlı şeker hastaları (aslında içmemeleri gerekir) bazen parmaklarını yakarlar ve haberleri olmaz. Parmaklarının yanmakta olduğu kendilerine söylendiğinde de çok şaşırırlar. Bu kişiler, için en uygun ısı derecesi ılıklıktır. Ilıklık, kan damarlarının genişlemesine yol açar. Bu nedenle, yaşlı insanlar kalın ve yünlü çoraplar, uzun iç çamaşırları giyerler. Yaşlı bir şeker hastasının bacaklarını sıcak su torbası ya da termofor ile ısıtmamak gerekir. Unutulmamalıdır ki, termoforda ya da torbada meydana gelebilecek bir delinmeden dolayı, sıcaklığı duymayacakları için haberdar olamayacaklar, böylece üstlerine akan sıcak su bacaklarını yakacaktır. Yattıkları zaman elektrikli battaniye kullanmaları, otururken de dizlerinin üzerine bir battaniye örtmeleri en uygundur. Erişkin erkek şeker hastalarında cinsel yetersizlik de söz konusudur. Sinirlerin duyarsız hale gelmesi, boşalmayı engeller, hatta atardamarlarının ağır tahribata uğradığı durumlarda erkeklik organının sertleşmesi de mümkün değildir. Bu durum, tüm erkek hastalar için söz konusu olmasa bile, her an ortaya çıkabilecek bir tehlikedir. Bu bakımdan eş ve çocuk sahibi olmak isteyen erkek hastaların, ellerini çabuk tutmalarında yarar vardır. Şeker Hastalığında Deri Şeker hastalarının derileri mikrop kapmak için çok elverişlidir. Bunun nedeni, bu insanların derilerinde terleriyle birlikte bol miktarda şeker bulunmasındandır. Zira, mikroplar, bol miktarda şeker bulunan ortamları severler. Aynı şekilde, sidik içinde de şeker bulunduğundan, üreme organlarının çevresinde mantar türü deri hastalıkları çok rastlanan bir olgudur. Özellikle kadınlarda, tuvalete gittikten sonra işeme organının çevresinde kalacak birkaç damla sidik, hayli sık rastlanan iltihaplara yol açar. Deri kaşınır, ağrı verir ve kızarır. Erkeklerde de (özellikle sünnet-siz olanlarda) erkeklik organının ucunda benzer bir durumun ortaya çıktığı görülür. Atletlerin ayak tabanlarında ve tırnak aralarında da mantarlara ve iltihaplanmalara rastlanır. Bütün bunlardan kolayca anlaşılacağı gibi, bir şeker hastası, kişisel temizliğine büyük önem vermeli, özellikle tuvalete gittikten sonra işeme organlarını ve çevrelerini çok iyi temizlemelidir. Şeker Hastalığını Önlemek İçin Ne Yapılmalı Etiketler: Seker Hastalığı (Diyabet) Şeker Hastalığını Önlemek İçin Ne Yapmalı Şeker hastalığını daha başlangıç döneminde engelleyebilmek için ne yapılabilir? Aslında bu soruya karşılık olarak söylenebilecek fazla bir şey yoktur. Ama şu da bir gerçektir ki, toplumdaki şişman insanların sayısı azaltılabilirse, yaşlı ve erişkin şeker hastalarının sayısında da önemli oranda bir azalma görülecektir. İkinci Dünya Savaşı sırasında, altı yıllık bir dönem için İngiltere'de tüm besin maddeleri karneye bağlanmıştı. Hiç kimse dilediğince yiyip içemiyordu. Ve bu süre içinde, şeker hastalarının sayısında büyük bir azalma saptandı. Kuşkusuz, bunun nedeni, şeker ve karbonhidrat tüketimine konan kısıtlamadır. Şunu da akıldan çıkarmamamız gerekir: Aşırı şişmanlık —gelişmiş ülkelerde hemen herkesin yaptığı gibi, rafine edilmiş saf şekerin fazlaca tüketilmesiyle birlikte— şeker hastalığının ana nedeni değildir. Ancak bu iki olgu, ailesinden aldığı genlerle şeker hastası olmaya eğilimli kişilerde, hastalığın daha kolay ve daha çabuk ortaya çıkmasını sağlayan etkenlerdi Özellikle genç şeker hastaları, ilk günlerde, bitmez tükenmez insülin iğneleri ve kısıtlamalar nedeniyle hayatlarının altüst olduğunu düşünebilirler ve karamsarlığa kapılabilirler. Ancak, bu kişilere, iki şeyin çok iyi anlatılmasında yarar vardır. Birincisi, ilk anlarda "korkulu rüya" konumunda bulunan bazı şeyler, örneğin günlük insülin dozları, zamanla tuvalete gitmek ya da uyumak gibi bir alışkanlık haline dönüşecek ve son derece kolay yapılabilen sıradan işler olacaktır. İkincisi, şeker hastaları, yaşamaya olan bağlılıkları ve kendilerini çok iyi bir disiplin altına almaları nedeniyle, sağlıklı insanlardan çok daha başarılı olabilmektedirler. Atlantik'i kürekle aşmayı başarmış şeker hastaları vardır. Olimpiyat pistleri, şeker hastası olan birçok atletin, büyük başarılarına sahne olmuştur. Hepsi de dünya çapında birer politikacı olan Krusçev, Titö ve Mao şeker hastalığının kurbanları arasındaydı. Sanat dünyası, uzun yıllar şeker hastalığıyla birlikte yaşamayı başaran H.G. Wells gibi bir dahi yetiştirmiştir. Tüm bu kişiler, başarılarını hastalıklarını çok iyi denetlemelerine ve şeker hastalığını yeterince tanıyarak vücut dengelerini koruyabilmelerine borçludurlar. Kan Şekeri Düzeyleri Etiketler: Seker Hastalığı (Diyabet) Kan Şekeri Sorunları, Çocuklarda Yetişkinlerde Kan Şekeri Düzeyleri Şeker hastaları için, yoğun bedensel faaliyetler sonrasında ya da başka bir hastalığın ikisiyle değişen kan şekeri düzeyleri, büyük bir sorundur ve alışılagelmiş düzenin bozulmasıyla sonuçlanır. Yüksek kan şekeri tepkileri, Kan Şekeri Düzeyi Eğer şeker hastası denetimi elden kaçırırsa ve denge bozulursa ne olur? Kan şekerinin anormal bir yükselme göstermesi durumunda, kır usuz sidik ve kan ölçümleri büyük çapta olumlu olacak ve hasta, hastalığının başlangıç döneminde durduğu hislere kapılacaktır. Susuzluk, yorgunluk, bazen mide bulantısı, halsizlik ve kilo kaybı ortaya çıkacaktır. Bütün bu belirtiler, belli bir zaman sonra kendilerini gösterirler. Ancak susuzluk duygusu, sıçan bir günde, ya da hastanın aşırı terlemesi durumunda, en belirgin bir biçimde kendisini hissettirecektir Şayet susuzluk her gün kendini hissettiriyorsa ve beraberinde aşırı işeme sorununu da getirmişse, hastanın tedavisini üstlenen doktor, insülin ya da hap miktarını artırmalıdır. Ama şu hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, insülin ya da hap miktarındaki artışın mutlaka bir doktor tarafından belirlenmesi gerekir. Şeker hastalığı konusunda ne denli bilgili olursa olsun, bir hasta, artış miktarını kendiliğinden belirleyemez. Hipo tepkileri ve şeker koması Eğer kandaki şeker miktarı yükselmeyip tersine azalma göstermişse, o takdirde, hasta bayılma tehlikesiyle karşı karşıya demektir. Titremeye başlar, başı ağrır, midesinde bir boşluk hisseder. Soğuk bir ter döken hastanın yüzü bembeyaz olur. Huysuzlaşır, son derece sinirli olur. Derhal karbonhidrat bakımından zengin besinler alması gerektiği halde, bir şey yemek istemez. Hipo tepkisi sürdükçe ve kan şekeri düşmeye devam ettikçe, hastanın konuşması anlaşılmaz olur ve uykusu gelir. Sonunda bilincini yitirir ve komaya girer. Koma halinde, önce beyin hücreleri, sonra da kalp kaslarının hücreleri kan şekeri enerjisi açısından sıkıntı çekeceklerinden işlevlerini çok zor yerine getirirler ve bu yaşamın büyük ölçüde tehlikede olması demektir. Koma halini önleyebilmek için, belirtiler gösterdiği an, hastaya derhal bir miktar glikoz ya da şeker verilmelidir. Bir ya da iki çay kaşığı şekeri suda eritip hastaya içirebildiğimiz takdirde, kendisini toparlayacağını görürüz. Zihinleri böylece yerine geldikten sonra yiyecekleri bir bisküvi ya da içecekleri bir miktar süt, tamamen normale dönmelerine yetecektir. Eğer komaya girmek üzere olan bir hastaya hazırladığımız şekerli eriyiği yutturamamışsak, daha fazla zorlamak çok tehlikelidir. Böyle bir durum, şok tehlikesini artırır. Tek yapılacak şey, derhal bir ambulans çağırıp, hastayı hastaneye kaldırmaktır. Aslında en doğrusu, böyle bir olayı başlangıç durumunda engelleyebilmektir. Bir şeker hastası, sürekli olarak yanında bir ya da iki parça şeker, iki bisküvi bulundurmalıdır. Kan şekerinin düşmesinin yol açtığı belirtileri kendinde hisseder etmez, hemen bunları ağzına atarak ilk önlemi almış olur. Çocuklarda asıl tehlike, bedensel faaliyetler sırasında gösterdikleri aşırı çabadır. Her gün, düzenli olarak insülin alan bir çocuğu göz önüne alalım. Yağmurlu bir günde, bu çocuk evde oturacak, vaktini ya kitap okuyarak, ya da TV seyrederek geçirecektir. Bütün sidik ölçümlerinde, parlak portakal rengi görülecektir. Zira vücutlarındaki fazla şekeri hareketsizlik nedeniyle kullanmadıklarından kan şekerleri yüksek olacaktır. Ertesi gün, hava günlük güneşlikse, çocuk sokağa fırlayacak, bahçede arkadaşlarıyla oynayacak, bisikletine binip dolaşacak, bir an bile hareketsiz durmayacaktır. O gün yapılan ölçümlerde ise, şekere hiç rastlanmayacaktır. Zira bedensel faaliyetler sonucu tümü kullanılmıştır. Çocuk, başağrısından yakınmaya başlar, halsiz olduğunu söyler. Rengi de hayli soluktur. Annesinden durmadan yiyecek bir şeyler ister. Öyle ki, çocuk alması gereken günlük karbonhidrat miktarının dört kat üzerine çıkar. Bu durum, aileyi telaşa sürükler. Oysa telaş edilecek bir şey yoktur ve çocuğa istediği yiyeceklerin verilmesi gerekir. Bu engellenirse, hipo tepkisi meydana gelebilir. Bu İki gün arasındaki enerji tüketim farkı yüzde 400'dür. Büyük insanlarda, gün içinde enerji tüketiminde değişiklikler olabilir. Ancak, bunlar, daha az belirgindir. Alışılmamış ve düzensiz bir hareketlilik, şeker hastası için büyük tehlike demektir. Insülin ya da hapi tedavisi gören hastaların beslenme ölçütleri de bu noktada büyük önem taşır. Sakin ve hareketsiz bir yaşam sürdüren bir hastanın ne tür besinler alabileceğini, hareketli günlerde ise nelerin yenmesi gerektiğini çok iyi bilmek lâzımdır. Unutulmamalıdır ki, şeker hastalarının sözlüğündeki en önemli sözcük, "denge"dir. Bu nedenle, çocuklarında şeker hastalığı bulunan aileler, sürekli olarak yanlarında bir paket bisküvi ya da glikoz tabletleri bulundurmalıdır. Erişkin hastalarda, özellikle uzun seyahatlere çıkarken, arabalarında, ceplerinde, çantalarında, acil bir durumda kendilerine son derece gerekli olan şeker ya da bisküviyi mutlaka taşımalıdırlar. İnsüline bağımlı hastalarda, hele uzun sürede etki gösteren türden insülin kullanıyorlarsa, gece koması pek görülmez. Ama hasta, sık sık kabus görebilir, rüyalarında sık sık düştüğünü görür, çığlık çığlığa ve ter içinde uyanır. Eğer bir şeker hastası, sabah uyandığında başı ağrıyorsa ve şayet ilk yaptığı ölçümde sidiğinde hiç şeker çıkmamışsa, bu, o gece bir hipo geçirdiğinin göstergesidir. Bu nedenle, bir şeker hastası, yatağının başucundan bir bardak sütü ve birkaç bisküviyi eksik etmemeli, yatmadan önce eğer son yaptığı şeker ölçümünde hiç şeker çıkmamışsa, mutlaka bir şeyler atıştırmalıdır. Bu, uzun sürede etkili olan karbonhidratlı besinlerden yapılmış bir sandviç olabilir. Yine, bir şeker hastası hipo tepkisi gösteriyorsa —ki kimilerine göre, ilk tepkilerden sonra, ikincisi bile çok fazladır— bu denetimlerinde bir aksama olduğunu vurgular. Bu kişilerin pankreasları, faaliyetlerine tümüyle son vermemiştir. Vücutlarının gereksinimleri üzerine bazen bir miktar insülin üretirler. Böylelikle, kimi zaman bu tür şeker hastalarının vücudunda hem kendi ürettikleri insülin, hem de dışarıdan enjekte edilen insülin dolaşmaya başlar. Başka zamanlarda ise, pankreas faaliyetini yine durdurur ve vücutta yalnızca dışarıdan verilen insülin etkili olur. Bu sorunu çözebilmenin tek yolu, hastaya serbest bir rejim uygulatmak ve canının istediği şeyi, istediği an yemesini öğütlemektir. Bir çok şeker hastası, içgüdüsel olarak, kan şekerlerinin yüksek ya da düşük olduğunu anlayabilir. Bu kolaylık nedeniyle serbest beslenme rejimi rahatlıkla uygulanabilir. Belirli bir diyeti zorla uygulatmaya çalışmak, pek çok sorunu da beraberinde getirebilir. Ve hepimiz biliriz ki, yaşam kimi zaman belirli kurallar içine sıkışıp kalmaz. İnsülin Takviyesi İnsülin Tedavisi Etiketler: Seker Hastalığı (Diyabet) Enjeksiyonla insülin takviyesi, İnsülin Tedavisi, İnsülin Enjeksiyonu İnsülin tedavisine gerek duyan hastaların, bir ya da iki gün hastanede tutulmaları zorunludur. Bu, o hasta için gerekli olan insülin dozajının saptanması açısından yaşamsal önem taşır. Zira, her hastanın insülin gereksinimi bir başkasından farklıdır. İlk birkaç gün, verilecek insülin miktarının tam olarak saptanabilmesi açısından, günde üç ya da dört kez kan şekeri ölçülmelidir. Bu, hastaya ne çok fazla ne de çok az insülin verilmesini engeller. Birçok kez vurgulandığı gibi, şeker hastalığında "denge unsuru"na büyük özen gösterilmelidir. Bundan birkaç yıl öncesine kadar, hastalığı yeni belirlenmiş bir şekerli, hastanede bir-iki gün yatırıldıktan sonra kendisi için gerekli olan insülin miktarı saptanıyor ve taburcu ediliyordu. Ama bu saptama, hastane koşullarına göre yapılıyordu. Oysa, hastaları evlerine döndüğünde, alışveriş, okula ya da işe gitmek gibi zorunluluklar bekliyordu. Bu tür faaliyetler, hastane koşullarına oranla, vücudun gereksinimi olan enerji miktarını iki, üç hatta dört kata çıkarabilir, bunun doğal bir sonucu olarak da kan şekeri miktarında düşme görülür. İnsülin ya da hap tedavisi bu düşüşü daha da hızlandırır. Hasta halsizleşir, hatta bazen bayılır. Bu hipo tepkisi, hastanın tekrar hastaneye yatırılmasını ve kendisi için gerekli olan ilaç miktarının yeniden belirlenmesini gerektirir. Günümüzde, hastanelerde uygulanan yöntem daha farklıdır. Hastalar birkaç gün yatırılmakta, bu arada her gün birkaç kez kan ölçümleri yapılmaktadır. Hastalıkla ilgili olarak yeterince bilinçlendikleri anlaşıldığında ise gündüzleri evlerine gönderilmekte, ancak akşam yine hastaneye dönmeleri istenmektedir. Bir süre sonra geceleri de evlerinde kalmalarına izin verilen hastaların, her gün kendi insülinlerini kendilerinin yapmaları ve sabahları kontrol için hastaneye uğramaları isteniyor. Hastaların normal yaşamlarını dengeli bir biçimde sürdürebilecekleri kesinlikle anlaşıldığı zaman, artık günlük kontrollere de gereksinim duyulmamakta, hastaya, sadece yılda birkaç kez için randevu verilmektedir. İnsüline bağımlı olan bir şeker hastasının, kendisine enjeksiyon yapmayı mutlaka öğrenmesi gerekir. Bu, hastaların çoğu için ilk anda hiç de hoş bir durum değildir. Günde bir, hatta bazen iki kez kendi vücuduna iğne batırmak, pek çok kişiye hayli ürkütücü gelir. Hele ufacık yavrularına iğne yapmak zorunda kalmak, anne-babalar için daha da zordur. Ancak, hastane personeli, hastaya bu alışkanlığı kazandırmak için büyük bir sabır gösterir. Hastalar, çoğu kez örneğin bir portakala iğne yaparak enjeksiyon kompleksini yenmeye çalışırlar. Çok geçmeden de bu beceriyi kazanırlar.(Diyabet İnsülin) İnsülin enjeksiyonunda öğrenilmesi gereken ilk şey, ilacı, hava kabarcıkları yaptırmadan enjektöre çekebilmektir. İkinci konu ise, şırıngaya doğru ölçüde insülin çekmektir. Her iki noktada hastanede, hemşirelerin ya da doktorların yakın denetimi ile öğretilebilir. Cam ya da metal şırıngalar, muhafazaları ile birlikte her eczaneden kolayca alınabilir. Plastik şırıngaların kullanımı ise son zamanlarda hayli artmıştır. Ancak bunların steril (mikropsuz) olmasına özen gösterilmelidir. Her şırınganın üzerinde santimetre-küp ya da milimetre birimiyle göstergeler vardır. İnsülin ise 20,40,80 ve 120 (İnsülin Değerleri, Düzeyi) santimetreküplük dozlarda piyasada satılmaktadır. Hastalar, bunlardan kendileri için gerekli ölçüde şırıngaya çekerek, damarlarına enjekte edebilirler. İnsülin uygulama, eriyebilir kristalin, protamin çinko, isopan (N.P.H), lente, ultra-lente ve yarı-lente türlerinde satılır. Bunların arasındaki tek fark, etki süreleridir. Örneğin, eriyebilir insülinin etki süresi, altı-sekiz saattir. Lente insülini ise damara enjekte edildikten sonra 24-28 saat içinde sonuçlarını gösterir. Farklı insülin türlerinin bu özellikleri, hastaya kendi gereksinimine göre bir seçim yapma olanağını sağlar. Bazı durumlarda, iki değişik tür insülin birbirine karıştırılarak istenilen etki süresi sağlanmış olur. Böyle bir karışımla istenilen denge, 24 saat için kazanılmıştır. Çocuklarda, değişken enerji gereksinimleri nedeniyle kontrol çok zor olduğundan, günde iki kez insülin yapmak gerekebilir. Öteki metabolizma bozuklukları gibi, şeker hastalığı da müzmin ve iyileşmesi olanaksız olduğu için bazı karmaşıklıklara yol açabilir. Şişman hastalar, eğer beslenmelerine çok dikkat ederlerse, fazla kilolarını vermeseler bile normale yakın bir yaşam sürdürebilirler. Ama eğer hastalıkları yalnızca beslenme ya da beslenme ile birlikte ilaç tedavisi ile denetim altına alınamıyorsa, insüline bağımlı hale gelebilirler. İnsülin bağımlısı genç hastalarda, hastalığın ilk beş yılı içinde, gereken insülin miktarında bir artış gözlemlenir. Büyümekte olan bir çocukta, insülin gereksinimindeki artış, kuşkusuz çok daha büyüktür. Bazı şanssız hastaların vücudu, insüline karşı direnç gösterir ve bunların almaları gereken insülin miktarında çok büyük artışlar olur. Genelde, şeker hastalarının büyük bir bölümü, (normal cüssedeki yetişkin kişiler için) 40 birim (milimetreküp) insülinle günlük dengelerini sağlarlar. Hastaların yüzde 10'u günlük denge için 80-100 birim insülin alırken, çok az bir bölümü daha fazla miktarlara gereksinim duyar. Denge için normal dozaj saptandıktan sonra, artık hasta, hayat boyu sürecek enjeksiyonla karşı karsiyadır. İnsülin, şeker hastalığını tedavi etmez (hastalığı iyileştirmez), yalnızca hayatı kolaylaştırır. Günlük iğneler, önceleri hem fiziksel acı veren hem de duyguları etkileyen bir işlemdir. Deri de ilk günlerde doğal olarak duyarlıdır. Ama zamanla, çocuklar bile bu olguya son derece başarılı bir uyum gösterir ve kendi kendine iğne yapmak, hayatın bir parçası sayılır. Bazı hastalar, iğneyi batırmadan önce, derinin yüzeyini alkolle iyice ovar. Bu, doktorlar tarafından da önerilen bir yöntemdir. Ne var ki, deri sürekli ovulduğu takdirde sertleşir ve bazen iğnenin izi kalır. Eğer deri temizse, normal olarak mikrop kapma tehlikesi yoktur. Bu nedenle bir çok şeker hastası, deriyi alkolle ovmak yerine, temizliğine dikkat etmeyi yeğlemektedir. İğne geri çekildikten sonra, çıkabilecek kan damlasını silmek amacıyla, bir parça pamukla, deri hafifçe temizlenebilir. Temiz tutmak için cam şırıngaları, sürekli olarak muhafazalarında, alkol içinde bulundurmak uygundur. Zaman zaman şırıngayı kaynatmak da üzerinde birikebilecek yağlardan arındırmak açısından yararlıdır. Herhangi bir kaza olasılığını göz önünde bulundurarak, şeker hastalarına iki adet şırınga edinmeleri önerilir. Seyahate çıktıkları zaman da birini valizlerine, birini de el çantalarına koymaları, kırılma, ya da kaybolma gibi tehlikelere karşı alınabilecek bir önlemdir. İğneler, her seferinde yenilenebilir. Bazı hastalar, bir iğneyi birkaç kez üst üste kullanmaktadırlar. Ancak, sivri bir iğne, ucu kütleşmiş bir iğneye oranla deriye daha çabuk, dolayısıyla daha az acı vererek gireceğinden, iğneyi olabildiğince sık değiştirmekte yarar vardır. Plastik şırıngalar da bir defadan daha fazla kullanılabilir. Vücudumuzun en rahat iğne yapılabilecek yerleri, kolların ve bacakların üst bölümleri, karın ve kalçadır. İğnenin nereye yapılması gerektiği, genellikle hastalar arasında bir tercih sorunudur. En çok iğne yapılan yerler, kalçalardır. Ancak, kalçalara iğne yaparken, her seferinde değişik bir tarafa yapmakta yarar vardır. Aynı şekilde, iğne yapılan yerin her zaman aynı nokta olmamasına da dikkat edilmelidir İğne yapılacak bölge bir elin başparmağı ile bir parmağı arasında tutulurken, öteki elle iğne çabucak batırılmalıdır. Hastalığa yeni yakalanan kişiler, ya da kendine iğne batırmak düşüncesinin yarattığı içgüdüsel korkudan tedirgin olan hastalar için değişik türde iğneler piyasaya çıkarılmıştır. Enjeksiyon tabancası ve Hypoguard enjektörü, iğnelerinin görülmez olması nedeniyle sinirli ya da ürkek hastalarla, çocuklarına iğne yapmak zorunda kalan anne-babaların işlerini bir hayli kolaylaştırır. Ne tür bir enjektör kullanılırsa kullanılsın, iğne girdikten sonra pompaya sonuna dek basılması gerektiği unutulmamalıdır. |
Cevap : Şeker Hastalığının Zararları (DİYABET)
İnsülin Çeşitleri, İnsülin Tipleri
İnsülinin pek çok değişik türü vardır. Etki süreleri çok değişik olan bu insülinlerin tümü, hayvansal kaynaklardan elde edilir. 65 yıl önce, ilk kez insülin üreten Banting and Best'in kullandığı yöntem bugün de geçerlidir. İnsülin halen inek ya da domuz pankreasından çıkarılmaktadır. Pek çok ülkede, kasaplar hayvanların pankreaslarına "tatlı ekmek" adını verirler. Bu yakıştırma, organın işlevi gözönüne alındığı zaman son derece anlamlıdır. Ne var ki pankreas, insülin üreten ilaç firmaları tarafından âdeta kapışıldığından, sofralarda yer almaz. İnsülinin yapay olarak elde edilmesi için çalışmalar sürmekteyse de, bu konuda henüz önemli bir adım atılamamıştır. Her şeker hastası, kişisel gereksinimine göre, bu çok önemli ilacı almak zorundadır. Vücud Şekeri Nasıl Kullanır Diyabet Etiketler: Seker Hastalığı (Diyabet) Vücud Şekeri Nasıl Kullanır, Diyabet Hastalığı, Diyabet Hakkında Bilgiler Vücudumuzun normal işlevlerini yerine getirebilmesi, büyümesi ve enerji gereksinimini karşılayabilmesi için besin alması gerekir. İnsan gıdasının en önemli üç unsuru protein (örneğin et), yağ (örneğin tereyağı) ve karbonhidrattır (şeker ya da patates, ekmek ve tahıl gibi besinlerden aldığımız nişasta gibi). Vücudumuzun bu üç besin türünden birini sindirme ve özümleme sistemlerinde meydana gelebilecek bir aksaklık, ötekileri de etkileyecektir. Böylece, protein özümleme yetersizliği vücudun yağı gerektiği gibi değerlendirememesine yol açacak, o da karbonhidrat özümlenmesini etkileyecektir. Karbonhidrat özümlemesindeki yetersizlikten kaynaklanan şeker hastalığı ise öteki iki besin türünden vücudumuzun yeterince yararlanmamasıyla sonuçlanacaktır. Besinlerin, vücut içinde değerlendirilmesine, bilim dilinde "metabolizma" adı verilir. Yunanca olan bu sözcük, "değişme işlemi" anlamındadır. Metabolizma işleminin vücut içindeki süreci ise, alınan besin bileşkelerinin kimyasal parçalara ayrılması, yani enerjiye dönüşmesi ve gereksiz maddelerin sıvı, katı ve karbondioksit biçiminde dışarıya atılmasıdır. Vücudumuza giren karbonhidratlar (ekmek, patates, tahıl ürünleri, şeker, pasta, tatlılar, vs.) önce tükürük tarafından ağız içinde, sonra da mide ve bağırsakta başka salgılar aracılığıyla glikoz halinde ayrışırlar. Dolaşım sistemine geçen glikoz, kan aracılığıyla beyinden, büyümekte olan tırnak uçlarına kadar vücudun tüm noktalarına gider. Yemekten sonra kanda oluşan yüksek düzeydeki kan şekeri, iki üç saat içinde vücudu dolaşır ve bu arada fazla gelen miktar çeşitli hücreler tarafından alınır. Burada ikinci bir değişim meydana gelir. (Glikozun kandan hücrelere geçebilmesi için insülin gereklidir.) Hücreye giren glikoz, enzim denilen özel maddeler aracılığıyla ya enerjiye dönüştürülür, ya da glikojen sırasında su ve karbondioksit açığa çıkar. Bu maddeler, daha sonra dışarı atılmak üzere dolaşım sistemi tarafından böbreklere ya da akciğerlere taşınır. Glikozdan elde edilen glikojen, hücrenin daha çok enerjiye gereksinim duyduğu anlarda kullanılmak üzere depolanır. Vücudun farklı kesimlerindeki farklı hücreler, kan glikozunu değişik amaçlar için kullanırlar. Örneğin beyin ve sinir sistemi hücreleri ile kalbin özel kas hücreleri, kan glikozunu depolayamazlar, zira anında kullanmak zorundadırlar. Karaciğere gelen glikozun tamamına yakın bölümü ise glikojen ya da yağ şeklinde depo edilir. Bilindiği gibi, yağ, uzun süreli yoksunluklarda kullanılmak üzere depolanan bir maddedir. Glikoz, karaciğere ulaştığında, yine özel enzimler aracılığıyla, yağ asitleri denilen trigliseridlere dönüştürülür. Bunlar, dolaşım sistemi aracılığıyla vücuda aktarılır ve gereken yerlerde yağ biçiminde depo edilir. En çok depolanan yerler, karın, deri altı, göğüsler, baldırlar ve kalçalardır. Böylelikle, aşırı yemek yiyen insanlar, ya da hücrelerine gerekenden çok daha fazla karbonhidratlı besin alan kişiler, aşırı bir biçimde şişmanlar. Vücut için gerekenden çok daha az oranda karbonhidrat] alan kişilerde ise bu sistem tersine döner. Yağ, yağ! asidi (bu kez keton adını alır) haline dönüşür.karaciğer, ketonu tekrar glikoza çevirir ve böylelikle hücrelerin glikoz gereksinimi karşılanmış olur. Bu nedenledir ki, uzun süreli açlıklarda ya da hastalık dönemlerinde, vücut, yağ depolarını eritir, kilo kaybı görülür ve insan zayıflar. Şeker hastalığında ne olduğunu anlayabilmek için, bu ileriye ve geriye dönük çalışan sistemin, sağlıklı bir insan vücudunda sürekli gerçekleştiğini unutmamak gerekir. Vücut, uzun süre besinsiz kalmaya dayanamaz. Bünyeden bünyeye değişmekle birlikte birkaç haftalık açlık, ölümle sonuçlanabilir. Yüksek enerji gereksiniminin ortaya çıktığı çok daha kısa süreler içinde, vücudumuz, beyin ve kalp kasları için gerekli olan glikozu sağlayabilmek amacıyla derhal yağ depolarının tüketimine geçer. Yağların ayrıştırdığının bir belirtisi olarak, kanda ketonlar görülür. Keton miktarı, aşırı düzeylere ulaştığı takdirde, böbrek tarafından dışarı atılır. Doğum yapan bir kadının sidiğinde, ketonlar, aseton biçiminde görülür. Bu da, kadının çocuğunu dünyaya getirebilmek için ne denli büyük bir enerji harcadığını, vücudunun da bu enerji gereksinimini karşılayabilmek için tüm enerji kaynaklarını nasıl faaliyete geçirdiğini gösterir. Ketonlar, hasta bir çocuğun soluğunda, ter kokusu biçiminde kendilerini belli ederler. Denetim altına alınmamış ve ilerlemiş şeker hastalıklarında, bu koku çok daha belirgindir. |
Cevap : Şeker Hastalığının Zararları (DİYABET)
Kemik iliğinden alınan kök hücrelerin nakliyle şeker hastalarının insülin bağımlılığından, yan etkiler oluşmadan kurtulabileceği bildirildi. ..
ABD'nin Chicago Üniversitesi'nden Prof. Richard Burt ve ekibinin yaptığı ve 3 yılı kapsayan araştırma, şeker hastalığının tedavisinde yeni bir umut oldu. Hastalar, kendi kemik iliklerinden alınan kök hücrelerinin nakli sayesinde, her gün yaptırdıkları insülin iğnesinden kurtuldu. Fransız Le Figaro gazetesinin internet sitesindeki makaleye göre, araştırma sonunda bir şeker hastası 4 yıldan fazla, 4 hasta 3 yıl, 3 hasta 2 yıl boyunca iğne yaptırmadı. Onlardan daha sonra tedaviye başlayan ve yenilenen tekniklerden yararlanan 15 hasta da naklin üzerinden 19 ay geçmesine rağmen halen insülin ihtiyacı duymuyor. Pankreastan insülin üreten kök hücrelerinin nakli 2000'li yılların başında başlasa da Burt ve ekibinin yaptığı bu klinik araştırmanın sonuçları, kök hücre nakilleri konusundaki araştırmaları alt üst edecek nitelikte. Dünyada 1998'den bu yana pankreas kök hücrelerinden şeker hastalarına 500'den fazla nakil yapıldı. Ancak kök hücrelerin nakledildiği hastaların yüzde 11 kadarı nakilden bir yıl sonra iğneden kurtulabildi ve tüm hastalar hayatları boyunca bağışıklığı baskılayıcı tedavi görmek zorunda kaldı. İlikteki hangi kök hücrelerin seçileceği ve hangilerinin insülin üreteceği gibi soruların havada kalması nedeniyle "öncü niteliğindeki" Burt ve ekibinin araştırması yine de hastanın kendi hücrelerinin nakledilmesi nedeniyle bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaç ve yan etkilerin olmadığı bir tedavi vadediyor. Kaynak: İskender Büyük kurtuluyor - SAĞLIK - HABERTÜRK - Türkiye'nin En Büyük İnternet Gazetesi |
Cevap : Şeker Hastalığının Zararları (DİYABET)
benim kankamda 8 yıldır şeker hastası henüz 17 yaşında.. tip 2 insülin
kullnıyor.. 10 ağustosda ankarada bu tedaviyi uygulanıp inşallah kurtulacak artık şekerdn :) yüreğine sağlk ablacm.. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.