|  | 
| 
 İ-İ...İle Baslayan Deyimler Ve Anlamlari Icığını cıcığını çıkarmak: 1. Her yanını ellemek. didiklemek. 2. Bir meseleyi en ince ayrıntılarına kadar soruşturmak. incelemek."İyice ıcığını cıcığını çıkardınız meselenin." Ikınıp sıkınmak: Bir işi yapabilmek için kendini çok zorlamak."Ikınıp sıkındı ama bir çare bulamadı." Isıtıp ısıtıp önüne koymak: Daha önce meydana gelmiş bir olayı ya da bir işi bir düşünceyi yeniden. sık sık tekrarlamak. Iska geçmek: 1. Hedefe isabet ettirememek. vuramamak. 2. Üzerinde durmamak. önem vermemek. atlamak."Bu sefer de ıska geçersen kaybedeceksin." Iskartaya çıkarmak: İşi yaramaz. değersiz bularak bir yana atmak."Beni hiç kimse ıskartaya çıkaramaz." Işığı altında: Bir durum veya düşüncenin konuyu aydınlatmasından yararlanarak. onu göz önünde tutarak. Işık tutmak: 1. Karanlık bir yeri ışıkla aydınlatmak. 2. Bilgisiyle. düşüncesiyle bir konuya açıklık getirmek. tutacağı yolu göstermek."Kutlu Peygamber hemen her konuda ışık tutardı çevresindeki insanlara." İbret almak: Kötü bir olaydan etkilenerek ders almak."Görmesini bilseydi ibret alırdı her hâlde." İcabına bakmak: 1. Gereğini yerine getirmek. 2. Yok etmek. ortadan kaldırmak."O adamın icabına bakarız. merak etme sen." İç çekmek: Üzüntüyle göğüs geçirmek. derin derin soluk alıp hıçkırıkla ağlamak."Yavrucağın iç çekişi dayanılır gibi değildi." İç etmek: Eline geçen bir şeyi sahibine bildirmeden kendisine mal etmek. ortadan kaldırıp kimseye göstermemek."Babasına bildirmeden o kadar parayı iç etmiş." İç gıcıklamak: 1. Huylandırmak. 2. İstek uyandırmak. İçi açılmak: Sıkıntısı dağılıp gitmek. ferahlamak."Denizi. kuşları. ağaçları seyre dalarım. böylelikle içim açılır. rahatlarım." İçi cız etmek: Ansızın içi sızlamak. çok üzülmek."O zavallı ihtiyarı birden bire karşımda görünce içim cız etti." İçi çekmek: Canı arzu etmek. istek duymak. İçi çıfıt çarşısı: 1. Başkaları için daima art niyet besleyen. içinden türlü kötülükler geçiren. 2. Çok karışık. İçi dışı bir: İkircikli olmayan. iki yüzlü davranmayan. düşündüğünü açıkça söyleyen. özü sözü bir olan."İçi dışı bir olan insanlara her zaman güvenebiliriz." İçi dışına çıkmak: 1. Kusmaktan ötürü çok fena olmak. 2. Bindiği taşıtın çok sarsılması yüzünden bedenî rahatsızlık duymak. İçi erimek: Kaygı duymak. çok üzülmek. İçi geçmek: 1. İstemediği hâlde uyuya kalmak. 2. İşe yaramaz duruma gelmek. 3.Yaşlılıktan. zayıflıktan gücü azalmış olmak; hiçbir şeye ilgi duymamak."O artık içi geçmiş bir ihtiyardır." İçi gitmek: Çok fazla istek duymak."Vitrindeki kızarmış tavuklara içim gidiyordu ama param olmadığı için alıp yiyemiyordum." İçi içine sığmamak: Çok heyecanlanmak. coşkunluk duymak ve sevincini belli etmekten kendini alamamak."Annemi karşımda görünce ne yapacağımı şaşırdım. içim içime sığmıyordu. koşup boynuna sarıldım." İçi kabarmak (kalkmak): 1. Midesi bulanmak. 2. Duygulanıp heyecanlanmak. 3. Taşkın bir ağlama duygusu içinde olmak."Ne berbat bir koku. içimiz kabarmadan kalkalım buradan." İçi kan ağlamak: İçten. büyük bir üzüntü duymak; dıştan belli etmeyerek çok acımak."Çocuğunun yüzüne bakarken içim kan ağlıyordu." İçi kazınmak: Çok acıktığından ötürü midesinde eziklik duymak."Sabahtan beri açtı. içi kazınıyor ama belli etmemeye çalışıyordu." İçinden gülmek: Birisine sezdirmeden içten içe gülmek. eğlenmek. Bilgicik.Com. Türkçe. Edebiyat. Roman Özetleri. Duvar Yazıları. Atasözleri. Hızlı Okuma. Özlü Sözler. Türk İçinden okumak: 1. Dudaklarını kıpırdatmadan. hiç ses çıkarmadan okumak. 2. Ses çıkarmadan sövmek. beddua etmek."Hikâyeyi şimdi de içinizden okuyacaksınız." İçinden pazarlıklı: Sinsi. yapacağı kötülükleri sezdirmeyen."Senin gibi içten pazarlıklı adamlarla iş yapmam ben." İçine atmak: 1. Derdini. sıkıntısını kimseye söylememek. 2. Kendisine yapılan kötülüğe karşı sesini çıkarmamakla beraber. bunu unutmamak."O her şeyi içine atar. bir gün kanser olacak diye korkuyorum." İçine dert olmak: Yapmak istediği bir şeyi yapamadığı için kaygılanıp üzüntü duymak."Hastahanedeki arkadaşımı ziyarete bir türlü gidemedim. bu da içime dert oldu." İçine doğmak: Malûm olmak. bir işin olduğunu ya da olacağını sezinlemek. tahmin etmek."Onun bize geleceği sanki içime doğmuştu." İçine işlemek: Duygulanmak. etkilenmek. dokunmak."Babamın o etkili sözleri âdeta içime işlemişti sanki." İçine çekilmek (kapanmak): Duygularını kimseye açmamak. çevresindeki kişilerle ilişkisini kesmek. yalnızlığa gömülmek."Kardeşinin ölümünden sonra içine çekildi. kimseyle görüşmüyor." İçine kurt düşmek: Kuşkulanmak. kendisine zarar geleceğinden şüphe etmek."Tilkiyi civarda dolaşırken gördüğü andan itibaren içine kurt düşmüştü." İçine sindirmek: Benimsemek. iyice kabul etmek. İçine sinmemek: 1. İçi rahat etmemek. yaptığı şeyden memnun olmamak. 2. İstediği gibi olmadığı için rahatlık. mutluluk duymamak; tadına varamamak."İşi bitirdim ama hiç de içime sinmedi." İçine sokacağı gelmek: Birini aşırı ölçüde. çok sevmek. İçine yedirememek: Benimsememek. kabul edememek. İçini dökmek: Dertlerini. sıkıntılarını. üzüntülerini anlatmak."Şu koca dünyada içimi dökecek bir insan bulamadım." İçini kemirmek: Bir üzüntü ve düşünce dolayısıyla rahatsızlık duymak."İçini kemiren bu düşünceden kurtulmak istiyordu." İçini (bir) kurt yemek: Sürekli olarak bir kaygı içinde olmak. İçi parçalanmak (paralanmak): Birine acıyarak çok üzülmek."Onun bu hâlini gördükçe içim parçalanıyor." İçi rahat etmek: Endişelenecek bir durum bulunmadığını öğrenerek sıkıntıdan kurtulmak. rahatlamak."Ne yapayım. ben anneyim. onlar sağ salim dönerlerse içim rahat edecektir ancak." İçi sızlamak: Bir şey veya kişinin içine düştüğü durum sebebiyle üzülmek. İçi titremek: 1. Çok üşümek. 2. Çok istek duymak. 3. Bir zarar gelecek korkusu içinde bulunmak."Hava iyice soğudu. içim titremeye başladı. haydi içeri girelim." İçi yanmak: 1. Çok susamak. 2. Büyük bir acı sebebiyle çok fazla üzülmek."Sanki yalnız onun içi yanıyordu." İçler acısı: Oldukça üzücü. çok acıklı. İçli dışlı olmak: Teklifsiz. çok samimi. sıkı fıkı. senli benli olmak."Biz Fatma`yla iyice içli dışlı olduk." İçtikleri su ayrı gitmemek: Sıkı fıkı dost. samimi arkadaş olmak; birbirlerinden saklayacakları bir şeyleri bulunmamak. İdare etmek: 1. Yönetmek. çekip çevirmek. 2. Tutumlu olmak. kullanmak. 3. Elvermek. yetmek. yetişmek. korumak. kurtarmak. 4. Hoş görmek. göz yummak. 5. Örtbas etmek."Bu ayakkabıyı bu fiyata veremem. çünkü idare etmez." İfade vermek: Sorguya cevap vermek. İflâhını kesmek: Gücünü tamamiyle yok edip bir daha karşı koyamayacak. düzelemeyecek. iş yapamayacak duruma getirmek."Ben adamın iflâhını keserim. anladın mı?" İfrit olmak: Çok öfkelenmek; aşırı ölçüde. kendini kaybedecek kadar sinirlenip kızmak."İfrit oluyorum şu adamın hareketlerine." İğne atsan yere düşmez: Çok kalabalık. yürünecek gibi değil. İğne ile kuyu kazmak: Zor denecek bir işi yetersiz araç ve gereçlerle başarmaya çalışmak. İğne ipliğe dönmek: Aşırı derecede zayıflamak. kilo vermek."O iri yarı adam hapisten çıktı ki iğne ipliğe dönmüş." İğneli söz: Dokunaklı. kırıcı. üzücü söz."O iğneli sözlere ben bile dayanamazdım doğrusu." İki ahbap çavuşlar: Hemen her yerde birlikte görülen. birbirlerinden ayrılmayan iki arkadaş. dost. İki arada bir derede (kalmak): Sıkışık. zor şartlar altında (kalmak). İki ayağını bir pabuca sokmak: Bir kimseyi. bir işi yapması için zorlamak. sıkıntıya sokmak. İki cami arasında kalmış beynamaza dönmek: İki yoldan hangisini tutacağını; şöyle mi. böyle mi yapacağını bilememek; şaşırıp bir şey yapamaz olmak. İki cihanda yüzü ak olmak: Doğru ve faziletli yaşayıp dünya ve ahrette mükâfat görmek. İki çift söz etmek: Bir araya gelip birkaç söz söylemek."Ne zamandır seninle bir araya gelip de iki çift söz edemedik." İki eli kanda olsa: Ne kadar önemli olursa olsun. elindeki iş hiç bırakılamayacak derecede olsa bile."Söyleyin ona. iki eli kanda olsa da durmasın gelsin." İki eli (birinin) yakasında olmak: Ahrette. hesap gününde ondan davacı olmak; hakkını istemek. İki gözü iki çeşme: Sürekli. çok ağlayarak."Kadıncağız iki gözü iki çeşme ağlayıp duruyormuş." İkili oynamak: Birbirine karşı olanlardan hem birini. hem ötekini çıkarı için destelemek."Sendika başkanı ikili oynuyormuş." İki paralık etmek: Değerini. onurunu çok düşürmek."Seni arlanmaz utanmaz seni. beni iki paralık ettin. senin yüzünden topluma çıkamaz oldum!" İki rahmetten biri: Ağır hasta olan birisi için "ya şifa. ya ölüm" anlamında kullanılır. İki sözü bir araya getirememek: Düşüncelerini. duygularını düzgün bir biçimde anlatamamak. güzel konuşma becerisinden yoksun olmak. İki yakası bir araya gelmemek: Geçim sıkıntısı içinde olmak ve borçtan kurtulamamak. gelir ve giderini denkleştirememek."Bilmiyorum ne zaman iki yakamız bir araya gelecek." İleri geri konuşmak: Yersiz. kırıcı. yaralayıcı biçimde konuşmak. İleri gitmek: Söz ve davranışta ölçü dışına çıkmak; gereksiz. aşırı davranışta bulunmak ve haddi aşmak."O saygısız adamın daha fazla ileri gitmesine fırsat verilmemelidir." İlk göz ağrısı: 1. İlk doğan çocuk. 2. İlk sevgili. İmana gelmek: 1. Hak dini olan İslâm`ı kabul etmek. 2. En sonunda doğruyu söylemek. 3. Önceden kabul etmediği şeyi sonradan kabul edip uymak."İmana gel. tövbe et ki öbür dünyada mutluluğa eresin." İnce eleyip sık dokumak: Titizlik göstermek. bir şeyi en ince ayrıntılarına kadar araştırmak. gözden geçirmek."O kadar da ince eleyip sık dokunacak bir iş değil. kaygılanma." İn cin top oynamak: Issız. sessiz olmak. bir yerde hiçbir canlı yaratık bulunmamak."Adada in cin top oynuyordu sanki." İncir çekirdeğini doldurmaz: Çok az veya pek önemsiz."Ne akılsız adam bunlar. kavga etmelerine sebep olan mesele incir çekirdeğini doldurmaz bile. ayırın şunları." İnme inmek: Felç olmak. bedenin bir yeri hareketsiz ve duygusuz duruma gelmek."Adamın sağ yanına inme inmiş diyorlar." İnsan eti yemek: Birini çekiştirmek. İnsan evlâdı: İyi. anlayışlı. ahlâk sahibi insan."İnsan evlâdı olmasaydı. tanımadığı birine onca yardım yapar mıydı?" İnsan hâli: Olabilir. doğaldır. hoş karşılamak gerekir. İnsanlıktan çıkmak: 1. Çok zayıflamış. bir deri bir kemik kalmış olmak. 2. İnsanî niteliklerini yitirmek. insana yakışmayacak davranışlarda bulunmak. İnsan sarrafı (olmak): İnsanların karakterini çabucak anlayacak duruma gelmiş (olmak)."Dedem insan sarrafıdır. onu bir görse ne biçim bir adam olduğunu hemen anlayıverir." İpe çekmek: Asarak öldürmek. İpe un sermek: İstenilen işi yapmamak için birtakım bahaneler. sebepler ileri sürmek. güçlük çıkarmak. engeller göstermek. İpi koparmak: Bağlı bulunduğu yer ya da kişi ile ilişkisini kesmek. aradaki anlaşmazlığı artırmak. İpin ucunu kaçırmak: Bir yeri yönetmede veya bir şeyi kullanmada gereken ölçüyü kaçırıp. artık duruma hâkim olamamak; çıkmaza girmek."Biraz daha dikkatli olmalıyız. yoksa ipin ucunu kaçıracağız." İpi sapı yok: Birbirini tutmaz. yersiz. anlamsız. işsiz. yersiz yurtsuz. saçma sapan."İpi sapı yok bu sözlerin. daha inandırıcı olmalısın." İpiyle kuyuya inilmez: Kendisine güvenilmez. ona güvenilerek bir işe girilmez."O ipiyle kuyuya inilmez adamla yola çıkmam ben." İple çekmek: Zamanın gelmesini sabırsızlıkla beklemek. çok istemek."Yarını iple çekiyorum." İpucu vermek: Aranılan şeyi bulmaya yarayan işareti. onu açıklamaya yarayan bilgiyi vermek."Bir ipucu vermezsen bu bilmeceyi çözemeyeceğim." İsabet etmek: 1. Nişan alınan yere değmek. rastlamak. 2. Çıkmak. 3. Yerinde iş görmüş olmak."Böyle karar vermekte çok isabet ettiniz." İskele vermek: Vapura binmek. vapurdan inmek için iskeleyi uzatmak. İsmi var. cismi yok: 1. Sözü edilen bir kimse veya şeyin gerçekte var olmadığını anlatmak için kullanılır. 2. Adı olmasına karşılık görevini ve etkinliğini yerine getirmeyen. varlığı ile yokluğu arasında bir fark bulunmayan. İster istemez: 1. Zorunlu olarak. elinde olmadan. 2. İstemesi üzerine. hiç vakit geçirmeden. istediği anda."İster istemez ben de ona bağırdım." İstifini bozmamak: Bir olay karşısında aldırış etmemek. durum ve davranışını hiç değiştirmemek."Karşıma geçmiş avazı çıktığı kadar bağırıyordu. bense istifimi bozmadan bekledim." İş ayağa düşmek: İş sorumsuz. yetkisiz ve beceriksizlerin elinde kalmak."Bunlar da işi iyice ayağa düşürdüler." İş başa düşmek: Beklediği yardım gelmeyince. kendi işini kendisi yapmak zorunda kalmak."İş başa düştü desene!.." İş çatallanmak (çatallaşmak): Bir işin sonuca oluşması konusunda türlü güçlüklerle karşılaşmak. ya da çeşitli seçeneklerle yüz yüze gelmek. sonuca nasıl ulaştırılacağı bilinemez olmak."İş gittikçe çatallaşıyor. sense aldırmıyorsun bile." İş çığırından çıkmak: Bir iş asıl amaçtan çıkarak düzelmesi güç bir durum almak. bir bozukluk ve kargaşalık baş göstermek. İş inada binmek: Bir işi yapmakta direnmek. İşi düşmek: Birinin yardımına ihtiyaç duymak."Eh. onun da bize işi düşecek bir gün." İşe koşmak: Birini bir iş yapmak üzere görevlendirmek. göndermek. İşi ağırdan almak: Acele etmemek. bir işi yapmak için isteksiz görünmek."Söyle onlara. işi ağırdan almasınlar. müşteriler mal bekliyor." İşi azıtmak: Yanlış ve aşırı yollara sapmak."Bu çocuk da işi iyice azıttı." İşi Allah`a kalmak: Güç şartlar altında. beşerden hiçbir yardım umudu kalmamak."Kime baş vurduysa bir sonuç alamadı. artık işi Allah`a kalmıştı." İşi başından aşmak: Pek çok işi olmak. iş içinde kaybolmak. İşi bitmek: 1. Hâli. gücü kalmamak. 2. Yaptığı işi sona ermek."Git de bak. babanın işi bitmiş mi?" İşi duman olmak: İşi ve durumu kötü olmak. berbat bir durumda bulunmak. İşi iş olmak: İşi yolunda. iyi olmak; hâlinden memnun bulunmak."İşi iş herifin. baksana yan gelip yatıyor her gün." İşinden olmak: Bir süredir yaptığı işi elinden gitmek. görevini yitirmek."Haydi canım. yoluna git de patronunla kavga etme; yoksa işinden olacaksın." İşi sıkı tutmak: Gevşekliğe yol açmamak. işe gereken önemi vermek ve sağlıklı yürümesini sağlamak. İşi tıkırında olmak: İşi çok uygun ve iyi olmak."O konuşmayacak da ben mi konuşacağım. işi tıkırında adamın." İşi yokuşa sürmek: Yapılabilir. görülebilir işi yapmamak için güçlük çıkarmak. bahaneler ileri sürmek. İşkembeden atmak: Uydurarak söylemek. tutarı olmayan sözler sarf etmek."Ona sakın inanmayın. işkembeden atıyor." Bilgicik.Com. Türkçe. Edebiyat. Roman Özetleri. Duvar Yazıları. Atasözleri. Hızlı Okuma. Özlü Sözler. Türk İş sarpa sarmak: İş. içinden çıkılması zor bir durum almak; engellerle karşılaşmak."İşler sarpa sarmadan çekip gidelim buradan." İşten el çektirmek: Görevden uzaklaştırmak."Yolsuzluk yaptığı iddiası ile işten el çektirdiler ona." İş yok: O şeyde yarar yok. faydası olmaz."O arabada hiç iş yok. almaya değmez." İte kaka: Zorla. güçlükle."Adamı her sabah ite kaka işe ***ürüyoruz." İtibar kazanmak: Saygınlık görmek. kendisine değer verilmek. İt sürüsü kadar: Gereğinden fazla. oldukça çok. kalabalık."İt sürüsü kadar adam. nasıl başa çıkacağız bunlarla." İyi etmek: 1. Hastalıktan kurtarmak. sıhhatine kavuşturmak. 2. Yerinde bir davranışta bulunmak. 3. Bir şeyi gizlice almak. kendisine mal etmek. İyi gözle bakmamak: Birisi hakkında iyi düşünmemek. kötü niyet beslemek."Komşuları ona hiçbir zaman iyi gözle bakmadılar." İyi gün dostu: Dostlarının sıkıntılı günlerinde onlardan kaçan kimse."Bize iyi gün dostu gerekli değil." İyi saatte olsunlar: Cinlerden söz edilirken kullanılır. İzinden yürümek: Birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek. fikirlerini ve hareketlerini aynen benimsemek. İzi silinmek: Yok olmak. ortadan kaybolmak."Çiçek hastalığının bu kasabada izi silindi hemen hemen. çünkü çocuklar aşılanıyorlar." | 
	Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.