![]() |
O-Ö....İle Baslayan Deyimler Ve Anlamlari
Ocağına düşmek: Birine yardım etmesi için yalvarmak. koruması için sığınmak."Ocağına düştüm ağam. beni bu işten ancak sen kurtarırsın!" Ocağına incir dikmek: Birinin evini barkını dağıtmak. düzenini alt üst etmek. yuvasını yıkıp toparlanamaz hâle getirmek."Bende senin ocağına incir dikmezsem dedi ama dediğine pişman oldu." Ocağını söndürmek: Ailenin dağılmasına sebep olmak. çoluk çocuğunu yok etmek."Ocağımı söndürdü katiller!" Oğul balı: 1. Evlât. evlâdın ana babaya yansıyan geliri. 2. Oğul arılarının yaptığı bal. Oğul vermek: Oğul arılarının bir bölüğü kovandan ayrılıp başka bir kovana gitmek. yeni bir oğul arısı topluluğu meydana getirmek. Okkalı kahve: Bol kahve ile yapılmış ve büyük fincana konmuş kahve."Bir okkalı kahve daha çek usta!" Okka çekmek: Hacminden daha fazla ağır gelmek. Bilgicik.Com. Türkçe. Edebiyat. Roman Özetleri. Duvar Yazıları. Atasözleri. Hızlı Okuma. Özlü Sözler. Türk Okkanın altına girmek: Haksız yere eziyet çekmek. zarar ve ceza görmek."Uyanık ol da okkanın altına gireyim deme. tamam mı?" Ok yaydan çıkmak: Geri dönülemeyecek bir iş yapmak. söz söylemek ya da bir harekette bulunmak."Ok yaydan çıktı bir kere. çaresiz dövüşeceğiz." Ola ki...: Belki olur ya. olabilir ki..."Ola ki bir daha karşılaşırız." Olan biten: Olup geçenler. olanların hepsi. meydana gelenler."Olan bitenden hiç haberim olmadı." Oldu bittiye getirmek: Emrivaki yapmak. geri dönülmesi güç ve imkânsız bir durum oluşturmak."Oldu bittiye getirerek tarlayı satın aldılar." Oldum bittim (veya oldum olası): Başından beri. öteden beri. ilk zamandan beri. kendimi bildiğimden beri."Oldum bittim kızarım bu adamlara." Oldu olacak kırıldı nacak: "Olanlar oldu. iş işten geçti. olanlar geri dönülemeyecek bir durum aldı. bunu kabul etmek gerek" anlamında kullanılır. Olmayacak duaya amin demek: Sonuç vermeyecek bir işle uğraşmak ya da buna destek vermek. Olur olmaz: 1. Meydana gelmesinden hemen sonra. 2. Rast gele. sıradan. 3. Gerekli gereksiz. yerli yersiz. önemli önemsiz durumu gözetilmeden yapılan (iş) ya da söylenen (söz). Oluruna bırakmak: Bir işin yapılabildiği. olabildiği kadarıyla yetinmek. müdahale etmeden bekleyip sonucuna ne olursa olsun razı olmak."Artık oluruna bıraktık işi." Omuz omuza: 1. Birbirine destek vererek. dayanışarak. 2. Yan yana. çok sıkışık."Omuz omuza vererek bu zorluğun altından kalkmamız mümkün." Omuz silkmek: Aldırmamak. önem vermemek. benimsememek."Sana bunu alacağım dedim ama o. omuz silkti." On parmağında on kara: İnsanlara leke sürmeyi. kara çalmayı. iftira atmayı huy edinmiş (kimse). On parmağında on marifet: Çok hünerli. becerikli. ustalığı çok. elinden her iş gelir. Onuruna dokunmak: Onurunu. haysiyetini incitmek."Dikkatli ol. birinin onuruna dokunacak iş yapma." Oralarda (oralı) olmamak: Anlamamış. sezmemiş gibi davranmak."O sözler ona söyleniyordu ama hiç oralı olmadı." Ortada kalmak: 1. Yersiz yurtsuz kalmak. barınacak yer bulamamak. 2. İki şey arasında kalmak. 3. (Bir şeyi) kimse üzerine almamak."Belediye evlerini yıkınca çoluk çocuk öylece ortada kaldılar." Ortadan kalkmak: 1. Görünmez. bulunmaz olmak. 2. Yok olmak."Sis ortadan kalktı." Ortadan kaybolmak: Nereye gittiği bilinmemek. sezdirmeden gitmek. görünmez hâle gelmek."Ali ortadan kayboldu." Orta hâlli: Ne zengin ne yoksul. ne iyi ne kötü. ne çirkin ne güzel."Onlar orta hâlli bir ailedirler." Ortalığı birbirine katmak: Kargaşa çıkarmak. herkesi birbirine düşürmek."Şimdi gelip ortalığı birbirine katacak diye korkuyorum." Ortalık düzelmek: Tedirginlik kalmamak. toplum içindeki karışıklık yok olmak."Çok şükür ortalık düzeldi." Ortalık karışmak: Kargaşa çıkmak. toplumda düzensizlik baş göstermek."Ortalık yine karıştı. insanlar birbirine girdi." Orta malı: 1. Herkesin yararlandığı (şey). 2. Her isteyenle ilişkide bulunan."Benim bisikletim orta malı mı ki herkes binmeye çalışıyor." Ortaya dökmek: 1. Gizli olan ne varsa açıklamak. 2. Çıkarıp göstermek."Bütün sırlarını ortaya dökmek için harekete geçti." O tarakta bezi olmamak: Bir şeyle. bir işle ilişiği bulunmamak. o şeyle ilgilenmemek."O tarakta bezi olacağını hiç sanmam." Ot yoldurmak: Çok güçlük çıkarmak. zor bir iş gördürmek. çok uğraştırmak. Oya koymak: Bir işin sonucunu belirlemek üzere oy verilmesini istemek. oylama yoluyla bir topluluğun görüşünü almak."Bu görüşü oya koymayı teklif ediyorum. kabul edenler el kaldırsınlar." Oy birliği: Bir toplantıya katılan. bir meseleyi konuşan kimselerin aynı düşüncede olup aynı yönde oy kullanmaları."Sınıf başkanını oy birliği ile seçtik." Oyuna gelmek: Aldatılmak. tuzağa düşürülmek."Onların oyununa gelmemeye çalış. dikkatli ol." Oyunbozanlık etmek: Mızıkçılık etmek. birlikte yapılması gereken işten tek taraflı vazgeçmek."Oyunbozanlık etme de gel birlikte eğlenelim." Oyun etmek: Aldatmak. kurnazlıkla birini tuzağa düşürmek."Bana kötü bir oyun ettiler." Öbür (öteki) dünya: Ahiret. insanların öldükten sonra gidecekleri ve ebedî olarak kalacakları âlem."Öteki dünyada inşallah yüzümüz güler." Öç almak: Yapılan bir kötülüğün acısını aynı derecede bir kötülük yaparak çıkarmak."Öç alma fikrinden vazgeçirmeliyiz onu." Ödü patlamak: Ani bir olay sebebiyle çok korkmak."Fareden ödüm kopar." Öküzün altında buzağı aramak: Kimi sebepler. bahaneler uydurarak suç ve suçlu bulma çabasında olmak. Öküz öldü. ortaklık bozuldu: Aradaki yakınlık dayanağı kalktı. yakınlık da kalmadı. Ölçüyü kaçırmak: Uygun derecenin üstüne çıkmak. aşırı gitmek."Sofraya her oturuşunda ölçüyü kaçırırdı." Ölme eşeğim ölme (yaza yonca bitecek): Umutsuz bir bekleyişi anlatmak için kullanılır. Bilgicik.Com. Türkçe. Edebiyat. Roman Özetleri. Duvar Yazıları. Atasözleri. Hızlı Okuma. Özlü Sözler. Türk Ölmek var. dönmek yok: "Neye mal olursa olsun. iş sonuna kadar götürülecektir. yapılmasından kaçınılmayacaktır" anlamında kullanılır."Özgürlük yolunda ölmek var. dönmek yok bize." Ölü fiyatına: Yok pahasına. değerinden çok ucuza. az bir para ile."Arsaları ölü fiyatına satmak zorunda kaldık." Ölü mevsim: İşin veya alışverişin az olduğu. durgun geçtiği zaman dilimi."Bizim iş en ölü mevsimini yaşıyor." Ölüm Allah`ın emri: 1. Herkes ölecek. ölüm mukadderdir. 2. Kesin karar verme durumunda kullanılır. Ölümü göze almak: Yaptığı iş uğruna ölmekten korkmamak. yürekli davranmak."Allah yolunda ölümü göze aldı yiğitler." Ölümüne susamak: Yapmakta olduğu tehlikeli işte ölümü kendi üzerine çekecek davranışta bulunmak."Ölümüne mi susadın. çekil şu arabanın önünden!" Ölüp ölüp dirilmek: 1. Çok ağır bir hastalıktan kurtulmak. 2. Ard arda gelen sıkıntılı. acı veren durumlara düşmek. Ölür müsün. öldürür müsün?: "Öyle ters bir iş yaptı ki ona mı ceza vermeliyim kendime mi?" anlamında kullanılır. Ömrü billah: Hiçbir zaman. ya da şimdiye kadar."Ömrü billah yalan söylememiştir o." Ömrüne bereket: "Var ol. sağ ol. ömrün uzun olsun" anlamında kullanılır. Ömrü vefa etmemek: Bir şeye kavuşamadan. bir sonuca ulaşamadan ölmek."Okulunu bitirip doktor olacaktı ama ömrü vefa etmedi." Ömür adam: Beğenilen. çok hoşa giden. değişik düşünceleri olan adam. Ömür çürütmek: Uzun süre bir şey için emek vermiş olmak. ya da boşuna zaman harcamış olmak."Bu ev için bir ömür çürüttüm ben." Ömür sürmek: İyi ve rahat yaşamış olmak."Uzun bir ömür sürdü dedem." Ömür törpüsü: İnsanı yıpratan. yoran. sıkıntıya sokan. uzun ve yorucu iş. Ön ayak olmak: Bir işin yapılmasında ilk başlayan olup herkesi arkasından sürüklemek."Haydi ön ayak olda koşsunlar biraz." Öne düşmek: 1. Önderlik ya da kılavuzluk etmek. 2. En önde yürümek. Önüne gelen: Olur olmaz kimse. herkes. karşısına çıkan."Önüne gelene sordu ama bulamadı." Öpüp başına koymak: Bir şeyi minnetle karşılamak. seve seve kabul etmek."Adam sana iş verecekmiş. daha ne istiyorsun. öpüp başına koy." Örtbas etmek: Kötü bir durumu gizlemek. yayılmasını önlemek."Dairede yapılan yolsuzlukları örtbas edeceklerini sandılar." Örümcek kafalı: Geri düşünceli. yenilikleri kolay kabul etmeyen (kimse). Öteden beri: Oldukça uzun zamandan beri. eskiden beri."Öteden beri sevmem ben onu." Ötesi çıkmaz sokak: "Takip edilen yol yanlıştır. bu yolla bir yere gidilemez. sonuç alınamaz. bir yere kadar gidilir ama daha fazla gidilemez" anlamında kullanılır. Özenip bezenmek: Çok özen gösterip titizlikle. ayrıntılarına varıncaya değin ele almak. Özrü kabahatinden büyük: Bir kabahat için özür dilerken daha büyük bir kabahat işleyen kimse için söylenir. Özür dilemek: 1. Yaptığı bir yanlıştan ötürü affedilmesini istemek. 2. Özrünü ileri sürerek yapılması kendinden istenen işi yapmamak. bundan bağışlanmasını istemek."Özür dilerim. ben o kovayı taşıyamayacağım." Özü sözü bir: Düşünceleri. söyledikleri ve yaptıkları bir olan. ne düşünüyorsa onu söyleyen. içi dışı bir olan kimse."Özü sözü bir olan insanlara rastlamak gittikçe zorlaşıyor." |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.