![]() |
U-Ü...İle Baslayan Deyimler Ve Anlamlari
Ucu dokunmak: Bir işten biri zarar görür olmak. söylenen bir söz birine zarar vermek."O çubuğu kıracağım fakat ucu sana dokunacak diye kıramıyorum." Ucunu kaçırmak: Çıkmaza girmek. denetimi elinden kaçırmak."İşin ucunu kaçırdın. oldu mu ya?" Ucu ortası belli olmamak: Bir işe. söze nereden başlanacağı kestirilememek. Ucunda bir şey olmak: Bir şeyde gizli bir amaç bulunmak."Bu davranışının ucunda bir şey var ama anlayamadım." Ucu ucuna: Ancak yetişecek kadar."İp ucu ucuna geldi." Ucuz atlatmak: Güç ve tehlikeli durumdan az bir zararla sıyrılmak."Ucuz atlattık. az kalsın uçuruma yuvarlanacaktık." Uçan kuşa borcu (borçlu) olmak: Pek çok kişiye borçlu olmak."Babanın uçan kuşa borcu varmış diyorlar. doğru mu?" Uçan kuştan medet ummak: Pek sıkıntıda bulunup. bu sıkıntıdan kurtulmak için her türlü çareye. olmadık yerlere başvurmak. yardım istemek. Bilgicik.Com. Türkçe. Edebiyat. Roman Özetleri. Duvar Yazıları. Atasözleri. Hızlı Okuma. Özlü Sözler. Türk Uçsuz bucaksız: Çok geniş."Uçsuz bucaksız kırlarda dolaşmak istiyordum." Uçkuruna sağlam: Namuslu. iffetine bağlı. Uç vermek: 1. Baş vermek (çıban). 2. Bitmek. sürmek (bitki). 3. Gelişme. büyüme başlangıcı göstermek. 4. Bilinmeyeni açıklığa kavuşturucu belirtiler ortaya çıkmak."İlk bahar geldi. dallar uç vermeye başladı." Ulu orta söz söylemek: Bir şeyin aslını bilmeden. düşünüp tartmadan. çekinmeden. açıktan açığa konuşmak."Birden ayağa kalkıp ulu orta söz söylemeye başladı." Uma uma döndük muma: Umut edilen. beklenilen şeyler gerçekleşmeyince hayal kırıklığına uğrayan. kötü durumlara düşen. zayıflayıp gücünü yitiren insanlar için söylenir. Umurunda olmamak: Aldırış etmemek. önem vermemek. Ununu elemiş. eleğini asmış: Hayatta yapmak istediklerini yapmış. geri kalan ömrü süresince artık yapacak önemli bir işi kalmamış kimseler için söylenir. Utancından yere geçmek: Çok utanmak. kimsenin yüzüne bakamayıp sanki saklanacak yer aramak."Çok mahçup olmuştu. utancından yere geçmek üzereydi." Uyku bastırmak: Aşırı derecede uykusu gelmek. uyuma isteği duymak."Yemekten sonra bir uyku bastırır. kafamı kaldıramazdım." Uyku çekmek: Rahat ve huzurlu bir şekilde çok uyumak."Eve gidip şöyle bir uyku çekeceğim." Uyku gözünden akmak: Çok uykusu gelmek. göz kapakları kapanmak."İki gündür yoldaydık. hemen hemen hiç uyumamıştık. uyku gözlerimizden akıyordu." Uykusu kaçmak: 1. Uyuması gerekirken herhangi bir sebepten ötürü uyuyamamak. 2. Bir sorun yüzünden kaygılanmak. endişe duymak."Uykusu kaçmış. yatakta bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu." Uykusunu almak: Gerektiği kadar uyumuş olmak."Epeydir yatıyorsun. uykunu almış olmalısın." Uyku tulumu: 1. Uykuyu çok seven kimse. çok uyuyan. 2. İçine girilerek yatılan tulum biçimindeki yatak."Uyku tulumu sen de. çabuk kalk!" Uykuya dalmak: Rahat ve derin bir şekilde uyumak. Uyur uyanık: Yarı uykulu."Uyur uyanık ayakta nöbet tutmaya çalışıyordu." Uzağı (ileriyi) görmek: Gelecekte ne olacağını sezmek. kestirmek."Dedem uzağı gören bir adamdı." Uzaktan uzağa: 1. İlgisi pek az olan. 2. Çok uzaktan."Uzaktan uzağa selâmlaşıyorduk işte." Uzun boylu: 1. Boyu uzun olan. 2. Uzun süre. 3. Derinlemesine. ayrıntılarıyla."Meselenin üzerinde öyle uzun boylu durmadık." Uzun etmek: 1. Nazlanmak. sözünde direnmek. 2. Sözü uzatmak. tartışmayı sürdürmek. 3. Aşırı gitmek."Haydi uzun etme de gel benimle!" Uzun hikâye: Pek çok ayrıntıları bulanan. anlatması uzun sürecek. anlatılmadan da anlaşılamayacak olan olay ya da konu. Uzun lafın (sözün) kısası: Özetle. kısaca. sözü uzatmayarak."Uzun lafın kısası. yazar gerçekçi olmalıdır." Uzun uzadıya: Çok ayrıntılı olarak. en ince noktalarına inerek."Meseleyi uzun uzadıya inceledik." Üç aşağı beş yukarı: Az bir farkla. az fazla ya da az eksik olmak üzere. yaklaşık olarak."Üç aşağı beş yukarı anlaşırız. merak etme." Üç buçuk atmak: Çok korkmak. korku içinde olmak. istenmeyen bir durum olacak diye korkup durmak. Üçe beşe bakmamak: Alışverişte fiyat konusunda küçük farkları önemsememek. almak ya da satmak konusunda cimri davranmamak."İstediğini üçe beşe bakma. mutlaka al." Üç otuzluk: Yaşı hayli ilerlemiş (kimse). Ümidini kesmek: Artık ummaz olmak. olacağını beklememek. kavuşamayacağını anlamak."Ümidimi kestim iyice. kocam artık geri dönmeyecek." Ümitsizliğe düşmek: Gerçekleşmeyeceğine. olmayacağına inanmak."Ümitsizliğe düşme bu kadar. belki geri gelir." Ün kazanmak: Adı her yerde duyulmak. şöhreti herkesçe bilinir olmak."O cihana ün salmış bir güreşçidir." Üst baş: Kılık kıyafet. giyim kuşam."Üstüne başına hiç bakmaz ki o." Üste çıkmak: Suçlu olduğu hâlde suçsuz durumda olduğunu söyleyip karşısındakini suçlamak."Bir an önce bu işten kurtulmak için üste çıkmayı başarmalıyım diye geçirdi içinden." Üstesinden gelmek: Becermek. üzerine aldığı işi başarmak. yapmak."Hiç endişelenme sen. üstesinden gelecektir o işin." Üste vermek: Fazladan ödeme yapmak."Üste bir milyon verdiler ama bu arabayı değişmedim." Üst perdeden konuşmak: 1. Üstünlük taslayarak konuşmak. 2. Çok yüksek sesle konuşmak."Üst perdeden konuşmaya bayılır." Üstü başı dökülmek: Kılık ve kıyafeti çok eski olmak. perişan durumda bulunmak. Üstü kapalı konuşmak: Açık. kesin ifadeler kullanmadan konuşup dinleyenin kavrayışına bırakmak."Niçin üstü kapalı konuştuğunu bir türlü anlayamıyordu." Üstünde durmak: Bir işe önem vermek. o işle yakından ilgilenmek. uğraşmak."Şu işin üstünde dur biraz. yoksa sonun kötü olacak." Üstünde kalmak: Artırma ya da eksiltme sırasında onda kalmak. 2. Suçlanmak."Onlar kaçıp gittiler. kabahat bizim üstümüzde kaldı." Üstünden atmak: Başından savmak. bir şeyi ödev olarak kabul etmemek. başkasını ilgilendirdiğini belirtmek."Bu iş senin. sakın üstünden atayım deme." Üstünden dökülmek: Bir giysi bol ve biçimsiz olmak. yakışmamak. Üstünden (şu kadar zaman) geçmek: Aradan (şu kadar) zaman geçmek."Üstünden şu kadar zaman geçmesine rağmen hâlâ borcunu ödemedi." Üstüne almak: 1. Alınmak. bir hareketin kendisine karşı yapıldığını sanarak kaygılanmak. 2. Bir görevi üstlendiğini kabul etmek."Her sözü üstüne alma lütfen!" Üstüne atmak: Kendi kaptığı bir suçu birine yüklemek."Camı kendi kırdı ama suçu arkadaşının üstüne attı." Üstüne basmak: 1. Yerinde bir fikir beyan etmek. 2. İyice belirtmek."Üstüne basa basa anlat. baban çok mağdurmuş de!" Üstüne bir bardak (soğuk) su içmek: O işten umudunu kesmek. o işin olacağına inanmamak. parasını ya da malını almaktan vazgeçmek."Verecek mi? Sen o paranın üstüne bir bardak soğuk su iç!" Üstüne (üzerine) düşmek: 1. Bir şeyi elde etmek için çok uğraşmak. 2. (Çocuğu) sevme ya da korumada çok ileri gitmek."Şu çocuğun üstüne bu kadar düşmeyelim. şımardıkça şımarıyor. neredeyse başımıza çıkacak." Üstüne fenalık gelmek: Aşırı ölçüde sıkılmak. çok bunalmak. Üstüne geçirmek: 1. Bir malın tapusunu kendi üzerine yazdırmak ya da çıkartmak. 2. Bir çocuğu evlât edinmek. kendi nüfusunu kaydettirmek."Evi üstüne geçirmiş dedem. doğru mu?" Üstüne gelmek: Bir şey konuşulurken ya da yapılırken çıkagelmek. Üstüne gül koklamamak: Sevdiği birinden başkasını sevmemek. başkası ile ilişki kurmamak. Üstüne (yatmak) oturmak: Hiç hakkı değilken başkasının malını kendine mal etmek."Vakıf mallarının üstüne oturdu adam. nasıl yaptı. vicdanı nasıl el verdi bilmiyorum." Üstüne titremek: Pek fazla sevgi. özen göstermek; zarar gelmesin diye itinalı davranmak."Öğrencilerinin üstüne böyle titreyen bir öğretmen daha görmedim." Üstüne toz kondurmamak: Bir şeyin kusur. eksiği olduğunu kabul etmemek."Çocuğunun üstüne hiç toz kondurmuyor." Üstüne tuz biber ekmek: Bir üzüntüyü. derdi. kusuru artıracak durum oluşturmak. Üstüne üstüne gitmek: 1. Bir konuda bir kimseye sürekli baskı yapmak. 2. Güç bir şeyden yılmayıp. sonucu tehlikeli de olsa. çekinmeden o şeyle uğraşmak."Biliyorum zor ama üstüne üstüne gitmelisin. ancak o zaman başarabilirsin." Üstüne varmak: 1. Bir şeyi yapmasını zorlayarak istemek. 2. Bir kadın. evli bir erkekle evlenmek."Demek tükürdü sana; üstüne varma. zorlama demedim mi sana?" Üstüne yıkmak: 1. Kendi işlediği bir suçu başkasına yüklemek. 2. Kendisinin de sorumlu olduğu bir işin ağırlığını başkasına yüklemek."Evin geçim yükünü annenin üstüne yıkmışlar. sorumsuzca yaşıyorlar." Üstüne yürümek: Yıldırmak. korkutmak amacıyla saldıracakmış gibi yapmak; ya da saldırmak."Öfkeyle delikanlının üstüne yürüdü." Üvey evlât gibi tutmak (saymak) : Horlamak. haksızlık etmek. iyi davranmamak. küçümsemek."Dokunma bana. beni hep üvey evlât gibi tuttun. ne zaman yaklaştıysam sana köşe bucak kaçtın benden." Üzüm üzüm üzülmek: Haddinden fazla. çok üzülmek."Anneciği üzüm üzüm üzülüyor ama bir çare bulamıyordu." |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.