ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Genel Konular (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=324)
-   -   Bi’Dat (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=569519)

Prof. Dr. Sinsi 08-24-2012 03:12 PM

Bi’Dat
 

Konumuz: Bi’dat.

Bi’dat; insanların dîne, Allah’ın emir ve kanunlarına uygun olmayan bir şeyler katmaları veya dînden Allah’ın farz kıldığı bir şeyleri devre dışı bırakmaları halidir. Bi’datta bir hedef vardır. Bi’dat, şeytanın mutlaka devreye girmesinin sonucudur. Allah’ın koyduğu kanunları paralize edecek, devre dışı bırakacak ve insanları Allah’ın koyduğu o yolun dışına sürükleyecek olan ilâveler veya devre dışı bırakmalar bi’dat adını alır. Dînimizin içine birçok bi’dat karıştırılmıştır.

Muhtevanın bütününe dikkatle bakmamız gerekmektedir. Kur’ân, kâinatın son Peygamberine, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’e indirilen kâinatın son şeriat kitabıdır. Ve tabiatıyla indirildiği standartlar içerisinde bir tatbikat söz konusudur. Allahû Tealâ nasıl indirmişse, Peygamber Efendimiz (S.A.V) öyle bir tatbikatı devreye sokmuştur.

Allah ne indirmiştir? İndirdiği şeylerden bugüne kalan nedir? Ona baktığımız zaman bi’datın İslâm dînindeki korkunç tahribatını görürüz. İnsanları cennet saadetine hiçbir zaman ulaştırmayacak olan birtakım farklı sonuçlar. Allah neyi emretmiş, asırlar sonra insanlar nerededir? Allah neyi emretmiş, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe ne yapmıştır?

Evvelâ birinci sualin cevabını verelim. Allahû Tealâ neyi emretmişse, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz ve bütün sahâbe Allah’ın bütün emirlerini tam O’nun emrettiği biçim ve boyutta gerçekleştirmişlerdir. Üstelik de başlangıçta hepsi çok kötü davranışların içindeyken Allah’ın yoluna girmişlerdir. Ve hepsi büyük değişiklikler göstermişlerdir.

İslâm, Vel Asr Suresinde Allahû Tealâ’nın anlattığı 28 basamaklık bir merdivenle ifade edilir. Bu merdivenin başlangıç noktası âmenû olmak yani Allah’a ulaşmayı dilemektir. Herşey bununla başlar. Nerede biter? İradenin Allah’a teslimi ile biter. Allahû Tealâ ne emretmiş, sonra neler olmuş, dîn bi’datlar sebebiyle hangi noktadan hangi noktaya sürüklenmiş, beraberce gözden geçireceğiz.

28 basamaklık bir İslâm merdiveninde 1. basamakta insanlar olayları yaşarlar. Herkes yaşar. Bir kısmı yanlış değerlendirir, bir kısmı doğru değerlendirir. Ama herkes her çeşit olayı yaşar. 2. basamakta insanlar eğer başka insanları da kendileri gibi Allah’ın yolundan alıkoymuyorlarsa, başka insanların ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştırmalarına mâni olmuyorlarsa, 2. basamakta Allahû Tealâ tarafından mutlaka seçilirler. O isyan edenler, sadece kendileri Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilemeseler problem yok; kendileri cehenneme giderler. Ama başka insanları da Allah’a ulaşma diye bir kavramdan uzaklaştırmaya çalışan, onların Allah’a ulaşmayı dilemelerine engel olan insanlar, bu standartta devre dışındadır. Onlar seçilmezler. Seçilenlerin %10’undan daha azı bir dileğin sahibi olur: Allah’a ulaşmayı dilemek.

İşte İslâm’daki ilk bi’dat buradadır. Bu, 14 asır sonra geriye baktığımız zaman net olarak görünmektedir. Bugün dünyadaki bütün İslâm dînini öğreten üniversitelerde şunu görüyoruz ki; Allah’a ulaşmayı dilemek diye bir kavram tamamen unutulmuştur. Ne ülkemizde ne de dünya üniversitelerinde artık bir insanın Allah’a ulaşmayı dilemesi diye bir faktör yoktur. İlk bi’dat buradan başlamıştır. Ve bu zaten ağacın yıkılması için yeterli olmuştur. Neden yeterlidir? Çünkü bu kavram tatbikata giremezse, o insanın kurtulması mümkün değildir.

Yani şeytan insanların Allah’a ulaşmalarını dilemelerine mâni olmayı başardığı gün, insanları top yekûn cehenneme mahkûm etmeyi başarmış demektir. Peki bunu başarmış mı? Evet başarmış. Artık zamanımızda ne dîn öğreticilerinin ne de onlardan dîni öğrenenlerin Allah’a ulaşmayı dilemek diye bir kavramdan haberdar olmadığı, ihtarlarla gerçekleşmiş bir olaydır. 1. ihtar bunu tespit ve ispat etti ki; insanlar, biz onlara bu bildiriyi sunana kadar Allah’a ulaşmayı dilemek gibi bir talebin sahibi olmadıkları gibi, böyle bir kavramın varlığından da haberleri yoktu.

Allah’a ulaşmayı dilemenin devreden çıkartılması, 14 asırda başarılan, İslâm’a en büyük ihanettir. Neden en büyük ihanet? Daha ötede, daha büyük kademelerin insanlar tarafından ulaşılmaz kılınması büyük değil mi? Hayır, bu kadar büyük değil. Çünkü Allah’a ulaşmayı dilemek olmazsa, ötekilerin hiçbirinin gerçekleşmesi mümkün değildir. Gerçi onlar da yok ama siz hepsinin var olduğunu düşünün, onların hiçbirisi geçerli olmayacaktı. Allah’a ulaşmayı dilemedikçe hiç kimsenin Allah’ın cennetine girmesi mümkün değildir. Öyleyse bi’datların en büyüğü, en önemlisi, Kur’ân’ın olmazsa olmaz şartını mutlak yok etmektir.

Bir insanın irşad makamına ulaşması, Allahû Tealâ’nın farz emridir. Ama bir kişi onu gerçekleştirmemiş ve bir alttaki kademeyi gerçekleştirmişse, 6. kat cennete girebilir. İrşada ulaşmamışsa, kişi daha evvelki kademeleri gerçekleştirmişse 5. kat cennete gidebilir. Fizik vücudunu Allah’a teslim etmişse, nefsini Allah’a teslim etmemişse 4. kat cennete gidebilir. Hepsi kurtuluştur. Burada dünya saadetinin gene %100’ü yaşanır. Cennetin de 4. katı söz konusudur. Kişiler kurtuluştadır.

Bir kişi Allah’a ulaşmayı dileyip, ruhunu Allah’a ulaştırmadan ölürse gene Allah’ın cennetine girecektir. Mürşidine ulaşan kişi 2. kat cennetin sahibidir. Bir kimse Allah’a ulaşmayı dileyip de mürşidine ulaşmadan evvel ölürse, yine cennete girecektir, 1. kat cennete girecektir. Yani her hâlükârda kişilerin kurtuluşu bir talebe bağlıdır. İblisin yok etmesi lâzımgelen şey neydi? Buydu; insanları âmenû olmaktan, Allah’a ulaşmayı dilemekten men etmek. Allah’a ulaşmayı dilemek kavramını, âmenû kelimesini, gene aynı istikamette kullanılan münîb kelimesini, inâbe kelimesini, yunîb kelimesini yok etmek. Bunların hepsi aynı kökten gelir. Yönelme yani gene Allah’a ulaşmayı dileme, Kur’ân’da var olmasına rağmen iblis bunu tatbikattan kaldırmayı başarmıştır.

Kur’ân, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sadece hayattayken olduğu devri veren bir kitap değildir. Ondan evvelini de verir, ondan sonrasını da verir. Yokluktan kıyâmete kadar, kıyâmetten sonrası da dahil olmak üzere bütün zaman parçalarını Kur’ân’da görebilirsiniz.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) rahmetli olduktan yıllarca sonra gerçekleşecek olan sahâbe ve sahâbeye tâbî olanlar, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e değil sahâbeye tâbî olanlar, onlardan da sonra sahâbenin de döneminden sonra gerçekleşecek olan tâbiîne tâbî olanlar. Onlar da Kur’ân-ı Kerim’de vardır.

Kur’ân-ı Kerim’in omurgasına baktığımız zaman, adına Arapça adı ile “İslâm dîni” deyin veya “Hz. İbrâhîm’in hanif dîni” deyin veya “Hz. İsa’nın dîni” deyin, “Hz. Musa’nın dîni” deyin, “Hz. Nuh’un dîni” deyin, hepsi aynı dîndir. Zamanımızda üç tane kitaplı dîn görünmektedir: Müslümanlık, Hristiyanlık, Yahudilik. Hayır, üç dîn yoktur. Üçünün de kendi isimlerini soyutlayalım, kendi isimlerini kullanmayalım. Bu üç dînden evvel Hz. İbrâhîm’in dîni vardı; hanif dîni. Üç Peygamber de Hz. İsa da, Hz. Musa da, Peygamber Efendimiz (S.A.V) de aynı dîni yaşadılar, tek dîni yaşadılar.

Hz. Âdem’den başlayan bir dîn, bütün peygamberler tarafından hiç değişikliğe uğramadan yaşandı. Peki Hz. İbrâhîm’den Hz. Musa’ya gelene kadar dîn değişmedi mi? Değişti. İnsanlar birçok değişiklikler, birçok bi’datlar getirdiler. Hz. Musa’ya indirdiği Tevrat’la Allahû Tealâ gene bütünledi. Hepsini gene tek şeriat verdi; 7 safha 4 teslimden oluşan bir dîn. Hz. Musa’dan Hz. Davut’a gelene kadar gene insanlar dîni dejenere ettiler. Allahû Tealâ Hz. Davut’a sayfalar vermiştir; suhuf. Ve O’ndan sonra Hz. İsa’ya kadar gene herşey darmadağın edilmiştir. Hz. İsa’ya indirilen İncil’le yeniden herşey düzenlenmiştir; 7 safha 4 teslim. Sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V) gelene kadar gene herşey dejenere olmuştur. Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e indirilen, Son Peygambere indirilen son şeriat kitabı, aynı şeriat kitabı (diğer peygamberlere indirilen) o herşeyi düzenlemektedir; 7 safha 4 teslim oluşan bir dîn.

İnsanlık tarihi boyunca Âdem (A.S) zamanında da olmak üzere bir muhteva söz konusudur. Hep tek dîn yaşanmış, kâinatın tek dîni yaşanmıştır. Her peygamber zamanında, o peygamberden sonra da adım adım dîn hep dejenere olmuştur. Bu dejenerasyonu oluşturan faktör; işte o bi’dattır. Dînden bir şeyler çıkarılması, dîne bir şeylerin ilâve edilmesi, özellikle bir şeylerin unutulması… Öyleyse 7 safhalı bir bi’dat olayı ile karşı karşıyayız.

Şimdi 14 asır evvele dönüyoruz. Her dînden sonraki dejenerasyon Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında da hem hristiyanlarda hem yahudilerde vardı. Her 2 grubun da %90’ından fazlası artık dînlerini kaybetmişlerdi. Ve zaten Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’inde onlara da bu istikamette bir değerlendirme yapmaktadır. Ama yahudilerin de hristiyanların da içinde küçük bir azınlık, %10’dan daha az bir insan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e âyetler indikçe diyorlar ki: “İşte onlar bizim şu anda yaşamakta olduğumuz şeylerin hepsinin ifadesidir.” Demek ki Allahû Tealâ bütün peygamberlerine aynı şeyi veriyordu. “Biz, demek ki kendi peygamberimizin yaşadığı devrede Allah’ın emrettiği şeyi yaparak bugünkü peygambere gelen emirlerin aynını yapıyormuşuz.” diye düşünüyorlardı.


5/MÂİDE-83: Ve izâ semiû mâ unzile ilerresûli terâ a’yunehum tefîdu mined dem’ı mimmâ arefû minel hakk(hakkı), yekûlûne rabbenâ âmennâ fektubnâ meaş şâhidîn(şâhidîne).
Resûl’e indirileni (Kur’ân’ı) işittikleri zaman, Hakk’tan olan şeylere arif olduklarından dolayı, gözlerinin kanlı yaşla dolup taştığını görürsün. “Ey Rabbimiz! Biz îmân ettik (âmenû olduk). Artık bizi şahitlerle beraber yaz.” derler.



Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de onların her indirilen âyetle sevindiklerini ifade etmektedir. Bu insanlar hristiyan, bu insanlar yahudi ama Peygamber Efendimiz (S.A.V) gibi zikretmişler, O’nun gibi namaz kılmışlar, O’nun gibi kendi mürşidlerine tâbî olmuşlardır. Sahâbe ne yaparsa onlar da aynını yapmışlardır. Bir kısmı yahudilerin içinde, bir kısmı hristiyanların içindedir. Onara bi’dat uğrayamamıştır. Bi’dat geri kalanları mahvetmiştir. İblisin fırtınası bütün insanları kapsamaz. Her devirde, her milletin arasında o milletin dîni ne olursa olsun, o milletin %10’dan daha az bir kısmı mutlaka bu zamanda da Allah’ın bütün emirlerini yerine getirir, yasak ettiği şeyleri işlemez. Ruhunu da nefsini de vechini de iradesini de Allah’a teslim eder.

İblis bi’datı oluşturmak için ne yapabilirdi? İnsanları cennet saadetine ve dünya saadetine ulaştıracak olan bütün faktörleri devreden çıkarmak onun hedefidir. Ama bütün kutsal kitaplarda da bunlar vardır. Öyleyse ne yapabilir? Yapacağı şey; onları unutturmak, insanları kutsal kitapların dizaynının dışına çıkarmaktır. Ve iblis bunu yapmıştır.

Bi’datın genel panoramasına baktığımız zaman nelerin yok olması lâzımgeldiğini tespit edebiliriz. İslâm 7 safha 4 teslimden oluşur:

safha: Allah’a ulaşmayı dilemek.

safha: mürşidine ulaşıp 12 ihsanla tâbiiyeti gerçekleştirmek.

safha: ruhu Allah’a ulaştırmak ve teslim etmek.

safha: fizik vücudu Allah’a teslim etmek.

safha: nefsi Allah’a teslim etmek.

safha: irşada ulaşmak.

safha: iradeyi de Allah’a teslim etmek.

Bi’datlar neyi ne kadar yok ettiğinin ölçümlenmesi, Kur’ân-ı Kerim elimizde olduğu sürece çok basit bir olaydır. Bundan 14 asır evvel onlar ne yaptılar?

1. Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilediler. Allahû Tealâ diyor ki:


39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!



Âyet-i kerimede, bütün sahâbenin başlangıçta şeytana kul olduğu, sonra bundan içtinap ettiği, kurtulduğu çünkü Allah’a ulaşmayı diledikleri, Allah’a yöneldikleri ifade edilmektedir. Allah’a ulaşmayı dilemek, Allah’a yönelmektir. Birisi âmenû kelimesi ile öteki münîb veya yunîb kelimesi veya enîbu kelimesi ile ifade edilir.

1. ve 2. basamakta olayları yaşayan ve olayları değerlendiren kişiler Allahû Tealâ tarafından seçilmişlerse, o seçilenlerden bir kısmı Allah’a ulaşmayı dilerler. Onlar da gene seçilenlerin %10’undan daha azıdır. Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemiştir.

Bugün hiçbir üniversitede Allah’a ulaşmayı dilemek, Allah’a ulaşma kavramı öğretilmemektedir. Hatta reddedilerek: “Allah ulaşılmaz. Kimin ruhu vücudunu terk ederse, o insan ölür. Çünkü ruh insana hayat verir.” denmektedir. Halk kitlelerine de bu kabul ettirilmiştir. Bu konudaki dîn ulemasının da büyük kısmı bu tarzda düşünüp, “İnsan ruhunun hayattayken Allah’a ulaşmayı dilemesi ve ruhun insan hayattayken Allah’a ulaşması diye bir kavram yok.” demektedirler. Yazdıkları Kur’ân-ı Kerim tefsirlerinde açık açık, ruhun insana hayat verdiğini, ruh vücuttan ayrıldığı taktirde insanın öleceğini söylemektedirler. İşte bunun adı: “Bi’dat”tir.

Allahû Tealâ, insan ruhunun kişi ölmeden evvel, Allah’a ulaşmayı dilemesini ve ulaşmasını 12 defa üzerimize farz kılmıştır. Buyuruyor ki:


39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.



30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.



51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah’a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O’ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.



73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.



10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.



13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.


13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.



31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığ



Öyleyse Allahû Tealâ hem Allah’a yönelmeyi hem de Allah’a ulaşmayı üzerimize farz kılmıştır. Eğer Allah’a ulaşmayı dilemek devreden çıkarılmışsa bu bir bi’dattır. Eğer Allah’a ulaşmak devreden çıkarılmışsa, bu daha büyük bir bi’dattır. Çünkü bir vetire bütünüyle yok ediliyor demektir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de bütün sahâbenin hidayete erdiğini ifade etmektedir. Biliyorsunuz hidayet; Allah’a ulaşmak demektir. Eğer insanlar hidayet kavramını yok etmişlerse bu da bir bi’dattır. Çünkü bir insanın hayattayken ruhunu Allah’a ulaştırmasının mümkün olmadığını söylemek o zaman hidayet kavramına bir kulp takmayı gerektirir. Allahû Tealâ diyor ki:


3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve sizin dîninize tâbî olandan başka kimseye inanmayın. (Habibim) de ki: “Hiç şüphesiz HİDAYET, Allah’ın (Kendisine) ulaştırmasıdır. (İnsan ruhunun ölümden evvel Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin başka birine verilmesi (sebebiyle mi) veya Rabbinizin katında (sizlerle) tartışacakları için mi (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Hiç şüphesiz fazl, Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’un Alîm’dir. (Allah herşeyi kuşatan ve herşeyi bilendir.)



“Muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmaktır.”


2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.



“Muhakkak ki Allah’a ulaşmak, işte o hidayettir.”


Kur’ân-ı Kerim’de bu kavram vardır ama iblis bunu 14 asırda yok etmiştir. İnsanları, özellikle dîn adamlarını buna vasıta olarak kullanmıştır. Neticede hidayet kavramı hidayet olmaktan Allah’a ulaşmak vetiresinden çıkmış ve “doğru yol” olarak ifade edilmiştir. 23 tane Kur’ân-ı Kerim mealinde hep aynı şey yer almaktadır. Diyorlar ki: “Allah dilediğini doğru yola ulaştırır. Doğru yol hidayettir.” Oysaki hidayet; Allah’a ulaşmaktır. Böyle bir kavramı yok etmek bi’dattır.

Evvelâ Allah’a ulaşmayı dilemenin yok edildiğini gördük. Birinci bi’dat budur. İkincisi irşad makamının reddedilmesidir. “Mürşid yoktur, mürşid Kur’ân-ı Kerim’dir.” diyorlar. Gerçekten mürşid Kur’ân-ı Kerim’dir. Hangi kayıtla? Kur’ân-ı Kerim’in emirlerini yerine getirmek kaydıyla. Bunları söyleyenler Kur’ân-ı Kerim’in temel kavramlarını yok etmişlerdir. Bi’datın özü buradadır. İslâm her açıdan yara almış ve insanları özellikle cennet saadetine ve dünya saadetine götürecek olan bütün hükümlerden budanmıştır. İblis ve bi’datçılar İslâm’ın kolunu kesmişler, bacağını kesmişler ve İslâm’ı bitkisel hayata ulaştırmışlardır.

İblis kesinlikle kasıt sahibidir. İnsanları adım adım, çok usta manevralarla buraya getirmiştir. Öyle ki onların 14 asır evvel yaşadığı, sizlere anlattığımız İslâm’ın 7 safhası ve 4 teslimi, dînden yok edilmiş, budanmış, atılmıştır. Böylece insanların hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaşma imkânları bütünüyle yok edilmiştir.

Allahû Tealâ mürşidin kim olduğunun Allah’tan sorulmasını ister. Allahû Tealâ mürşide ulaşıp tâbî olmamızı, başımızın üzerine devrin imamının ruhunun gelmesini ister. Ve kalbimize îmânı yazıp mü’min olmamızı ister. Ama bunların hepsi irşad makamı reddedilmek suretiyle yok edilmiştir. Diyorlar ki: “Peygamber Efendimiz (S.A.V) son mürşiddi. Ondan sonra artık mürşid falan gelmez.” Bunun mânâsı şudur: Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra insanlar Allah’a ulaşmayı dilemeyecekler, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra insanlar irşad makamına ulaşamayacaklar; fizik vücutlarını da ruhlarını da nefslerini de iradelerini de Allah’a teslim edemeyecekler.

İrşad makamını reddetmek bi’datın en büyüğüdür. Allahû Tealâ: “Bütün devrelerde, bütün kavimlerde resûller beas ederiz.” buyurmaktadır. İnsanlar da: “Peygamber Efendimiz (S.A.V) son resûldür.” diyorlar. Öyleyse bu bi’datın hasıdır. Yani insanların Allah’ın cennetine gitmesini ve gene insanların mutluluğunu kesin ölçülerde engelleyen bir bi’dat. Bu, İslâm âlemini bütünüyle sarmıştır. Bu bir dumandır. Duhan Suresi bu dumanı açıklamaktadır. Bu Surede Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den çok sonra bir resûl’ün geleceği de ifade edilmektedir.


44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.


44/DUHÂN-11: Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.


44/DUHÂN-12: Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.


44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.


44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.


44/DUHÂN-15: İnnâ kâşifûl azâbi kalîlen innekum âidûn(âidûne).
Muhakkak ki Biz, azabı biraz kaldırsak (bile), şüphesiz ki siz (şirke) dönecek olanlarsınız.



İrşad müessesesi yok edilmiştir. Diyorlar ki. “Hayır, mürşid diye birşey yoktur. Son mürşid Peygamber Efendimiz (S.A.V)’dir.” Ama tâbiînin sahâbeye tâbî olduğu kesindir. Tebe-i tâbiînin de tâbiîne tâbî olduğu kesindir. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:


9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.



Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra da tâbiiyet müessesesinin devam ettiği kesindir. Bunun tersi olan iddia bir bi’dattır. Kur’ân-ı Kerim’e kesinlikle ters düşmektedir. Fatiha Suresinde biz Allahû Tealâ’ya diyoruz ki: “İstianeyi yalnız Senden isteriz.”


1/FÂTİHA-1: Bismillâhir rahmânir rahîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm.


1/FÂTİHA-2: El hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah’adir.


1/FÂTİHA-3: Er rahmânir rahîm(rahîmi).
Rahmân’dır, Rahîm’dir.


1/FÂTİHA-4: Mâliki yevmid dîn(dîne).
Dîn gününün MALİK’idir.


1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.


1/FÂTİHA-6: İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane’n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM’e (Allah’a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır).


1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).
O (SIRATI MUSTAKÎM) ki; (başlarının) üzerlerine (Devrin İmamı’nın ruhunu) ni’met olarak verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.



İstianeyi niçin istermişiz? Bizi Sıratı Mustakîm’e ulaştırması için. Ve bu yok edilmiştir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de istianeyi nasıl isteyeceğimizi açıklamaktadır.


2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.


2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.



İstiane hacet namazı kılmak suretiyle Allahû Tealâ’dan istenir. Bu huşû sahipleri için kolay bir iştir. Allahû Tealâ huşû sahibi olanlar için şöyle buyurmaktadır: “Huşû sahipleri ruhlarını ölmeden evvel Allahû Tealâ’ya ulaştıracaklarına kesin şekilde inananlardır. Ölümden sonra da ruhun Allah’a ulaşacağına gene inananlardır.”

Öyleyse irşad makamının bütün devirlerde var olacağını inkâr etmek, bütünüyle bir bi’dattır. Allahû Tealâ her devirde resûllerin var olacağını kesinlikle ifade etmektedir. Diyor ki:


16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).



Allahû Tealâ bütün zaman parçalarında resûllerin var olacağını ifade etmektedir. Buyuruyor ki: “Biz hiçbir kavme resûl göndermedikçe o kavme azap etmeyiz.”

Cehennem bekçileri kıyâmete kadar bütün devirlerde yaşayan insanların hepsine aynı suali sorarlar. “Size Allah’ın resûlleri gelip de buraya cehenneme geleceğinizi söylemediler mi? Siz Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz diye?”


39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: "Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne



Her kavimde bütün zaman devrelerinde, ilimlerinde insanlar dünyanın neresinde oturursa otursun, hepsinin ulaşabileceği yerde, bütün kavimlerin içinde resûl hep olmuştur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:


40/MU'MİN-44: Fe se tezkurûne mâ ekûlu lekum, ve ufevvidu emrî ilâllâh(ilâllâhi), innallâhe basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız (anlayacaksınız). Ve ben, işimi Allah’a havale ederim (bırakırım). Muhakkak ki Allah, kullarını görendir.



İrşad müessesesi bütünüyle yok edilmiştir. İşte büyük bir bi’dat daha. 14 asır evvel bütün sahâbe Peygamber Efendimiz’e ulaşmışlardır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:


48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).



Bugün irşad müessesesi bütünüyle inkâr edilmektedir. Dîn adamları: “Artık resûl yoktur.” diyorlar. Oysa ki şu anda bütün dünya milletlerinde bir resûl yaşamaktadır. Bi’dat her açıdan, bütün kavimleri sarmış durumdadır. Hristiyanlık da yahudilik de İslâm da büyük ölçüde iblis tarafından çökertilmiş durumdadır. Her 3 dînin de içinde küçük kesimler o tek dîni, Hz. İbrâhîm’in dînini, Hz. Âdem’in dînini Kur’ân’daki İslâm’ı yaşamaktadırlar. Bunların sayısı bütün kavimlerde %10’un altındadır. İşte bi’dattan berî olanlar onlardır.

3. safhaya geliyoruz; ruhun Allah’a ulaşması. Zaten ölmeden, ruhun Allah’a ulaşması bütünüyle reddedilmektedir. Diyorlar ki: “Öyle bir şey yoktur, ruh bedenden ayrılırsa insan ölür.” Ruhun Allah’a ulaştırılmasına ait bütün âyetler akla gelmez ifadelerle donatılmıştır. Maksat; sadece insanlara onu ispat edebilmek ve kelimeleri yiyip yutmak suretiyle insan ruhunun ölmeden Allah’a ulaşması diye bir şeyin mevcut olmadığını ispat etmeye çalışmaktır.

23 tane Kur’ân-ı Kerim mealinin hepsi birbirinden farklı ifadelerle aynı şeyi söylemektedir. “Hidayet, doğru yoldur. İrşad; doğru yoldur. Sıratı Mustakîm, doğru yoldur.” diyorlar. “Doğru yol nedir?” diye sorduğumuzda, buna cevap veren kimse yok. Öyle bir kavram kargaşası oluşturulmuş ki; bu bi’datın hasıdır. Sıratı Mustakîm de irşad da, Allah’a ulaşmak da yok edilmiştir. Daha sonra ruhun tesliminden daha ötede, fizik vücudun teslimi vardır. Âyetler saklanabilecek boyutta değildir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:


3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Eğer seninle tartışmaya kalkarlarsa, o zaman de ki: “Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.” O kitap verilenlere ve ÜMMÎ’lere de ki: “Siz de (fizik vücudunuzu Allah’a) teslim ettiniz mi?” Eğer teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermişlerdir. Eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen (görev) ancak tebliğdir. Allah kullarını BASÎR’dir (görendir).



Bugün fizik vücudun teslimi diye bir olay hiç kimse tarafından hiçbir zaman telâffuz edilmemektedir. İslâm kalesi çoktan yerle bir edilmiştir. Ki bu bütün dînlerin kalesi demektir. Çünkü bütün dînler sadece tek bir dîndir. Burada da bir büyük bir yanlışlık vardır. Diyorlar ki: “İslâm dîni son dîndir. Ondan evvelki dînlerin hiçbirine benzemez. Dînler de tekâmül ettiğine göre İslâm dîni en mütekâmil dîndir.” Bunların hepsi birer fantezi, saçmalıktır.

Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e diyor ki: “Sen hanifsin. Senin dînin Hz. İbrâhîm’in dîninin aynıdır. Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya, Hz. İsa’ya verdiğimiz şeriatı, Hz. Nuh’a verdiğimiz şeriatı sana da şeriat kıldık.” Allahû Tealâ dînler arasında bir farklılığın olmadığını ifade etmektedir. Ve insanlar bugün diyorlar ki: “Dînler birbirinden farklıdır. İslâm dîni başka bir dîndir. Bütün dînlerden üstündür.”

Dînler yoktur, başka bir dîn yok ki İslâm ondan üstün olsun. İslâm zaten odur; kâinatın tek dînidir. Öyleyse herşey Allah’ın emrettiği standartların dışına çıkmıştır. Hakikatleri devre dışı bırakmışlardır. Bütün sahâbe nefslerini teslim etmişler, daimî zikre hepsi ulaşmışlardır. Allahû Tealâ açık olarak bütün sahâbenin ulûl’elbab olduğunu ifade etmektedir. Ulûl’elbab daimî zikre ulaşanlardır. Âyet-i kerimeler apaçık ortaya koyuyor ki; bütün sahâbe bunları gerçekleştirmişlerdir. Tabiî ruhun tesliminden başlayan bir dizi olay ardarda gelmektedir; ruhun teslimi, fizik vücudun teslimi, nefsin teslimi, irşada ulaşmak, iradenin teslimi. Ruhun teslimi reddedildikten sonra artık bütün teslimlerin de reddi söz konusudur. İnsanlar bu hakikatleri öğrenmek gereğini de duymamışlardır. Ve bi’datler ardarda gelmiştir. Fizik vücudun teslimi de nefsin teslimi de reddedilmiştir. İrşada ulaşmak nefsin tesliminin de ötesinde bir olaydır. Bütün sahâbe irşada ulaşmışlardır. Allahû Tealâ bunu açıkça ifade etmektedir.


49/HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah’ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.



Bütün sahâbe irşada da ulaşmışlardır (27. basamak). Ve hepsi son teslimlerini gerçekleştirmişler, iradelerini de Allah’a teslim etmişlerdir. Hepsi irşad makamına tayin edilmişlerdir (28. basamağın 5. kademesi). Allahû Tealâ onların iradelerini Allah’a teslim ettiğini net olarak ifade etmektedir.


41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).
Allah’a davet eden ve salih amel (nefs tezkiyesi) işleyen ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?


41/FUSSİLET-34: Ve lâ testevîl hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun).
Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost gibi olur.


41/FUSSİLET-35: Ve mâ yulakkâhâ illellezîne saberû, ve mâ yulakkâhâ illâ zû hazzın azîm(azîmin).
Ona (kötülüğü iyilikle karşılama hasletine), sabredenlerden ve hazzul azîm (en büyük haz) sahiplerinden başkası ulaştırılmaz.



İrşad makamının sahibi oldukları, “Hazz-ül azîmin sahipleridir.” sözüyle ifade edilmiştir. İradenin teslimi de sahâbe tarafından gerçekleştirilmiştir. Hepsi irşad makamının sahipleridir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:


9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.



Ensarın da, muhacirînin de irşad makamına tayin olduğu yani iradelerini de Allah’a teslim ettiği kesin bir vakıa olarak karşımıza çıkmaktadır. Yetmez, ondan sonra bunlara tâbî olanların, tâbîin olanların kendilerine tâbî olan tebe-i tâbiînin de hidayete erdirdiğini görüyoruz. Çünkü onlar da irşad makamının sahibi olmuşlardır. Allahû Tealâ: “Hepsi fevz-ül azîmin sahibiydi.” diyor.

Ya emirler? Bi’datın büyüğü, zikir adlı ibadetin yok edilmesindedir. “Zikir farz mıdır?” diye soruyoruz. “Farz değildir.” diyorlar. Allahû Tealâ diyor ki:


73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.



Zikir farzdır.


33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.



Günün yarısından daha fazla zikir de farzdır.


4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah’ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü; namaz, mü’minlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.



Daimî zikir de farzdır. Bir insan 3 halde bulunabilir. 3 halin üçünde de Allahû Tealâ’yı zikretmemiz hepimizin üzerine farzdır. Ve farzları arıyoruz. Ne 32 farzın içinde ne 54 farzın içinde zikir yoktur. İşte bi’datın hası budur. Üstelik de bu farzların içinde zikir en büyük ibadettir. Çünkü zikirsiz hiç kimse nefs tezkiyesi yapamaz. Nefs tezkiyesi yapamazsa, ruhunu asla Allah’a ulaştıramaz. Bu gerçekleşmezse, fizik vücudun da teslimi yoktur. Nefsin teslimi de yoktur, iradenin de teslimi yoktur.

İblis insanları ibadet etmek istikametinde serbest bırakmıştır. “Namaz kılın, oruç tutun, zekât verin, hacca gidin, kelime-i şahadet de getirin ama zinhar zikir yapmayın.” diyor. Allah’a ulaşmayı, irşada ulaşmayı, irşad makamına ulaşıp tâbî olmayı yok etmiştir. Ruhu Allah’a ulaştırmayı, fizik vücudu, nefsi, iradeyi Allah’a teslim etmeyi; herşeyi yok etmiştir. İnsanlara bu ibadetleri bırakmıştır. Neden? Çünkü insanlar mutlaka bir şeyler yapmalılar ve de bu yaptıkları şeyle kurtulacaklarına inanmalılar. İşte iblis bunu gerçekleştirmiştir. Onlara o bir şeyleri yaptırmıştır. Onlar da o yaptıkları şeylerle kurtulabileceklerini zannetmektedirler. Hiç kimsenin İslâm’ın 5 tane şartı ile cennete girebilmesi Kur’ân-ı Kerim’e göre mümkün değildir.

İnsanlar asırlar boyunca bir aldanışın içine girmişlerdir. Adım adım bi’datların içinde boğularak bugünlere ulaşmışlardır. Ve bi’datlar her taraftan insanları kuşatmıştır. Ve daha kötüsü, İlluminati’nin bütün dünyaya açtığı savaştır. Dîn sahipleri, Allah’a inanlar birbirleri arasında savaşmaktadırlar. İnsanlar şeytana karşı yapacakları savaşı unutmuş görünüyorlar, farkında bile değiller.

Şeytan her tarafta kendisine düşeni ne yazık ki en büyük boyutta gerçekleştirmiştir. Bi’dat bütün dünyayı kavramış, sarmıştır. Her taraf o duhandaki dumanla kaplanmıştır. İşte o dumanın bütün dünyayı kapladığı noktadayız. Ve o devirdeki Resûl’e de: “Şeytan tarafından öğretilmiş deli.” diyorlar.

Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Habibim, gökyüzünü bir dumanın kapladığı zamana sen bak. O gün diyecekler ki biz mü’miniz. Bizden bu azabı kaldır. Ama onlar da ibret alacak göz nerede? Onlara apaçık bir Resûl gelmişti de o Resûl’e şeytan tarafından öğretilmiş mecnun -deli- dediler.” Acaba anlatabildik mi?

Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşa burada tamamlamak istiyoruz. Allah hepinizden razı olsun.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.