ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Genel Konular (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=324)
-   -   İman Ve İstikamet....... (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=569417)

Prof. Dr. Sinsi 08-24-2012 03:29 PM

İman Ve İstikamet.......
 

Hayatın hayatı hiç şüphesiz imandır. İman; hayatın emniyet sigortasıdır. İman; fitrî duyguların bekçisi ve beşer hayatı için de saadetin biricik çeşmesidir. İman; mükellefin kalbine yerleşip hayatının kalıbına hakim olan ilahî bir nurdur. İman kurtuluşun ilk maddesidir. Allah-u Teala ebedi hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Asra andolsun ki, hiç şüphesiz insan hüsrandadır. Ancak iman edenlerle salih amel işleyenler, bir de birbirine hakkı tavsiye edenler bunun dışındadır.” (Asr Suresi 103/1-3) Dikkat edilirse iman, hayat ağacının köküdür. İmanın olmadığı yerde hayat ağacı kurumaya mahkümdür. Yani imansız hayat olmaz. Hayatı imansız arzu edenler, fitne, fesad ve ölümü arzu edenlerdir. İnsanca yaşamanın ilk şartı da imandır. Şunu beyan etmekte fayda vardır:

İnsanca yaşama ile müslümanca yaşamanın arasında fark yoktur. Müslümanca yaşamayan bir kimse, hayvanca yaşamaya mecbur ve mahkum olur.

Hüsrandan ve cehaletten kurtulmanın biricik çaresi imandır. Çünkü iman ilmin hem başı ve hem de gayesidir. (Hak Dini Kur’an Dili (M. Hamdi Yazır) C: 1, Sh: 170, İST/1971) Her türlü ma’rufun başı, Allah’a imandır. (El Mebsut (İmam-ı Serahsi) C: 10, Sh: 2, Mısır/1324) İman her türlü hayır dalının dal budak saldığı meyve verdiği büyük hayatın köküdür. İman olmadan hayat kökü kurumuş bir ağaç gibidir. Kısa zamanda kuruyup yok olur. İman her türlü hayır dalının dal budak saldığı meyve verdiği büyük hayatın köküdür. İman olmadan hayat kökü kurumuş bir ağaç gibidir. Kısa zamanda kuruyup yok olur. İman olmadan hayatta elde edilen neticeler şeytanidir. Onun devamı ve sürekliliği mümkün olmaz.

İman yüce hayatın bütün hatlarının kendine bağlandığı ana mihverdir. Aksi takdirde hayat, bağlantısı bulunmayan arzu ve ihtirasların doğrultusunda çürüyüp giden başıboş bir bağ olur.

İman darmadağınık hareketleri birleştiren ve bir ahenk içerisinde nizama sokan tek bir yola ve bir tek harekete sevkeden belirli gücü ve planlı hedefi olan bir nizamdır.

Bunun için zaten Kur’an iman temeline dayanmayan, iman mihverine bağlanmayan ve bu nizamda neşet etmeyen bütün hareketlerin değerini yok sayar. Çünkü iman müsbet ve hareketli gerçekten ibarettir. Bir vicdanda iman yer eder etmez kendi varlığını insanın dış dünyasında salih ameller şeklinde tahakkuk ettirmeye başlar. İşte İslamın anladığı iman budur. Bu iman durgun ve atıl kalmaz. Canlı bir şekilde kendini göstermeden duramaz. Müminin içinden çıkıp dışına aksetmeden duramaz. Eğer bir iman bu tabii hareketi sağlamıyorsa o ya sahtedir, yahut ta ölüdür. İman bir çiçek gibidir. Kokusunu kat’iyen içinde tutmaz. Kendiliğinden çevreye yayılır. Yayılmadığı zaman kokusu yok demektir. İman; amel, hareket, bina ve imar işidir. (Fizila-il Kur’an (Seyyid Kutub) C:6, Sh: 3966-3967, Beyrut/1982)

Şunu da beyan etmekte fayda vardır: Amel iman değildir. Ancak imanın bir meyvesidir. İman; insanı yönlendiren ve yöneten Rabbanî bir güçtür. İman sahibi bir mümin istikametsiz olamaz. İstikametin tecellisi için iman, imanın devamı için de istikamet şarttır. Abdillahi’s-Sekafi (Rh.a.) şunu rivayet ediyor: “Dedim ki Ya Resulüllah İslam hakında bana öyle bir söz söyle ki, onu senden sonra hiçbir kimseye sormayayım. Ebu Üsame hadisinde: Senden başkasına (sormayayım) şeklindedir. Resulüllah (S.A.V.):

“Allah’a iman ettim de ve istikamet et. (Dosdoğru ol!)” buyurdular. (El-Müsned (Ahmed b. Hanbel) C: 3, Sh: 413, Mısır/1313) Bu hadisi şerifin şerhinde Kadı Iyaz (Rh.a.) şöyle diyor: “Bu hadisi şerif cevami’ul kelimdendir.” (Şerhu Sahih-i Müslim (Nevevi/İraşdü Sari Şerhu Sahihi Buhari/Kastalani Bihamişinde) C: 1, Sh: 376, Mısır/1306) Çünkü Resulüllah (S.A.V.) 23 senede bütün tafsilatıyla anlattıklarını bunda hulasa etmiştir. İstikametin iman üzerine “Sümme” ile atfedilmesi onun derecesinin ikrar derecesinden uzak ölduğuna işaret içindir. Ancak buradaki uzaklık zaman itibariyle değil rütbe farkı itibariyledir; ve istikametin rütbesi daha yüksektir. Zira istikamet, taatler ve sadakata devamdır. (Sahih-i Müslim terceme ve Şerhi (Ahmed Davudoğlu) C: 1, Sh: 254, İST/1977)

İstikamet; imanın hayata yön vermesidir. Müminin hayatı, imanın sermayesidir. İman; ferde, aileye, topluma ve devlete yön tayin eden ve bunları yönlendiren muharrik Rabbanî bir güçtür. İmanın olduğu yerde istikamet de olur. İmansız istikamet olmaz. İman istikametin kaynağıdır.

Yeryüzünde insanca yaşamanın temel dinamiklerinden birisi de, hiç şüphesiz istikamettir. İstikamet kavramı, Kur’an mektebinin nurlu kavramlarından birisidir. Allah (c.c.) ezelî ve ebedî hayat mektebimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Emrolunduğun gibi istikamet yap.” (Hud Suresi 11/112) Ayet-i Kerime’de geçen istikamet kavramı hakkında İslam uleması şöyle diyor: “İstikamet; Allah’ın taatına devam ve mülazemet ve nehyolunanlardan uzaklaşmaktır.” (Menhelu’l Varidin Şerhu Riyadus-Salihin (Salih Suphi) C: 1, Sh: 86, Beyrut/1970) Yani Allah’ın tayin ettiği helal ve haram hududlarını aşmadan Allah-u Teala’ya ubudiyete devam, etmektir. Esasen istikamet; şer’i hududların dahilindeki istikrarın meşru hedefle bütünleşmesidir.

İstikamet; mükellefin şer’i ahkamları aslına ve usülüne uygun bir şekilde kesintisiz olarak hayatında ikame etmesidir. Bu konuda Seyyid Şerif Cürcani (Rh.a.) şöyle diyor: “İstikamet; dini ve dünyevi işlerin tümünde Sırat-ı Müstakime yapışıp vasatın hududuna riayet etmektir.

İstikamet; taatlerin edasıyla ma’siyetlerden ictinabın arasını cemetmektir. İstikamet; Şeriat’ın ve aklın irşadıyla kulun ubudiyet yolunda yürümesidir.” (Et-Ta’rifat (Seyyid Şerif Cürcani) Sh: 19, İST/1311) Evet, istikamet, bazı gafillerin zannettikleri gibi basit ve kolay bir olay değildir. Bu konuda İbn-i Abbas (R.a.) şöyle diyor: “Kur’an’ın bütünü içinde Resulüllah’a “Emrolunduğu gibi İSTİKAMET YAP” ayetinden daha şiddetli bir ayet nazil olmamıştır. Ve onun içindir ki Aleyhisselatü vesselam: “Hud ve emsali beni kocalttı.” ve bazı rivayette: “Beni Hud süresi kocalttı” buyurmuştur. Demek ki hakka vusûl/kavuşmak için istikametten başka yol olmadığı gibi, her hususta kemali istikamet kadar yüksek bir makam ve onun kadar zor hiç bir emir, yoktur. Herhangi bir gaye olursa olsun ona vusûlün en kısa yolu tarıkı istikameti tayin etmek zor, saniyen muhtelif noktaların alakasından sıyırılıp da sarsılmadan ve dosdoğru o noktaya yürümek daha zor, salisen vasıl olduktan sonra ayni istikamette hiç eğilmeden devam ve sebat edebilmek büsbütün zordur. Maahaza şunu ihtar etmeliyiz ki, bu ayette Resülüllah’a beni kocalttı dedirtecek kadar zor gelen cihet emri istikametin nasıl kendisine taallük eden kısmından ziyade ümmetine taalük eden kısmıdır. (Hak Dini Kuran Dili (M. Hamdi Yazır) C: 4, Sh: 2830,İST/1971)

Gerçekten Ümmet-i Muhammed’in varlığı ile istikameti doğru orantılıdır. Şunu bilmekte fayda vardır: İstikametsizlik bunalımdır. Çünkü istikametsizlik; doğrudan, hakdan, adaletten ve vasattan uzak düşmektir. Yani istikametsizlik; muhtelif eğrilerin içerisinde bocalamaktır. İstikamet ise; her türlü eğrinin zıddıdır. (Et-Ta’rifat (Seyyid Şerif Cürcani) Sh: 19, İST/ 1311) Dolayısıyla istikamet sahibleri, sürekli eğrilerle zıdlaşırlar. Eğrilerle zıdlaşmayanların istikameti olmaz. İstikameti olmayanın hayatı da olmaz, milleti de olmaz.

Evet, istikamet; eğrilerin karmşasından kurtulmaktır. Daha doğrusu müstakim olmaktır. Müstakim, meyil ve eğriliği olmayan, düz, doğru anlamınadır. Sırat yönde doğruluğu, müstakim; iniş-çıkıştan, pürüzden uzaklığı anlatmaktadır. Müstakim’in geometrik tanımı da “iki nokta arasındaki en kısa çizgi’dir. (Sırat-ı Müstakim ve Yolcuları (İ. Lütfi Çakan) Sh: 26-27, İST/1 980) Bu münasebetle diyoruz ki; her çağ ve mekânda müminlerin istikameti sırat-ı müstakimdir. Sırat-ı müstakim; dosdoğru, dümdüz, eğriliği olmayan yoldur. (Fethul Kadir Beyne Fenni Rivayeti ve Dirayeti Min ilmi Tefsir (Şevkani) C: 2, Sh: 23, Kahire/1964)

Şu bir hakikattır ki; sırat-ı müstakimde hak vardır, müstekbirlere karşı kıyam etmek vardır. Rabbanî ahkamları amansız bir şekilde ikame etmek vardır, Allah’ın rızası ve sağa ve sola sapmadan cennete gitmek vardır.

Sırat-ı Müstakim; iki nokta arasındaki en kısa çizgiye denir. Dünya noktasından cennet noktasına en kısa yoldan eğilip bükülmeden, yalpalanmadan gidilecek yolun adıdır. (Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri (M. Toptaş) C: 1. Sh: 75, İST/ty.) Şunu da bilmekte fayda vardır: Her sırat-ı müstakim doğru yoldur. Fakat her doğru yol sırat-ı müstakim değildir. Çünkü cennete giden yol doğrulardan meydana geldiği gibi, cehenneme giden yolda eğrilerden meydana gelmiş bir döğrudur. Bundan ötürüdür ki; M. Hamdi Yazır (Rh.a.) şöyle diyor: “Müstakim, hiçbir yerinde meyil ve eğrilik bulunmayan dümdüz ve dosdoğru demektir. Sırat dahi cihetinde doğru ise inişi, yokuşu, bulunabileceğinden düzlük manasını da anlatmak için müstakim vasfı ile takyit olunmuştur. Bu sebepledir ki bunu müsavi ile tefsir ederler. Şu halde doğru kelimesi tamamen müstakimin yerini tutmayacaktır. Bunun için sırat-ı müstakim” yerine müstakim sırat diyemedim. “Doğru yol“ dediğin zamanda sıratın nüktesiyle istikametin zevkinden bir şeyin zayi olduğunu hissettim.” (Hak Dini Kur’an Dili (M. Hamdi Yazır) C: 1 Sh. 17- 122, İST/1971) O halde rahatlıkla diyebiliriz ki; müminlerin istikameti; doğru yol değil, sırat-ı müstakimdir.

İstikamet; Hakka varan hedefin kıyam ile kaim olmasıdıı. İstikamet; Allah’ın emrettiği şekilde bir hayatın üzerinde olmaktır. İstikamet; itikad dünyasıyla amel dünyasının bir hereketidir. Yani istikamet; İslami haytın servetidir. İstikametsiz İslamî hayat toptan tükenmiştir. Şunu unutmayalım ki; İslam coğrafyasında müslümanlar arasında tecelli eden iman ve istikamet tahrifatı, ümmet tahribatının sigortası olmuştur. Ümmetin tamiratıyla meşgul olan bütün İslamî grubların vazifesi; iman ve istikamet emniyetinin gerçekleştirilmesi için çalışmaktır. İman ve istikarnetinin gerçekleştirilmesi için çalışmayanlar, iman halkasını boyunlarından çıkartan şaklaban ve şarlatanlardır. Şu da bir hakikattır ki; günümüz müslümanları keramete rağbet ettikleri kadar istikamete rağbet etmemektedirler. Oysa ki, Allah (c.c.), bizden kerameti değil, istikameti sual edecektir. Yani istikametten dolayı Allah’ın huzurunda hesabe çekileceğiz. Bu konuda İslam ulemasından Ebu Ali el-Cürcani (Rh.a.) şöyle diyor: “Sen Allah yolunda istikameti taleb et, kerameti taleb etme. Zira senin nefsin keramet aramaya zorlar, Rabbin ise senden istikameti ister.” (Şerhu Kitabi’l Fıkhi’l Ekber (Aliyyül Karı) Sh: 114, Beyrut/1 984) Esasen istikametin olmadığı yerde keramette olmaz. Allah’ın ikramına nail olabilmek için sırat-I müstakim üzerinde olmak şarttır.

Müminler için istikarnet; hem izzetin ve hem de şerefin teminatıdır. Şayet bugünkü müslümanlar, Tağutî güçlerin gösterdikleri hedeflere. doğru koşuyorlarsa bilinsin ki bunun temelinde istikametsizlik yatıyor. Şunu bilelim ki; Tağutî güçlerin işaretleriyle harekete geçen müslümanlar, istikametsizliğin kurbanlarıdır. Çünkü istikameti olan müminler hiçbir zaman ve hiçbir yerde tağutî güçlerin işaret ve icazetleriyle hareket etmezler. Esasen istikamet; müminleri tek sistem üzerinde sabit hale getiren bir düsturdur. Bu konuda İmam-ı Kurtubi (Rh.a.) şöyle diyor: “İstikamet; sağ ve sol cihetlerine karşı tek cihet üzerinde yürümektir.” (El Camiu- Li Ahkami’l Kur’an (İmam-ı Kurtubi) C: 9, Sh: 107, Mısır/1967) Yani istikamet; ifrad ve tefrit uçlarına karşı vasat’ta karar kılmaktır.

İstikamet, itikadın ilk meyvesidir. Müslümanın itikadıyla istikameti doğru orantılıdır. İtikadda istikamete ermeden amelde istikamette ermek mümkün değildir.

İstikamet; imanın ilk meyvesidir. İstikamet; sosyal ve siyasal alanda Tevhid’in hudüdunu aşmamaktır. İdarecilerin milleti Allah’ın hükümleriyle idare etmemeleri; Şeriat-ı Garra’yı bırakıp Avrupa’nın batıl ve atıl kanunlarına göre idare etmeleri tek kelimeyle istikametsizliktir. Bu istikametsizlik, idarecilerin imansızlığındandır. Bakınız bu konuda Said Nursî (Rh.a.) şöyle diyor: “Şeriat-ı Garra ve teessüs ettiğinden, ahkamda Avrupa’ya dilencilik etmek, Din-i İslam’a büyük bir cinayettir. Ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir.” (Divan-ı Harb Örfi (Said Nursi) Sh: 50. İST/1975) Evet, Allah’ın hükümlerini reddederek Tağutların hükümleriyle toplumu ve devleti sevk-i idare edenlerin istikameti müminlerin istikameti ile ters orantılıdır. Şunu unutmayalım ki; yeryüzünde en büyük cinayet; Şeriat-ı Garra’yı bırakıp Avrupa’dan ahkam konusunda dilencilik etmektir. En büyük terörist ise; Avrupa’nın kanunlarıyla, Ataputların ilkeleriyle müslüman toplumu sevk-i idare etmeye kalkışan ve çalışan kimsedir. Günümüzde genelde İslam coğrafyasında, özelde ise Türkiye’de müslümanları harbi Avrupa ile bütünleştirmeye çalışanların adları ve ünvanları ne olursa olsun, birer teröristtirler. Şunu bilmekte fayda vardır: İstikametini imanından alan bir kişi, İslam miletindendir. Ancak iman ile istikameti ters orantılı olan yani çelişen ve çatışan kişi ise İslam Milleti’nden değildir. İstikameti imanının zıddı olan, küfür milletindendir.

Sonuç olarak iman istikametin, istikamet de iman üzere yaşamanın ve can vermenin hayat sigortasıdır, Gerek müslüman ferdin, gerek müslüman ailenin gerek müslüman toplumun ve gerekse müslüman devletin temeli iman ve istikamete dayanır. İman ve istikametleri doğru orantılı olmayanların her şeyleri ters orantılı olur. Ancak iman ve istikametleri doğru orantılı olanları da her şeyleri doğru orantılı olur. Bu münasebetle iman ve istikametleri doğru orantılı olanların hayat cepheleri şeriat cephesidir. Tabii ki, iman ve istikametleri ters orantılı olanların hayat cepheleri de küfür cephesidir. İman ve istikamet arasındaki doğru orantıya rağmen, şeriat cephesi ile küfür cephesi arasında üçüncü bir cephe arayışı batıl ve atıl bir çabadır.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.