![]() |
Ve İnsanlık İşıkları Yaktı...
New Yorkun gece görünüşü Çin Seddiyle Belçika Otoyolu arasındaki ortak nokta ne olabilir? Sadece bir tek şey: Aydan yeryüzüne bakıldığında büyüklükleri ve ışıklandırmaları sayesinde, yalnız bu iki yapı seçilebiliyor. Belçika Otoyolu, dünya üzerinde tamamıyla ışıklandırılmış tek otoyol olma özelliğine sahip. Işık, teknolojinin ortaya koyduğu en büyük gelişmelerden biri. Işıklandırmanın temeli olan bir ampulün ortalama ömrü 1.000-3.000 saat arasında değişiyor. Başka bir deyişle ampul, elektrikli ev eşyaları arasında en kısa ömre sahip. Oluşan elektrik akımının geçişine direnç gösteren elektrik tellerinin yanması yöntemiyle ışık üreten ampulün icat edilmesinin üzerinden yaklaşık 157 yıl geçti. İnsanların tatil için uzaya gittiği günlerin başladığı 2000lerde, yapay aydınlanmayı sağlayan ampul yalnızca ışıklandırma için mi kullanılıyor dersiniz? Tam olarak değil... Gelişen teknoloji sayesinde, ampul artık ışıklandırmanın atası sayılırken. onun gibi ışık üreten; evleri, binaları, kentleri aydınlatan ve gece gösterilerinin düzenlenmesini sağlayan lazerli halojen lambalar ve floresanlar geliştirildi. Eğer ampul ilk icat edildiği haliyle kalsaydı, bunun faturası gözlerimize kesilecekti. Kısa ve orta dalgaları alabilen, ancak FM frekanslara ayarlanamayan eski radyolar gibi, insan gözü de sadece sınırlı gama ışınlarını seçebiliyor. Bu ışık frekanslarının üst seviyesinde kızılötesi, alt seviyesinde ise morötesi ışınlar bulunuyor. Ampulün ürettiği enerjinin yüzde 93ü boşa giderek kızılötesi ışınıma dönüşüyor. Enerjiyi daha iyi değerlendirebilmesi için başka alternatif yöntemler geliştirilebilir mi? Evet, örneğin işleyişi basit bir temele dayanan floresan lambalar: Lamba içindeki gazın çevresinde dolaşan elektrik akımı, gazı harekete geçiyor ve ışık üretiliyor. Ampulle kıyaslandığında daha uzun ömürlü olan floresan, 6.000 saat dayanırken enerjinin yüzde 25ini ışığa çeviriyor. Neden klasik aydınlanma sisteminden hala vazgeçilemiyor? Çünkü, titiz bir şekilde işleyen görme duyusu, doğal ışığa en yakın olan ışığı tercih ediyor. Rengi biraz sarıya çalan ampul ışığı, güneş ışınlarına benzediğinden, doğalına en yakın aydınlanmayı sağlıyor. Bina ve büyük yapıların aydınlatmasında kullanılan neon ışıkları, bunun yanında çok beyaz kalırken, sokak aydınlatmasında kullanılan ve sodyum buharıyla elde edilen ışıklar da çok sarıya kaçıyor. Halojen lambalar içinse durum biraz daha farklı: Doğal aydınlanmaya en yakın ve yoğun ışıklandırma sağlıyor. Aynı zamanda daha fazla da aydınlatıyor. Ama insan gözü, yoğun aydınlatmaya karşı da tepkisini gösteriyor. Sözgelimi, dolunay zamanı bir gecede göze ulaşan 10 lüks (metre başına bir lümenlik ışık veren aydınlık birimi) ışık miktarı çok azken, ağustos ayında öğlen saatlerinin 11.000 lüksü göz için aşırı bir miktar... Uzmanların belirttiğine göre, göz için yeterli sayı 30 lüks. İdeal olanın 2.000 lüksü geçmemesi gerekiyor. Ancak, bildi-ğimiz bir halojen lamba 5.000 lüks üretiyor. Varlığı kanıtlanamayan iddia : Eter... Eğer ışık dalga şeklinde yayılıyorsa bu nasıl meydana geliyor? Geçmişte, ışığın titreşim halinde boşlukta yayılmasının neredeyse imkânsız olduğu düşünülüyordu. 17. yüzyılda, Christian Huygens, evrenin eter denilen bir maddenin içinden geçtiğini iddia etmişti. Bu iddiası hiçbir zaman geçerlilik kazanamadı. Böyle bir şeyin doğruluğu, eterin titreşimi için, esnek ve saydam yapıda olması ve bir ağırlığının olmamasını gerektirirdi. 17. yüzyılın sonuna doğru, fizikçi A. Michelson ile E.W. Morley, ışığın dalga olduğunu kanıtlamak için bir deney geliştirdiler. Deney amacına ulaşamadı. Ama, o zamana dek bilinmeyen bir sonuca varıldı: Işığın sonsuz bir hızı vardı. Bu sonuç, yıllar sonra Einsteinın izafiyet teorisinin temelini oluşturdu. 1970li yıllardan itibaren ışıklandırmalarda büyük ölçüde farlar, projektörler ve reflektörlerden yararlanılmaya başladı. İlk kez kentlerde ve yerel aydınlatmalarda dekorcuların ve fotoğrafçıların görüşleri alındı. Ve giderek, ışıklandırmada alternatifler sunan ışık tasarımcılığı bir meslek haline geldi. Mısırdaki Luksor Tapınağı, elbette ki sadece geceleri insanları kendine hayran bıraktırması düşüncesiyle inşa edilmemişti. Çin asıllı Amerikalı Leoh Ming Pei sayesinde, bugünkü muhteşem aydınlatma sistemine kavuşarak milyonlarca turisti çekeceği sanılarak da yapılmamıştı. Öte yandan, Paristeki Louvre Müzesinin aydınlatılması için 966 halojen ampulden yararlanıldı. Bu kadar çok sayıda ampul kullanılmasının esas nedeni, camın ışığı içine çekerek dışarı yansıtamaması. O yüzden binanın ışıklandırılmasındaki harcamalar da artıyor. Aydınlatmada çok sayıda ampulden yararlanılması her zaman kullanılan bir yöntem değil. Sadece sanat eserlerinin ve tarihi binaların ışıklandırılmasında fazla miktarda kullanılıyor. Ama, bazen aydınlatmanın aşırı olması, bu yapılara zarar verebiliyor. Morötesi ışınlar, orijinal renklerin sararmasına yol açıyor; kızılötesi ışınlardan çıkan enerji ise, fresklerin sıvasını dökebiliyor. Ancak, her sanat eserinin ışığa karşı alerjisi yok. Heykel ışıklandırılmasında ampulden yararlanılması sorun çıkarmıyor. Cenovadaki Paolina Borghese Heykeli. Aydınlatma teknikleri sayesinde yapıtın bazı noktaları ön plana çıkarılırken, hatalar gizlenebiliyor. Işıklandırma yöntemi, mekân aydınlatmasının dışında da kullanılıyor. Işıklandırmanın en önemli özelliklerinden biri, gölgelendirme yoluyla kötü görüntülerin yok edilebilmesi. Genellikle heykel ve anıtlarda kullanılan bu yöntemle, kötü görünen ayrıntıların bulunduğu bölgede, daha az ışık kullanılarak pürüzler kapatılabiliyor. Ayrıca, aydınlatmada farklı tonlarda ışıklar kullanılarak mekanlara sıcak ya da soğuk bir hava verilebiliyor. Uzmanlar, yaz mevsiminde mağaza aydınlatmalarında soğuk renklerin, kışın da sıcak tonların kullanılmasının, müşterilerin alışveriş rahatlığı açısından önemli bir ayrıntı olduğunu söylüyorlar. Böylelikle, insanların bulundukları mekânda sıkılmadan daha fazla kalmaları ihtimalini artırmak mümkün. Aydınlatmada bir başka yaklaşım da doğal ışıklandırma. ABD, Houstondaki Menil Collection Foundation binasının tasarımını yapan İtalyan mimar Renzo Piano, bu yapıyı, yapay ışıkla aydınlanma ihtiyacını en aza indirecek şekilde planladı. Binanın iç yapısının yüzeyi, uzaktaki ışığı içine çeken mikroprizmalarla kaplı. Güneş ışınlarıyla yapay aydınlanma arasındaki işbirliğinden ortaya çıkan eserlerden en güzeli ise, Fransız mimar Jean Nouvel tarafından tasarlanan Paristeki Arap Enstitüsü. Yapının güneye bakan kısmına yerleştirilmiş delikli bir cephe bulunuyor. Elektrikli bir motor tarafından çalıştırılan bu cephenin delikleri, güneş çıktığında açılıyor, hava karardığında kapatılıyor. Binaları tasarlayan insanların amacı, çoğunlukla şaşkınlık vermek olduğu için bazen doğal aydınlatmayı yeterli bulmuyorlar. Işıklarla göz yanılmaları da söz konusu. Örneğin, doğrudan aydınlatılmayan bir mekanda ışık yansıtılarak verilirse, burası olduğundan daha geniş bir görünüm kazanabiliyor. Kapıdan karşı duvara doğru uzak bir mesafeden vuran ışık ise, mekânın daha uzun görünmesine yol açıyor. Kaynak: focusdergisi.com.tr |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.