![]() |
Kainat Hakkında Bilmediklerimiz......
Yer kabuğunun kalınlığı; -Eğer daha kalın olsaydı: Atmosferden yerkabuğuna çok fazla miktarda oksijen transfer edilirdi. -Eğer daha ince olsaydı: Hayatı imkansız kılacak kadar fazla sayıda volkanik hareket olurdu. Dünya'nın Kendi Çevresindeki Dönme Hızı; -Eğer daha yavaş olsaydı: Gece gündüz arası ısı farkları çok yüksek olurdu. -Eğer daha hızlı olsaydı: Atmosfer rüzgarları çok çok büyük hızlara ulaşır, kasırgalar ve tufanlar hayatı imkansızlaştırırdı. Ay ile Dünya Arasındaki Çekim Etkisi; -Eğer daha fazla olsaydı: Ay'ın şiddetli çekiminin, atmosfer şartları, Dünya'nın kendi eksenindeki dönüş hızı ve okyanuslardaki gelgitler üzerinde çok sert etkileri olurdu. -Eğer daha az olsaydı: Şiddetli iklim değişikliklerine neden olurdu. Dünya'nın Manyetik Alanı; -Eğer daha güçlü olsaydı: Çok sert elektromanyetik fırtınalar olurdu. -Eğer daha zayıf olsaydı: Güneş Rüzgarı denilen ve Güneş'ten fırlatılan zararlı partiküllere karşı Dünya'nın koruması kalkardı. Her iki durumda da yaşam imkansız olurdu. |
Kainat Hakkında Bilmediklerimiz......
Albedo Etkisi (Yeryüzünden Yansıyan Güneş Işığının, Yeryüzüne Ulaşan Güneş Işığına Oranı) -Eğer daha fazla olsaydı: Hızla buzul çağına girilirdi. -Eğer daha az olsaydı: Sera etkisi aşırı ısınmaya neden olur, Dünya önce buzdağlarının erimesiyle sular altında kalır daha sonra kavrulurdu. Atmosferdeki Oksijen ve Azot Oranı: -Eğer daha fazla olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde hızlanırdı. -Eğer daha az olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde yavaşlardı. Atmosferdeki Karbondioksit ve Su Oranı: -Eğer daha fazla olsaydı: Atmosfer çok fazla ısınırdı. -Eğer daha az olsaydı: Atmosfer ısısı düşerdi. Ozon Tabakasının Kalınlığı -Eğer daha fazla olsaydı:Yeryüzü ısısı çok düşerdi. -Eğer daha az olsaydı:Yeryüzü aşırı ısınır, Güneş'ten gelen zararlı ultraviole ışınlarına karşı bir koruma kalmazdı. Sismik (Deprem) Hareketleri -Eğer daha fazla olsaydı: Canlılar için sürekli bir yıkım olurdu. -Eğer daha az olsaydı: Okyanus zeminindeki besinler suya karışmaz, okyanus ve deniz yaşamı dolayısıyla bütün Dünya canlıları olumsuz etkilenirdi.(1) Burada sayılanlar Dünya'da yaşamın oluşabilmesi ve canlılığın devam edebilmesi için gereken, son derece hassas dengelerden sadece birkaçıdır. Yalnızca burada sayılanlar bile evrenin ve Dünya'nın tesadüfler sonucunda, rastgele olayların ardı ardına gelmesiyle oluşamayacağını kesin olarak ortaya koymak için yeterlidir. Tüm bu bilgiler, apaçık bir gerçeği bir kez daha teyit eder niteliktedir: Tüm evreni, yıldızları, gezegenleri, dağları ve denizleri kusursuzca yaratan, insana ve tüm canlılara hayat veren, her şeyi yoktan var etmeye güç yetiren, yarattıklarını insanın emrine veren, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah'tır. Allah'ın bu kusursuz yaratışı bazı Kuran ayetlerinde şöyle anlatılmaktadır: Yaratmak bakımından siz mi daha güçsünüz yoksa gök mü? (Allah) Onu bina etti. Boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi. Gecesini kararttı, kuşluğunu açığa-çıkardı. Bundan sonra yeryüzünü serip döşedi. Ondan da suyunu ve otlağını çıkardı. Dağlarını dikip-oturttu; size ve hayvanlarınıza bir yarar () olmak üzere. (Naziat Suresi, 27-33) |
Kainat Hakkında Bilmediklerimiz......
Otuzuncu Lem'anın İkinci Nüktesi
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ اِلاَّ بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ âyetinin bir nüktesi ve bir İsm-i Âzam veyahut İsm-i Âzamın altı nurundan bir nuru olan Adl isminin bir cilvesi, Birinci Nükte gibi, Eskişehir Hapishanesinde uzaktan uzağa göründü. Onu yakınlaştırmak için yine temsil yoluyla deriz: Şu kâinat öyle bir saraydır ki, o sarayda mütemadiyen tahrip ve tamir içinde çalkanan bir şehir var. Ve o şehirde her vakit harp ve hicret içinde kaynayan bir memleket var. Ve o memlekette her zaman mevt ve hayat içinde yuvarlanan bir âlem var. Halbuki, o sarayda, o şehirde, o memlekette, o âlemde o derece hayret-engiz bir muvazene, bir mizan, bir tevzin hükmediyor; bilbedâhe ispat eder ki, bu hadsiz mevcudatta olan hadsiz tahavvülât ve vâridat ve masarif, herbir anda umum kâinatı görür, nazar-ı teftişinden geçirir birtek Zâtın mizanıyla ölçülür, tartılır. Yoksa, balıklardan bir balık, bin yumurtacıkla ve nebâtattan haşhaş gibi bir çiçek, yirmi bin tohumla ve sel gibi akan unsurların, inkılâpların hücumuyla, şiddetle muvazeneyi bozmaya çalışan ve istilâ etmek isteyen esbab başıboş olsalardı veyahut maksatsız, serseri tesadüf ve mizansız, kör kuvvete ve şuursuz, zulmetli tabiata havale edilseydi, o muvazene-i eşya ve muvazene-i kâinat öyle bozulacaktı ki, bir senede, belki bir günde hercümerc olurdu. Yani, deniz karma karışık şeylerle dolacaktı, taaffün edecekti. Hava gazât-ı muzırra ile zehirlenecekti. Zemin ise bir mezbele, bir mezbaha, bir bataklığa dönecekti. Dünya boğulacaktı. İşte, cesed-i hayvânînin hüceyrâtından ve kandaki küreyvât-ı hamrâ ve beyzâdan ve zerrâtın tahavvülâtından ve cihazat-ı bedeniyenin tenasübünden tut, tâ denizlerin vâridat ve masarifine, tâ zemin altındaki çeşmelerin gelir ve sarfiyatlarına, tâ hayvânat ve nebâtâtın tevellüdat ve vefiyatlarına, tâ güz ve baharın tahribat ve tamiratlarına, tâ unsurların ve yıldızların hidemat ve harekâtlarına, tâ mevt ve hayatın, ziya ve zulmetin ve hararet ve burudetin değişmelerine ve döğüşmelerine ve çarpışmalarına kadar, o derece hassas bir mizanla ve o kadar ince bir ölçüyle tanzim edilir ve tartılır ki, akl-ı beşer hiçbir yerde hakikî olarak hiçbir israf, hiçbir abes görmediği gibi, hikmet-i insaniye dahi herşeyde en mükemmel bir intizam, en güzel bir mevzuniyet görüyor ve gösteriyor. Belki, hikmet-i insaniye, o intizam ve mevzuniyetin bir tezahürüdür, bir tercümanıdır. İşte, gel, Güneş ile muhtelif on iki seyyarenin muvazenelerine bak. Acaba bu muvazene, güneş gibi, Adl ve Kadîr olan Zât-ı Zülcelâli göstermiyor mu? Ve bilhassa, seyyarattan olan gemimiz, yani küre-i arz, bir senede yirmi dört bin senelik bir dairede gezer, seyahat eder. Ve o harika sür'atiyle beraber, zeminin yüzünde dizilmiş, istif edilmiş eşyayı dağıtmıyor, sarsmıyor, fezaya fırlatmıyor. Eğer sür'ati bir parça tezyid veya tenkis edilseydi, sekenesini havaya fırlatıp fezada dağıtacaktı. Ve bir dakika, belki bir saniye muvazenesini bozsa, dünyamızı bozacak, belki başkasıyla çarpışacak, bir kıyameti koparacak. Ve bilhassa zeminin yüzünde, nebâtî ve hayvânî dört yüz bin taifenin tevellüdat ve vefiyatça ve iaşe ve yaşayışça rahîmâne muvazeneleri, ziya güneşi gösterdiği gibi, birtek Zât-ı Adl ve Rahîmi gösteriyor. Ve bilhassa o hadsiz milletlerin hadsiz efradından birtek ferdin âzâsı, cihazatı, duyguları o derece hassas bir mizanla birbiriyle münasebettar ve muvazenettedir ki, o tenasüp, o muvazene, bedâhet derecesinde bir Sâni-i Adl ve Hakîmi gösteriyor. Ve bilhassa her ferd-i hayvânînin bedenindeki hüceyrâtın ve kan mecrâlarının ve kandaki küreyvâtın ve o küreyvattaki zerrelerin o derece ince ve hassas ve harika muvazeneleri var; bilbedâhe ispat eder ki, herşeyin dizgini elinde ve herşeyin anahtarı yanında ve birşey birşeye mâni olmuyor, umum eşyayı birtek şey gibi kolayca idare eden birtek Hâlık-ı Adl ve Hakîmin mizanıyla, kanunuyla, nizamıyla terbiye ve idare oluyor. Haşrin Mahkeme-i Kübrâsında, mizan-ı âzam-ı adaletinde cin ve insin muvazene-i a'mâllerini istib'âd edip inanmayan, bu dünyada gözüyle gördüğü bu muvazene-i ekbere dikkat etse, elbette istib'âdı kalmaz. Ey israflı, iktisatsız, ey zulümlü, adaletsiz, ey kirli, nezafetsiz, bedbaht insan! Bütün kâinatın ve bütün mevcudatın düstur-u hareketi olan iktisat ve nezafet ve adaleti yapmadığından, umum mevcudata muhalefetinle, mânen onların nefretlerine ve hiddetlerine mazhar oluyorsun. Neye dayanıyorsun ki, umum mevcudatı zulmünle, mizansızlığınla, israfınla, nezafetsizliğinle kızdırıyorsun? Evet, ism-i Hakîmin cilve-i âzamından olan hikmet-i âmme-i kâinat, iktisat ve israfsızlık üzerinde hareket ediyor, iktisadı emrediyor. Ve ism-i Adlin cilve-i âzamından gelen kâinattaki adalet-i tâmme, umum eşyanın muvazenelerini idare ediyor. Ve beşere de adaleti emrediyor. Sûre-i Rahmân'da, وَالسَّمَاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ اْلمِيزَانَ *اَلاَّ تَطْغَوْا فِى اْلمِيزَانِ *وَاَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلاَ تُخْسِرُوا اْلمِيزَانَ âyetindeki, dört mertebe, dört nevi mizana işaret eden, dört defa mizan zikretmesi, kâinatta mizanın derece-i azametini ve fevkalâde, pek büyük ehemmiyetini gösteriyor. Evet, hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde de hakikî zulüm ve mizansızlık yoktur. Ve ism-i Kuddûsün cilve-i âzamından gelen tanzif ve nezafet, bütün kâinatın mevcudatını temizliyor, güzelleştiriyor. Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor. İşte, hakaik-i Kur'âniyeden ve desâtir-i İslâmiyeden olan adalet, iktisat, nezafet hayat-ı beşeriyede ne derece esaslı birer düstur olduğunu anla. Ve ahkâm-ı Kur'âniye ne derece kâinatla alâkadar ve kâinat içine kök salmış ve sarmış bulunduğunu ve o hakaiki bozmak, kâinatı bozmak ve suretini değiştirmek gibi, mümkün olmadığını bil. Ve bu üç ziya-yı âzam gibi, rahmet, inâyet, hafîziyet misilli yüzer ihatalı hakikatler haşri, âhireti iktiza ve istilzam ettikleri halde, hiç mümkün müdür ki, kâinatta ve umum mevcudatta hükümfermâ olan rahmet, inâyet, adalet, hikmet, iktisat ve nezafet gibi pek kuvvetli, ihatalı hakikatler, haşrin ademiyle ve âhiretin gelmemesiyle merhametsizliğe, zulme, hikmetsizliğe, israfa, nezafetsizliğe, abesiyete inkılâp etsinler? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ! Bir sineğin hakk-ı hayatını rahîmâne muhafaza eden bir rahmet, bir hikmet, acaba haşri getirmemekle, umum zîşuurların hadsiz hukuk-u hayatlarını ve nihayetsiz mevcudatın nihayetsiz hukuklarını zayi eder mi? Ve, tabiri caizse, rahmet ve şefkatte ve adalet ve hikmette hadsiz hassasiyet ve dikkat gösteren bir haşmet-i Rububiyet ve kemâlâtını göstermek ve kendini tanıttırmak ve sevdirmek için bu kâinatı hadsiz harika san'atlarıyla, nimetleriyle süslendiren bir saltanat-ı Ulûhiyet, böyle, hem umum kemâlâtını, hem bütün mahlûkatını hiçe indiren ve inkâr ettiren haşirsizliğe müsaade eder mi? Hâşâ! Böyle bir cemâl-i mutlak, böyle bir kubh-u mutlaka, bilbedâhe, müsaade etmez. Evet, âhireti inkâr etmek isteyen adam, evvelce bütün dünyayı bütün hakaikiyle inkâr etmeli. Yoksa, dünya bütün hakaikiyle, yüz bin lisanla onu tekzip ederek bu yalanında yüz bin derece yalancılığını ispat edecek. Onuncu Söz kat'î delillerle ispat etmiştir ki, âhiretin vücudu, dünyanın vücudu kadar kat'î ve şüphesizdir. |
Kainat Hakkında Bilmediklerimiz......
KORUNMUŞ TAVAN
Bu temsili resimde Dünya'ya çarpmak üzere olan gök taşları görülmektedir. Uzayda dolaşan gök taşları Dünyamız için çok önemli bir tehlike oluşturabilirdi. Ancak Allah kusursuz yaratışı ile atmosferi koruyucu bir tavan kılmıştır. Bu özel koruma sayesinde gök taşlarının büyük çoğunluğu atmosferde parçalandığı için Dünya'ya zarar vermez.Kuran'da Allah, gökyüzünün ilginç bir özelliğine şöyle dikkat çeker: “Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar.„ (Enbiya Suresi, 32)Ayette belirtilen gökyüzünün bu özelliği, 20. yüzyıldaki bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Yerküremizi çepeçevre kuşatan atmosfer, canlılığın devamı için son derece hayati işlevleri yerine getirir. Dünyaya doğru yaklaşan irili ufaklı pek çok gök taşını eriterek yok eder ve bunların yeryüzüne düşerek canlılara büyük zararlar vermesini engeller. Atmosfer, bunun yanısıra, uzaydan gelen ve canlılar için zararlı olan ışınları da filtre eder. İşin ilginç olan yanı, atmosferin sadece zararsız orandaki ışınları, yani görünür ışık, kızıl ötesi ışınlar ve radyo dalgalarını geçirmesidir. Bunların tümü yaşam için gerekli ışınlardır. Örneğin atmosfer tarafından belirli oranda geçmesine izin verilen ultraviyole ışınları, bitkilerin fotosentez yapmaları ve dolayısıyla tüm canlıların hayatta kalmaları açısından büyük önem taşır. Güneş tarafından yayılan şiddetli ultraviyole ışınlarının büyük bölümü, atmosferin ozon tabakasında süzülür ve Dünya yüzeyine yaşam için gerekli olan az bir kısmı ulaşır. Atmosferin koruyucu özelliği bunlarla da kalmaz. Dünya, uzayın ortalama eksi 270 derecelik dondurucu soğuğundan yine atmosfer sayesinde korunur. Atmosfer, sadece canlılar için gerekli olan ışınların yeryüzüne geçmesine izin verir. Örneğin bu ışınlardan ultraviyole ışınları belirli oranlarda bize ulaşır. Bu oran bitkilerin fotosentez yapmaları ve dolayısıyla tüm canlıların hayatta kalması için en uygun ölçüye sahiptir. Dünya'yı zararlı etkilerden koruyan, yalnızca atmosfer değildir. Atmosferin yanısıra "Van Allen Kuşakları" denilen ve Dünya'nın manyetik alanından kaynaklanan bir tabaka da, gezegenimize gelen zararlı ışınlara karşı bir kalkan görevi görür. Güneş'ten ve diğer yıldızlardan sürekli olarak yayılan bu ışınlar, insanlar için öldürücü etkiye sahiptir. Özellikle Güneş'te sık sık meydana gelen ve "parlama" adı verilen enerji patlamaları, Van Allen Kuşakları olmasa, Dünya'daki tüm yaşamı yok edebilecek güçtedir. Van Allen Kuşakları'nın yaşamımız açısından önemini Dr. Hugh Ross şöyle anlatmaktadır: Dünya, Güneş Sistemi'ndeki gezegenler arasında en yüksek yoğunluğa sahiptir. Bu geniş nikel-demir çekirdeği büyük bir manyetik alandan sorumludur. Bu manyetik alan Van Allen radyasyon koruyucu tabakasını meydana getirir. Bu tabaka yeryüzünü radyasyon bombardımanından korur. Eğer bu koruyucu tabaka olmasaydı Dünya'da hayat mümkün olmazdı. Gökyüzünü seyreden insanların çoğunun aklına atmosferin koruyucu yapısı gelmez. Bu yapı olmasa Dünya'nın nasıl bir yer olacağını da insanlar çoğu zaman düşünmez. Yukarıdaki resimde Dünya'ya düşen bir gök taşının ABD Arizona'da açtığı dev çukur görülmektedir. Eğer atmosfer olmasaydı bu gök taşlarının milyonlarcası dünya yüzeyine düşer ve gezegen yaşanılmaz bir hale gelirdi. Manyetik alanı olan ve kayalık bölgelerden oluşan diğer tek gezegen Merkür'dür. Fakat bu manyetik alanın gücü Dünya'nınkinden 100 kat daha azdır. Van-Allen radyasyon koruyucu tabakası Dünya'ya özeldir.Geçtiğimiz yıllarda tespit edilen bir parlamada açığa çıkan enerjinin, Hiroşima'ya atılanın benzeri 100 milyar atom bombasına eş değer olduğu hesaplanmıştır. Parlamadan 58 saat sonra pusulaların ibrelerinde aşırı hareketler gözlenmiş, Dünya atmosferinin 250 km üstünde sıcaklık sıçrama yapıp 2500° C'ye yükselmiştir. Kısacası, Dünya'nın üzerinde, kendisini sarıp kuşatan ve dış tehlikelere karşı koruyan mükemmel bir sistem işler. İşte Dünya göğünün bu koruyucu kalkan özelliği yüzyıllar öncesinden Kuran'da bizlere Allah tarafından bildirilmiştir. |
Kainat Hakkında Bilmediklerimiz......
.“Big Bang teorisi evrenin tek ve büyük bir patlama ile başladığını kabul eder. Ama bildiğimiz gibi patlamalar maddeyi dağıtır ve düzensizleştirirler. Oysa Big Bang çok gizemli bir biçimde bunun tam aksi bir etki meydana getirmiştir: Maddeyi birbiriyle birleşecek ve galaksileri oluşturacak hale getirmiştir.”
Prof. Fred Hoyle Fred Hoyle, The Intelligent Universe, London, 1984, s. 184-185 ."Biz astronomik standartlar göz önüne alındığında, çok fazla özen gösterilmiş, kollanmış ve şefkat gösterilmiş bir grup yaratıklarız... Eğer evren şu anki en hassas kesinliğinde yapılmış olmasaydı hiçbir zaman var olamazdık. Benim görüşüme göre mevcut şartlar, evrenin insanın içinde yaşaması için yaratıldığını gösteriyor". Prof. John O'Keefe, NASA'da astronomi uzmanı Heeren, F. 1995. Show Me God. Wheeling, IL, Searchlight Publications, p. 200. ."Fizik kanunları çok üstün bir dehanın ürünü gibi görünüyor... Evrenin bir amacı olmalı". Prof. Paul Davies, İngiliz astrofizikçi Davies, P. 1984. Superforce:The Search for a Grand Unified Theory of Nature. (New York: Simon & Schuster, 1984), p. 243. ."(Evrendeki) bu kompleksliği mümkün kılan kanunlarda hayret verici bir ince ayar görünüyor. Evrende var olan bu kompleksliğin gerçekleşmesi, "mucize" kelimesini kullanmamayı çok güçleştiriyor". Prof. George F. Ellis, İngiliz astrofizikçi The Anthropic Principle: Laws and Envirnoments. The Anthropic Principle, F. Bertola and U.Curi, ed. New York, Cambridge University Press, 1993, p. 30. .“Kanıtları inceleyen herhangi bir bilim adamı kendisini şu sonuca varmaktan alıkoyamaz: Yıldızların içinde meydana getirdikleri sonuçlar göz önüne alındığında nükleer fiziğin kanunları kasıtlı olarak tasarlanmışlardır.” Prof. Fred Hoyle Fred Hoyle, Religion and the Scientists, London: SCM, 1959; M. A. Corey, The Natural History of Creation, Maryland: University Press of America, 1995, s. 341 ."Demek istediğim şudur ki evrenin bir amacı vardır. Orada öyle, bir şekilde şans eseri var olmamıştır". Prof. Roger Penrose, Matematikçi Heeren, F. 1995. Show Me God. Wheeling, IL, Searchlight Publications, p. 233. .“Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir noktadadır ki, Big Bang'ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi.” Stephen Hawking Stephen Hawking, A Brief History Of Time, Bantam Press, London: 1988, s. 121-125 .“Çok küçük sayısal değişikliklere hassas olan evrenin şu andaki yapısının, çok dikkatli bir bilinç tarafından ortaya çıkarıldığına karşı çıkmak çok zordur... Doğanın en temel dengelerindeki hassas sayısal dengeler, kozmik bir tasarımın varlığını kabul etmek için oldukça güçlü bir delildir.” Prof. Paul Davies, İngiliz astrofizikçi Paul Davies. God and the New Physics. New York: Simon & Schuster, 1983, s. 189 .“Eğer yıldızlar birbirlerine biraz daha yakın olsalar, astrofizik çok da farklı olmazdı. Yıldızlarda, nebulalarda ve diğer gök cisimlerinde süregiden temel fiziksel işlemlerde hiçbir değişim gerçekleşmezdi. Uzak bir noktadan bakıldığında, galaksimizin görünüşü de şimdikiyle aynı olurdu. Tek fark, gece çimler üzerine uzanıp da izlediğim gökyüzünde çok daha fazla sayıda yıldız bulunması olurdu. Ama pardon, evet; bir fark daha olurdu: Bu manzarayı seyredecek olan "ben" olmazdım... Uzaydaki bu devasa boşluk, bizim varlığımızın bir ön şartıdır.” Prof. George Greenstein, Astrofzikçi George Greenstein, The Symbiotic Universe, s. 21 .“Gerçeklerin akıl süzgecinden geçirilerek yorumlanışı ortaya koymaktadır ki, üstün bir Akıl, fiziğe, kimyaya ve biyolojiye müdahale etmiştir ve doğada varlığından söz etmeye değer bilinçsiz güçler yoktur. Gerçeklerin hesaplanmasıyla ortaya çıkan sayılar o kadar akıl almazdır ki, beni bu sonucu tartışmasız biçimde kabul etmeye götürmektedir.” Prof. Fred Hoyle Paul Davies. The Accidental Universe, Cambridge: Cambirdge University Press, 1982, s. 118 (Hoyle'dan alıntı) |
Kainat Hakkında Bilmediklerimiz......
Evrendeki hız kavramı dünya ölçüleriyle karşılaştırıldığında akılları durduracak boyutlardadır.
Örneğin dünya kendi ekseni çevresinde saatte 1670 km hızla döner. Saatteki ses hızının 1224 km olduğu düşünülürse bu oldukça büyük bir hızdır. Dünyanın güneş etrafındaki hızı ise saatde 108.000 km'dir. Bu da merminin hızının yaklaşık 60 katıdır.(Bu süratde bir araç yapılsa dünyanın çevresini 22 dakikada dolaşacaktı.) Verdiğimiz bu sayılar sadece dünya içindir. Güneş sistemi ise daha ilginçtir. Güneş sisteminin galaksi merkezi etrafındaki dönüş hızı 720.000 km dir. İçinde -bilinebildiği kadarıyla- 200 milyar yıldızı bulunduran Samanyolu Galaksisi'nin uzay içindeki hızı ise 950.000 km.dir. Evrende sistemler büyüdükçe hızlar artmaktadır. Evrende Samanyolu gibi 100 milyar civarında galaksi bulunduğu tahmin edilmektedir. Bu galaksiler içinde insan aklının alamayacağı sayıdaki yıldızlar inanılmaz hızlarla hem kendi içlerinde hem de bağlı oldukları sistemler etrafında dönmektedirler. Hatta bazen galaksiler birbirlerinin içinden geçmektedir. |
Kainat Hakkında Bilmediklerimiz......
KÂİNATTA DENGELER DEĞİŞSEYDİ NELER OLURDU? Yerkabuğunun Kalınlığı; - Eğer daha kalın olsaydı: Atmosferden yerkabuğuna çok fazla miktarda oksijen transfer edilirdi. - Eğer daha ince olsaydı: Hayatı imkansız kılacak kadar çok fazla sayıda volkanik hareketler olurdu. Yerçekimi; - Eğer daha güçlü olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla amonyak ve metan gazı biriktirir bu da hayat için çok olumsuz olurdu. - Eğer daha zayıf olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla su kaybeder, canlılık mümkün olmazdı. Dünya'nın Kendi Çevresindeki Dönüş Hızı; - Eğer daha yavaş olsaydı: Gece gündüz arasındaki ısı farkları çok yüksek olurdu. Bu da çok sayıdaki canlının yaşamasını imkânsız kılardı. - Eğer daha hızlı olsaydı: Atmosfer rüzgârları çok büyük hızlara ulaşır, kasırgalar tufanlar hayatı imkânsızlaştırırdı. Ay ile Dünya Arasındaki Çekim Etkisi; - Eğer daha fazla olsaydı: Ayın şiddetli çekiminin atmosfer şartları, Dünya'nın kendi eksenindeki dönüş hızı ve okyanuslardaki "gel-git"ler üzerinde çok sert etkileri olurdu. - Eğer daha az olsaydı: Şiddetli iklim değişikliklerine neden olurdu. Dünya'nın Manyetik Alanı; - Eğer daha güçlü olsaydı: Çok sert elektromanyetik fırtınalar olurdu. - Eğer daha zayıf olsaydı: "Güneş Rüzgârı" denilen ve Güneş'ten fırlatılan zararlı partiküllere karşı Dünya'nın koruması kalkardı. Her iki durumda da hayatın yaşanması imkânsız olurdu. |
Kainat Hakkında Bilmediklerimiz......
Evrendeki Kusursuzluk
"O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' içinde yedi gök yaratmış olandır.Rahman'ın yaratmasında hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk' göremezsin.İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozuklukve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir;o göz umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir." (MülkSuresi, 3-4) Evrende ki milyarlarca yıldız ve galaksi mükemmel bir uyum içinde kendileri için tesbit edilmiş yörüngelerinde hareket eder. Yıldızlar,gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı oldukları sistemlerle birlikte dönerler. Hatta bazen içinde 200 -300milyar yıldız bulunan galaksiler birbirinin içinden geçip giderler.Bu geçişte, evrendeki büyük düzeni bozacak herhangi bir çarpışma olmaz. Evrende hız kavramı dünya ölçüleriyle karşılaştırıldığında akıl durduracak boyutlardadır. Milyarlarca, trilyonlarca ton ağırlığındaki yıldızlar, gezegenler ve sayısal değerleri ancak matematikçilerin anlayabileceği büyüklükteki galaksiler ve galaksi kümeleri uzay içinde korkunç bir süratle hareket ederler. Örneğin,dünya saatte 1670 km. hızla kendi ekseni çevresinde döner. Bugün en hızlımerminin saatte ortalama 1.800 km.lik bir sürate sahip olduğu düşünülürse dünyanın dev boyutlarına rağmen süratinin ne denli büyük olduğu anlaşılır. Dünyanın güneş etrafındaki hızı ise merminin yaklaşık 60 katıdır: saatte 108.000 km. (Böylesine büyük bir süratle yolalabilen bir araç yapılabilseydi dünyanın çevresini 22 dakikadadolaşacaktı.) Verdiğimizbu sayılar sadece dünya içindir.Güneş sistemi ise daha da ilginçtir.Bu sistemin sürati mantık sınırlarını zorlayacak derecededir.Evrende sistemler büyüdükçe sürat artar.İşte güneş sisteminin galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati: -Saatte tam 720.000 km.,200 milyar yıldızı bünyesinde bulunduran Samanyolu Galaksisi nin uzay içindeki hızı ise saatte 950.000km .dir Bu başdöndürücü hız, aslında dünya üzerindeki yaşamımızın pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösterir. Böylesine karmaşık ve hızlı bir sistem içinde dev kazaların oluşması normalde oldukça mümkündür. Ancak, ayette dendiği gibi, tüm bu sistem içinde hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk' yoktur. Çünkü evren de, herşey gibi, "başıboş"değildir ve Allah'ın koyduğu dengeye göre işlemektedir... |
Kainat Hakkında Bilmediklerimiz......
EVRENDEKİ İNCE AYARLARIN ORTAYA ÇIKIŞI/*/****
"Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır?" (Nuh Suresi, 15) Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2) Materyalist felsefe, evrendeki ve doğadaki tüm sistemlerin kendi kendine işleyen birer makine gibi olduğu ve bunlardaki kusursuz düzen ve dengenin yaratılışının rastlantılar olduğu iddiasıyla ortaya çıktı. Ancak günümüzde, materyalizmin ve onun sözde bilimsel dayanağı olan Darwinizm'in geçersizliği, bilimsel olarak ortaya konmuş durumdadır. Ve böylede olacaktır. 20. yüzyılda birbiri ardına gelen bilimsel bulgular, hem astrofizik hem de biyoloji alanlarında, evrenin ve canlıların yaratıldığını ispatladı. Bir yandan Darwinizm'in tezleri bir bir çökerken, diğer yandan da evrenin yoktan yaratıldığını gösteren Big Bang teorisi ve maddesel dünyada büyük bir tasarım ve "hassas ayar" (fine tuning) bulunduğunu gösteren bulgular, materyalizm iddialarının asılsızlığını bir kez daha gösterdi.DARWİNİZM SAHNEDEN İNİYOR.Konusundada bu apaçık ortadadır. Canlılığın oluşması için gerekli olan koşullara baktığımızda, bir tek Dünya'nın böylesine özel bir ortama sahip olduğunu görürüz. Yaşam için elverişli olan bu ortamı sağlamak içinse saymakla bitiremeyeceğimiz kadar koşul aynı anda, kesintisiz olarak gerçekleşmektedir. Evrende yaklaşık olarak 100 milyar galaksi ve her birinde ortalama 100 milyar yıldız ve bir o kadar da gezegen olduğu düşünülürse,sadece va sadece tahmini Dünya'da böylesine istisnai bir ortamın oluşmasındaki önem daha iyi anlaşılacaktır. Big Bang'in patlama hızından atomların fiziksel dengelerine, dört temel kuvvetin oranlarından yıldızların simya işlemlerine, Güneş'in yaydığı ışığın cinsinden suyun akışkanlık değerine, Ay'ın Dünya'ya olan uzaklığından atmosferdeki gazların oranına, Dünya'nın Güneş'e olan uzaklığından ekseninin yörüngesine olan eğimine, Dünya'nın kendi etrafındaki dönüş hızından Dünya üzerindeki okyanusların, dağların fonksiyonlarına kadar her detay bizim yaşamımız için olağanüstü derecede uygundur. Bugün bilim dünyası evrenin bu özelliklerini, "İnsani İlke" (Anthropic Principle) ve "İnce Ayar" (Fine Tuning) kavramlarıyla ifade etmektedir. Bu kavramlar, evrenin, amaçsız, başıboş, tesadüfi bir madde yığını olmadığını, aksine insan yaşamını gözeten bir amaca göre, hassas bir biçimde tasarlandığını açıkca görüyoruz. EVREN Güneş sistemi gibi yüz milyarlarca sistemi barındıran;Samanyolu gibi milyarlarca galaksiyi barındıran ve sayılması imkansız yıldızlar,karadelikler,meteorları… içine alabilen evren,kainat insanların hep merakını çekmiştir.Yapısı, genişlemesi,içinde bulunan cisimleri,büyüklüğü ve karmaşıklığı ile sır gibi içinde saklanan bilinmeyenleri hep merak edilmekte ve hala cevapları tatmin edici değildir.Evreni inceleyen kozmoloji ve gökbilimi dallarının bizlere verdiği bilgiler ışığında anlatmaya çalışacağız. Evrenin oluşumu ve Big Bang Bu kadar büyük bir yapının oluşumu gökyüzüne bakan herkesi meraklandırmıştır.İşte gökyüzüne bakanlardan bazıları araştırmışlar ve bu araştırmaların sonucunda birçok teori ortaya atılmıştır.Bunlardan biri de Big Bang yani Büyük Patlama bu teori hala tartışmalara açık olsa da şu an bilim çevreleri tarafından kabul görülmektedir.Teori ilk başta Albert Einstein’ın Genel Görelilik Kuramı’nın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.1922 yılında Alexander Friedmann evrenin durağan olmadığını savundu.1929 yılında Edwin Hubble adlı astronom yaptığı gözlemlerde gökadaların uzaklaştığını fark etti ve evrenin genişlediğini ispatladı. “ Evrenin gelişmesi onun geçmişte sonsuzluktaki bir noktadan başladığının bir belirtisidir” kuramı Büyük Patlama teorisidir.13,7 milyar yıl önce evren oluşmaya başlıyordu.O zaman evren o kadar küçüktü ki atom çekirdeğinin 10üzeri 20’de biri kadardı.5 milyon tane atomun bir araya gelmesiyle 1 mm’ye denk geldiğine göre evren sonsuzluktan var oldu. "Planck Zamanı" olarak bilinen ilk 10 üzeri -42 saniyeye kadar süren dönem, fizik yasalarıyla açıklanamıyor. Bu sırada, dört temel kuvvet (kütleçekimi, elektromanyetizma, zayıf ve güçlü kuvvet) büyük olasılıkta tek bir kuvvet olarak birleşmiş haldeydi. Planck zamanının ardından kütleçekimi, öteki kuvvetlerden ayrıldı. Bu sırada, "Şişme Dönemi" olarak adlandırılan hızlı genişleme başladı. Şişme dönemi sadece 10 üzeri -12 saniye sürmesine karşın, evren bu sırada başlangıçtakinin 10 üzeri 50 katı hacme ulaştı. Sıcaklık 10 üzeri 32 Kelvin'den 10 üzeri 16 Kelvin'e düştü. Sıcaklığın 10 üzeri 28 Kelvin' e düşmesiyle ilk madde oluşmaya başladı. Bu madde, kuark (atom altı parçacıklar) ve lepton adı verilen parçacıklardan ve onların antimadde eşlerinden oluşuyordu. 10 üzeri -6 saniyeden sonra, evrenin sıcaklığı 10 üzeri 13 (10 Trilyon) Kelvin'e düştü ve kuarklar (atom altı parçacıklar) öteki parçacıkları oluşturmak üzere birleşmeye başladı. Bu sırada, zayıf ve elektromanyetik kuvvetler birbirlerinden ayrıldı. 1. saniyede, sıcaklık 10 üzeri 10 (10 milyar) Kelvin'e düştü. Elektronlar ve nötrinolar oluştu; kuarklar üçlü gruplar oluşturarak proton ve nötronları oluşturdu. Atom çekirdeği oluştuktan sonra Hidrojen (H) elementi oluştu.Arkasından Döteryum,Helyum (He) ve Lityum (Li) elementleri oluştu.Artık evren genişlemeye başladı. İlk elementlerin oluşumundan sonra çok uzun bir süre evren genişlemeye ve soğumaya devam etti.100.000 yıl sonra evren madde ve ışınım açısından zengin hale geldi.300.000 yılında sıcaklık 3000 Kelvin’e düştü.Sonra gazlar yoğunlaşarak gök cisimleri oluşmaya başladı. Evren 4 milyar yaşına ulaştığında yıldızlar ve galaksiler oluşmaya başladı.Evren 9,2 milyar yaşına geldiğinde ise Güneş sistemi oluştu.Kozmologlar,evrenin genişlemesinin nedenini ya da kaynağına karanlık enerji adını vermişlerdir. Soru : Bazı ayetlerde geçen semavat ve arz' ın yedi kat olması şeklindeki ayetleri nasıl anlamalıyız? Cevap: "Allah O'dur ki: yedi göğü ve yerden de onların mislini yaratmıştır. Onların aralarında emri cereyan eder..." (Talak, 12). Evvela şunu hemen ilave edelim ki, yedi, yetmiş ve yedi yüz gibi tabirler, Arap üslubunda çokluğu ifade ettiği için, "yedi tabaka" ile, o tabakaların çokluğuna da işaret edilmiş olabilir. Aslında ayet-i kerimenin bu ifadesinden çok değişik manaları çıkarmak mümkündür. Bugün anlaşıldığı kadarıyla feza, nihayetsiz bir boşluk olmayıp "esir" adı verilen bir madde ile doludur. Nasıl ki, hidrojen ve oksijenden su, buhar ve buz gibi tabakalar teşekkül ediyor. Kadir-i Zülcelal, esir maddesinden de yedi kat semavatı, gayet ince bir nizam ile tanzim etmiş ve yıldızları onun içinde yaratmıştır. Hareket eden yıldızlar, balıklar gibi bu sema içinde gezerler. Bu ayet-i kerimeden, bütün görünen gökleri bu dünyanın bir seması sayıp, bundan başka altı sema tabakasının bulunduğunu da anlamak mümkündür. Yeryüzü ile alakalı ifadesinin de farklı manalara işareti söz konusu. Ancak biz burada, gerek semavat ve gerekse arzın yedi tabakasıyla alakalı ifadelerin sadece bir cihetini, yani zahiri manasını ele alacağız. Göklerin ve yer kürenin yedi ayrı tabakadan meydana geldiği, astronomi ve jeolojiyle ispatlanmış bulunuyor. 6370 km. yarı çaplı ve yedi katlı dünyayı kabuğundan merkezine doğru tetkik edelim.(1) Bu yapı dıştan içe doğru şu yedi kattan meydana gelmiştir: 1- Litosfer veya Kabuk (Lithosphere or Crust) 2- Hidrosfer veya Su Küre (Hydrosphere) 3- Üst manto (Upper Mantle, Astenosfer) 4- Geçiş zonu (Transition Zone) 5- Alt manto (Lower Mantle, Mezosfer) 6- Dış çekirdek (Outer core) 7- İç çekirdek Çekirdek (Inner core) 1- Litosfer veya Kabuk Yerkürenin en dış kısmında taşküre veya litosfer olarak ta bilinen yerkabuğu bulunur. Karalarda daha kalın (35-40 km Tibet Platosunda ise 70 km) deniz ve okyanus tabanlarında ise daha ince (8-12 km) olan yer kabuğunun ortalama kalınlığı 33 km kadardır. Kimyasal bileşimi ve yoğunluğu birbirinden farklı iki kısımdan meydana gelir. Bunlardan biri granit bileşimindeki kayaçlardan oluşan granitik yerkabuğu; diğeri ise bazalt bileşimindeki kayaçlardan oluşan bazaltik yerkabuğudur. Granitik yerkabuğunda silisyum ve alüminyum elementleri hakimdir. Bu nedenle daha hafiftir; yoğunluğu 2.7-2.8 gr/cm3 arasında bulunur. Yerkabuğunun üst kısmını teşkil eder. Bazaltik yerkabuğunda ise silisyum ve magnezyumlu unsurlar hakimdir. Dolayısıyla granitik kabuktan daha ağırdır; yoğunluğu 3-3.5 gr/cm3 arasında değişir. Granitik yerkabuğunun altında ve okyanus tabanlarında yer alır. Bu nedenle bazaltik yerkabuğuna okyanusal kabuk adı da verilir.(2) 2- Hidrosfer: Yer kürede bulunan denizler, göller, akarsular ve yer altı suları; su küreyi(hidrosfer) oluşturmaktadırlar. Yer küre yüzeyinin ¾ ‘ü sularla kaplıdır.(3) Manto Manto; üst manto, geçiş zonu ve alt manto olmak üzere üç ayrı kattan oluşur. Hacim olarak dünyanın % 83'ünü, ağırlık bakımından da % 66'sını teşkil eder. 3- Üst mantonun kalınlığı 360 km., yoğunluğu ise 3.3.-4.3 gr/cm3 arasındadır. 4- Geçiş zonu, üst manto ile alt manto arasında yer alır. Kalınlığı ise 600 km.'dir. 5- Alt manto, yoğunluğu ve elastikiyeti fazla olan kayalardan yapılmıştır. Kalınlığı 1900 km.'dir. Çekirdek Yerin 2900 km.'den itibaren 6370 km.'ye varıncaya kadarki bölümünü çekirdek teşkil eder. Bu da, dış ve iç çekirdek olmak üzere iki kısma ayrılır. 6- Dış çekirdek: Yerin 2900 km. ile 5150 km.'lik bölümünü içine alır. Dış çekirdeğin esas maddesini ergimiş haldeki demir ve nikel oluşturur. Deprem dalgalarından ikincil (S) dalgalar, dış çekirdeği geçemediklerinden bu kısmın sıvı durumda olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü ikincil dalgalar, sıvılardan geçemezler. 7- İç çekirdek: Dış ve iç çekirdek sınırında yoğunluk 12.3 gr/cm3'e, sıcaklık da 4300 dereceye ulaşır. Bu iç çekirdeğin bileşimini, kristalize demir ve nikel meydana getirir. Bilindiği gibi, bizi üzerinde barındıran dünyamız dev bir mıknatıs özelliğine sahiptir. Bunun manyetik alanı, sıvı olan dış çekirdeğin bir dinamo gibi düzenlenmesinden ileri gelir. Bu özellik sayesinde pusula ibreleri hep aynı noktaya yönelir.(4) Yedi Katlı Semavat "O'dur ki: Yeri göğü tabaka tabaka olarak yarattı. O Rahmanın yaratmasında hiç bir uygunsuzluk göremezsin, şimdi gözünü çevir bak, hiç bir çatlak görebilir misin?" (Mülk, 3). Biz, atmosferin dibinde hayatımızı sürdürmekteyiz. Tıpkı denizin dibinde yaşayan balıklar gibi. Hava denizinin yukarılarına doğru yükselmeden önce, atmosferin genel özelliklerini tanıyalım. Atmosferde % 78 oranında nitrojen, % 21 nisbetinde oksijen ve az miktarda argon, karbondioksit, hidrojen ve diğer nadir gazlar bulunur. Bu oranın devamlılığı sağlanmamış olsaydı, yeryüzünde hayatın varlığı mümkün değildi. Atmosfer ayrıca, zararlı radyasyonlara karşı dünyadaki canlıları koruyan bir bakıma şemsiye ödevini görür. Mesela atmosfer, güneşten gelen ultraviyole ışınlarını filitre eder. Söz konusu filitre olmasaydı, bu ışınlar bütün canlıları öldürecekti. Yine atmosfer olmasaydı, gündüz dünyamızda ısı 100°C'nin üstünde, geceleyin de dondurucu olacaktı. Demek ki atmosfer, ısı enerjisini de düzenlemektedir. Atmosferin en önemli yönlerinden birisi de, rüzgarlar yardımıyla rahmet bulutlarını ihtiyaç duyulan alanlara taşımasıdır. Atmosfer, nitrojen (azot), oksijen ve karbondioksitiyle en vazgeçilmez maddelere sahip olan büyük bir nimettir. Düşünün, oksijen olmasaydı vücudumuzun en küçük birimi olan hücrelerimiz çalışır mıydı? Oksijensiz yiyeceklerimizi yakamaz ve gerekli olan kimyevi enerjiyi sağlıyamazdık. Oksijen sayesinde hücrelerde oksidasyon adı verilen yanma olayı olmakta, yiyeceklere vücut veren moleküller kimyevi değişikliğe uğramaktadır. Atmosferin kalınlığı hakkında bir şey söylemek oldukça zor. Deniz seviyesinde 1 mil küp havanın ağırlığı 6 milyon tondur. 350 km. yukarıda aynı hacimdeki havanın ağırlığı ise, 60 gram kadardır. Buradan da anlaşılacağı gibi, yukarılara çıkıldıkça havanın yoğunluğu azalmaktadır. Yine 130-140 km. yukarıda yeterli hareket halinde hava molekülü olmadığından, ses dalgaları iletilememekte ve bunun sonucu bir çekicin bile sesini duymak mümkün olmamaktadır. Atmosfer ve uzaya vücut veren katlar şunlardır(*): 1- Troposfer, 2- Stratosfer, 3- Kemosfer, 4- Mezosfer, 5- İyonosfer, 6- Ekzosfer, 7- Mağnotosfer. 1- Troposfer: İçinde barındığımız en alt atmosfer tabakasına troposfer adı verilir. Troposfer, bölgelere bağlı olarak ısı ve nem oranı bakımından farklılık gösterir. Bunun kalınlığı 0 ile 16 km. arasında değişir. 2- Stratosfer: Atmosferin ikinci önemli tabakasını teşkil eder ve troposferin üzerinde uzanır. 11 ile 50 km.'ler arasında yer alır. Askeri uçakların pek çoğu bu katta yoluna devam eder. Isı, sıfırın altında elli beş (-55°C) dolayındadır. Stratosferde hiç bir rüzgar olmadığı gibi, bunun sonucu bulut da yoktur. 3- Kemosfer: 80 km.'lik yüksekliğe ulaşır ve stratosferin üzerinde uzanır. Gaz molekülleri burada atomik gaza veya tersine dönüşür. 4- Mezosfer: Atmosferin orta kısmını teşkil eder. 5- İyonosfer: Mezosferin üzerinde 400 km.'ye kadar uzanır. Bu katta hava elektrikle yüklüdür. Sebebi de, havaya vücut veren gazların atomları elektronlarını kaybetmiş veya kazanmış olmalarıdır. Elektrikle yüklü atomları, yani iyonları ihtiva etmesi sebebiyle bu tabakaya iyonosfer denilmektedir. İyonosfer, elektrikle yüklü parçacıkları ve radyo dalgalarını yansıtmaktadır. Yoksa, dünyanın öbür ucundaki radyo istasyonunun yayınını nasıl duyardık? İyonosferin alt kısımları alelade radyo dalgalarını, üst kısımları ise kısa dalga radyo dalgalarını yansıtır. İşte bu özellik sebebiyle kısa dalgadan, deniz aşırı ülkelerin radyolarını kolayca dinleyebiliriz. Televizyon vericisinin dalgaları ise, buradan yansıtılamamakta ve bu tabakayı kesip geçmektedir. 6- Ekzosfer: İyonosferin üzerinde, havanın yoğunluğunun çok azaldığı kattır. Burada hava yoğunluğu çok az olduğundan sürtünme de ihmal edilecek kadar azdır. Dolayısı ile, insanların yaptığı suni uydular bu katta dünya etrafında dolaşır. 7- Magnetosfer: Uzayın sonsuzluklarını doldurur. Atmosferin, yani havanın yer almadığı uçsuz bucaksız bir mekandır. Kısmen ekzosferi içine almakta 64000 km. ve ötesindeki uzay mekanını kaplamaktadır. Bu kısa izahtan da anlaşılacağı gibi, Kur'an-ı Kerim, ilimlerin en son hududuna işaret ederek beşeriyeti, Cenab-ı Hakk'ın eserlerinden hikmet, sanat ve nizamı araştırmaya teşvik ediyor. Tabii bu teşvik ve işaretler, aynı zamanda, her asırdaki insanın anlayış ve idrakine uygun ve değişik yorumlara da açık tarzda olmaktadır. GÖRÜNEN IŞIK MUCİZESİ Evrendeki yıldızların ve diğer ışık kaynaklarının hepsi aynı türde ışın yaymazlar. Bu farklı ışınlar, dalga boyuna göre sınıflandırılır. Farklı dalga boylarının oluşturduğu yelpaze ise çok geniştir. En küçük dalga boyuna sahip olan gama ışınları ile, en büyük dalga boyuna sahip olan radyo dalgaları arasında 1025 lik (milyar kere milyar kere milyarlık) bir fark vardır. Buradaki mucizevi yön ise, Güneş'in yaydığı ışınların tamamına yakınının, bu 1025 lik yelpazenin tek bir birimine sıkıştırılmış olmasıdır. Çünkü bu daracık alanda, yaşam için gerekli olan yegane ışınlar bulunmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, dalga boylarının olağanüstü derecede geniş bir yelpazede dağılmış olmalarıdır. En kısa dalga boyu, en uzun dalga boyundan tam 1025 kat daha küçüktür. 1025, 1 rakamının yanına 25 tane sıfır eklenmesiyle oluşan bir sayıdır. 10, 000, 000, 000, 000, 000, 000, 000, 000 şeklinde yazabileceğimiz bu sayının büyüklüğünü daha iyi kavramak için bazı karşılaştırmalar yapmak yerinde olur. Örneğin Dünya'nın dört milyar yıllık ömrü boyunca geçen saniyelerin toplam sayısı, sadece 1017'dir. Eğer 1025 sayısını saymak istersek, gece gündüz hiç durmadan saymamız ve bu işi Dünya'nın yaşından 100 milyon kez daha uzun bir zaman boyunca sürdürmemiz gerekir! Eğer 1025 tane iskambil kağıdını üst üste dizmeye kalksak, samanyolu galaksisinin çok dışına çıkmamız ve gözlemlenebilir evrenin yaklaşık yarısı kadar bir mesafe gitmemiz icap eder. Güneşin yaydığı görünen ışık evrendeki 1025 farklı dalgaboyu içinde tek bir birimi kaplar. Ne ilginçtir ki Dünya üzerindeki yaşamı destekleyecek olan ışınlar da sadece bu 1025'te 1 aralığındaki ışınlardır. Güneşten yayılan ışığın Dünya'daki canlı yaşamına tam uyumlu olacak 1025 'te bir lik aralığa sıkıştırılmış olması hiçbir tesadüfle açıklanmayacak bilinçli bir tasarımı gösterir. Güneşin yaydığı ışının cinsi dahi trilyon kere trilyonlarca ihtimal arrasından en ideali olacak biçimde seçilmiştir.Evrendeki farklı dalga boyları, işte bu kadar geniş bir yelpaze içine dağılmıştır. Ama ne ilginçtir ki, bizim Güneşimiz, bu geniş yelpazenin çok dar bir aralığına sıkıştırılmıştır. Güneş'ten yayılan farklı dalga boylarının % 70'i, 0. mikronla 1.50 mikron arasındaki daracık bir sınırın içindedir. Bu aralıkta üç tür ışık vardır: Görülebilir ışık, yakın kızılötesi ışınlar ve biraz da yakın morötesi ışınlar. Bu üç tür ışık sayıca çok gibi durabilir. Ama gerçekte üçünün toplamı, elektromanyetik yelpazenin içinde tek bir birim yer kaplamaktadır! Bir başka deyişle, Güneş'in ışığının tümü, üstüste dizdiğimiz 1025 tane iskambil kağıdının tek bir tanesine karşılık gelmektedir. Peki acaba neden Güneş'in ışınları bu daracık aralığa sıkıştırılmıştır? Cevap son derece önemlidir: Güneş ışığı bu daracık aralığa sıkıştırılmıştır, çünkü Dünya üzerindeki yaşamı destekleyecek olan ışınlar, sadece bu ışınlardır. İngiliz fizikçi Ian Campbell, "Energy and the Atmosphere" (Enerji ve Atmosfer) adlı kitabında bu konuya değinmekte ve "Güneş'ten yayılan ışınların, Dünya üzerindeki yaşamı desteklemek için gereken çok dar aralığa sıkıştırılmış olması gerçekten çok olağanüstü bir durumdur" demektedir. Campbell'e göre bu durum, "inanılmaz derecede şaşırtıcı"dır. bazi kaynaklar; (1) http://www.e-cografya.com/jeoloji/geosfer/index.html (2),(4) http://pubs.usgs.gov/publications/text/inside.html (3) http://ess.geology.ufl.edu/ess/Introduction/Hydrosphere.html |
Kainat Hakkında Bilmediklerimiz......
EVRENDEKİ İNCE AYARLARIN ORTAYA ÇIKIŞI/*/****
"Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır?" (Nuh Suresi, 15) Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2) Materyalist felsefe, evrendeki ve doğadaki tüm sistemlerin kendi kendine işleyen birer makine gibi olduğu ve bunlardaki kusursuz düzen ve dengenin yaratılışının rastlantılar olduğu iddiasıyla ortaya çıktı. Ancak günümüzde, materyalizmin ve onun sözde bilimsel dayanağı olan Darwinizm'in geçersizliği, bilimsel olarak ortaya konmuş durumdadır. Ve böylede olacaktır. 20. yüzyılda birbiri ardına gelen bilimsel bulgular, hem astrofizik hem de biyoloji alanlarında, evrenin ve canlıların yaratıldığını ispatladı. Bir yandan Darwinizm'in tezleri bir bir çökerken, diğer yandan da evrenin yoktan yaratıldığını gösteren Big Bang teorisi ve maddesel dünyada büyük bir tasarım ve "hassas ayar" (fine tuning) bulunduğunu gösteren bulgular, materyalizm iddialarının asılsızlığını bir kez daha gösterdi.DARWİNİZM SAHNEDEN İNİYOR.Konusundada bu apaçık ortadadır. Canlılığın oluşması için gerekli olan koşullara baktığımızda, bir tek Dünya'nın böylesine özel bir ortama sahip olduğunu görürüz. Yaşam için elverişli olan bu ortamı sağlamak içinse saymakla bitiremeyeceğimiz kadar koşul aynı anda, kesintisiz olarak gerçekleşmektedir. Evrende yaklaşık olarak 100 milyar galaksi ve her birinde ortalama 100 milyar yıldız ve bir o kadar da gezegen olduğu düşünülürse,sadece va sadece tahmini Dünya'da böylesine istisnai bir ortamın oluşmasındaki önem daha iyi anlaşılacaktır. Big Bang'in patlama hızından atomların fiziksel dengelerine, dört temel kuvvetin oranlarından yıldızların simya işlemlerine, Güneş'in yaydığı ışığın cinsinden suyun akışkanlık değerine, Ay'ın Dünya'ya olan uzaklığından atmosferdeki gazların oranına, Dünya'nın Güneş'e olan uzaklığından ekseninin yörüngesine olan eğimine, Dünya'nın kendi etrafındaki dönüş hızından Dünya üzerindeki okyanusların, dağların fonksiyonlarına kadar her detay bizim yaşamımız için olağanüstü derecede uygundur. Bugün bilim dünyası evrenin bu özelliklerini, "İnsani İlke" (Anthropic Principle) ve "İnce Ayar" (Fine Tuning) kavramlarıyla ifade etmektedir. Bu kavramlar, evrenin, amaçsız, başıboş, tesadüfi bir madde yığını olmadığını, aksine insan yaşamını gözeten bir amaca göre, hassas bir biçimde tasarlandığını açıkca görüyoruz. EVREN Güneş sistemi gibi yüz milyarlarca sistemi barındıran;Samanyolu gibi milyarlarca galaksiyi barındıran ve sayılması imkansız yıldızlar,karadelikler,meteorları… içine alabilen evren,kainat insanların hep merakını çekmiştir.Yapısı, genişlemesi,içinde bulunan cisimleri,büyüklüğü ve karmaşıklığı ile sır gibi içinde saklanan bilinmeyenleri hep merak edilmekte ve hala cevapları tatmin edici değildir.Evreni inceleyen kozmoloji ve gökbilimi dallarının bizlere verdiği bilgiler ışığında anlatmaya çalışacağız. Evrenin oluşumu ve Big Bang Bu kadar büyük bir yapının oluşumu gökyüzüne bakan herkesi meraklandırmıştır.İşte gökyüzüne bakanlardan bazıları araştırmışlar ve bu araştırmaların sonucunda birçok teori ortaya atılmıştır.Bunlardan biri de Big Bang yani Büyük Patlama bu teori hala tartışmalara açık olsa da şu an bilim çevreleri tarafından kabul görülmektedir.Teori ilk başta Albert Einstein’ın Genel Görelilik Kuramı’nın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.1922 yılında Alexander Friedmann evrenin durağan olmadığını savundu.1929 yılında Edwin Hubble adlı astronom yaptığı gözlemlerde gökadaların uzaklaştığını fark etti ve evrenin genişlediğini ispatladı. “ Evrenin gelişmesi onun geçmişte sonsuzluktaki bir noktadan başladığının bir belirtisidir” kuramı Büyük Patlama teorisidir.13,7 milyar yıl önce evren oluşmaya başlıyordu.O zaman evren o kadar küçüktü ki atom çekirdeğinin 10üzeri 20’de biri kadardı.5 milyon tane atomun bir araya gelmesiyle 1 mm’ye denk geldiğine göre evren sonsuzluktan var oldu. "Planck Zamanı" olarak bilinen ilk 10 üzeri -42 saniyeye kadar süren dönem, fizik yasalarıyla açıklanamıyor. Bu sırada, dört temel kuvvet (kütleçekimi, elektromanyetizma, zayıf ve güçlü kuvvet) büyük olasılıkta tek bir kuvvet olarak birleşmiş haldeydi. Planck zamanının ardından kütleçekimi, öteki kuvvetlerden ayrıldı. Bu sırada, "Şişme Dönemi" olarak adlandırılan hızlı genişleme başladı. Şişme dönemi sadece 10 üzeri -12 saniye sürmesine karşın, evren bu sırada başlangıçtakinin 10 üzeri 50 katı hacme ulaştı. Sıcaklık 10 üzeri 32 Kelvin'den 10 üzeri 16 Kelvin'e düştü. Sıcaklığın 10 üzeri 28 Kelvin' e düşmesiyle ilk madde oluşmaya başladı. Bu madde, kuark (atom altı parçacıklar) ve lepton adı verilen parçacıklardan ve onların antimadde eşlerinden oluşuyordu. 10 üzeri -6 saniyeden sonra, evrenin sıcaklığı 10 üzeri 13 (10 Trilyon) Kelvin'e düştü ve kuarklar (atom altı parçacıklar) öteki parçacıkları oluşturmak üzere birleşmeye başladı. Bu sırada, zayıf ve elektromanyetik kuvvetler birbirlerinden ayrıldı. 1. saniyede, sıcaklık 10 üzeri 10 (10 milyar) Kelvin'e düştü. Elektronlar ve nötrinolar oluştu; kuarklar üçlü gruplar oluşturarak proton ve nötronları oluşturdu. Atom çekirdeği oluştuktan sonra Hidrojen (H) elementi oluştu.Arkasından Döteryum,Helyum (He) ve Lityum (Li) elementleri oluştu.Artık evren genişlemeye başladı. İlk elementlerin oluşumundan sonra çok uzun bir süre evren genişlemeye ve soğumaya devam etti.100.000 yıl sonra evren madde ve ışınım açısından zengin hale geldi.300.000 yılında sıcaklık 3000 Kelvin’e düştü.Sonra gazlar yoğunlaşarak gök cisimleri oluşmaya başladı. Evren 4 milyar yaşına ulaştığında yıldızlar ve galaksiler oluşmaya başladı.Evren 9,2 milyar yaşına geldiğinde ise Güneş sistemi oluştu.Kozmologlar,evrenin genişlemesinin nedenini ya da kaynağına karanlık enerji adını vermişlerdir. Soru : Bazı ayetlerde geçen semavat ve arz' ın yedi kat olması şeklindeki ayetleri nasıl anlamalıyız? Cevap: "Allah O'dur ki: yedi göğü ve yerden de onların mislini yaratmıştır. Onların aralarında emri cereyan eder..." (Talak, 12). Evvela şunu hemen ilave edelim ki, yedi, yetmiş ve yedi yüz gibi tabirler, Arap üslubunda çokluğu ifade ettiği için, "yedi tabaka" ile, o tabakaların çokluğuna da işaret edilmiş olabilir. Aslında ayet-i kerimenin bu ifadesinden çok değişik manaları çıkarmak mümkündür. Bugün anlaşıldığı kadarıyla feza, nihayetsiz bir boşluk olmayıp "esir" adı verilen bir madde ile doludur. Nasıl ki, hidrojen ve oksijenden su, buhar ve buz gibi tabakalar teşekkül ediyor. Kadir-i Zülcelal, esir maddesinden de yedi kat semavatı, gayet ince bir nizam ile tanzim etmiş ve yıldızları onun içinde yaratmıştır. Hareket eden yıldızlar, balıklar gibi bu sema içinde gezerler. Bu ayet-i kerimeden, bütün görünen gökleri bu dünyanın bir seması sayıp, bundan başka altı sema tabakasının bulunduğunu da anlamak mümkündür. Yeryüzü ile alakalı ifadesinin de farklı manalara işareti söz konusu. Ancak biz burada, gerek semavat ve gerekse arzın yedi tabakasıyla alakalı ifadelerin sadece bir cihetini, yani zahiri manasını ele alacağız. Göklerin ve yer kürenin yedi ayrı tabakadan meydana geldiği, astronomi ve jeolojiyle ispatlanmış bulunuyor. 6370 km. yarı çaplı ve yedi katlı dünyayı kabuğundan merkezine doğru tetkik edelim.(1) Bu yapı dıştan içe doğru şu yedi kattan meydana gelmiştir: 1- Litosfer veya Kabuk (Lithosphere or Crust) 2- Hidrosfer veya Su Küre (Hydrosphere) 3- Üst manto (Upper Mantle, Astenosfer) 4- Geçiş zonu (Transition Zone) 5- Alt manto (Lower Mantle, Mezosfer) 6- Dış çekirdek (Outer core) 7- İç çekirdek Çekirdek (Inner core) 1- Litosfer veya Kabuk Yerkürenin en dış kısmında taşküre veya litosfer olarak ta bilinen yerkabuğu bulunur. Karalarda daha kalın (35-40 km Tibet Platosunda ise 70 km) deniz ve okyanus tabanlarında ise daha ince (8-12 km) olan yer kabuğunun ortalama kalınlığı 33 km kadardır. Kimyasal bileşimi ve yoğunluğu birbirinden farklı iki kısımdan meydana gelir. Bunlardan biri granit bileşimindeki kayaçlardan oluşan granitik yerkabuğu; diğeri ise bazalt bileşimindeki kayaçlardan oluşan bazaltik yerkabuğudur. Granitik yerkabuğunda silisyum ve alüminyum elementleri hakimdir. Bu nedenle daha hafiftir; yoğunluğu 2.7-2.8 gr/cm3 arasında bulunur. Yerkabuğunun üst kısmını teşkil eder. Bazaltik yerkabuğunda ise silisyum ve magnezyumlu unsurlar hakimdir. Dolayısıyla granitik kabuktan daha ağırdır; yoğunluğu 3-3.5 gr/cm3 arasında değişir. Granitik yerkabuğunun altında ve okyanus tabanlarında yer alır. Bu nedenle bazaltik yerkabuğuna okyanusal kabuk adı da verilir.(2) 2- Hidrosfer: Yer kürede bulunan denizler, göller, akarsular ve yer altı suları; su küreyi(hidrosfer) oluşturmaktadırlar. Yer küre yüzeyinin ¾ ‘ü sularla kaplıdır.(3) Manto Manto; üst manto, geçiş zonu ve alt manto olmak üzere üç ayrı kattan oluşur. Hacim olarak dünyanın % 83'ünü, ağırlık bakımından da % 66'sını teşkil eder. 3- Üst mantonun kalınlığı 360 km., yoğunluğu ise 3.3.-4.3 gr/cm3 arasındadır. 4- Geçiş zonu, üst manto ile alt manto arasında yer alır. Kalınlığı ise 600 km.'dir. 5- Alt manto, yoğunluğu ve elastikiyeti fazla olan kayalardan yapılmıştır. Kalınlığı 1900 km.'dir. Çekirdek Yerin 2900 km.'den itibaren 6370 km.'ye varıncaya kadarki bölümünü çekirdek teşkil eder. Bu da, dış ve iç çekirdek olmak üzere iki kısma ayrılır. 6- Dış çekirdek: Yerin 2900 km. ile 5150 km.'lik bölümünü içine alır. Dış çekirdeğin esas maddesini ergimiş haldeki demir ve nikel oluşturur. Deprem dalgalarından ikincil (S) dalgalar, dış çekirdeği geçemediklerinden bu kısmın sıvı durumda olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü ikincil dalgalar, sıvılardan geçemezler. 7- İç çekirdek: Dış ve iç çekirdek sınırında yoğunluk 12.3 gr/cm3'e, sıcaklık da 4300 dereceye ulaşır. Bu iç çekirdeğin bileşimini, kristalize demir ve nikel meydana getirir. Bilindiği gibi, bizi üzerinde barındıran dünyamız dev bir mıknatıs özelliğine sahiptir. Bunun manyetik alanı, sıvı olan dış çekirdeğin bir dinamo gibi düzenlenmesinden ileri gelir. Bu özellik sayesinde pusula ibreleri hep aynı noktaya yönelir.(4) Yedi Katlı Semavat "O'dur ki: Yeri göğü tabaka tabaka olarak yarattı. O Rahmanın yaratmasında hiç bir uygunsuzluk göremezsin, şimdi gözünü çevir bak, hiç bir çatlak görebilir misin?" (Mülk, 3). Biz, atmosferin dibinde hayatımızı sürdürmekteyiz. Tıpkı denizin dibinde yaşayan balıklar gibi. Hava denizinin yukarılarına doğru yükselmeden önce, atmosferin genel özelliklerini tanıyalım. Atmosferde % 78 oranında nitrojen, % 21 nisbetinde oksijen ve az miktarda argon, karbondioksit, hidrojen ve diğer nadir gazlar bulunur. Bu oranın devamlılığı sağlanmamış olsaydı, yeryüzünde hayatın varlığı mümkün değildi. Atmosfer ayrıca, zararlı radyasyonlara karşı dünyadaki canlıları koruyan bir bakıma şemsiye ödevini görür. Mesela atmosfer, güneşten gelen ultraviyole ışınlarını filitre eder. Söz konusu filitre olmasaydı, bu ışınlar bütün canlıları öldürecekti. Yine atmosfer olmasaydı, gündüz dünyamızda ısı 100°C'nin üstünde, geceleyin de dondurucu olacaktı. Demek ki atmosfer, ısı enerjisini de düzenlemektedir. Atmosferin en önemli yönlerinden birisi de, rüzgarlar yardımıyla rahmet bulutlarını ihtiyaç duyulan alanlara taşımasıdır. Atmosfer, nitrojen (azot), oksijen ve karbondioksitiyle en vazgeçilmez maddelere sahip olan büyük bir nimettir. Düşünün, oksijen olmasaydı vücudumuzun en küçük birimi olan hücrelerimiz çalışır mıydı? Oksijensiz yiyeceklerimizi yakamaz ve gerekli olan kimyevi enerjiyi sağlıyamazdık. Oksijen sayesinde hücrelerde oksidasyon adı verilen yanma olayı olmakta, yiyeceklere vücut veren moleküller kimyevi değişikliğe uğramaktadır. Atmosferin kalınlığı hakkında bir şey söylemek oldukça zor. Deniz seviyesinde 1 mil küp havanın ağırlığı 6 milyon tondur. 350 km. yukarıda aynı hacimdeki havanın ağırlığı ise, 60 gram kadardır. Buradan da anlaşılacağı gibi, yukarılara çıkıldıkça havanın yoğunluğu azalmaktadır. Yine 130-140 km. yukarıda yeterli hareket halinde hava molekülü olmadığından, ses dalgaları iletilememekte ve bunun sonucu bir çekicin bile sesini duymak mümkün olmamaktadır. Atmosfer ve uzaya vücut veren katlar şunlardır(*): 1- Troposfer, 2- Stratosfer, 3- Kemosfer, 4- Mezosfer, 5- İyonosfer, 6- Ekzosfer, 7- Mağnotosfer. 1- Troposfer: İçinde barındığımız en alt atmosfer tabakasına troposfer adı verilir. Troposfer, bölgelere bağlı olarak ısı ve nem oranı bakımından farklılık gösterir. Bunun kalınlığı 0 ile 16 km. arasında değişir. 2- Stratosfer: Atmosferin ikinci önemli tabakasını teşkil eder ve troposferin üzerinde uzanır. 11 ile 50 km.'ler arasında yer alır. Askeri uçakların pek çoğu bu katta yoluna devam eder. Isı, sıfırın altında elli beş (-55°C) dolayındadır. Stratosferde hiç bir rüzgar olmadığı gibi, bunun sonucu bulut da yoktur. 3- Kemosfer: 80 km.'lik yüksekliğe ulaşır ve stratosferin üzerinde uzanır. Gaz molekülleri burada atomik gaza veya tersine dönüşür. 4- Mezosfer: Atmosferin orta kısmını teşkil eder. 5- İyonosfer: Mezosferin üzerinde 400 km.'ye kadar uzanır. Bu katta hava elektrikle yüklüdür. Sebebi de, havaya vücut veren gazların atomları elektronlarını kaybetmiş veya kazanmış olmalarıdır. Elektrikle yüklü atomları, yani iyonları ihtiva etmesi sebebiyle bu tabakaya iyonosfer denilmektedir. İyonosfer, elektrikle yüklü parçacıkları ve radyo dalgalarını yansıtmaktadır. Yoksa, dünyanın öbür ucundaki radyo istasyonunun yayınını nasıl duyardık? İyonosferin alt kısımları alelade radyo dalgalarını, üst kısımları ise kısa dalga radyo dalgalarını yansıtır. İşte bu özellik sebebiyle kısa dalgadan, deniz aşırı ülkelerin radyolarını kolayca dinleyebiliriz. Televizyon vericisinin dalgaları ise, buradan yansıtılamamakta ve bu tabakayı kesip geçmektedir. 6- Ekzosfer: İyonosferin üzerinde, havanın yoğunluğunun çok azaldığı kattır. Burada hava yoğunluğu çok az olduğundan sürtünme de ihmal edilecek kadar azdır. Dolayısı ile, insanların yaptığı suni uydular bu katta dünya etrafında dolaşır. 7- Magnetosfer: Uzayın sonsuzluklarını doldurur. Atmosferin, yani havanın yer almadığı uçsuz bucaksız bir mekandır. Kısmen ekzosferi içine almakta 64000 km. ve ötesindeki uzay mekanını kaplamaktadır. Bu kısa izahtan da anlaşılacağı gibi, Kur'an-ı Kerim, ilimlerin en son hududuna işaret ederek beşeriyeti, Cenab-ı Hakk'ın eserlerinden hikmet, sanat ve nizamı araştırmaya teşvik ediyor. Tabii bu teşvik ve işaretler, aynı zamanda, her asırdaki insanın anlayış ve idrakine uygun ve değişik yorumlara da açık tarzda olmaktadır. GÖRÜNEN IŞIK MUCİZESİ Evrendeki yıldızların ve diğer ışık kaynaklarının hepsi aynı türde ışın yaymazlar. Bu farklı ışınlar, dalga boyuna göre sınıflandırılır. Farklı dalga boylarının oluşturduğu yelpaze ise çok geniştir. En küçük dalga boyuna sahip olan gama ışınları ile, en büyük dalga boyuna sahip olan radyo dalgaları arasında 1025 lik (milyar kere milyar kere milyarlık) bir fark vardır. Buradaki mucizevi yön ise, Güneş'in yaydığı ışınların tamamına yakınının, bu 1025 lik yelpazenin tek bir birimine sıkıştırılmış olmasıdır. Çünkü bu daracık alanda, yaşam için gerekli olan yegane ışınlar bulunmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, dalga boylarının olağanüstü derecede geniş bir yelpazede dağılmış olmalarıdır. En kısa dalga boyu, en uzun dalga boyundan tam 1025 kat daha küçüktür. 1025, 1 rakamının yanına 25 tane sıfır eklenmesiyle oluşan bir sayıdır. 10, 000, 000, 000, 000, 000, 000, 000, 000 şeklinde yazabileceğimiz bu sayının büyüklüğünü daha iyi kavramak için bazı karşılaştırmalar yapmak yerinde olur. Örneğin Dünya'nın dört milyar yıllık ömrü boyunca geçen saniyelerin toplam sayısı, sadece 1017'dir. Eğer 1025 sayısını saymak istersek, gece gündüz hiç durmadan saymamız ve bu işi Dünya'nın yaşından 100 milyon kez daha uzun bir zaman boyunca sürdürmemiz gerekir! Eğer 1025 tane iskambil kağıdını üst üste dizmeye kalksak, samanyolu galaksisinin çok dışına çıkmamız ve gözlemlenebilir evrenin yaklaşık yarısı kadar bir mesafe gitmemiz icap eder. Güneşin yaydığı görünen ışık evrendeki 1025 farklı dalgaboyu içinde tek bir birimi kaplar. Ne ilginçtir ki Dünya üzerindeki yaşamı destekleyecek olan ışınlar da sadece bu 1025'te 1 aralığındaki ışınlardır. Güneşten yayılan ışığın Dünya'daki canlı yaşamına tam uyumlu olacak 1025 'te bir lik aralığa sıkıştırılmış olması hiçbir tesadüfle açıklanmayacak bilinçli bir tasarımı gösterir. Güneşin yaydığı ışının cinsi dahi trilyon kere trilyonlarca ihtimal arrasından en ideali olacak biçimde seçilmiştir.Evrendeki farklı dalga boyları, işte bu kadar geniş bir yelpaze içine dağılmıştır. Ama ne ilginçtir ki, bizim Güneşimiz, bu geniş yelpazenin çok dar bir aralığına sıkıştırılmıştır. Güneş'ten yayılan farklı dalga boylarının % 70'i, 0. mikronla 1.50 mikron arasındaki daracık bir sınırın içindedir. Bu aralıkta üç tür ışık vardır: Görülebilir ışık, yakın kızılötesi ışınlar ve biraz da yakın morötesi ışınlar. Bu üç tür ışık sayıca çok gibi durabilir. Ama gerçekte üçünün toplamı, elektromanyetik yelpazenin içinde tek bir birim yer kaplamaktadır! Bir başka deyişle, Güneş'in ışığının tümü, üstüste dizdiğimiz 1025 tane iskambil kağıdının tek bir tanesine karşılık gelmektedir. Peki acaba neden Güneş'in ışınları bu daracık aralığa sıkıştırılmıştır? Cevap son derece önemlidir: Güneş ışığı bu daracık aralığa sıkıştırılmıştır, çünkü Dünya üzerindeki yaşamı destekleyecek olan ışınlar, sadece bu ışınlardır. İngiliz fizikçi Ian Campbell, "Energy and the Atmosphere" (Enerji ve Atmosfer) adlı kitabında bu konuya değinmekte ve "Güneş'ten yayılan ışınların, Dünya üzerindeki yaşamı desteklemek için gereken çok dar aralığa sıkıştırılmış olması gerçekten çok olağanüstü bir durumdur" demektedir. Campbell'e göre bu durum, "inanılmaz derecede şaşırtıcı"dır. bazi kaynaklar; (1) http://www.e-cografya.com/jeoloji/geosfer/index.html (2),(4) http://pubs.usgs.gov/publications/text/inside.html (3) http://ess.geology.ufl.edu/ess/Introduction/Hydrosphere.html |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.