![]() |
30.Lema 3.Nüktenin 3.Noktası
Sâni-i Kadîr, İsm-i Hakem ve Hakîm’iyle bu âlem içinde binler muntazam âlemleri dercetmiştir. O âlemler içinde en ziyâde kâinattaki hikmetlere medâr ve mazhar olan insanı, bir merkez, bir medâr hükmünde yaratmış. Ve o kâinat dâiresinin en mühim hikmetleri ve faideleri, insana bakıyor. Ve insan dâiresi içinde dahi, rızkı bir merkez hükmüne getirmiş. Âlem-i insânîde ekser hikmetler, maslahatlar; o rızka bakar ve onunla tezahür eder. Ve insanda şuur ve rızıkta zevk vâsıtasiyle İsm-i Hakîm’in cilvesi parlak bir sûrette görünüyor. Ve şuur-u insanî vâsıtasiyle keşfolunan yüzer fenlerden herbir fen, Hakem isminin, bir nevide bir cilvesini târif ediyor. Meselâ Tıb Fenninden sual olsa: “Bu kâinat nedir?” Elbette diyecek ki:“Gâyet muntazam ve mükemmel bir eczahâne-i kübrâdır. İçinde herbir ilâç güzelce ihzar ve istif edilmiştir.” Fenn-i Kimya’dan sorulsa:“Bu Küre-i Arz nedir?” Diyecek: “Gâyet muntazam ve mükemmel bir kimyahânedir.” Fenn-i Makine diyecek: “Hiçbir kusuru olmayan gâyet mükemmel bir fabrikadır.” Fenn-i Ziraat diyecek: “Nihayet derecede mahsûldar, her nevi hubûbu vaktinde yetiştiren muntazam bir tarladır ve mükemmel bir bahçedir.” Fenn-i Ticaret diyecek: “Gâyet muntazam bir sergi ve çok intizamlı bir pazar ve malları çok san’atlı bir dükkândır. ” Fenn-i İâşe(İnsanlar ve hayvanların besleniş ve yaşayışları hakkında bilgi veren ilim dalı) diyecek: “Gâyet muntazam, bütün erzakın envâını câmi bir anbardır.” Fenn-i Rızık diyecek: “Yüz binler leziz taamlar beraber kemâl-i intizam ile içinde pişirilen bir Matbah-ı Rabbânî ve bir Kazan-ı Rahmanîdir. ” Fenn-i Askeriye diyecek ki: “Arz bir ordugâhtır. Her bahar mevsiminde yeni taht-ı silâha alınmış ve zemîn yüzünde çadırları kurulmuş dört yüz bin muhtelif milletler o orduda bulunduğu halde; ayrı ayrı erzakları... ayrı ayrı libasları, silâhları... ayrı ayrı tâlimatları, terhisatları; kemâl-i intizamla hiçbirini unutmıyarak ve şaşırmıyarak, birtek Kumandan-ı Âzam’ın emriyle, kuvvetiyle, merhametiyle, hazinesiyle gâyet muntazam yapılıp, idare ediliyor.” Ve Fenn-i Elektrik’ten sorulsa, elbette diyecek: “Bu muhteşem saray-ı kâinatın damı, gâyet intizamlı, mîzanlı hadsiz elektrik lâmbalariyle tezyin edilmiştir. Fakat o kadar harika bir intizam ve mîzan iledir ki: Başta Güneş olarak Küre-i Arz’dan bin def’a büyük o semâvî lâmbalar, mütemadiyen yandıkları halde müvazenelerini bozmuyorlar, patlak vermiyorlar, yangın çıkarmıyorlar. Sarfiyatları hadsiz olduğu halde, vâridatları ve gazyağları ve madde-i iştialleri nereden geliyor? Neden tükenmiyor? Neden yanmak müvazenesi bozulmuyor?.. Küçük bir lâmba dahi muntazam bakılmazsa, söner. Kozmoğrafyaca Küre-i Arz’dan bir milyondan ziyâde büyük ve bir milyon seneden ziyâde yaşayan Güneş’i (Hâşiye: Acaba dünya sarayını ısındıran Güneş sobasına veyahud lâmbasına ne kadar odun ve kömür ve gazyağı lâzım olduğu hesabedilsin. Her gün yanması için Kozmoğrafya’nın sözüne bakılsa bir milyon Küre-i Arz kadar odun yığınları ve binler denizler kadar gazyağı gerektir. Şimdi düşün; onu odunsuz, gazsız dâimî ışıklandıran Kadîr-i Zülcelâl’in haşmetine, hikmetine, kudretine Güneş’in zerreleri adedince “Sübhanallah, Mâşâallah, Bârekâllah” de.) kömürsüz, yağsız yandıran; söndürmiyen Hakîm-i Zülcelâl’in hikmetine, kudretine bak. “SÜBHANALLAH” de. Güneş’in müddet-i ömründe geçen dakikalarının âşiratı adedince “MÂŞÂALLAH, BÂREKÂLLAH, LÂİLAHE İLLÂ HU” söyle. Demek bu semâvî lâmbalarda gâyet harika bir intizam var ve onlara çok dikkatle bakılıyor. Güya o pek büyük ve pekçok kitle-i nariyelerin ve gâyet çok kanadil-i nuriyelerin buhar kazanı ise, harareti tükenmez bir Cehennem’dir ki, onlara nursuz hararet veriyor. Ve o elektrik lâmbalarının makinesi ve merkezî fabrikası, dâimî bir Cennet’tir ki, onlara nur ve ışık veriyor. İsm-i Hakem ve Hakîm’in cilve-i âzamiyle, intizamla yanmakları devam ediyor. Ve hâkeza... Bunlara kıyasen yüzer fennin herbirisinin kat’i şehâdetiyle, noksansız bir intizam-ı ekmel içinde hadsiz hikmetler, maslahatlarla bu kâinat tezyin edilmiştir. Ve o harika ve ihâtalı hikmetle, mecmu-u kâinata verdiği intizam ve hikmetleri, en küçük bir zîhayat ve bir çekirdekte küçük bir mikyasta dercetmiştir. Ve ma’lûm ve bedihîdir ki; intizam ile gayeleri ve hikmetleri ve faideleri ta’kib etmek; ihtiyar ile, irade ile, kasd ile, meşîet ile olabilir; başka olamaz. İhtiyarsız, iradesiz, kasıdsız, şuursuz esbâb ve tabiatın işi olmadığı gibi, müdahaleleri dahi olamaz. Demek bu kâinatın bütün mevcûdâtındaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle iktiza ettikleri ve gösterdikleri bir Fâil-i Muhtar’ı, bir Sâni-i Hakîm’i bilmemek veya inkâr etmek, ne kadar acib bir cehalet ve divânelik olduğu târif edilmez .Evet, dünyada en ziyâde hayret edilecek birşey varsa, o da bu inkârdır. Çünkü; kâinatın mevcûdâtındaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle, vücûd ve vahdetine şâhidler bulunduğu halde; onu görmemek, bilmemek, ne derece körlük ve cehalet olduğunu, en kör cahil de anlar. Hatta diyebilirim ki; ehl-i küfrün içinde, kâinatın vücûdunu inkâr ettiklerinden ahmak zannedilen Sofestaîler, en akıllılarıdır. Çünkü kâinatın vücûdunu kabul etmekle ALLAH’a ve Hâlıkına inanmamak, kabil ve mümkün olmadığından, kâinatı inkâra başladılar. Kendilerini de inkâr ettiler. “Hiçbir şey yok” diyerek akıldan istifa ederek, akıl perdesi altında sâir münkirlerin hadsiz akılsızlıklarından kurtulup, bir derece akla yanaştılar. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.