ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   ForumSinsi Ansiklopedisi (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=476)
-   -   Farkındalığın Farkındalığı - Oğuzhan Korkmaz (2007-2012) (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=522752)

Prof. Dr. Sinsi 08-21-2012 12:02 AM

Farkındalığın Farkındalığı - Oğuzhan Korkmaz (2007-2012)
 

Uyarı: Aşağıda derlenen yazılar her bri ayrı sayfalar halinde içerik ve konular ve teoriler ile görüşler olmak kaydı ile ciddi ücretler ödenerek beyoğlu 1. noter, beşiktaş 28. noter ve kartal 5. noterliğinde parça parça ve bütünsel olarak telif hakları alınmak sureti ile onaylatılmıştır. Avukatlarımız konuyu her daim takip etmektedir. İzinsiz ve yazarın ismi "Oğuzhan Korkmaz - Kişisel Gelişim Uzmanı" şeklinde belirtilmeden alıntı yapılmasında durumunda İstanbul Mahkemeleri yetkilidir.



Farkındalığın Farkındalığı



Hepimiz aynı soruyu soruyoruz kendimize. Hepimiz aynı duygu-ları yaşıyoruz. Aslında burada anlatacaklarımı hepimiz zaten biliyoruz. Ama farkında değiliz.

“İçimde bir sıkıntı var ama sebebini bilmiyorum.” “Kendimi rahat hissetmiyorum.”... Hep bir panik, hep bir tedirginlik hep bir telaş var. Acele ediyoruz, planlar yapıyoruz, üzülüyoruz, hayaller kuruyoruz, durup dururken aklımıza geçmişten acı tatlı anılar geliyor.

Bunları yaşamayı biz mi istiyoruz?

Kim üzülmek ister ki ya da kim eskiden yaşadığı acı günleri hatır-lamak ister? Bunları düşünmek istemiyorsak, bu düşünceler bize nereden geliyor? Geçmişteki yaşadığımız anılar zihnimizde depo-lanıyor bunu hepimiz biliyoruz. Peki bunları niçin hatırlıyoruz ya da neye göre hatırlıyoruz?

Trafik sıkışıkken, otobüste ayakta giderken niçin daralıyoruz? Niçin hiç kimse sıkışık olan trafiğe sevinmiyor ya da gülümsemiyor? Neden herkes olumsuz bir tepki veriyor? Ya da bu tepkiyi vermeyi biz mi istiyoruz yoksa bizi kontrol eden bir virüs mü var?

Bir virüs var ise niçin bize hep üzüntü ve acı veriyor?

Bu çılgınlığı durdurmanın bir yolu yok mu?

Bu yazı dizisinde bu çılgınlığı nasıl durduracağımızı anlatacağız.


Bu çılgınlığı durdurmaya hazır mısın?

...


Not: Burada yazılanlar bilimsel değildir. Hiçbir şekilde bir kaynağa dayanmamaktadır. Tamamen yazarın kendi görüşleridir. Tartışma oluşturmak amaçlı yazılmamıştır. Yazar daha şimdiden yapılacak olumsuz eleştirilerin tümüne “Teşekkür Etmektedir”





Farkındalık Hakkında

Bir an durun ve “Ben ne yapıyorum?” deyin. Cevap veremeyeceksiniz. Çünkü şimdiki zamanda sorulan soruların cevabı yoktur. Anda kalınca insan tepkisiz ve dingindir. Bizi üzecek veya kafamıza takılacak her şey ya geçmişle ya da gelecekle ilgilidir. Şu anda kitap okuyorsunuz. Bunu okumayı istediniz ve okumaya başladınız. Bir süre sonra kitap okuma anını kaçıracak ve aklınıza geçmişten düşünceler veya gelecekten hayaller gelecek. Böylece farkındalığımız azalacak ve yaptığımız eyleme odaklanamayaca-ğız.

Peki bunlar neden oluyor? Dikkatimizi dağıtan bizi farkındalıktan uzaklaştıran bir şey mi var? Aslında bütün bu soruların cevaplarını bulabilmemiz için önce kendimizi iyi tanımalı ve bu noktaya nasıl geldiğimizi iyi analiz etmeliyiz.

Kendinizi tanımlayın dersem size nasıl bir cevap verirsiniz?

………….. özelliklerinde ……………… yı seven ……………. şeklinde diye kendinizi betimlemeye, anlatmaya başlarsınız. Siz aslında tahmin ettiğiniz kişi değilsiniz. Bu anlattıklarınız size sonradan yüklenenler. İnsanlar özgürce doğuyor, o kadar özgür ki doğduğunda bomboş bir zihne ve tertemiz bir hayata sahip. Bir bebek, bir çocuk kötü düşünebilir mi? Ya da bir bebek gerçekten üzülebilir mi?

Özgürlük nedir peki? “Engelden, sınırlamadan, zorlamadan kaçmak özgürlük değildir. Özgürlük bir şeyden özgürlük değildir, kendinde bir şeydir. Lütfen bunu anlayın. Hapishaneye atılan bir tutuklu bir nedenle kaçmak ve özgür olmak ister. Yalnızca kaçmayı düşünür. Öfkeliysem, öfkeden kaçabildiğim anda özgür olacağımı duyumsarım. Kıskançsam, kıskançlıktan kurtulmak özgürlük değildir; kaçmak, kurtulmak, bastırmak aynı şeyi bir başka yoldan dışa vurma biçimidir; özgürlük değildir. Özgürlük bir şeyden özgürlük değildir, kendinde bir şeydir. Bir şeyi o olduğu için sevmek özgürlüktür. Size ün ya da konum kazandırdığı için değil, resim yapmayı sevdiğiniz için resim yapmakta özgürlük vardır. Okulda resim yapmayı seviyorsanız, bu sevgi özgürlüktür ve bunun anlamı zihnin bütün yollarının şaşırtıcı bir biçimde anlaşılma-sıdır. Ayrıca bir şeyi size getireceği ödül ya da ceza için değil, yalnızca o olduğu için yapmak çok kolaydır. “Bir şeyi o olduğu için sevmek özgürlüğün başlangıcıdır.” Bir şey yaparak veya yapmayarak özgürlüğe ulaşılmaz. (Krişnamurti)

Bir şeyi “O” olduğu için sevmek, o şeyi “Olduğu gibi kabul etmek” değil midir? Kendinizi ve çevrenizdeki insanları olduğu gibi kabul ediyor musunuz? Yorumlar olmadan, yargılarınız olmadan çevrenizdekilere bakabiliyor musunuz? Sadece olduğunuz gibi, oldukları gibi…

Bir çocuk kadar özgür müsünüz? Küçük bir çocuk bardağı yere atıp kırar ve sonra da bu yaptığına gülebilir. Kızıp küsmeleri beş dakika bile sürmez. Peki biz neden bunu yapamıyoruz? Nasıl bir mekanizma buna engel oluyor? Çevrenizdekilerin sizin hakkınızda ne düşüneceği mi yoksa? Yoksa sizden içeri kontrol edemediğiniz başka bir siz olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Siz artık siz değilsiniz. Doğduğunuzda özgürdünüz ve size aileniz, arkadaşlarınız, öğretmenleriniz kendilerinden ve toplumdan biraz yüklediler ve siz artık toplumun karışımı bir varlık oldunuz. Hangi toplumda yaşıyorsanız o toplumun kıstaslarını, kurallarını benimsediniz ve bunlara göre yaşadınız, sonunda özgürlüğünüzden eser kalmadı. Size sonradan yüklenen bu kıstasların toplamı olarak tanımlıyorsunuz kendinizi. ………. özelliklerinde ………… yı seven birisiniz. Neden herkes kendini tanımlamaya, anlatmaya bunca muhtaç hissediyor?...

Doğduğumuzda yorumsuz ve yargısız iken bize kıstaslar ve kalıplar öğreten çevremize göre yaşamaya başladığımızı artık fark edelim.

Biz artık kendimize ait olmayan kurallara göre yaşıyoruz ve bir de bakmışız ki bu kurallarla kalıpları onaylamadan bilinçaltımıza atmışız bile. Bu sebeple biz hayatımızda istediklerimizi yaptığımızı sanarak aslında zamanla bilinçaltımıza attığımız başkalarının(!) hayatlarını yaşamaya başlıyoruz. Bize öğretilen, yüklenen her şey bilinçaltımızı oluşturuyor ve biz farkında olmadan bunlarla kendimize bir hayat kuruyoruz, kendimizi bunlarla tanımlıyoruz. Hatta tanımlayabildikçe, kendimizi tanıdığımızı, bildiğimizi sanma yanılgısı içinde farkındalıktan daha da uzaklaşıyoruz. Anlayamadığımız, bilmediğimiz bir gücün gizli yönetimi altında sürünün sıradan bir parçası olmaya devam ediyoruz. Çünkü biz böyle gördük.

İnsanlar bazı olaylar olduğunda hep üzüldüler ve biz de bu olayların üzücü ve yok edici olduğunu farkında olmadan kabul ettik bile. Bu olaylar olduğu esnada çevremizdekiler gülseydi biz de gülecektik. Ne görüp öğrendiysek onu yaşamaya devam ediyoruz. Nelerin üzücü olup olmadığı dahi bize öğretilmedi mi?

Durup dururken aklınıza biten bir ilişkiniz ya da vefat eden bir yakınınız geliyor. Bunun aklınıza gelmesini siz mi istediniz yoksa durup dururken mi aklınıza geldi? Kim durup dururken “Ya dur şurada oturup iki dakika üzüleyim.” ya da “İki dakika eşimle ettiğim tartışmayı hatırlayıp moralimi bozayım.” der ki?

Peki, siz bunu istemiyorsanız bunlar nasıl gerçekleşiyor? Aklınıza getiren ne bunları? Evet, bu düşünceleri siz üretiyorsunuz fakat bunu düşünmeyi siz mi istiyorsunuz? Kim ya da ne gönderiyor bu düşünceleri? Size sormadan sizin geçmişinizdeki yaşantınızı kullanıp sizi durup dururken üzmek için bunları sana paketleyip gönderen nedir?

Şimdi hep beraber iznimiz olmadan bize yüklenenleri silip sadece ne istiyorsak onu seçelim. Hayatımızın yönetimini geri alalım. Unutmayın ki bu oyunun başkahramanı sizsiniz. Eşsiz, biricik ve her şeyden daha önemlisiniz. Siz iyi olursanız her şey iyi olur. Oyunun yönetimini ele almaya hazır mısınız?

Virüs

Bilinçaltımızdaki duygu ve düşünceleri bize sormadan bize gön-deren bu virüsün geçmişi aslında çok eskilere dayanıyor. Bu virüs bizim sevip sevmeyeceğimiz, üzülüp üzülmeyeceğimiz şeyleri nereden ve nasıl biliyor? Bu bir bilgisayar programı gibi zihnimizde kayıtlı olan ve mikrobunu bulaştırdığı düşünceleri nasıl da seçip gönderiyor. Hatırlamıyor musunuz, sizin kontrolünüz dışında birbirinden alakasız düşüncelerin nasıl bir zincir oluşturduğunu? Çoğu zaman aniden kendinize gelip düşünce zincirinin son halkasına nasıl geldiğinize şaşırdığınızı…

Basketbol oynamayı seven birisi niçin hiçbir hayalinde kendini golf şampiyonu olarak görmüyor? Bu hayalleri bize kurdurtan ve sonra da onlara ulaşmamız için bizi zorlayan ve hayal kurarken mutluluk enjekte edip hayalimizi gerçekleştiren birisini gördüğümüzde bize cephe aldıran nedir? Niçin hayalimizi başaran birisini görünce kıskanıyoruz? Hayallerimizi düşündüren virüs bir taşla iki kuş vurup sonra o hayaller gerçek olmayınca bizi nasıl da üzmeyi başarıyor?

Sürekli olarak aklımızdan düşünceler geçiyor. Hepsi gereksiz ve boş. Bütün enerjimizi bu gereksiz düşünceler emiyor. Zihnimizin neredeyse tamamı bu düşüncelerle dolu. Bu yüzden yaptığımız işlerde dikkatimiz dağılıyor. Sınavlarda başarılı olamıyoruz. Okuduğumuzu anlamakta güçlük çekiyoruz hatalar yapıyoruz. Hatta çoğumuz bu virüsün farklı tonlardaki mırıltılarını sahiplenerek depresyonlara girmiyor muyuz? Kafanızdaki gereksiz düşünce kirliliğinin olmadığını bir düşünün. İşimize nasıl da yoğun bir şekilde odaklanabiliriz. Bir ressam resmine, müzisyen müziğine daha iyi odaklanır. Bu virüsün kirliliğinin zihnimizi meşgul etmediğini bir düşünün. İşimizle ilgili yaratıcılığımız nasıl da harekete geçer! Yaratıcılık bağımsız ve özgün bir fikir yaratmak değil midir? Bunun için ise diğer fikirlere benzemeyen bir düşüncenin oluşması gerekir. Zihnimizde bu meşguliyetler olduğu sürece bu mümkün olabilir mi? Durup dururken aklımıza gelen düşüncelerin ve bu gereksiz radyo yayınının bize, bizim bilgilerimiz kullanılarak gönderildiğini biliyoruz. Zihnimizdeki izinsiz radyo yayınını dinlemeyi bırakırsak yaratıcılığımızın ne derece boyut kazanacağının farkında mısınız?

Bu gereksiz düşüncelerden arındığınızı düşünün. Tertemiz bir zihniniz var artık. Bir defa da okuduğunuzu anlıyorsunuz. Dikkatiniz dağılmıyor. Zamanınız her zamankinden daha verimli. İçimizdeki bu radyo yayını sanki bizim işlem hacmimizin yüzde seksenini ele geçirmiş ve bizim kullanmamıza izin vermiyor ve o yüzde seksenlik kısmını bize sürekli olarak geçmişten anılar göndermek ve gelecek hakkında hayaller kurdurmak için kullanıyor.

Artık bu virüsün farkındayız. Bu tıpkı bilgisayar virüsleri gibi değil mi?

Siz hangi bilgisayarın durup dururken hafızasındaki bilgileri açtığını gördünüz? Ancak bir simgeye tıklarsanız o programı açabilirsiniz. Tabi bilgisayara virüs girdiyse ancak o zaman durup dururken bilgisayar kontrolünü kaybeder ve rastgele virüsün belirlediği sayfalar açılır. Dikkatli olun! Aynı durum bizde de geçerli değil mi?


Farkındalık Nedir?


Farkındalık yokken:

“İçimde tarifsiz bir sıkıntı var ama sebebini bilmiyorum.” diyen siz;

Farkındalıkta:

“İçimde tarifsiz bir huzur var ama sebebini bilmiyorum.” dersiniz.

• Farkındalık bir şey yapmaya çalışmak değildir.
• İyi bir insan olmaya çalışmak değildir.
• Hareketlerine çeki düzen vermeye çalışmak değildir.
• Kibar olmaya çalışmak, sakin olmaya çalışmak da değildir.

Farkındalık sadece ve sadece normal yaşantınıza devam ederken yaptığımız her şeyi izlemeye çalışmamız ve onlara şahit olmamızdır. Birini seviyorsanız “Şu an birini sevmeye başlıyorum.” ya da biriyle tartışıyorsanız “Şu an arkadaşımla tartışıyorum.” diyebilmektir. Elbette bunu diyebilmek için kendimize dışarıdan bir kamerayla bakıyormuş gibi tepkisiz ve yorumsuz yaptıklarımızı izleyebilmeliyiz. Burada izlerken yaptığımız şeyin iyi veya kötü olduğunu bile düşünmememiz tepkisizce izlememiz gerekir.

Unutmayın farkındalık uygulamaları ile amacımız aşağıda saydık-larımızı gerçekleştirirken suçüstü baskın yapmaktır;


- Yorum yapmamak (insanlar veya olaylar hakkında yorum yapmamak)
- Önyargılı olmamak (insanları veya olayları yargılamamak)
- Kendinden ve sevdiklerinden bahsetmemek (Sana sorulmamasına rağmen )
- Sana sorulmadan konuşmak (Kendini kanıtlama çabasına girmemek)

Bu dört duruma suçüstü baskın yapabilmek amacıyla (tam bu ol-guları yaparken) dışarıdaki kameradan kendimizi izleyip;

- Ne yapıyorum ben? Bunu yapmayı ben istemedim ki?
deyip bizi kontrol eden virüsün bize neler yaptığına şahit olmak ve her yakaladığımızda enerji toplamaktır. Bu topladığımız enerjiler ile de ikinci bölümde anlatacağımız “Kuantum Düşünme Me-kanizması” sayesinde isteklerimizi söyleyip hayatımızın yönetimini tamamen ele almaktır. Burada en önemli husus;

“BİR ŞEY YAPMAYA ÇALIŞMAMAMIZDIR.”

Bir şey yapmaya çalıştığımız sürece farkındalıktan uzaklaşırız. Bir şey olmaya çalışırsak da aynı durum geçerlidir. Biz doğru veya yanlış yapmıyoruz ki zaten. Herhangi bir sorunumuz da yok, hasta da değiliz. Virüs giren bir bilgisayarı suçlamak kadar saçma bir davranıştır bu. Virüsünü temizlemek varken bilgisayara bahane bulmanın ne anlamı olabilir.

Hayatımız nasıl devam ediyorsa aynen öyle devam edecek. Rutin bir günümüzü yaşayacağız. Yine sinirleneceğiz yine kavga edeceğiz yine tartışacağız yine önyargılı davranacağız yine belki insanlarla dalga geçeceğiz yine geçmişten hatıralar gözümüzde canlanacak ve üzüleceğiz. Tek fark bunları kameraya kayıt edermişçesine tarafsız bir gözle dışardan izleyip şahit olacağız.

Daha sonra;

“GÜLÜMSEYECEĞİZ” ve “YAKALADIM İŞTE FARKINDAYIM.” diyeceğiz.

Bu şahitlik (tanık olmak) bizim neler yaptığımızı FARKETMEMİZİ sağlayacak.

Farkındalık aynı bir oyun gibidir. Sadece kendi yaptığımız hareketleri, düşünceleri duyguları ve ağzımızdan çıkanları izleyip kaç tanesini farkında olarak yaptığımızı kaç tanesini yapmadığımızı tespit edip puan toplamaktır. Herkes bu oyunda toplayabildiği enerji yani puanlar ölçüsünde isteklerinin oluşumunu sağlayabilecektir.

Yakaladığımızda 1 puan alacağız. Kaçırdığımızda ise “Tüh kaçırdım dersek” 5 puan kaybedeceğiz. Fakat kaçırdığımızda “pişman olmak yerine” sadece “gülümsersek” ve bu kaçırmanın bizim için daha da güzel olduğunu anımsarsak 10 puan alacağız. Kaçırmamızın bizim için aslında olumsuz değil de bizi isteğimize götüren birer olması gereken adım olduğunu anlayacağız.

Bir hırsız düşünün. Siz evinizde aynaya bakarken aynadan bir de fark ettiniz ki hırsız pencereden içeri giriyor. Hala aynaya bakmaya devam ediyorsunuz ve hırsız sizin onu aynadan gördüğünüzü anladı. Eğer siz dönüp tepki verirseniz belki de hırsız belindeki silahı çekip sizi vuracak ama bakıp gülümserseniz hırsız yakalan-dığını anlayacak ve geldiği yoldan tekrar kaçmaya çalışacaktır. Evinize girmeye çalışan hırsıza evde olduğunuzu herhangi bir şekilde hissettirmek onun kaçmasını sağlar. Biz de sadece hırsızı görüp gülümsüyoruz.

Farkındalığın temel mekanizması pişman olmamaktır. Çünkü bu evrende her şeyi aslında siz düşüncelerinizle ve ağzınızdan çıkanlarla oluşturuyorsunuz. Fakat bu süper gücünüz başka bir virüs tarafından kontrol ediliyor. Eğer bu virüsün FARKINDA olursak ve kontrolü geri alırsak, işte o zaman bu evrende her zaman bizim istediklerimizin olduğuna da şahit oluruz ve isteklerimiz ile hayatımızın hakimi oluruz. Oyunun yönetimini ele geçiririz.

Farkındalık uygulamalarına ve eğitimine başlamadan önce çok önemli bir kuralımız var.

“BEN BUNLARI BİLİYORUM” dememek ve devamını okuyup “AMA BEN BUNLARI GERÇEKTEN BİLİYORUM” dememek. Bu cümle sizi farkındalıktan daha çok uzaklaştıracaktır. Sadece bir oyunu ve kurallarını anlatıyoruz. İçinizdeki gizli yayının size bunları zaten bildiğinizi düşündürmesine aldırış etmeden, kendini kanıtlama çabasına girmeden bilmiyor olmanın, “Bilmiyorum” diyebilmenin hafifliğini yaşayın.

Farkındalık yapılan her işi, atılan her adımı aklımıza getireceğimiz her düşünceyi ve duyguyu “farkında” olarak yapmaktır. Yani anda kalmaktır. Mesela çay içiyorsunuz. Sadece çay için. Yaptığınız eylemle bütünleşin. Çay bardağına dokunuyorsunuz, elinizle alıyorsunuz, yudumluyorsunuz, midenize iniyor. İşte farkında olarak çay içtiniz. Farkında olarak yapılan eylemlerde düşünemezsiniz. Sadece anı yaşarsınız. Çay içme anını. İçtiğiniz en güzel çayı içtiniz.

Hepimiz aslında içimizde bir öz enerjiye sahibiz. Doğduğumuzdaki saf ve temiz halimiz orada bir yerde duruyor. Sadece üzerine sonradan bilgiler yüklenip çevresel kalıplar eklenmiş. O temiz ve saf halimizi artık kullanamaz hale gelmişiz. İçimizde bir noktada ihtiyacımız olan tüm bilgilerin kayıtlı bulunduğu bir merkezimiz var. Korku, panik ve heyecan halinde o enerjimiz devreye girer ve yönetimi devralır. Bir katil boğazımıza bıçağı dayadığında hiçbirimiz kredi kartı borcumuzu düşünmeyiz. O esnada oradan kurtulmaya ve o “an” a odaklanırız. O esnada da kontrol bizde değildir. O esnada aklımıza hiç gelmeyecek bilgileri hatırlayabiliyoruz ve düşünerek başaramayacağımız birçok şeyi başarabiliyoruz. Peki kontrol kimdedir?

Kıstaslardan uzak, yorumsuz ve yargısızca sadece “ben” e odaklanmak. İşte özümüzde kayıtlı olan bu sonsuz bilgi ve güce ulaşmamız için yönetimi virüsten geri alıp özümüze yani kendimize geri vermemiz gerekiyor.

İzleme Uygulamaları

1) Kendimizi İzlemek
2) Düşüncelerimizi izlemek
3) Duygularımızı izlemek

İzlemek (seyr) olan biten her şeye tanık olmaktır. Aslında her şey bir mucize olduğu halde yaşamın bu döngüsüne sıradan olaylarmış gibi bakıp fark etmediğimiz için bu mucizeleri görmekte zorlanıyoruz. İzleme uygulamalarının hepsinde amacımız enerji toplamak ve biriktirmek. Daha sonra isteklerimizi ve geleceğimizi şekillendirirken bu enerjiyi kullanacağız. İleride bu enerjimizi nasıl harcayacağımızı ve paylaşacağımızı detaylıca anlatacağız. Farkındalık uygulamaları bölümümüzde önce enerjiyi toplamayı başarıyoruz. Tüm uygulamalar otomatikleştiğinde - ki bu durum iki-üç ay kadar zaman alabilir- işte o zaman enerjimiz güncelle-necek ve bize buna dair bir sinyal gönderilecektir. Bu sinyal “sebepsiz bir huzur” olarak içimizde belirecek ve yüzümüze yayılan gülümseme hayatın sırrını bulmuşçasına bizi kendimizden geçire-cek.

İzlediğiniz hiçbir uygulama sizin onayınız olmadan gerçekleşmez. Bu durumda ağzınızdan çıkan her şeye onay vermiş olursunuz. Yani farkında bir insan tepki de verir, küfür de eder. Tabii ki izlediğimiz hareketler, olaylar tepki vermemizi gerektirebilir. Ancak muhtemelen gerekmedikçe bu tepkinin gerçekleşmesine onay vermeyi tercih etmeyiz. Nihayetinde bu bize kalmış. Önümüze bir pencere açılacak;

“İnsanlara tepeden bakmaya ve onları küçümsemek istediğine emin misin?”

“Evet” veya “Hayır” Buyrun birini seçin.

Kendimizi izlemeye başladığımız ilk zamanlar istemsiz gerçekleşen hareketlerimizin, düşüncelerimizin, duygularımızın olup bittikten sonra farkında olacağız. Sabırla devam edersek onayımızı almayan bu virüse gerçekleşme esnasında tam bize yaptırırken suçüstü baskınlar yapacağız.

İnsanların elbette doğal tepkileri ve duyguları vardır. Biz farkındalık uygulamaları ile bunları yok etmiyoruz veya azaltmıyoruz. Tepkiler ve duygular zaten bizim vücudumuzun doğal bir parçasıdır yani silinebilecek bir şey değildir. Nasıl diğer sistemlere ihtiyacımız varsa onlara da ihtiyacımız var. Kalbimizi çekip çıkaramayacağımız gibi duyguları ve tepkileri de silemeyiz. Bir insan tepkileri ve duyguları olmadan yaşayamaz. Çünkü bunlar bizi hayata bağlayan sistemlerdir.

Tepkilerimiz ve duygularımız olmasaydı biz yaşayamazdık. Birisi size hakaret ettiğinde ona tepki vermeniz sizin doğal halinizdir. Çünkü size çocukluktan itibaren öyle yüklenmiştir. Tepki verdiğinizi izlerseniz enerjiyi alırsınız ama tepkiyi yine de verebilirsiniz. Ama siz izlediğiniz için isteyerek ve onaylayıp tepki verirsiniz. Bunun sonucunda, tartışma ve karşılıklı atışma büyümez ve bi yerde farkında olmaya devam ettiğinizde durur. Daha sonraları tepki vermeyi istemeyeceğiniz gülüp geçeceğiniz anlar çoğunlukta olacaktır.

Farkındalık nihayetinde düşünebilme merkezimizin kontrolünü geri almamızdır.


Farkındalık, iyi veya kötü bir insan olmak değildir.

Farkındalık öncelikle “Bunu düşünmeyi ben mi istedim yoksa istemsizce aklıma mı geldi?” ayrımını yapabilmektir.

Düşünce ve duyguların iyi veya kötü olması diye bir şey olamaz. Çünkü iyi veya kötü kavramı sonradan tayin edilir. Kime ve neye göre iyi veya kötü. Bütün bakış açıları, değerlendirmeler toplumlara, kültürlere, yaşanılan zamana göre değişmiyor mu? Hatta kendi kısa hayatımızda bile bu değişimi yaşamıyor muyuz? Günümüzün ahlak değerleri ve doğruları ile 3000 yıl öncesi arasında büyük farklılıklar vardır. “Doğru-Yanlış” “İyi-kötü” kavramları zamanın şartları ve yaşanılan toplumun değer yargılarına göre değişim gösteriyor ise mutlak olarak bunların varlığından söz edemeyiz. Bunlar tamamen yorumdur.

Farkındalık sahibi olmanın iyilikten geçtiğini düşünenler bunu başka bir kavramla eş tutuyorlar. Farkındalık ve aydınlanma birbirine karıştırılmamalıdır. Bunun hep dini duygulardan kaynaklan-dığı apaçıktır ancak farkındalık sahibi olmanın bir mertebe edinmekle ilgisi yoktur.

Aydınlanma istenilerek ve çalışılarak gerçekleştirilecek bir olgu değildir. O kendiliğinden sürpriz bir hediye gibi gelir. Farkındalık sadece bir oyundur. Bir kişisel gelişim egzersizidir.

Farkındalık, dini bir öğreti değildir. Fakat dinler farkındalığa geniş yer vermiştir.

Farkındalık, sadece bir telkin yönetimidir. Aslında tüm dinler ve inanışlar farkındalığa işaret etmiştir fakat günümüzde dinlerin bu misyonu yerine daha çok ibadet esasları dikkate alınarak bu önemli noktaları unutulmaya başlanmıştır. Kutsal kitaplardan yaptığımız alıntılar sadece bu konunun aslında yeni bir konu olmadığını göstermek içindir. Önemle belirtelim ki farkındalık eğitimi için hiçbir inanış şartı yoktur.

Kadim dinler bu virüsü “şeytan” , “nefs” , “yılan” gibi isimler vermişler.

Binlerce yıldır tüm dinler ve inanışlar aynı virüsün varlığına işaret ettiler. Tevrat’ta;

“Şeytan, İsrailliler’e karşı çıkıp İsrail'de sayım yapması için Davut'u kışkırttı” (Tevrat , 1.Tarihler 21 / 1)

İncil’de;

“Büyük ejderha -İblis ya da Şeytan denen, bütün dünyayı saptıran o eski yılan- melekleriyle birlikte yeryüzüne atıldı.” (İncil, Vahiy 12 / 9) deniliyor.


“Yılan, Adem'i cennetten çıkardı. Tanrı, “Bahçenin ortasında ki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın, yoksa ölürsünüz.” dedi. Yılan (şeytan), “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi. Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız. Kadın meyveyi koparıp yedi, yanında ki kocasına da verdi, o da yedi. Rab Tanrı “ Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin? ” dedi. Böylece Rab Tanrı Adem'i Aden bahçesinden ( cennetten ) çıkardı, onu kovdu... “(Tevrat , Yaratılış 3 / 3,24)





Kuran’da geçen bazı ayetler;

“Şeytan kendilerine gizli olan çirkinliklerini ortaya çıkarmak için ikisine de vesvese verdi ve “Rabbiniz size bu ağacı, ancak melek olmayasınız veya ebediyyen kalanlardan olmayasınız diye yasakladı.” dedi ve “Elbette ben sizin hayrınızı isteyenlerdenim” diye her ikisine de yemin etti. Şeytan o ikisini hataya düşürdü ne zaman ağacı tattılar, ikisinin de çirkinlikleri ortaya çıktı. Bunun üzerine her ikisi de cennet yaprağıyla üzerlerini kapatmaya başladı. Rableri kendilerine; “Ben sizin ikinize de şu ağacı yasaklamamış mıydım ve Şeytan her ikinizin de apaçık bir düşmanıdır dememiş miydim.” dedi (Kuran, A‘raf 20-22)


“Şeytan kendilerine, işlediklerini güzel gösterdi; onları doğru yoldan alıkoydu.” (Kuran, Ankebut 38)

“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın.” (Kuran, Fussilet 36)

“Şüphe yok ki şeytanın kurduğu hileli düzen zayıftır” (Kuran, Nisa 76)


“Şeytan” kelimesinin yerine “Virüs” kelimesini kullanacağız.

Prof. Dr. Sinsi 08-21-2012 12:02 AM

Farkındalığın Farkındalığı - Oğuzhan Korkmaz (2007-2012)
 

Yeni Başlayanlar İçin Takip Edilmesi Gereken Yol;

1) Farkındalık (Her şeyi olduğu gibi kabul etmek)
2) Kuantum Düşünme (Temiz akıl sahibi olmak)
3) Kuantum Olumlama (Dua Etmek, İstemek)
4) Kuantum İmgeleme ve Yaratıcılık (Onaylama)
5) Kuantum Sıçrama (Teslimiyet)
6) Başarı ve Şükretmek (Kabul Etmek)


İleri seviye uygulamalar;

7)Astral Projeksiyon
8)Duru görü (Vizyon)

__________________________________________________ __________________________________________________ _______

1) FARKINDALIK
(Her şeyi olduğu gibi kabul etmek)


Farkındalık Uygulamaları

a)Kendini İzlemek
- Nefesini İzlemek
- Bedenini İzlemek
- Doğayı ve Çevreyi İzlemek
- İnsanları İzlemek

b)Düşünceleri İzlemek
- Geçmişten Gelen Düşünceleri İzlemek
- Geleceğe Dair Hayalleri İzlemek

c)Duyguları İzlemek
- Öfkeyi İzlemek
- Kıskançlığı İzlemek


a)Kendini İzlemek

Nefesini İzlemek:

Derin bir nefes alın… Şimdi de verin… Acaba kaçımız günlük hayatımızın içinde nefes alışverişini fark edebiliyoruz? Kaçımız yaşamın bu ilk ve en basit belirtisinin değerinin farkında? Belki bu soruları okuyana kadar içgüdüsel olarak yaptığınız, sıradan bir eylem olan nefes almak, farkında bir hayat yaşayabilmenin ilk ve en önemli adımıdır.

Nefesimizi izlemek anda kalmamızı sağlar. Sanıldığının aksine çok basit bir uygulamadır ve düzenli olarak yapılması büyük önem taşımaktadır. Günde 10 ila 30 dakika arası nefesimizi izlememiz başlangıçta çok önemlidir. Ayrıca uyku düzeni ve ruh sağlığı açısından büyük önem taşır. Farkındalığa ulaşmamızı sağlayan ilk temel eğitim olan nefesi izlemenin amacı özümüze yani evrensel bilince ulaşmaktır.

Nefes Nasıl İzlenmelidir?

Rahat, dik ve dengeli bir şekilde oturulmalıdır. Omurganın dik olması başarılı bir uygulama için önemlidir. Daha sonra düzenli ve heyecansız bir solunum sağlamaya çalışıp dikkatimizi toplayabileceğimiz bir nesne seçeriz. Bu nesne bir çiçek veya herhangi başka bir şey olabilir. Mum alevine bakarak da nefes çalışmaları yapanlar hızlı şekilde başarıyı sağlamışlardır. Uygulama yapılacak yer mümkün olduğu kadar sessiz ve rahatsız olmayacağınız bir ortam olmalıdır. Unutmayın amacımız “kendimizi izlemek”tir.

Bunlara ilaveten bol kıyafetler giymek, banyo yapmak, dişlerimizi ve burnumuzu temizlemek, boşaltım faaliyetlerini tamamlamak gibi gevşemeyi sağlayacak tüm faaliyetler başarılı bir uygulamaya yardımcı olur.

Çalışma esnasında mümkünse dilin ucu damağa değmemeli dil ağızda düz yatmalıdır. Dil üst veya alt dişlerin arkasına değebilir. Yine de en uygun ve en rahat biçimde nasıl hissediyorsanız öyle konumlandırabilirsiniz.

Uygulama iki şekilde gerçekleştirilebilir;

- Nesne yardımı ile
- Sadece nefes izleme uygulamaları ile derin izleme

Nesne Yardımı ile izleme

Nesne yardımı ile izleme daha basittir. Seçilen nesneye gözleriniz yarı açık şekilde odaklanarak bakmak ve beş dakika kadar sonra gözlerinizi kapatıp baktığınız nesneyi gözünüzde canlandırmaya çalışmanız gerekmektedir. Bir örnek verecek olursak, mum alevine bir süre baktınız. Gözlerinizi kapadığınızda hala mum alevinin görüntüsü devam edecektir. Bu bazen gece yolda giderken sokak lambalarına baktıktan sonra başımızı başka yere çevirdiğimizde halen lambayı görmemiz gibidir.

Mum alevini gözlerimizi kapadığımızda görmeye devam ediyoruz. Aleve çeşitli şekiller vererek zihnimizi buna odaklamaya çalışmalıyız. Alev bir kuş olur uçmaya başlar sonra bir ağaca konar sonra tekrar havalanır gibi görüntü akışı devam eder.

Bir başka nesne yöntemi ile nefes çalışması ise “Yansıma Uygulamaları”dır. Bu uygulama için tam karanlık bir ortam uygun değildir. Cama veya yansımaya sahip bir nesneye odaklanırız. Örneğin cam bir çay bardağını önümüze koyalım. Gözlerimiz yarı kapalı halde bir şekilde bardağın bir noktasına odaklanırız. Bu odaklandığımız nokta ortamdaki ışığın yansıdığı mesela lambanın şeklinin görüldüğü beyaz küçük bir noktadır. Ortamdaki ışık tek o noktadan yansır. Rahat bir şekilde bunu görebiliriz. O noktaya odaklanırız ve dik bir şekilde oturarak rahatlamaya çalışırız. On dakika kadar bu uygulama gerçekleştirilir. Daha sonra etraf bulut-lanmaya başlayacak ve görüntü algınızda değişimler olacaktır. Yansıma uygulamasının diğer nesne uygulamasından farkı gözlerimizi kapatma süremizin olmaması bunun yerine gözlerimizin kendiliğinden kapanmasıdır. İçte bir çekilme ve enerji akışı hissedilecektir.

Nefes ve Konsantrasyon

Uygulama esnasında grip değilseniz burnunuzdan nefes alıp vermeniz daha doğrudur. Her soluk alışta diyafram yükselmeli ve karından nefes alınmalıdır. Nefes verişte ise diyafram inmelidir. Uygulamaya başlarken sessiz, yumuşak ve yavaş soluk alınmalıdır. İzleme derinleştikçe nefes alıp verişler kendiliğinden yavaşlayacak ve düzene girecektir. Uygulama nesnesine bakıldığında onu aynı anda duymaya ve görmeye çalışın. Sabırla konsantrasyon yenilenmelidir. Dikkat zamanla artacaktır. Dikkat dağılırsa yeniden odaklanılmalıdır. Aslında buradaki amaç “bir olma” kavramının yakalanmasıdır. Farkındalık, bilincin derinliklerine inildikçe kendi dışındaki varlıklarla bütünleştiğini kavrar. Bilen ve bilinen arasındaki mesafe ortadan kalkar. Yalnızca biliş vardır. Bilen, bilinen ve bilme işlemi tek bir oluş haline gelir. Fotoğraf makinesindeki odaklanma mekanizması ile durum aynıdır. Dikkat dağıldığında sakin bir şekilde acele etmeden tekrar odaklanılmalıdır. Tepkisizlik muhafaza edilmelidir. Düşünceleri konular olarak izlemek yerine dışarıdan sadece bir seyirci gibi izlemek doğru olandır. Konuların ne olduğuna odaklanılmamalıdır. Düşünce paketini açarsanız ve hatırlama başlarsa odaklanma büyük ölçüde zarar görür. Düşünceyi yargısız bir şekilde izlemek önemlidir. İyi veya kötü düşünce olarak değil sadece düşünce olarak izlemeliyiz.

Hiçbir şekilde düşünceler engellenmeye çalışılmamalıdır. Düşüncelerin gelmesi çok faydalıdır ve bilinçaltımızın temizlendiğinin işaretidir. Düşüncelere gülümseyip onlara teşekkür etmeliyiz.




Nefes Uygulamaları ile Derin İzleme

- Gürültü, ışık ve sesten uzak karanlık bir ortam seçin.
- Dik ve rahat şekilde hareketsizce oturun. Önceki uygulamada anlatılan hazırlık uygulamalarını yapın.
- Düzenli olarak burun deliklerinizden nefesi aşağı karnınıza doğru soluyun.
- Nefes alırken içinize sonsuz bir ışığın dolduğunu hissedin. Nefes verirken içinize dolan bu sonsuz ışığın tüm bedeninize dağıldığını hissedin.
- Kendinize “Benden içeri bene, ışığın, enerjinin dolduğu ve biriktiği yere ulaşıyorum.” telkinini verin.

Gözlerimizi kapatıp rahat bir şekilde oturduk.

1. adım- Burnumuzdan ilk nefesi aldığımızda içimize ışık doluyor hissini yaşıyoruz.
2. adım- Daha sonra bir an duraklıyoruz.
3. Adım- Nefesimizi veriyoruz yavaş ve sakin bir şekilde. Işık tüm bedenimize yayılıyor.
4. adım- Nefesimizi verdikten sonra bedenimizin o ışığı emmesini bekliyoruz.

Bu uygulamayı dört adımda belirgin şekilde gerçekleştirmeliyiz. İlk olarak 5, sonra 15-20 dakikalık solunum konsantrasyonu ça-lışmaları yapılmalıdır. 4. adımdan sonra enerjinin bedenimiz tara-fından emildiğini hissederken telkini veriyoruz. “Ben kimim?” ve bekleme sürecinde yeniden nefes almadan içimizden cevabın gelmesini bekliyoruz. Bu uygulama aylarca aksatılmadan gerçek-leştirilmeli ve hayatımızın bir parçası haline getirilmelidir. Nefes verdikten sonraki süreç yani 4. Adım uzun tutulmalıdır ve telkinler o esnada verilmelidir. “Ben kimim? Ben neyim? Benden içeri bene ulaşıyorum.” vb. telkinler ile öz bilince ulaşılmaya çalışılır ve cevaplar içimizden verilir. Ne zamanki nefesin zaten “kendiniz” olduğunu hissettiniz işte o zaman izlemenin en derin aşaması sağlanmış olur.

Siz alıp verdiğiniz nefessiniz. “Nefes”in seni sana ulaştıracak, özündeki olağanüstü aşkı keşfetmeni sağlayacak, basit görünen en mükemmel yoldaşın olduğunu kavrayacaksın.


Nefesimizi izlemek, anda kalmamızı sağlayan en önemli silahı-mızdır. Geçmişten bizim iznimiz olmadan oluşturulan anılar ve yine bize sorulmadan oluşturulan geleceğe dair hayaller gözümü-zün önüne geldiğinde silahımızı hemen çekeriz. Bir gülümseme ve “Evet Farkındayım, kontrol artık bende.” telkini verilip gözlerimizi kapatıp derin bir nefes almalıyız. Burnumuzdan mavi hava, bir ışık doluyor içimize ve evren enerjisini bize veriyor. İşte kazandık. Virüs yenildi ve enerjimizi ödül olarak aldık. İçimizde biriktirmeye başladık.

Uygulama, duyguları izlemek aşamasında da çok etkilidir. Aynı şekilde öfkelendiğimizde veya sinirlendiğimizde tam tepki verecekken birden durup gülümsersek ve gözlerimizi kapatıp nefesimizi izlersek enerjiyi yine evrenden alacağız. Tabi “Farkındayım” cümlesini kurup gülümsemek burada çok önemli.

Gündelik hayatımızda da mümkün olduğunca nefesimizi izlemeliyiz. Otobüste giderken, müzik dinlerken her fırsatta gözlerimizi kapatıp içimize enerji doldurmalıyız. Unutmayın evren enerji dolu. Biz de kendi öz enerjimize ulaşırken evrendeki saf enerjiyle bir bütün haline gelmenin hazzına ereceğiz.

Nefes bize hayat veriyor. Nefes verildikten sonraki bekleme sürecinde iyi bir izleme sağlanırsa bir sonraki nefesi alırken bir düşüncenin geldiğine şahit olunabilir. Nefes alınmadığı takdirde düşünceler güçsüzleşir. Aslında biz daha düşünce oluşmadan yılanın başını küçükken ezmeye çalışıyoruz. Hiç kaçırmadan nefesimizi izlememiz elbette mümkün değil. Burada nefes izleme uygulamasını savunma amaçlı kullanıyoruz. Bu uygulama birkaç ay kadar yapılırsa artık izlemelerimiz otomatikleşecektir. Nefesimizi izleme uygulaması uygulamaların temelidir ve diğer uygulamalarla eşanlı olarak birlikte yapılacaktır. Yeni oluşacak düşün-celeri henüz oluşmadan engellememizin yolu budur.

Nefesimizi izleme uygulaması sürekli olarak diğer tüm uygulamalarla birlikte kullanacağımız en önemli gücümüz. Ne kadar çok nefesimizi izlersek o kadar güçleneceğiz.


Bedenimizi izlemek:

Dışarıdan bir gözle kendinizi izleyebilir misiniz? Bedeninizin en küçük hareketini, nereye baktığınızı, attığınız adımı, neye dokunduğunuzu, yediğinizi, içtiğinizi… kısaca yaptığınız her şeyi izlemenin yani farkında olarak yaşamanın size vereceği huzuru yaşamaya hazır mısınız?

Bu uygulama da fiziksel olarak varlığımızı onaylamamız açısından önemlidir. “Ben varım.” diyebiliyorsak buradaki var olanı iyice tanımalı ve “var olan” bedenimizi bizim iznimiz olmadan yöneten “virüs”ün farkına varmalıyız. Bedenimizin kontrolünü de tıpkı zihnimiz gibi geri almalıyız.

Bu uygulama insanı delirtecek gibi yapabilir. Fakat sabırlı olmak önemlidir. Zamanla izlediklerimiz kaydedilip otomatikleşecektir. Bir süre sonra izleme kolaylaşacak ve bütün olarak bedenimizi izlemeye geçeceğiz. Şimdi bedenimizin tüm bölümlerinin kontro-lünü geri almak için her bölümünü izlemeli ve tanıtmalıyız.

Ellerimizi iyi izlemeliyiz. Bir şeye dokunurken veya otururken ellerimiz ne durumda? Bize sormadan bir virüs onu kontrol ediyor mu?

Otobüste oturan insanlara dikkatli bakın. Elleri hep sıkı ve gergin durur. Sizin ellerinizde öyle mi? Ellerinizin gergin olmasını siz istemiyorsunuz. Peki, neden bir gerginlik var? Bunu izleyin ve ellerinizi kaldırıp ona bakın ve gülümseyin. “Farkındayım.” deyin. Siz ellerinize gülümsedikçe ellerinizin gerginliği azalacak ve yönetim size geçecektir. Ellerinizi sevin. O size ait. O sizin bir parçanız. Size sorulmadan onun yönetilmesine izin vermeyin.

Oturuşunuzu izleyin. Dik bir şekilde oturmayı istiyorsunuz ama bir de bakmışınız ki oturuşunuz size sorulmadan değiştirilmiş. Gülümseyip “Farkındayım.” telkini ile nefesimizi izlememiz burada kontrolü geri almamızı sağlayacaktır. Nasıl oturup kalktığınız, hareketleriniz bu sebepten çok önemlidir. Rahatsız ve gergin bir oturuş pozisyonu aklınıza aynı şekilde rahatsız ve gergin, is-tenmeyen düşünceleri getirir. Hareketlerinizi izlerseniz düşüncelerin gelmesine engel olmuş olursunuz.

Yürüdüğünüzü bilin. Yürüyorken acele ediyor musunuz? Peki, acele etmeniz için bir sebep var mı? Bir yere mi yetişeceksiniz? Eğer hiçbir sebep yokken hızlı yürüyor ve hızlı hareket ediyorsanız bir an durun. Evet, olduğunuz yerde durun. Durduğunuz anda bilinciniz tazelenecek ve sizi kontrol eden virüs kendini ele verecektir. Gülümseyin ve “Farkındayım.” telkinini verin. Daha sonra yaptığınız eyleme izin verin. “Şu anda yürüyorum ve yürümeyi ben istiyorum.” Buradaki gülümseme içten ve samimi olmalıdır. Bir bebeğin gülümsemesi gibi. Sadece gülümsemek. Unutmayın kimseye bir şey kanıtlama çabanız yok. Sadece kendinizi izliyorsunuz.

Doğduğumuzda elimizde tek bir veri vardır. O da “var olduğumuz”dur. Bunun dışındaki tüm bilgiler bize dışardan yüklenmiştir. Buradaki amacımız başa dönmek ve sadece bu veri üzerine eklenen tüm kıstasları yeniden yazmak. Evet, tüm programı baştan kendi onayımızla yazıyoruz.

Unutmayalım ki rahat şekilde oturan birisi güzel düşüncelere ma-ruz kalır. Ellerini sıkmış gergin duran ise negatif düşüncelere kapılır. Hareketlerimiz ve duruş pozisyonlarımız bize izlememiz için gönderilecek düşünceleri oluşturacaktır.


Ayna Uygulaması

Sabah uyandığında ilk olarak ne yaparsın?

İlk olarak uyandığında yaptığımız şey genelde aynıdır. Aynaya bakarız. Biraz dikkatli baktığımızda aynada gördüğümüz yüzümüzde tuhaf bir gülümseme vardır. Bu gülümseme sanki imalıdır. Hani birini kandırırsın da karşındaki bunu anlamaz sonrada yü-zünde bir ifade oluşur ya sanki onun gibi. Şaka yollu bile olsa bunu yaşarsın. İşte bu gülümseme sana ait olabilir mi?

Aynaya bakmayı sen mi istedin? Onu da geçtim uyanmayı sen mi istedin? Peki uyandın diyelim ne için uyandın? İşe gitmek için? Peki ne için okula gidiyorsun?

İşte çıkarımlar yaparak asıl soruya geldik. İşe gitmeyi sen mi istedin? Yoksa çalışmak zorunda olduğun için mi çalışıyorsun?
İşe niçin gittiğini anlarsan eğer o zaman aynaya bakman da kahvaltı etmende saçını taramanda bir anlam kazanır. Çünkü hepsini işe gitmek için yapmış olursun.

Aynaya baktığında gördüğün o tuhaf gülümseme var ya işte o mekanizmanın mesaiye başladığını gösterir. Artık virüs sen uyandığında kılık değiştirmiştir. Geceleri düşünceler rüyalar şeklinde videolar olarak sana saldırırken uyandığında ise tekrar radyo frekansı gibi kafanda dolaşır. Şimdi aynaya baktığında o gülümse-meye odaklan ve o gülümsemeyi kontrol ederek o virüse seslen;

“Günaydın sana da. Yine işinin başındasın. Gün boyunca bana düşünceler göndererek benim enerjimi emecek ve beni sen yönlendireceksin. Tabi ben farkında olacağım ve seni izleyerek yaka-layacağım. Sen de bir süre sonra pes etmek zorunda kalacaksın.”

Hırsızı hatırla. Sen aynadan hırsızın eve girdiğini görünce hırsız senin onu fark ettiğini anlıyor ve eve girmeden tekrar geldiği yere dönüyordu. Sen hırsızın üzerine yürürsen eğer onu sorgulamaya kalkarsan o zaman belki de sana saldırıp zarar verecek. Sen hırsıza gidip de sen niye hırsızlık yapıyorsun dersen komik duruma düşmez misin?

Adı üstünde hırsızdır o. Onun yapacağı şey hırsızlıktır. İşte bizi kontrol etmeye çalışan virüs de aynı şekilde hareket ediyor. Ona gülümse. Bir aynadan gülümsermiş gibi. Onun acizliğini gör. Buna aynaya bakma uygulaması diyorum. Şimdi gülümsedikten sonra ona şunları söyle;

“Ben de görevimin başındayım. Sen bana saldırmaya beni kontrol etmeye çalışacaksın. Bende seni her seferinde yakalamaya çalışacağım. Eğer beni kontrol etmeyi başarırsan üzülmeyeceğim çünkü sonrasında ben senden enerjimi geri almasını bileceğim. Zor olan senin yaptığın. Kolay olan ise benimki. Ben sana sadece gülümseyeceğim.”

Şimdi bu farkındalık ile yüzünü yıka ve yüzünü yıkama anına odaklan. Sular yüzüne değiyor ve sen uyanıyorsun. Sonrasında kahvaltıya otur. Kahvaltı esnasında gülümseye devam et. Unutma o senin açığını bekler. Sen gülümsedikçe o senden uzaklaşmak zorunda kalacak ve sen daha özgür kalacaksın. Şimdi ekmeğe dokun ve ona da gülümse sonra çay bardağına yediğin her şeye. Bu yiyecekler sana enerji veriyor içine doluyor enerji onları yedikçe. Sonrasında ise kanına karışıp proteinler oluyor düşüncelerini onlar sayesinde gerçekleştiriyorsun. En alt kademeden sonuna kadar analiz et. İçine dolan hava sana enerji veriyor ve o sayede düşünüyorsun. Gıdalar da böyle. Senin düşünce kabiliyetine etkisi olan her şeyi onayla. Senin iznin olmadan hiçbiri giremesin. Sen tüm yaptıklarının tüm hareketlerinin farkında olursan kendinin de farkında olursun. Kendine ait her şeyi izlemelisin. Merak etme bir süre sonra bunlar otomatikleşecek. İlk başta bir kez tanıtman yeterlidir. Ekmeği alıyorsun dokunuyorsun bölüyorsun sonra çiğniyorsun sonra yutuyorsun sonra midene iniyor sonra kana karışıyor. Bunu bir kez izledin mi sonrasında ekmeğe bakıp sadece gülümsemen yeterli. Gülümseyince sen zaten bunları yaptığını anımsamış olacaksın. Üzerinde bir gerginlik varsa dikkat et onu iyi izle.

Kim gergin olmak isterki? Kim sinirlenmek ister? Asabi olmayı biz mi istedik? Hangimiz “Dur ya, şurada iki dakika sinirleneyim!” der ki? Burada bir oyun olduğunu iyi görmemiz lazım. Tüm günümüzü kendimizi izleme uygulamaları ile kontrol etmeliyiz. Artık eylemlerimizle bütünleşme vaktimiz geldi.


“Sadece” Uygulaması

Bir eylemin önüne “sadece” kelimesini koyduğumuzda o eylemin farkındayız, demektir.

Sadece uyandım. Sadece yüzümü yıkıyorum. Farkındayım saldırılar başlamak üzere. Gülümsüyorum bu aciz virüse. Ben kendimdeyim. Sakinim ve acelem yok. Güne güzel bir kahvaltı ile başlıyorum. Şimdi yediğim besinler bana enerji veriyor. Sağlıklı ve mutluyum. Sadece çay içiyorum. Çay bardağına dokunuyorum, parmaklarıma teşekkür ediyorum. Benim sağlıklı besinler almam için bana yardımcı oluyorlar. Bardağı kaldırıyorum ve yudumlu-yorum. Gülümsüyorum ve içime dolan enerjiyi hissediyorum. İçtiğim en güzel çayı içtim ve sadece çay içtim. Çay içerken aklıma hiçbir düşünce gelmedi. Gelemez de. Çünkü tetikteyim ve tüm saldırıları izliyorum. Benim iznim olmadan bedenim hareket edemez. Nefesimden içeriye giren oksijeni ve sağlığı hissediyorum. Hayatı yudumluyorum çayımı içerken. Kahvaltımdaki yiyeceklere gülümsüyorum. Onlara teşekkür ediyorum. Onlar bana nasıl yardım ediyorsa bende onlara yardım ediyorum. Onları sev-gimle ısıtıyorum ve saklıyorum.

Sadece aynaya bakıyorum ve sadece saçlarımı tarıyorum. Saçlarımı seviyorum çünkü onlar benim güzelliğimi yansıtıyor. Onlar olmasaydı ya hiç olmasaydı diyorum ve onlara sevgilerimi sunuyorum. Sadece kıyafetlerimi giyiyorum ve onlara şükranlarımı sunuyorum. Kıyafeti olmayan insanları da düşünüyor ve onlara da tüm enerjilerin kaynağından yardım diliyorum. Sadece dışarı çıkıyorum ve sadece işe gidiyorum. Otobüse biniyorum. Otobüsteki insanlara gülümsüyorum. Trafiğin sıkışık olmasına teşekkür edi-yorum. Demek ki böyle olması gerekiyor, diyorum. Belki de trafik sıkışık olmasa hızlı giden bir araç kaza yapabilirdi, diyorum. Bilmediğim şeyler hakkında zihnimi niye yorayım? Trafiği dü-zeltmek benim elimde olmadığına göre bu biçare davranışın altında nasıl bir oyun olduğunu biliyorum. Ben düşününce veya mora-limi bozunca trafik mi düzelecek? Elbette hayır. O zaman bu gereksiz düşünce kirliliğini zihnimde oluşturan da neyin nesi? Evet. Farkındayım.

Tetikteyim ve bana saldıran düşüncelerimi kontrol etmeye çalışan virüse gülümsüyorum. O da görevinin başında, tıpkı benim olduğum gibi. Ayaklarım yere değiyor ve yere değdiğimi hissediyorum. Ayakları olmayanlara gülümsüyorum ve onlara yardım diliyorum. Tam ve eksiksiz olmanın huzurunu yaşıyorum. Ben ………. (adınızı söyleyin). Ben tam olması gerektiği gibiyim. Ne eksik ne fazla. Farkındayım ve gülümsüyorum. Tüm tedbirlerimi aldım ve günüme devam ediyorum. Virüs beni tuzağına düşürse de gülümsüyorum. Tuzağa düşmem ve tepki vermem aslında çok iyi. Böylece çukura bir kez düştüm ya artık orada çukur var diyebilirim. Virüse de teşekkür ediyorum. Onun daha fazla uzaklaşmasını sağlıyor ve enerjimi geri alıyorum.

Hayatta sadece güzel şeyler var, biliyorum. Tüm olumsuzlukları istemediğim sürece görmem ve zihnimde yer kaplamasına engel olabilirim. Farkındayım, hayatın sadece bardağın dolu tarafı olduğunun. Bazen boş tarafını görüp tuzağa düşsem de buna yorum yapmıyorum. Çünkü biliyorum ki tüm yorumlar tuzağa düşmem içindir. Tuzağa düştüğümün yorumunu da yapmıyorum. Çünkü biliyorum ki beni tuzağa düşüren virüs bir “gülümsemem” ile devre dışı kalacaktır. Ateşe odun atmıyorum. Bekliyorum ateş sönsün diye.

Biliyorum ki bedenim benim iyiliğim ve sağlığım için faaliyet gösteriyor. Ben bunu anlayamayabiliyorum ve bu yüzden başıma gelen hastalığa da sağlığa da teşekkür ediyorum. Ya yüzümdeki sivilceler çıkmasaydı? Karaciğerimin rahatsız olduğunu nereden bilebilirdim? İçimdeki sıkıntılarımı içine atmayıp da dışarı atmama yardım eden bedenime teşekkür ediyorum.

Sadece bu anımın bana sunduklarının tadını çıkararak henüz yaşamadığım anlarımı da istediğim hale çeviriyorum.

Sadece şimdideyim.
Sadece anımdayım…


Doğayı ve çevreyi izlemek:

Sevmesini bilmiyorsan öğren, sev sev. Sevmeye çalış mutlaka, elinin değdiği her şeyi, gözünün görebildiği, tahayyül edip düşünebildiğin, sev sev. Duyduğun her şeyi, öğrenmeye çalış sevmeyi. Ne varsa tabiatta, bir böcek bile çirkin değil. Bir parça ot al eline, rengi ne güzel değil mi? Kendinden olan bir renk ve şekil içinde. Çiçekler, taşlar, bulutlar bile, sev sev. Sevmeyi öğren, sevmeye çalış. Dünya senin sevmen için yaratılmış. Önce aşkı öğren. Küçük bir çocuk bak ne güzel. Ya onu dünyaya getirenler. Çünkü dünya aşk için yaratılmış. İnsanları sev. Onlar da sen yalnız kalmayasın diye yaratılmış. Bütün kâinat birbirine sevgi ile zincirleme bağlanmış. Sevgini vermesini öğren, Çünkü gönlünde anlasın ki hepsine de yer varmış. Sevgisiz insandan, dünya unutma ki korkarmış. Korkudan ya yana kaçar ya düşman olur kovalarmış. Ölümü dahi sev. Sevmesini öğren ki ölümsüz âlem de varmış. Sen sevmesini öğrendinse, şimdi artık öğretmelisin.
(Mevlana)

Anlar vardır, sizi keyiflendiren, gülümseten… Farkında olmadan yakaladığımız bazı anlar. Hepinizin başına gelmiştir. Çok basit bir şey olabilir. Belki de sadece o duruma siz gülmüşsünüzdür. Belki bir tabelaya, belki de yoldan geçen birine. Peki, bu anlarınızı çoğaltmak istemez misiniz? Dikkatli olmak zorunda değilsiniz. İşte tüm sorun dikkatli olma çabasının altındadır. Bir amaç olunca zihin sadece tek bir noktaya odaklanır ve bir “yargı” kazanır. İşte virüs bu yargının gönderilmesini bekler. Bu onun ilacıdır. Gittikçe vahşileşebilir. Yargılamak sadece bir insan için geçerli değildir. Her şeyi farkında olmadan yargılayabiliriz. Zaten yargıladığımızın farkında olsak o esnada işte o tarif edilen “gülümsetecek anı” yakalamış oluruz. Peki, farkında olmamız için yapmamız gereken neydi? Tüm uygulamalarımızın temelinde yatan “izleme” yöntemi.

Yolda yürürken, arabada, otobüste, çevremizde gördüğümüz her şeyi “sadece” izlemeliyiz. Fırsat buldukça çevremizi izleyip gü-lümsemeliyiz. Özellikle de insanları. Onları hiç yargılamadan izlemeliyiz. Sadece onları olduğu gibi kabul ederek. Mesela, yaşlı bir çift. Gülümsemeliyiz ve o ihtiyarların gözü olmalıyız bir an. Enerjimizden onlara da göndermiş oluruz böylece. Hiç konuşmadan ve yorum yapmadan bir bebeği izleyebilir misiniz? Nasıl da düşünmeden özgürce hareket ediyor. Hangimiz bir bebeği sevip de huzur bulamaz ki? O bebek olabilir misiniz? Onun gözlerinden dünyaya bakabilir misiniz? Yargısızca yorumsuzca ve özgürce? Bir kediye dokununca onu besleyince nasıl da huzur buluyorsunuz? Önüne koyduğumuz kaptan süt içen kediyi izlemek bile ayrı bir zevk veriyor. Kedi olup onun gözünden dünyayı izleyebilir misiniz? İşte her sıkıştığımızda ve saldırı anında bebeğin, kedinin ve yaşlı çiftin gözü olabilirsiniz. Çünkü bunları kaydettiniz artık ve bunlar sizin savunma silahlarınız oldu. Tam sinirleneceğiniz zaman yaşlı çiftin gözü olabilirsiniz ve sakinliğinizi koruyabilirsiniz. Bilinçaltınızı böylece kontrol edebilirsiniz. Biz silahımızı çektikten sonra arkasından gelecek olan düşünceleri de izleyip “Ben huzur dolu yaşlı bir çiftin gözüyüm. Yorumlarım ve yargılarım yok. Sadece hayatımı yaşıyorum.” diyebilir misiniz?

Doğa sınırsız bir enerji kaynağıdır ve ne kadar çok izlersek o kadar çok enerji kazanırız. Kendimizi güncelleriz ve içimizdeki tüm sıkıntılar olumsuzluklar ve hastalıklar birer birer uzaklaşır. Huzur denilince çoğumuzun aklında hemen vapurlara eşlik eden martı-larla bezenmiş bir deniz manzarası canlanır. Vapura binen her insan bu huzuru muhakkak yaşamıştır. Burada huzuru verenin aslında “deniz” olduğunu elbette biliyoruz.

Deniz bu huzuru acaba nasıl veriyor? İlk olarak denizi izlemek ile başlayalım. Bir eylemi “sadece” ile gerçekleştireceğimizi daha önce belirtmiştik. Sadece denizi izlemek nedir? Deniz ile “bir” olmaktır. Sen deniz olacaksın ve denizin gözünden kendine bakacaksın. Kamera yer değiştirecek adeta. Denizin gözünden hayata bakabilir misiniz? İçinizde milyonlarca balık besleyebilir misiniz? Üzerinizden geçen vapurları ve gemileri “hiç yargılamadan” gülümseyerek tepkisizce izleyebilir misiniz? Vapurda hırsız da var, katil de var, öğretmen de var, öğrenci de var. “Sadece” onları izleyebilir misiniz? Denizin gözü oldunuz artık ve çevrenizi izliyorsunuz. Unutmayın, deniz yargılamıyordu. Sende yargılayamazsın. “Sadece” gördüm ve farkındayım, deyip gülümseyebilirsiniz.

Deniz sizin için ne anlama gelebilir, güneş ya da ay? Eğer yargılamadan onlarla yer değiştirip onlar ile bir olduğunuzu hissederseniz o zaman farkındalığın ateşi sizi içinizden uyaracak. Birden tarifsiz bir huzur kaplayacak içinizi. Hiçbir sebep yokken ortada mutluluktan gözleriniz dolacak. Hiçbir gerekçe yokken tarifsiz bir şekilde “gülümseyecek” ve işte “gülümsetecek anınızı” yakalayacaksınız. Anın içinde kalmak işte bu kadar güçlüdür. En büyük enerjileri çektiniz kendinize ve o huzur size saatlerce yetecektir. Bunu ayrıca çiçeklerle ve ağaçlarla da denemelisiniz. Siz sarı bir çiçek olun, sarı çiçek siz olsun. Yunus Emre gibi o çiçeğe annesi babası var mıdır, sorabilir misiniz? Bir çiçeği koparırken eğildiğinizde siz çiçek olsanız da o sizi koparmaya çalışsa ve bunu hissetseniz nasıl bir tepki verirdiniz?

Şehirden uzaktan geceyle yıldızlarla baş başa kaldığınızda içinize dolan tarifsiz huzuru hatırlıyor musunuz? Böyle bir günde geceyi izlediniz mi hiç? Sadece geceyi izlemek. Yıldızlara ve gezegenlere teşekkür etmelisiniz. Onların çekim kuvvetleri olmasaydı karakterlerimiz olmayacaktı. Onlar olmasaydı “biz” olmayacaktık. Onlar ile bizim aramızda bir bağ olduğunu hissediyor musunuz?

Doğayı ve çevreyi izlemek için hiçbir fırsatı kaçırmayın! Doğadan alacağımız enerjiyle dolup taşmak için değil mi ki bazılarımız sık sık doğada kendisiyle buluşuyor. İzlemediğiniz halde aldığınız enerji farkında olduğunuzda katlanacaktır.

Sarı Çiçeğin Hikayesi

Büyük şair Yunus Emre mensubu olduğu dergahta odunculuk yapmaktadır. Her gün ormana gider ve saatlerce odun keser. Odunların en düzgünlerini özenle seçerdi. Bu da onun uzun süre doğada kalmasını sağlamış ve şiirlerine de doğa figürleri yansımıştır. Bir gün Tabduk Emre, talebelerine kırlardan çiçek toplamalarını söyler.Her talebe bir sürü çiçekle geri döner. Fakat Yunus Emre, hangi çiçeği koparmak üzere giderse koparamaz. yerde bir çiçek görür. Tam çiçeği koparmak için eğilecekken birden çiçeğin gözünden kendine bakar ve çiçek Yunus olmuştur artık, Yunus da çiçek. Çiçeğin sanki onu koparmaya çalıştığını görür. O anda çiçeğin gözünden onun hayatını seyreder. Çiçek de bir canlıdır ve onun da yaşantısı vardır Yunus’un gözünde. O kısacık anda çiçeğin yaşantısı olur, ailesi olur ve birden geri çekilir. Tabduk Emre’ye mahçup olmak istemeyen Yunus, solmak üzere olan bir çiçeği koparıp götürmüştür.

En meşhur şiirini işte bu duygular içerisinde yazmıştır. Hepimiz o şiiri çok iyi biliyoruz.


Sordum sarı çiçeğe
Annen baban var mıdır?
Çiçek eydür derviş baba
Annem babam topraktır.

Sordum sarı çiçeğe
Benzin neden sarıdır
Çiçek eydür derviş baba
Ölüm bana yakındır

Sordum sarı çiçeğe
Sizde ölüm var mıdır?
Çiçek eydür derviş baba
Ölümsüz yer var mıdır?

Sordum sarı çiçeğe
Evlat kardeş var mıdır?
Çiçek eydür derviş baba
Evlat kardeş yapraktır.

Sordum sarı çiçeğe
Boynun neden eğridir
Çiçek eydür derviş baba
Kalbim Hakka doğrudur

Sordum sarı çiçeğe
Sen beni bilir misin?
Çiçek eydür derviş baba
Sen Yunus değil misin?

Yunus Emre

Prof. Dr. Sinsi 08-21-2012 12:02 AM

Farkındalığın Farkındalığı - Oğuzhan Korkmaz (2007-2012)
 

İnsanları izlemek:

Kendimizi izlediğimizde yönetimi ele almaya çalışan gizli virüs artık yavaş yavaş bu gizini kaybediyor. Onu daha rahat ve kolay fark ediyoruz.

Sinirlendiğimiz ya da içimizde bir sıkıntı olduğu zaman hemen koşup aynaya bakalım. Baktığınızda yüzünüzde sinsi bir gülüş ve ifade göreceksiniz. O gülüş size ait değil. Virüs bizim gözümüz olmuş ve bizi kontrol ediyor. Bunu kesinlikle göreceksiniz. Aynadaki görüntünüzden korkacaksınız. Sizi ne hale getiriyor, daha net göreceksiniz. İşte bu “onlara ait olmayan gülüşü” insanların gözünde görebilmeli ve izleyebilmeliyiz.

Bir parkta yürüyorsunuz. Ayaklarınızı ve attığınız adımı izliyor bastığınız taşı biliyor güneşi havayı ve kokusunu izliyorsunuz. Birden karşınızda temizlik görevlisini gördünüz. Parkı temizleyen kişiyi. Buradan kazanacağınız enerjiler var. Eğer yargılamadan o temizlik görevlisini izlerseniz bir miktar enerji alacaksınız. Görevli sadece temizlik eylemini gerçekleştiriyor ve görevinin başında. Siz buna tanık oldunuz. Enerjinizi arttırmak ister misiniz?

Şimdi temizleyenin gözü olun. O görevlinin gözlerinden kendinize bakmaya çalışın ve onunla yer değiştirmeye çalışın. Siz temizliyormuşsunuz da bankta o oturuyormuş gibi hissedin ama bunu gerçekten hissedin. İşte çok daha büyük bir enerji aldınız. Şimdi bunun daha fazlasını isterseniz siz ağaca konan bir kuş olun ve hem temizlik görevlisini hem de kendinizi dışardan izleyin kuşun gözünden. İsterseniz devam edin ve adım adım çemberi genişletin. En son güneş olun ve tüm dünyayı izleyin.

Amaç “olduğu gibi kabul edebilmek” ve “yargılamamak”tır. Şimdi toplu halde insanların bulunduğu yerlere değinelim. Mesela otobüsler, trenler ve vapurlar gibi. İnsanların hepsinin yüzündeki sıkışıklık, acele etme ve telaş sebebiyle “o pis gülüş” ü ve “memnuniyetsizliği” rahatça göreceksiniz. Bu virüs insanları ne hale getiriyor. Hemen gülümseyerek uygulamaya başlayalım. Onları yargılamıyoruz. Virüslü olmaları kötü veya iyi değildir. “Onlar bilmiyorlar, bilseler yaparlar mı?” diyoruz. Biz bilirsek tüm dünya öğrenir, biz düzelirsek tüm dünya düzelir, buna inanıyoruz.

Hiç sebep yokken, tanımadığınız halde itici, sizden farklı buldu-ğunuz insanlara karşı kontrolünüz dışında gelişen yargılarınızın farkında olmalısınız. Bu durumda hayata onun gözünden bakarak, onun güzel anlarını onla beraber yaşarsanız isteğiniz dışında oluşan önyargıyı kırmış olursunuz.

Gülümseyin ve “Farkındayım.” deyin. “Yorum yapmıyorum, çünkü o insanları olduğu gibi kabul ediyorum.” deyin. Tam olması gerektiği gibi ne eksik ne fazla. O insanın gözü olun ve onun yerine geçip çocuğunu sevdiği anı yaşayın, annesine sarıldığı anı yaşayın, okula başladığı çocukluğu olun baktığınız kişinin. Bir süreliğine o ve onun masumiyeti olun. İşte başardınız. Gülümsü-yorsunuz. Farkındalığın ateşi içinizde gıdıklanıyor. Tüyleriniz diken diken oluyor ve tarifsiz ve sebepsiz bir huzur ve sevinç kap-lıyor içinizi. Enerjinizi toplandınız yine.

İzmir Anılarım

Eğitim için İzmir’e gittiğimde bir süre orada kaldım ve kentin farklı havası beni hemen büyüledi. Bir gariplik vardı bu şehirde. Hayat daha yavaştı İstanbul’a göre. Arabalar yavaş gidiyor, insanlar daha yavaş yürüyor ve sakin tavırlarıyla dikkat çekiyorlardı.

Ara sokakta yola masa atan yaşlı birini gördüm. Aslında pek de ara sokak değildi burası. Hatay’ın meşhur Betonyol’uydu. Bir masanın üzerine televizyonu koymuş başka bir masanın üzerine de kurmuştu rakı sofrasını. Beyaz atletiyle oturan yaşlı adamı izledim. Televizyon çok eskiydi fakat onu ayarladı ve sanat müziği yayını yapan trt 4. Kanalı hemen açtı. Esnaf ona selam veriyor insanlar mutlu yüzleriyle dikkatimi çekiyordu.

Bir an virüs bana bir düşünce gönderdi. Yargılamamı istedi o adamı. Hemen gülümsedim ve Farkındayım dedim. O adamı olduğu gibi kabul ettim. Bu davranış yanlış veya doğru değildi as-lında. Hele ki bilmediğim bir şehirde. Bir süre sonra arabaların geçtiği yolda ne olacağını merakla bekledim. Arabalar geldi masanın orada yavaşladı sol tarafa kayıp geçti ve yoluna devam etti. Bir sürücü bile aracından inip ihtiyar sen ne yapıyorsun yolun kenarında demedi. İzmir’in insanları ne kadar farkında dedim içimden. Bu olay bile sürücüleri kızdırmıyor aksine hiçbiri kornaya bile basmıyordu. Yolda bir araç duruyor arkasındaki araç ön-dekinin sohbetinin bitmesini 2-3 dakika bekliyordu. Hiçbir zaman kavga sebebi olmuyordu bu durum. İzmir’de insanlar hep gülüyordu.

Otobüste Telefon Yasağı

İstanbul’da otobüse bindiyseniz bir zamanlar meşhur bir olay vardı. Telefonla konuşmak yasaktır yazıyordu otobüslerde. Birisi telefonunu açınca birileri hemen ona “Telefon yasak görmüyor musun” diyor ve konuşan kişide ona “ Sana mı kaldı” şeklinde tepki veriyor ve bu olay kavgaya dönüşüyordu. Bu kavgalar neredeyse her gün her otobüste yaşanıyordu. Fakat İstanbul’da bu durum fren sistemi yeni olan otobüslerdeydi sadece. Fren tutmuyor diye de bir bahanesi vardı.

İzmir’e gittiğim dönemde aynı yasağı orada da gördüm. Fakat ilginç olan bir fark vardı. İzmir’de aslında otobüste telefon yasak değildi. Zaten otobüsler de oldukça eskiydi. İnsanlar telefonla konuşmaktan çok korkuyor ve bu konuyu gerçekten ciddiye alıyordu. İstediğiniz kadar radikal olun, genç olun sarhoş olun her türlü çılgınlığı yapabilseniz bile otobüste telefonla konuşamazdınız.

Bunun sebebinin ne olduğunu sorduğumda sadece insanlar rahatsız olduğu için diye bir cevapla karşılaştım.

Kimdi bu insanlar peki?

İzmir’de bir grup var ki herkes onlardan korkuyor çekiniyor ve kesinlikle onlara cevap veremiyordu. İlk başta insan bu cümleleri duyduğunda Japon Mafyası gibi bir şey bekliyor aslında.

Bu grup yaşlı kadınlardan oluşuyor ve sayıları on binleri buluyordu. Bu grubun üyeleri birbirine benzer kıyafetler giyiyor ve çeşitli aksesuarlarıyla hemen tanınıyordu. Genellikle otobüse en az 5 kişi binerler ve toplu halde dolaşıyorlar, tek binseler bile zaten bindikleri otobüste onların grubundan başkaları muhakkak oluyor ve birbirlerini tanımasalar bile birbirlerini kolluyorlardı.

İzmir’e geldiğimde bana ilk öğretilen şey şuydu;

“Ne yaparsan yap kesinlikle otobüste telefonla konuşma.”

Bende konuşmadım hiçbir zaman. Kulaklığımı taktım arkada bir yere oturdum ve müzik dinliyordum. Bir yandan da pencereden etrafı gözlüyordum. Derken birden birisi bana bir bastonla vurdu. Şaşırdım ve kulaklığımı çıkardım. Bana vuran kişi 60 yaşının üzerinde, makyajlı ve bakımlı, şık giyinmiş ve 5-6 tane Atatürk rozeti olan bir kadındı. Buyrun dedim şaşkın bir halde. Kızgın bir şekilde bana baktı ve “Kalk” dedi. Kalktım bende ve hemen benim yerime oturdu. Hala şaşkındım. Bir anlam veremedim. Dışarıya baktığım için yaşlı birinin yanımda durduğunu görememiştim. Görsem elbette yer verirdim fakat işin ilginci otobüste oturacak boş yerler vardı zaten.

Virüs hemen devreye girdi ve bana hemen tepki göstermemi gerektirecek şeyler gösterdi. Ben gülümsedim ve izledim. Sonra arkadaki boş yere geçtim arkadaşlarımın yanına. Müzik dinlemeyi bıraktım ve muhabbet etmeye başladık. Aynı kadın bu sefer arkasını döndü ve bize bağırdı.

“Yeter ya kesin sesinizi sizi mi dinleyeceğiz” dedi. Bir şok daha geçiriyordum. Özür dilerim teyze dedim. Birden otobüste 9-10 tane daha o gruptan yaşlı kadının bana baktığını gördüm. Hepsi aynı şekilde giyinmişti. Hepsinde Atatürk rozeti var ve hepsi makyajlıydı. Arkadaş bana sessizce eğildi ve abi bunlara sakın bulaşma sonun olur dedi. Gülümsedim ve asla yapmam zaten merak etme dedim. Bunların çoğu öğretmen emeklisiymiş. Bunların yetiştirdiği öğrenciler kesin büyük ve önemli insanlardır ve her yerde bağlantıları vardır dediler. O zaman İzmir’i kimlerin yönettiğini öğrenmiş oldum.

Yine de virüs boş durmuyor ve bana kadına bak bunamış ihtiyar şeklinde fısıldıyordu. Bende bu tuzağa düşmedim ve çok farklı bir uygulama gerçekleştirdim.

O kadına baktım ve gülümsemeye çalıştım. Fakat gülümseyesim gelmiyordu bir türlü. Bende gülümseyecek bir ortam hazırlamam gerektiğini düşündüm. O anda bu durumla tekrar karşılaşırsam elimde bir savunma mekanizmam olmalıydı. “Yerini Değiştirme” adını verdiğim yöntemi işte o zaman oluşturdum. Hayatım boyun-ca en başarılı savunmalarımı bu yöntemle yapacaktım.


İzlerken Tarafsız Bir Gözle İzlemelisin!

Bir danışanım aklına kötü düşüncelerin geldiğini söyledi. Gülümsedim ve iyilik ile kötülük kavramını kafanda sen belirliyorsun dedim. Aklına gelen şeyin iyi olduğuna inanmak istersen onun sana göndereceği etkiyi de değiştirebilirsin.

Taraf olmak, iyi – kötü, doğru- yanlış, güzel- çirkin gibi ayırım-lardan birini seçip o tarafı tutmaktır. Biz sadece izliyoruz. İzleyen olmak tarafsız olmaktır.

Ona bahçede dolaşan bir kediyi gösterdim. Kedi bize bakıyordu. Şimdi bunu iyi izlemelisin. Kedi sana bakarken sence bu adam sorunlu bu adam sinirli veya bu adam gergin diyor mudur?

Gülümsedi ve “herhalde demiyordur” dedi.

İşte o kedi sana bakarken nasıl tarafsız ise sende izleme uygulamalarında öyle tarafsız ve yorumsuz olmalısın.


Olayları futbol takımları gibi görmeye çalışmalıyız. Birisi kazanıyor birisi kaybediyor. Sen kendi takımın kaybettiğinde onun taraftarı olmaktan vaz mı geçeceksin? (Mevlana bu konuda "Satranç oyunu gibi bir kazanmada bir kaybetmedesin" der. )

“Yensek de yenilsek de takımızı bırakmayız” dedi ve gülümsedi. İşte aynı durum burada da geçerli. Aklına olumlu ya da olumsuz düşünceler de gelse izlemeyi bırakmamalısın. İzlemeyi kaçırman ya da her seferinde yapamaman o takımı tutmayı bırakmanı gerektirmemeli. Sen istiyorsun ki hep güzellikler olsun hayatında? Yoksa yanılıyor muyum?

Herkes bunu ister dedi bana. O zaman niçin sadece istediklerine odaklanmıyorsun? İstemediklerin aklına geldiğinde onlara gülümseyip onları niçin başından atamıyorsun? Olumsuzlukların aklına gelmesini istemiyorsun fakat onlar sen istesen de istemesen de gelmeye devam ediyor. Bu duruma ne sebep oluyor?

Anlatmaya devam etti. Hep başarısızlıklarını, aile sorunlarını ve ilişki sorunlarını anlatıyordu. Ona dedim ki hayatında hiç güzel şeyler olmadı mı? Niçin sana kendinden bahset dediğim de yaşadığın olumsuzlukları anlatmaya başladın? Bilmiyorum dedi ve ekledi;

“insanlar genellikle sorunlarını anlatıp dertleşirler”

Dertleşmek diye bir tabir bile var hayatımızda. Bu durum almış başını gitmiş ve artık toplumda dertleşme mekanizması ortaya çıkmış. Sen eksilerini anlatmak için arkadaşlar ediniyor, doktorlara gidiyor ilaçlar alıyorsun. Peki bu eksileri anlatmanı sana kim söylüyor?

Anlatınca içini döküyor insan ve rahatlıyor dedi. Peki sonra? Tekrar anlatıyor ve bu döngünün sonu yok dedim. Sence biz dünyaya dertlerimizi anlatmak ve dertleşmek için mi geldik?

Sence dünyaya neden gelmiş olabiliriz ?

Yine kaçamak cevaplar verdi. “Bilmem ki” diye sözlerine başladı. Nasıl bilmiyorsun? dedim.

Halimize bakın. Birisi bize kendimiz ile ilgili bir soru soruyor ve biz cevap olarak bilmiyorum diyoruz. Biz dünyaya neden geldi-ğimizi bilmiyorsak neden yaşadığımızı, neden çalıştığımızı, neden sevdiğimizi de bilmiyoruzdur. Biz hiçbir fikrimizin olmadığı bir hayatta mı yaşıyoruz?

- Yaşıyormusun?
- Evet
- Niçin yaşıyorsun?
- Bilmem ki

Bu nasıl bir diyalogtur? Neden yaşadığını bilmeyen insanlarla dolu bir dünyadayız. Kimse bilmiyor. Ne yapmaya çalıştığının ne olduğunun farkında değil.


- Neden yaşadığını hiç mi merak etmedin?
- Ettim tabi ki. İyi bir gelecek için okuyorum işe giriyorum.
- Yani senin dünyaya gelme amacın “okumak ve işe girmek” mi?

Yine aynı cevabı almıştım. “Bilmiyorum”. Bu ne kadar da vahim bir durumdu. Bu sadece onun değil dünyadaki insanların yüzde 90’ından fazlasının da cevabı aslında.




Sana Ait Bir Şeyler

Şimdi bu dünyaya geliyoruz. Sonra ailemiz bize çeşitli kriterler yüklüyor ve daha sonra okula başlıyoruz öğretmenlerimiz bize bilgiler yüklüyor ve arkadaşlarımız ile bunlar şekilleniyor. Biz o zaman bize çevresel faktörlerin sonradan yükledikleri miyiz?

Bir arkadaşımla sohbet ederken ilginç diyaloglar yaşadık ve onları kayıt etme gereği duydum. Verilen cevaplar aslında ne kadar virüsün etkisi altında olduğumuzu gözler önüne seriyordu.

Bana kim olduğunu anlatabilir misin?

- Sakinimdir aslında. Arkadaşlarım bana güvenir. Bana sır-larını anlatırlar. Derslerim iyi gidiyor. Üniversiteyi bitirip işe girmek istiyorum. Sonrası hayat ne gösterirse artık.

En sevdiğin renk? En sevdiğin şarkı?

- Maviyi seviyorum. En sevdiğim parça da Teoman - İstanbul’da Sonbahar

En sevdiğin ders?

- Tarih

Bunun gibi onlarca soru daha sorulabilirdi. Maviyi sevmenin sebebini iyice düşünürsen eski sevgilin maviyi çok sevdiği içindir herhalde dedim. Yani hangi rengi sevdiğine bile başkaları karar veriyor. En sevdiğin şarkının Teoman olmasının sebebi arkadaşlarının da o tarz müzikler dinlemesidir. Belki de o parçanın sende bir anısı olabilir. En sevdiğin dersin de tarih olmasının sebebi tarih hocanı çok sevmendendir. Türkü dinleyen birisinin türkü dinleyen, rock müzik dinleyen birisin de rock müzik dinleyen arkadaşları vardır.

“Hepsini bildin” dedi bana.

Peki sana ait olan bir şeyler söyleyebilir misin?

Cevap veremedi. Aileni düşün biraz dedim. Sana sonradan yüklenenlerin en az olduğu zamanları… Çocukluğunu….

- Annem ve babam çocukken hep üzerime titrerdi. Babam beni sırtına alıp dolaştırırdı. Küçük bir oyuncak kamyonum vardı onu hatırlıyorum. İçine kum doldururdum evin bahçesinde. Kum doldurabilmem için babam bana çuvallarla kum getirmişti. Annem akşam olduğunda beni eve çağırırdı. Annemin o bağırması hep aklımda. Hemen eve girerdim. Sonra sofrada yemek yerdik. Hep birlikte.

Bisikletim vardı 3 tekerli olanlardan. Çok az hatırlıyorum fakat ondan düşmüştüm. Sonra dizim kanadığında annemin tentürdiyot sürdüğünü hatırlıyorum. Bütün gece dizime bakmıştım. Yaralanmanın ne olduğunu o zaman ilk kez tadıyordum…




Bıraksam tüm çocukluğunu anlatacaktı bana. Bir de her seferinde tam hatırlamıyorum ama diyerek başlaması yok mu...

Bunları anlatırken yüzündeki ifade farkındalığın ifadesiydi. O kadar içten gülümsüyor ve o kadar içten anlatıyordu ki işte dedim bu sensin. Sen aslında o çocuk halinsin. Senin bu olduğunu unut-turan bir mekanizma var. Seni sonradan yüklenenler olduğuna inandıran…

Gideceğin Yeri Biliyor Musun?

“Nereye gittiğini bilene bütün dünya yön verir” (Emerson)


Uyandığınız anda kendinizi izleme başlar. Uyandınız. Dikkat edin, bırakın bakalım ne yapacaksınız? Tabii ki rutin olarak gündelik faaliyetleri yapacaksınız. Yüzünüzü yıkayıp kahvaltı edeceksiniz. Sonra ya okula ya da işe gideceksiniz. Peki, bu yaptığınız eylemleri neden yaptığınızı biliyor musunuz? Daha doğrusu ne yapmaya çalıştığınızın farkında mısınız?

Ben söyleyeyim. Farkında olmadan sürüye katıldınız bile. Sürü, egosuna yenilen insanlar topluluğudur. Sürünün ortak bir amacı vardır. Amaç bilinçsiz olarak içinizdedir.

“İlerde ........... olmak.”

“Bir şey olmak istiyorsanız artık özgür değilsinizdir.” Nasıl bir kalıba girmek istediğinizi seçiyorsunuz şu anda. Zaten siz bir şeysiniz. Eksiksiz ve tamsınız. Olmuşsunuz. Şu anki haliniz zaten en mükemmeli. Olabilecek en üst noktadasınız. Sorun ne olduğunuzu bilmediğiniz için hiçbir şeymişsiniz gibi davranıp bir kalıba gir-meye çalışmanız. Bir şey olmaya çalışmak. İşte tüm sorun burada. Bir şey olmaya çalışmak yerine kim olduğumuzu bulmaya çalışmamız gerekmiyor mu?

“Ben doktor olacağım. Okula gidiyorum. Derslerime çalışıyorum. Sonra üniversiteyi kazanacağım sonra doktor olacağım.”

Sonra?

“Para kazanacağım, evleneceğim zengin olacağım…”

Sonra?

Öleceksiniz.

“Gideceğiniz yeri bilmiyorsanız vardığınız yerin önemi yoktur.” (Drucker)

Artık nereye gittiğinizi biliyor musunuz?

“Ölüme” gidiyorsunuz. Farkında olun. Ölüm tıpkı doğum gibi bir gerçektir. Fakat siz sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarsınız. Kısacık ömrünüzü mahvedersiniz. Size birisi bir ay sonra öleceğinizi çok hasta olduğunuzu söyleseydi ne yapardınız?

Hala okula gidip derse girer miydiniz?
Elbette hayır. Ne yapardınız? Bir düşünün?

Yapamadığınız şeyleri yapmaya çalışırdınız. Belki korkudan dua ederdiniz. Belki ağlardınız. Peki, size öleceğinizi söylüyorum. Her insan gibi siz de öleceksiniz. Niçin korkmuyorsunuz? Bir ay sonra demediğim için mi? Belki de yarın öleceksiniz. Peki, hangi virüs bize ölüm gerçeğini unutturuyor? Bunu izlemeniz gerekmez mi?

Kendini izlemek tepkileri izlemektir. Olaylara nasıl tepkiler veriyorsunuz?

Bankada kuyruk var sıraya girdiniz. Hemen yüzünüz asılır. Neden içinizde bir sıkıntı oluştu sizce? Hemen izleyin. Sebebi yok ki sıkılmanızın, saçmalık bu. Sıra varsa var, size ne! Siz sadece anı yaşamaktan kaçtınız. O an sırada bekleme anınız. Etraftaki insanlara bakın banka kuyruğunda hepsinin yüzü asık hepsi stresli. Ne için stres yapıyorlar? Onlar ölümü unutmuşlar bile. Onlar gittikleri yolun sonunu bilmiyorlar. Siz biliyorsanız yolun sonunu üzülmek için hiçbir sebep olmadığını da bilin.

İçtiğiniz çayı izleyin, oturduğunuz sandalyeyi tuşlarına bastığınız klavyeyi, baktığınız monitörü. Her şeyi izleyin. Yaptığınız olay-larla bütünleşin. Sadece yaptığınızı yapın. Bir yazı yazın sadece. Sadece yemek yapın, başka hiçbir şey düşünmeden. Hiçbir kıstasa takılmadan insanlara bir şey kanıtlama çabası gütmeden.

İzlemek, anınızı kaçırmadan düşüncelerinize, kendinize, doğaya, insanlara şahit olarak hayattan zevk almaktır.

Prof. Dr. Sinsi 08-21-2012 12:02 AM

Farkındalığın Farkındalığı - Oğuzhan Korkmaz (2007-2012)
 

b)Düşünceleri İzlemek

“ Düşüncelerin ne ise hayatın da odur. Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan düşüncelerini değiştir.” (Shakespeare)

Düşüncenin kaynağı nedir?

Düşünceler tıpkı bir filmdeki görüntüler gibi canlanabilmek isterler. Bu sebeple de bilince ihtiyaç duyarlar. Bilinç zihnin sahnesidir. Yani düşünebilmenin şartı “bilinçli olmak”tır.

Bir düşünceyi ele alalım ve onu izleyelim. Örneğin aklımızdan “Çok sıkıldım.” düşüncesi geçiyor. Eğer bu düşüncenin geldiği esnada tetikte beklersek bu düşüncenin hiçbir etki yaratmadan bizden yansıyıp gitmesini sağlarsak o zaman saf bilince ulaşmış oluruz.

Bazı düşünceler bize zarar verirken bazıları da bizi besler. Eğer ağzımızdan çıkan zararlı ve faydalı düşünceleri iyi analiz edersek işte o zaman “Düşüncelerimizin Hâkimi” olma yolunda bir adım atmış oluruz.

Size sorulmadan içinizdeki virüs tarafından oluşturulan düşünceleri izlemelisiniz.

Düşünceleri izlemenin iki yöntemi vardır;

- Düşünceler geldiğinde tetikte olmak ve beklemek
- Düşünceleri gelsinler diye çağırmak

Hepiniz durup dururken aklınıza bir şeylerin geldiğine şahit olmuşsunuzdur. Özellikle yalnız kaldığınızda birden zihin düşünce üretmeye başlar. Bu düşünceler geçmişteki anılar, günün özeti ve yorumu, birileri hakkında yorumlar, geleceğe dair hayaller gibi şeyler olabilir.
Bunların hiçbirini düşünmeyi istemiyorsunuz. Ama bir de bakmışsınız ki düşünüyorsunuz. İşte izlemeniz ve tetikte olmanız gereken düşünceler bunlardır.

Düşünce Nasıl Oluşur?

Etrafınıza bakın ve gördüğünüz ilk nesneyi inceleyin. Şu an önünüzde kahve fincanının durduğunu varsayalım. Kahveyi içerken bir süre sonra virüs, kahve ile ilgili bir anıyı aklınıza getirecektir. Kahve içtiğiniz eski bir sevgilinizi hatırlattı bile size. Daha sonra onunla kahve içtiğiniz günü anımsadınız. Artık kahve fincanı görevini tamamladı ve o güne geçti film karesi. Ardından o gün yaşadığınız anılar gözünüzün önüne geldi. Sonrasında birden üzgün bir hale geliverdiniz. Bu durum dakikalarca böyle devam etti ve birde bakmışsınız ki kendinizi kaybedip gözünüzü içki sofrasında açmışsınız.

Meyhanelerdeki insanlarla sohbet ettiğinizde hepsinin bu şekilde sofraya oturduğundan emin olabilirsiniz. Hatta şarkısı bile vardır değilmi? Gelin o şarkıyı analiz edelim.


Bana Her Şey Seni Hatırlatıyor

Hatıralar sarmış dört bir yanımı
Baktığım her yerde izin duruyor
Ben seni düşünmek istemesem de
Bana her şey seni hatırlatıyor

İzlemediği için virüs ona her seferinde eski sevgilisini hatırlatıyor. Hatıralar sarıyor önce etrafını. Hatıraları izlemeyince virüs etkisini artırıyor ve etrafındaki her şeye bulaşıyor. Bakın burada itiraf bile ediyor şair durumu. “ben seni düşünmek istemesem de”. Bu nasıl bir durum ki istemediğiniz bir şeyi yaptırıyor virüs size.

Siz hiçbir zaman bir bilgisayarın durup dururken aklına hatıraları-nın geldiğini göremezsiniz. Ancak komut verilirse işlem yapacak-tır. Peki bizim hafızamızdaki bilgiler için neden aynı durum geçerli değil?

Bilgisayar ne zaman kendi kendine içindeki bilgileri açar? Ancak virüs girdiği zaman kontrolsüz bir şekilde davranır. İşte aynı du-rum bizim içinde geçerli. Hatırlama virüsü sarmış dört bir yanımızı.


Nasıl izleriz?

Sessizce, dik bir şekilde oturun ya da uzanın. Gözlerinizi kapatın ve nefesinize odaklanın. Burnunuzdan mavi hava giriyor bir ışık huzmesi gibi bedeninize doluyor sonra çıkıyor. Bunu bir dakika kadar yaptığınızda virüs hemen devreye girecektir. Birden saçma sapan bir düşünce gelecektir etrafınıza. O düşünce inanamayacağınız kadar alakasız bir düşünce olacaktır. Nefesinizi izlemeye devam edin. O düşünceyi size yolladığında görecektir ki siz acı çekmediniz tepkisiz kaldınız, hemen bir sonrakini yollayacaktır. Bir anda düşünce değişecektir. Bir sonraki gelecek ve böyle devam edecektir.

Düşünceler geldiğinde gülümsemeye ve bu oyunu fark ettiğinizi hissetmeye başlayın. Neden şimdi bu alakasız düşünce geliyor, deyip gülümsemek aklınıza gelen o düşünceye gülümseme komutunu yüklemenize sebep olacak ve o düşünce tekrar gönderilirse, aklınıza daha önceden geldiğinde güldüğünüz için tekrar güleceksiniz. Böylece bilinçaltınıza yavaş yavaş hükmetmeye başlayacaksınız.

O anda aklınızdan geçenleri sildiniz. Bir daha aklınıza siz istemediğiniz sürece gelmeyecek. Gelse de izlemeniz ve yakalamanız otomatikleşmiş olacaktır. Çünkü artık kontrol sizde. Oradaki çukura daha önce düştünüz. Orada çukur olduğunu biliyorsunuz. Herhalde aynı çukura ikinci kez düşmeyeceksiniz.

İzliyorum ama düşünceler gelmiyor mu diyorsunuz? İşte zaten amacımız düşüncelerin siz istemeden gelmemesiydi. Ama biz istediğimizde gelmesi. Kontrol bizde ise bedenimizde ve zihnimizde bizden habersiz hiçbir aktivite gerçekleşemez. Burada siz tetikte olduğunuz için virüs bunu fark eder ve tuzağa düşmek istemez. Siz onu fark edemeyin diye düşünceleri göndermez.

Bir süre bir şey yokmuş gibi davranıp normal faaliyetlerinize devam ederken tetikte olmaya geçin ve düşünceler geldiğinde ilk başta yakalayamasanız da gelmeye başladıktan birkaç dakika sonra onu fark edin ve bir tuzağın içine çekildiğinizi anlayın. Sonra gülümseyin ve “Farkındayım.” deyin.

Düşünceler biz istiyoruz ve aklımıza gelmiyor ise düşüncelerimize emredeceğiz. Örneğin “Eski sevgilimle yaşadığım sorunları kasıtlı olarak düşünmek istiyorum. Şimdi aklıma gelsin. Geldiğinde de o düşünceleri tarafsız ve yorumsuz olarak izliyorum. Evet, beni nasıl üzmeye çalıştığını görüyorum. Bunları düşünmeyi ben istedim. Bunlar geçmişte olan olaylar ve bunların yaşanması benim için çok iyi. Bunları yaşamasaydım daha iyi bir ilişkinin kontrolünü öğrenemeyecektim. Şimdi bu yaşanmışlıkların bana ait faydalı anılar olduğunu biliyorum ve bunları aklıma her getirdiğinde virüse gülüyorum. İyi ki getiriyorsun aklıma. Devam et. Bunlar aklıma geldikçe daha da güçleniyorum. Çünkü bu yaşanmışlıklarım bana destek oldu ve çok şey öğretti. O esnada üzüldüm belki ama bugün görüyorum ki bu acılar ve üzüntüler beni olgunlaştırdı ve artık başarılı bir ilişki kurabilecek seviyeye getirdi.”

Geçmişi düşünmeyi sadece siz istediğinizde başaracaksınız. Sili-nen düşünceler değil, onların size hissettirdiği duygular olacaktır. Mesela o anda eski sevgilinizle ayrılmanız geliyorsa aklınıza ilk etapta virüs sizi haklı çıkarmaya çalışan şeyler gösterir. Bakar, siz tepki vermiyorsunuz onunla yaşadığınız güzel günleri gösterir ki canınız yansın gözleriniz dolsun. Hala tepki vermezseniz konuyu değiştirir.

Bir boks maçı düşünün. Bir taraf diğerine sürekli vuruyor. Rakibi ise heykel gibi duruyor. Vuran taraf ne yapar? Vurmayı keser ve durur. “Hey kardeşim vursana bana.” der. Baktı hala vurmuyor sinirlenir, saçma sapan hareketler yapar ve maç biter. İşte size virüs her vurduğunda tepkisizce durmalısınız. Unutmayın siz boks maçına çıkmak istemiyorsunuz ama bir bakmışsınız ki ringdesiniz. Bu oyuna kanmayın.

Eve geldiniz. Dışarıda bir sürü şey oldu moraliniz bozuk diyelim. Ya da yorgunsunuz, sinirlisiniz. Evdeki birisi o esnada size boks maçında gibi yumruk atmaya başladı.

- Nerdesin sen?
- Neden geç kaldın?
- Yemek yok evde
- Sen yokken böyle böyle oldu
- Aradım seni neden açmadın?

Bakın sonra ne olacak?

Siz tepki vereceksiniz ve ateşe odun atmış olacaksınız. Sonra on-larda tepkinize karşılık verecek ve boks maçı başlayacak. Bu kişi eşiniz olabilir, çocuğunuz olabilir, anneniz veya babanız olabilir, arkadaşınız olabilir. Kim olduğu fark eder mi? Nasıl da ringe çıktınız bir anda? Siz mi istediniz?

Hemen gülümseyin ve tepkisizlik moduna geçin. Farkında bir boksör gibi durun. Tepkisizce. Bekleyin ateşin sönmesini. O es-nada ağzınızda bir bant varmışçasına susun.

“Onlar bilmiyorlar. Bilseler yaparlar mıydı?” Onlar farkındalığı bilmiyorlar. Bu onların suçu değil. Sizin de değil. Ama siz artık biliyorsunuz. Boş verin karşınızdan anlayış beklemeyin. İlk adımı her zaman siz atın. Unutmayın enerji ilk adımı atana verilir. Hep siz, susan taraf olun karşınızdakiler haklı olsun. Maçı tepkisiz kalabilen kazanır.

Siz farkında olun yeter. Onlar bilmiyorlar. Hata yaptıklarının farkında değiller. Bu bir esaret, onlar virüsün esiri olmuşlar. Onları bu esaretten kurtarmaya çalışmayın, bulundukları durumdan dolayı küçümsemeyin ve sakın akıl vermeye kalkmayın. Bunun bireysel bir ibadet gibi olduğunu unutmayın.

Düşünceler bize ya geçmişten anılar olarak ya da geleceğe dair hayaller olarak gelirler. Bunun dışındaki düşünceler ya yargıdır ya da yorumdur. Anda kalınca düşünmenin imkânsız olduğunu artık biliyorsunuz.

Öyleyse bizim izlememiz gereken şeyler;

- Geçmişe ait anılar
- Geleceğe ait hayaller
- Yorumlar
- Yargılar (önyargılar)

Düşünceleri izlemede dört büyük tuzak vardır. Eğer bu olguları gerçekten izleyebilirseniz çok kısa bir sürede bu tekâmül tamamlanmış olur. Bu olgulara iyi yoğunlaşmak gerekir.

Unutmayın, sorun düşünmek değildir. Düşünmek hastalık da değildir. Düşünmenin hastalık olduğuna dair inançlar görecelidir. Çünkü hastalık ifadesi düşünme eylemine olumsuz bir anlam yüklüyor. Hastalanmak iyi veya kötü olmadığı gibi düşünmek de değildir. Sorun “aklına gelmesi” eylemidir. Düşünmek sorun olamaz çünkü düşünmek insan olmanın üstün özelliğidir. Biz bir projeye odaklanırız ve düşünürüz. Bunda bir sorun olamaz. Düşünmeyi isteyen biziz, düşünen biziz. Buradaki düşünme bizim onayımızla gerçekleşmiştir. “Aklına gelme” eylemi ise bir de bakmışız ki biz istemeden durup da “Aklıma gelmesini istiyorum.” demeden gelmesidir. İşte tuzak olan bunlardır. Aslında sorun düşünce ile özdeşleşme hatasıdır. Kendinizi düşüncelerinizle tanımlamaktan vazgeçmelisiniz. Siz düşünceler veya düşünen değilsiniz. Siz izleyen ve tanık olansınız.

Hepimizin bazen sesli düşündüğü olmuştur. İşte o esnada bunu fark edip gülümseyin. Düşünmenin ne kadar kontrolünüz dışında olduğunu net bir şekilde görün. “Farkındayım.” deyin ve gülümsemeye devam edin.


Geleceğe dair hayalleri izlemek

Hayal kurmak da diğer tüm olgular için gibi “iyi veya kötü” değildir. Hayaller elde edemeyeceğimize inandığımız şeyleri düşünmeye zorlar bizi. Hayalinde herkes zengin olur, güçlü olur ya da ünlü olur. Fakat sonrasında bunun hayal olduğuna inanır. İşte bu inanmak sizi o düşüncelerden uzaklaştıracaktır. Hayal kurmak bir yanılgıdır. Yapmamız gereken ise sadece istemektir. İkinci bölümde “Kuantum Mekanizmasını” anlatırken bu konuya detaylıca değineceğiz.

Hayalleri izlemenin en kolay yolu onları yazmaktır. Hayallerinizi yazdıktan sonra bunların neden imkansız göründüğünü düşünün. Hayalinizde bir süper kahraman olmak istemiyorsanız ve hayallerinizin gerçeğe dönüşebilme ihtimali var ise işte o zaman o cümlelerin yanına bunları elde edebileceğime inanıyorum yazabilirsiniz. Hayal mekanizması aslında inandırmaya dayalıdır. Siz rekabetten dolayı hayal kurmaya alışırsınız. Bazı şeyler bize zor veya kolay olarak öğretildiği için ve ufak yaştan itibaren sınıfın birincisi olmaya programlandığımız için virüsün eline birçok koz vermiş oluruz. Sınavdan düşük not aldığınızda aileniz size kızdıysa artık bir hayaliniz var demektir. “Sınavdan yüksek not almak”


c) Duyguları izlemek

- Öfkeyi İzlemek
- Kıskançlığı İzlemek

Düşüncelerin pozitif olsun, çünkü düşüncelerin sözlerin olur.
Sözlerin pozitif olsun, çünkü sözlerin davranışların olur.
Davranışların pozitif olsun, çünkü davranışların alışkanlıkların olur.
Alışkanlıkların pozitif olsun, çünkü alışkanlıkların değerlerin olur.
Değerlerin pozitif olsun, çünkü değerlerin kaderin olur.
(Gandhi)

Nefes -> hareketlere -> düşüncelere -> duygulara -> kişiliğe dönüşüyor.

Nefesi izlemeyi kaçırınca hareketler oluşuyor, hareketleri de izli-yoruz. Hareketleri izlemeyi kaçırınca düşünceler oluşuyor. Düşünceleri de izliyoruz. Düşünceleri kaçırınca onlar birikip duygular oluyor. Duyguları da izliyoruz. Duyguları izlemeyi kaçırınca onlar artık telafisi neredeyse imkânsız bir şekilde kişiliğimiz ve karakterimiz oluyor.

Herkes tam da bu sebepten delirmiş durumda ama farkında değil çünkü bu izlenmeyenler herkesin karakteri olmuş ve onlar bu çılgınlıkları kendileri sanıyorlar. Sorduğumuz zaman kendisinin ... özelliklerinde ... yı seven biri olduğunu söylüyor. Aslında hiçbirini izlemeden karakteri yapmış ve kendini o yavaş yavaş oluşan izlemeyi kaçıra kaçıra biriktirip karakterine dönüştüğü yaratık sanıyor. Ve buna o kadar çok inanıyor ki izlemesi oldukça zorlaşmış artık ve çok güçlü enerji ile birleşmiş. Kopması çok zor. Önce alttan sahiplendiğimiz bu kişiliği aşındırmak lazım. Kişiliğimiz buz dağları gibi olduğundan parçalanması, değiştirilmesi çok zordur ama imkânsız değildir. Nefesi, hareketleri, düşünceleri ve duyguları izleyerek kişiliğimizi parçalara ayırmış ve aşındırmayı sağlamış oluruz.

Bu zincirdeki tüm aşamaları izleyip en son karakterinizde oluşmuş bir açığı görünce, örneğin önyargılı olduğunuzu o an suç üzerindeyken yakalarsanız ve itiraf ederseniz büyük bir enerji akışı yaşarsınız.

Yukarıdaki sıralamada yol aldıkça izleme zorlaşır. Nefesi izlemek çok kolaydır ama duyguları izlemek çok zordur. Zor olanın enerjisi de daha fazladır.

İşte en üst seviye olan kişiliği izlemeyi başarırsanız - ki kişiliği izlemenin yöntemi tamamen suçüstü baskınlarladır- en büyük enerjiyi alıyoruz

“Ben önyargılıyım. Ben düşüncesizim. Ben hatalıyım.” Bunlara inanmak yetmez. Söylemek de yetmez. Suçüstü baskın yapmanız lazım. Tam o esnada. Biri hakkında konuşurken birden baskın yapın, dedikodu yaparken baskın yapın ve “Ben ... yım ama bu benim kabahatim değil bunu virüs yaptırıyor. Yakaladım işte. Artık farkındayım.” diyebilmelisiniz ve kesinlikle pişman olmamalısınız. Buzdağları gibi düşünün. Yavaş yavaş eriyor. Büyük bir parça kopması ise yoğun enerjilerin açığa çıkmasına sebep oluyor. Tabi ki ilk izlemeleri düzenli yaparsanız onlar alttan aşındırarak büyük kopmayı gerçekleştirecektir.

En başından bir insan kendi karakterini izleyemez. Bu sebeple sabırlı olmak önemlidir.


Öfkeyi İzlemek:


Öfke nedir? Hiç öfkeli birini seyrettiniz mi? Öfkesini gösteren birinin kendinde olduğunu söylemek ne kadar da zor… Dünyaya geldiğimizde henüz oluşmamış olan bu duygu aslında üzüntüler ve mutsuzluklar bastırıldığı yani izlenip virüsleri silinemediği için ortaya çıkmıştır.

En basit, en kolay izlenen duygu öfkedir. Öncelikle bilmemiz gereken öfkenin çok iyi ve güzel bir şey olduğudur. Ama izleyemediğimizde öfke, bütün kontrolü eline alır. Öncelikle bilmemiz gereken öfkenin tek başına gerçekleşemeyeceğidir. En azından öfkelendiğimizi fark ettiğimizde birinin daha olduğunu fark edebiliriz. Her zaman başka birisinin varlığı vardır. Yani öfke işteştir. En az iki kişi gereklidir. Öfke aslında o kadar güzeldir ki biz ona “kötü” yorumunu yüklediğimiz için öfkenin güzelliğini görememekteyiz. Gerçekte öfkelenmek bizim doğal halimizdir. Tıpkı yemek yemek ve uyumak gibi. O kadar iyidir ki öfke, o olmasa içimizdeki pislikleri dışarı atamayıp bastıracağız ve ileride bu içimizde kalanlar bize hastalık ve sıkıntı olarak geri dönecek.

Öfkelenmek aslında bizim iyiliğimiz için bize verilmiş bir özellik ama biz buna böyle bakamıyoruz. Aslında içimizde birikenlerin dışarı atılması içindir. Öfkelenmek ruhani bir temizlenme faaliyetidir. Ama nasıl fiziksel boşaltım faaliyetlerinde tuvalete gidiyorsak öfke gelmeye başlar başlamaz da gitmeliyiz. Yani o ortamdan kaçmalıyız ve öfkenin enerjisini fiziksel bir enerjiye çevirmeliyiz. Amaç içindekilerin içinde kalmaması, dışarı atılmasıdır ama dışarı atarken bunu öfkelendiğimiz kişinin yüzüne veya başka birine karşı yapmamalıyız. İçimizde birikenleri bir şekilde dışarı atmalıyız. Sorun insanların bunu hayatlarının bir parçası haline getirememiş olmasında.

Neden öfkelendiğiniz anda kendimize gelemiyoruz? Çünkü başkalarıyla bir aradayken tetikte değiliz. Zaten yalnızken öfkelenmemize imkân yoktur. Başkalarıyla bir aradayken öfkelenme ihtimaliniz olduğunu hatırlamalısınız. Tartışmanın içinde olmasanız bile o ortamdan kaçmalısınız çünkü size de sıçrayabilir.

Sevdiğiniz insanların size değil de başka birine karşı öfkelendiğini izleyin. Bir süre sonra gülümseyeceksiniz ve sevdiğiniz insanın ne kadar tatlı bir hal aldığını göreceksiniz.

Önemli olan nokta birinin size öfkelenmesi esnasında kontrolü kaybetmemektir. Şunu unutmayın ki birisi size öfkeleniyorsa bunu sizden veya sizin yapacağınız bir şeyden korktuğu için yapar. Ama korku öfke gibi dışa vurulabilen bir duygu değildir.

Korkunun geldiğini fark edemezsiniz ama “Öfkem hala geçmedi.” denilebilir. Korku o kadar derindedir ki kendini hep gizler. Korku, zekâdan beslenir ve zekânızı kontrol eder. Bunu görmek zordur. Sebebi de bunu görmenizi engelleyen virüs sizin en son bakacağınız yerdedir; gözlerinizde. Gözleriniz sürekli olarak dışarıya baktığı için dışarıdaki insanları görür ve onları değerlendirir. Onlar hakkında yorumlar yapar. Gözlerinizi çıkarıp ters çevirebilseniz ve içinize bakmasını sağlayabilseniz aslında korkunun size neler yaptığını göreceksiniz.

Bir portakal düşünün. Portakalın kabuğu öfkedir. Kabuğu soyarsak içinden çıkan tatlı meyveler sevgi ve kıskançlıktır. Çekirdekler ise korkudur. Aslında hepsi korkudan türemiştir. Ama sevgi, korkudan üstün gelmeye çalışır. Bu adeta bir çatışmadır. Korku sevgiyle kavga eder ve sizin kıskanmanıza sebep olur.

Öfke Nasıl İzlenir?

Öfkeyi oluşturan düşünceleri izlemek önceliklidir. Düşünceleri izleyen birisi zaten öfkenin önceden geleceğini hisseder. Bu sebeple de öfke geldiğinde gülümseyebilir ve onu içinde tutmak yerine oradan uzaklaşarak başka bir yerde kusarak içinden atar. Sonra geri gelir. Burada önemli bir konuya daha değinmek gerekiyor. Dönüşüm…

Çeşitli düşünceler izlenemeyip içimizde birikir ve güçlenerek duygu olurlar. İşte öfke de bu şekilde oluşan en temel ve en güzel duygudur. Öfkeye ne kadar teşekkür etsek azdır. Onun sayesinde içimizdeki kokuşmuş düşünceler ve izleyemediğimiz saçmalıklar dışarı atılmaktadır. Burada dikkat etmemiz gereken tek şey öfkelenmeye başladığımızı fark ettiğimizde oradan gizli bir mekâna kaçmaktır.

Öfkenin önceden geldiğini göreceğinizden eminim. Çünkü önceki kısımdaki düşünceleri izleme uygulamalarını yaptığınızı varsayı-yorum. Unutmayın ki farkındalık eğitimi aşamalar halinde ve sırasıyla yapılıyor. Birini tamamlamazsanız diğerinde zorlanabilir-siniz.

Nefesten başlayıp karaktere doğru dönüşüm sıralamasını verdiği-miz olguların mantığına göre, sadece her nefesini izleyen birisi farkındalığı sağlamış ve anda kalmış olur. Fakat bu imkânsıza yakındır. Her nefesimizi izlememiz için hayattan kopmamız gerekir adeta. Bu sebepledir ki nefesimizi izleme uygulamasını her boş kaldığımız anda yapıyoruz. Fırsat buldukça, otobüste giderken yalnız başına yolda yürürken… Yalnız kaldığımızda en etkili uygulama nefesimizi izlemek olacaktır. Çünkü bu olayı kökünden engeller. Nefesimizi izlemeyi kaçırmamız hareketlerimize yansır. Hareketleri izleyerek durumu telafi ederiz. Hareketlerimizi izleyemezsek düşünceler oluşur. Düşünceleri izleyemezsek duygularla başbaşayızdır. Duygular izlenmesi en zor olgulardan biridir. Duyguları izlemek için onları oluşturan düşünceler haline parçalamak işimizi daha da kolaylaştırır.

Tepkiler

Bir an içinde öfkelenip sinirlenip tepki veririz ve her şey çok hızlı gelişir. 1-2 dakika içinde kavgayı etmiş ve tartışmayı alevlendirmiş, ateşe odun atmış oluruz.

Herhangi bir şeyden dolayı pişman olmak çok fazla enerjinizi alır. İzlemeyi kaçırmak olumsuz bir şey değildir. Bu yüzden herhangi bir izleme çalışmasını kaçırdığınız için sakın pişman olmayın. Asıl güzellik buradadır. Kasıtlı olarak kaçırmamalısınız ama yine de kaçırırsanız buna daha çok sevinin. Olan olmuştur ve size düşen sadece olana teslim olmaktır. Size daha yüksek enerji verileceği anlamına gelir bu. Nasıl mı?

İş işten geçti tartışma başladı. Artık yumruklar havada uçuyor. Eğer siz bu durumu kavga esnasında fark ettiyseniz ama GURUR yapıyor ve karşı taraftan sakinleşmesini bekliyorsanız işte virüsü yakaladınız. Hemen geri gidin ve olayın nasıl başladığına odakla-nın. Tartışmanın sebebi muhtemelen çok basit bir şeydir. Bunu anımsayın ve tartışmanın sebebini tek kelimeye indirmeye çalışın. Aslında tartışmanın tüm sebebi para diyelim. Buradan daha geri gidin ve “para”nın karşınızdaki kişinin bilinçaltında yer etmiş bir olgu olduğunu düşünün. Bir zamanlar izlemeyi kaçırdığı için aklına gelen “para ile ilgili düşünce” bilinçaltında birikmiş ve öfke olarak kusuyor. Aynı durum sizin içinde geçerli. İşte telafi şimdi başlıyor.

Bu virüsü ters köşeye sıkıştırın;

Kabul edin, bir anda kabul edin. Birden durun ve susun. Ama bu susmanız imalı olmasın. Karşınızdakine odaklanın sadece. Siz sanki orada değilsiniz odada gizli bir kamera var ve o duvara bağırıyor. Sizde o kameradan odayı izliyorsunuz. İşte bu kadar tep-kisiz olun. Yok olun. Sizin orada olmadığınıza inansın artık karı-şınızdaki. Bu esnada içinizdeki fırtınayı izleyin. Sizi zorlayan şey nedir? Sizi tepki vermeye davet eden nedir? Siz tepki vermeyi istemiyorsunuz ki. İstemediğiniz bir şeyi niçin yapasınız? İçimizde bir virüs var. Bizi kontrol eden bir şeyler var, görmüyor musunuz? Kontrolü geri alın ve onun size düşündürdüklerinin tersini söyleyin.

Yüzde yüz haklı olsanız bile virüs “ama sen haklısın” diyorsa “haklı veya haksız yok sadece gereksiz bir tartışma var” diyebilin. Unutmayın, amacımız iyi - kötüye, güzele - çirkine, doğruya - yanlışa odaklanmak değil. Sadece olayı sorgulamak. Öfkelenme anını yaşıyoruz. Bu iyi veya kötü değildir. Objektif bir gözle bakıldığında öfke bize, bilinçaltımızda gizlenmiş, zamanında izleyemediğimiz herhangi bir şeyden kurtulmamız için yardım etmeye çalışıyordur. Bu yardımı alabilmenin tek yolu, öfkeden yardım alarak, tepkisizleşerek o ortamdan uzaklaşmaktır.

Lavaboya gidin ve kapıyı kapatıp aynaya bakın. 2-3 dakika hatta 5 dakika çıkmayın. Yüzünüzü yıkayın. Ve aynaya gülümseyin. “Farkındayım.” deyin.

Sadece 5 dakika!

Odaya geri gelin. Öfke nereye gitti? Öfkeden eser yok! İşte oyun bu. Gözlerinizle görün. Biraz önce ortalık yıkılıyordu kavgadan. Ama şu anda yok. Fırtına nasıl da duruldu. Siz haklı olduğuna inanmıştınız ama “haklı veya haksız olmak” zorunda değil hiç kimse bu sadece öfkelenme anıydı ve bunu karşımızdakine yansıtmak gereksiz bir aktiviteydi, o kadar. Buyrun size kanıtı.

Şimdi baktınız ve ne görüyorsunuz? Öfkelendiğiniz kişi, tartıştığınız insan gönlünüzü almaya çalışıyor. İşte karnınıza dikkat edin tüyleriniz diken diken oluyor değil mi? Acaba bu enerji değil de nedir? Bu enerji bir düşünceyi izleyip yakaladığınızda alacağınız enerjiden binlerce kat fazladır ve 2-3 saat boyunca sizi huzurlu tutacaktır.

Unutmayın, bu virüs her zaman sizi haklı çıkarmaya çalışır. Aynı şey karşınızdaki içinde geçerlidir. O da hep haklı çıkmaya çalışır. İki tarafta “Ben haklıyım.” der ve virüs eline patlamış mısır alır ve sizi sanki bir film gibi izlemeye başlar. Ne yazık ki haklı çıkmaya çalışan her iki tarafta öfkenin iyiliğinden yararlanamamış, hatta zarar görmüştür. Kanmayın. Sadece gülümseyin.

Öfkeden kurtulmak diye bir şey yoktur. Öfke, kurtulmak zorunda olduğumuz bir şey değildir. Öfke bize yardım eden bir mekanizmadır. Görevi ise içimizde kalmış olan pislikleri biz hastalanmayalım, zarar görmeyelim diye dışarı atmamızı sağlamaktır. Bir temizlenme sistemi gibidir.

Böbreğimizden kurtulalım diyor muyuz? Böbreğimizi seviyoruz ve zarar görmesi durumunda ne kadar büyük sorunlar doğacağını biliyoruz. İşte ruhani böbreğimiz olan “Öfke”yi sevin ve ona teşekkür edin.

*

Eve geldik ve evde bir tartışmanın başlayacağını sezinliyoruz. Size partneriniz ters bir cümle kurdu. Yumruklar başlıyor.

- Evde yemek yok yiyecek bir şey de yok.
- Siz ona; ben napayım canım çıktı işte yoruldum derseniz
- Sanki ben yorulmuyorum ne demek bu ne yiyeceğiz der
- Sende haklı çıkacaksın ya ego kendini her zaman haklı çı-kartır ya “Hizmetçin mi var? Bana ne, ne yersen ye!” dersin. (Kendince haklısındır, kimsenin hizmetçisi değilsindir)
- Oda sana der ki “Evin parasını kim veriyor, parayı kazanı-yorum veriyorum, sen de bunu yapacaksın…”
- “Bende kazanıyorum, beğenmiyorsan kapı orda.” dersin.
Evet, şimdi geliyor…
- Zaten geçende de sen böyle böyle yapmıştın!

İşte olay buradan sonra kopar. Öfke ve tartışma o anın içinde gizlidir. En azından bu yönüyle öfke çok rahat izlenebilir. Ama temizlenme faaliyetinizi birinin yüzüne yaparsanız işte bu tehlike büyür ve “GEÇMİŞ” teki anılar ortaya çıkar. Burada daha önce anlattığımız düşünceleri izleme uygulamalarından geçmişi izleme uygulamasını düzenli yaptığınızda bu olayı atlatmak zaten daha kolay olacaktır.

Öfke artık parçalara ayrılıyor ve onu oluşturan düşünceler ortaya çıkıyor. Zincir tersine de işliyor. Artık saldırı çift taraflı oldu. Hem düşünceler saldırıyor hem öfke. Birazdan bu savaş büyüyecek ve düşünceler tekrar birleşecek ve yanlarına öfkeyi de alacaklar ve “Nefret” e dönüşecekler.

Baştan alalım;

- Evde yemek yok, yiyecek bir şey de yok

Zilin sesini duydunuz. Evet, boğazınızda doldu kusacaksınız sakın kusmayın hemen kaçın oradan. Tuvalete kaçın ve duş alın. Oradan uzaklaşın. Tuvalette kusarken öfkeyle birlikte bu yazdıklarımızı düşünün ve izleyin. Banyodan çıktığınızda, 10 dakika kadar sonra, savaş başlamamış olacaktır. Ve gülümseyin. Gidip sarılın eşinize. O ne derse desin, artık öfke size yapacağı iyiliği yapmıştır. Tartışma başlamayacaktır. Sizde tartışmanın sonunu biliyorsunuz, bu seferlik siz yemek olayını halledin. Bu sefer siz bir adım attığınızda eşiniz size bunu on adım olarak geri verecektir. Emin olun bundan.

Eğer kaçamıyorsanız da ne yapın ne edin sakın cevap vermeyin. Bırakın karşınızdaki bağırsın. Unutmayın, o şu an kendinde değil. Ne yaptığının farkında değil. Ona bakınca sinirli bir insan görmek yerine onunla yaşadığınız en güzel anları zihninizde canlandırın. İlk tanıştığınız günleri hatırlayın. Sizi ne kadar sevdiğini hatırlayın. Bir anda gülümseyeceksiniz. Onun en tatlı hallerini anımsayın. O sizi çok seviyor bunu hatırlayın. Şu an kendinde değil sadece. Virüs size bunun tam tersini yaptırıyor. Onun öfkeli halini gösteriyor. Aslında öfkelenmesi kötü değil ki. İçindekileri dışarı atıyor. Sevdiğiniz insan içindekileri dışarı atmasa ilerde hastalanacak. Siz de cevap vermeden tepki vermeden onun iyiliği için olan bu faaliyeti tepkisizce izlemelisiniz.

Kıskançlığı İzlemek:

Duygular daha öncede açıkladığımız gibi çeşitli düşüncelerin be-lirli oranlarda birleşmesi ve birikmesi ile oluşurlar. Kıskançlık da onu meydana getiren düşüncelerin izlenememesi sonucunda yani düşünceleri izlemek kısmındaki kaçırdıklarımızın birikmesi ile oluşur.

Biz eğer kıskançlığı, onu oluşturan düşünceler halinde parçalayıp her bir düşünceyi izlersek kıskançlığı da izlemiş oluruz. Düşünceleri izlemeyi artık uyguluyoruz hayatımızda ve yeni duyguların bizim isteğimiz dışında oluşmasını engelleyebiliyoruz. Fakat bu uygulamalara başlamadan önce geçmişimizden gelen düşünce birikintileri ile oluşan duygularımızı da izleyip bizim kontrolümüz dışında gerçekleşmesini engellememiz gerekmektedir. En başından beri anlatıldığı üzere amacımız duygulanmamak veya kıs-kanmamak değil aksine bunları yaparken sadece bunları yaptığı-mızın farkında olmak ve bizim onayımız olmadan bunların gerçekleşmemesi gerektiğini görebilmektir.

Kıskançlığın da tıpkı öfke gibi gerçekleşmesi için başka bir kişinin varlığına ihtiyaç vardır. Bu da demek oluyor ki yine tepkiler olacak yine tartışmalar olacak ve iki taraftan birinin durması gerekecek. Birini kıskanmak iyi veya kötü değildir. Farkındalık zaten bir şeyin iyi veya kötü olmadığını idrak edebilmektir. Burada asıl sorulması gereken soru her zamanki sorunun aynısıdır;

- Kıskanmayı ben mi istedim yoksa birde bakmışım ki kıskanıyor muyum?

Bu soruya gerçekten evet cevabı verebilecek insan sayısının fazla olmadığı kanaatindeyim. Genelde kimse birini kıskanmayı istemez ve bu duygu kendiliğinden yani bize sorulmadan gerçekleşir. Bu durum bizi kontrol eden virüsün yine devrede olduğu ve bizim yerimize bizi kontrol ettiği gerçeğini tekrar bize göstermektedir.

Kıskanma eylemimizin gerçekleştiğini gördüğümüzde birini kıs-kandığımızın artık farkındayızdır. Tabi burada farkında olamayacak kadar duyguların esiri olmuş durumda da olabiliriz. Burada uygulamaları verdiğimiz sıralamada gidersek muhtemelen birini kıskandığımızı görebilecek duruma geliriz. Herhangi bir düşünceyi izlerken bunu birden görebiliriz.

Kıskandığımızı fark ettikten sonra bu duyguyu oluşturan düşünceleri bulmamız gerekir. Bulduktan sonra ise düşünceleri izleme yönteminde olduğu gibi izleyerek yorumsuz ve tarafsızca hatta gülümseyerek bu düşüncelere yenildiğimizi izleyip “Farkındayım.” demeliyiz.

Kıskançlık eyleminin nasıl izlendiğini bir ilişkiden yola çıkarak açıklayalım.

Gerçekleşen Durumlar

1) Partnerinizi aradınız ve birkaç saat boyunca ona ulaşama-dınız.
2) Partnerinizle yolda yürürken sizden fiziksel olarak çok da-ha üstün birileri ona selam verdi.
3) Partnerinizin sürekli telefonu çalıyor ve mesaj geliyor.

Virüsün gönderdiği düşünceler

1) Yanında kim var acaba? Yoksa tahmin ettiğim kişi mi?
2) Bunlar da kim? Pis pis gülümsüyorlar bana benden önce onlarla beraber olmuş herhalde…
3) Başka biri var kesin.

Tartışmalar
1) Telefonu neden açmadın?
- Uyuyakalmışım, görünce aradım seni.
Boş versene kiminleydin? Doğruyu söyle
- Doğruyu söylüyorum. Uyuyakalmışım.
(Siz buna peki öyle olsun deyip kafa salladınız fakat bu duygunun bir kısmı kıskançlık olarak paketlendi.)

2) Numaradan bir gülümseme ile selam verdiniz. Daha sonra baş başa kalınca;
Kim bunlar? Neden sana selam verdiler?
- Okuldan arkadaşlar. İyilerdir öyle muhabbetimiz var biraz.
Boş versene şu uzun boylu olan senden hoşlanıyor çok belli.
- Nereden çıkardın şimdi bunu? Bana güvenmiyor musun?
Bunun güven ile alakası yok.

(Konu tartışma ve kavga bitince kapandı. İkinci düşüncede buradan gelerek paketlendi)

3) Kim arıyor sürekli kim mesaj atıyor? Yoksa yolda gördüğümüz çocuklar mı diyorsunuz gülümseyerek ve alaycı bir tavırla.
- Yeter artık ama kapattık o konuyu sanıyordum. Arkadaşımla mesajlaşıyoruz morali bozukmuş.
Eminim öyledir. Neyse tamam.

(Konunun kapandığını sanıyorsunuz ama üçüncü düşünce de bu-radan geldi ve önceki düşünceler arasında bağ da kuruldu.)


Bu düşünceleri siz istemeden virüs size gönderdi. Muhtemelen siz de bunları izleyemediniz. Bu düşünceler paketlenip birleştirildi ve güçlenmiş halde “kıskançlık” olarak karşınıza çıktı. Burada önemli olan bu paketlenen düşünceleri dürüstçe görüp kabul etmek. Duyguyu oluşturan düşünceleri bu şekilde analiz edebilirseniz onları izlemeniz çok kolay olacaktır.



Nasıl İzleyeceğiz?

1) Bunu düşündüğümü hatırladım. Ona ulaşamadığım için kafamda kurmuştum bir şeyler. Bunu zihnimde ben üret-tim. Daha sonra zihnimde ürettiğim şeyin gerçek olduğuna inandım. Şimdi farkındayım bunun ve buna gülümsüyorum. Virüs orada beni kontrol altına almış.
2) Yolda selam veren kişileri kontrolümü ele geçiren virüs bana farklı gösterdi. Burada onlarında partnerimin de bir suçu yok. Önyargılı davrandım. Şimdi farkındayım. Gülümsüyorum. O esnada virüs beni kontrolü altına almış.
3) Telefon çaldığında arayan kişinin niçin ailesinden biri olduğunu düşünmek yerine kafamda onu başka biri olarak kuruyorum? Sebebini biliyorum çünkü beni esareti altına alan ve izlemem gereken virüs böyle yaparak canımı yakmak istiyor. Çünkü onun görevi bu. Benim görevimde tetikte durarak onun bunu bana yapmasını engellemek. İzliyorum ve gülümsüyorum. Ben temiz düşünürüm. Önyargılı davranmama sebep olan virüsü yakaladım. Şimdi farkındayım ve ona gülümsüyorum.

Kıskançlık sebebi olan tüm durumlarda bu tür bir analiz yapılması olayı kolaylaştıracaktır ve duyguyu düşüncelerine parçalayarak analizimizi tamamlayacağız. Elbette düşüncelerimizi düzenli şekilde izlersek zaten bu olaylar olduğu esnada kontrolü kaybettiğimizi göreceğimiz için yukarıdaki örnekte anlattığımız olaylar daha oluşmadan farkındalığı sağlayacağız. Düşünce halindeyken izlediğimiz bu olaylar ilerde bize kıskançlık duygusu olarak zaten gelemeyecek. Örneğimizde düşünceleri izlemeyi kaçırdığımızı ve artık düşüncelerin birleşerek duygulara dönüştüğünü varsaydık.

Kıskanmak İyi Veya Kötü Değildir

Kıskanan insanlar hep aynı bahanenin arkasına sığınacaklardır. Virüs bu şekilde onları haklı çıkarmayı her zaman başarmıştır. “Ben bunları seni çok sevdiğim için yapıyorum”.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta kıskanmanın bizim kontro-lümüzle olup olmadığıdır. Eğer sen şurada oturup yarım saat boyunca partnerimi kıskanayım sonrada moralimi bozayım demediysen ve kıskançlık tartışmaya dönüştüyse hemen kafanı az birşey yukarıya kaldırıp gizli kameranın seni kaydettiğini gör. Sonrada kameraya el salla. İşte onu suçüstü yakaladın. Nasılda seni haklı çıkarmaya çalışıyordu.

Birini seviyorsan ona güvenmek zorundasın. Burada güvenmek elbette lafta olmamalı. İnsan zihninde daha önce yaşadığı bir aldatılma geçmişinden dolayı güven problemi yaşar. İlk ilişkilerini yaşayan gençlerde iki tarafın birbirine güvenmesi daha fazladır. İlişki deneyimleri arttıkça güvensizlik problemi de artacak ve daha önceki tecrübeleri -eğer geçmişi izleme uygulamaları düzenli yapılmadıysa- virüs aklımıza getirecektir.

Kıskanmak yanlış veya doğru iyi veya kötü değildir. Sadece kıskanmak bizim kontrolümüzde olmalıdır. Kıskançlığın hastalık boyutunda olan durumu geçmişte bir tecrübe olmamasına rağmen yaşananıdır. Siz geçmişte benzer bir durumda aldatıldıysanız benzer bir olay yaşandığında tekrardan bunu anımsamanız normaldir. Fakat ortada hiçbir şey yok iken sadece basit bir olaydan dolayı kıskanma sonucuna ulaştıysanız psikiyatrik yardım almanız gerekebilir.


Eğer kıskanma faaliyetine geçmişte yaşadığımız tecrübelerden yola çıkarak ulaştığımızı fark ettiysek bu problemin nasıl üstesinden geleceğimize bakalım.

Unutulamayan İlişkiler

Geçmişi izleme ve geçmişe dair anılardaki virüsleri silme uygu-lamalarında daha öncede açıkladığımız gibi daha önce yaşadığımız olumlu ya da olumsuz deneyimlerimizi virüs bize hatırlatmadan önce biz kasıtlı olarak hatırlayıp o olayları tekrar yaşamalı ve yüzleşmeliyiz. O olayları kafamızda tekrar canlandırdığımızda işte ancak o zaman o olayların hatırlanması üzerine zihnimizin hangi komutu vereceğine karar verebilir bunu hafızamıza kaydedebiliriz.

Bilgisayar programları da komutlar ile çalışır. Siz bilgisayara bir ön koşul yüklersiniz ve o koşul gerçekleştiğinde bilgisayar sizin daha önceden belirlediğiniz şeyi yapacaktır. Bilgisayar yazılımları bu şekilde oluşturulur.

Benzer bir durum bizim için de söz konusu. Daha önce yaşadığı-mız ilişkiler durup dururken virüs tarafından aklımıza getirilir. Aklımıza getirildiğinde biz o olaylar hakkında tekrardan detaylı yorum yapmaya başlarız ve üzülme moduna geçeriz. Üzülmemiz için virüs, sürekli olarak kendimizi haklı çıkaracağımız durumları hatırlatır. Virüs bizim enerjimizi emerek beslenir ve büyür. Enerjimizi emmesinin tek yolu da bizi üzmektir. Biz üzüldüğümüz de virüs güçlenecek ve daha şiddetli olarak saldıracaktır. Bu saldırılar ise hatırlatmaları ve yorumları arttırması ile gerçekleşir.

Şimdi virüse fırsat vermeden eski ilişkimizi hatırlayalım ve onu analiz edelim. Yaşadığınız güzel günleri hatırlamak ile işe başlayın. Daha sonra dikkatlice izleyin. Güzel günlerin ardından mekanizma size o güzel günleri şimdiki ilişkinizde yaşayamayacağınıza sizi programlamaya çalışacaktır. Bir süre sonrada geçmişte yaptığınız hataları ve tartışmaları gözünüzün önüne getirir. Size keşke yapmasaydım dedirtmeyi hedefler. Aslında geçmişte o olayları yaşarken o olayların hepsini siz virüsün kontrolünde yaptınız. Onun kontrolünde yapmasaydınız zaten size bunları hatırlatamazdı. Hiçbirimiz virüsün bize hakim olmadığı çocukluk dö-nemlerimizi hatırlayamayız. Virüs hiçbir zaman bize çocukluğu-muzda eğlendiğimiz güzel günleri hatırlatmaz. 50 yaşında biriyle konuştuğunuzda size hep gençlik dönemini anlatacaktır. Sonrada muhtemelen keşke ile başlayan cümleler kuracak ve derin bir ahh çekecektir.

Komutları değiştirin

Eski ilişkinizi düşünmeye devam ederken acı hatıraların gelmesini beklediniz ve onlar geldi. Şimdi uygulama başlıyor. Kafanızı hafif yukarı kaldırın ve gizli kameraya el sallayın. Artık farkındasınız ve gülümsediniz. Şimdi o hatırların teker teker anlamlarını değiştirme zamanı.

- Eski sevgilinizle güzel bir gün geçirdiniz. Unutamayaca-ğınız kadar çok eğlendiniz. Sonrasında onunla tartışmaya başladınız. Birkaç ay sonra ise onun başkasıyla görüştü-ğünü düşündünüz ve kıskançlık arttı. Sonra ise size karşı soğuk davranmaya başladı. Siz bunların hepsini onu çok sevdiğiniz için yaptığınızı söylediniz ve barışmak istediniz. Ama o sizden ayrıldı.

Verilen örnekteki olguyu iyi analiz edersek bu duruma iki farklı şekilde yaklaşabiliriz. Bardağın boş ve dolu tarafı olarak.

Bardağın boş tarafından bakmak ; “Onu çok özledim, kimse onun gibi sevmeyecek beni. Onun gibi birisini bulamıyorum. Onu tekrar arasam da bir şey değişmeyecek. Ne yaptım ben çok pişmanım…”

Bir de bardağın dolu tarafına bakalım;

“ Evet bu olayı bana virüs hatırlatıyor. Madem eski defterleri açtık düşüncelerin komutlarını değiştirip virüslerini sileyim. Eski sevgilimle çok güzel günler yaşadık. Ondan çok şey öğrendim. Hatalarımı şimdi daha iyi görüyorum. Ondan ayrıldım çünkü beni bekleyen daha güzel bir ilişkim oluyor. Artık daha donanımlı ve farkındayım. Eski ilişkime teşekkür ediyorum. Bana çok şey kattı. Onun sayesinde artık iyi bir ilişkinin nasıl olacağını daha iyi biliyorum. Hayat karşıma dört dörtlük birini her zaman çıkaracaktır. Eski ilişkimle karşılaşmadan önce de birilerini bulamayacağımı düşünmüştüm. Şimdide beni aynı tuzağa düşürmeye çalışıyor. Fakat farkındalığım arttıkça beni bekleyen güzel sürprizlere hazırlık yapıyorum. Artık eski sevgilim her aklıma geldiğimde “Ona teşekkür ettiğimi” hatırlamak istiyorum”

Bu cümleleri tekrar ettiğinizde gülümseyin ve kameraya tekrar el sallayın. Virüs bir süre sizden uzaklaşmak zorunda kalacaktır. Bu cümleleri söyledikten sonra birkaç saat boyunca huzurlu ve rahat olacaksınız. Fakat birkaç gün sonra pusudan tekrar düşünceler çıkacaktır.

Eski sevgiliniz aklınıza tekrar geldiğinde ise tekrar kameraya bakarak el sallamalısınız. Şimdi ise ona şu cümleleri söyleyin;

“Ben bu filmi daha önce izledim. Sonrasında ise eski sevgilime teşekkür ettim ve onun bana çok şey kattığına karar verdim. Bu durum daha güzel bir ilişkimin olacağının habercisidir.”

Prof. Dr. Sinsi 08-21-2012 12:03 AM

Farkındalığın Farkındalığı - Oğuzhan Korkmaz (2007-2012)
 

2. bölüm

KUANTUM YAŞAM



Kardeşim,
Sen düşünceden ibaretsin.
Geri kalan, kan ve kemiksin.
Gül düşünür, gülistân olursun.
Diken düşünür dikenlik olursun.
MEVLANA



Kuantum Düşünme Mekanizması

“Kuantum Düşünme” kavramının ne olduğunu basitçe anlamaya çalışalım. Günümüzde bilim adamları atomların hacimsel olarak büyük kısmının boşluk olduğunu görmüşlerdir. Yapılan araştırma-larda bir atomun hacimsel olarak yüzde 99’unun boşluk sadece yüzde 1’inin çekirdek ve elektronlardan meydana geldiğini öne sürmektedirler. Atom halen teori olsa da günümüzde kuantum fizikçilerinin görüşü bu yönde yoğunlaşmaktadır.

Her madde atomlardan oluştuğuna göre şekildeki silgi de atomlardan oluşmuştur. Silginin bir atomunu ele alalım.

Bir silgi atomunun hacimsel olarak yüzde 99 u boşluk ve yüzde 1 i çekirdek ve elektronlardan oluşmaktadır. Silgi milyonlarca atomdan oluştuğuna göre bu atomlar yan yana gelerek silgiyi oluşturmaktadır.

Bu durumu da silginin yüzde 99 u boşluk ve sadece yüzde 1 i çekirdek ve elektronlardan oluşmalıdır. Yani silginin yüzde 99 u boşluktur. Peki biz silgiye bakınca niçin boşluk görmüyoruz? Aslında boşluğa bakıyoruz.

Bir adım daha ileri gidelim;

Çekirdek nötron ve protondan oluşuyor. Atomun hacimsel olarak çok az bir kısmını kaplayan çekirdek sizce nasıl bir yapıdır? Birçoğumuz onun çok sert ve inanılmaz yoğun olduğunu düşünüyor olabilir. Fakat yapılan çalışmalarda çekirdeğin de içinin boş olduğu görülmüştür. Hatta bu çalışmalarda zaman zaman çekirdeğin ve elektronların yok olup bir süre sonra tekrar belirdiği saptanmıştır.

Peki, bu nasıl olmaktadır?

Silgiye baktık. Boşluk olan silgiyi görüyoruz. Silginin boşluk olmayan kısmına baktık, çekirdeğine ve onunda içinin boş oldu-ğunu hatta zaman zaman yok olup yeniden belirdiğini gördük.

Peki, elektronlar ve çekirdek neye göre yok olup belirmektedir?

Yapılan deneyler sonucu silginin var olduğunu düşünmemiz ve ona inanmamız silgi atomundaki çekirdeğin ve elektronların be-lirmesine sebep olmaktadır. Öyleyse madde dediğimiz şey aslında sadece düşüncelerimizin ürünüdür.

O zaman biz her şeyi düşünerek oluşturmaktayız diyebilir miyiz?

Hayatımızı, seçimlerimizi, hastalıklarımızı, duygularımızı, isteklerimizi…

Bir silgiyi düşünerek oluşturuyor ve gerçeklik haline çeviriyorsak, tüm hayatımızı isteyip şekillendirmemiz mümkündür diyebilir miyiz?

Sürekli “Çok sıkıldım.” diyen biriyseniz hayatınız boyunca huzursuz olmaya devam edersiniz. Neden mi? Çünkü buna inandınız. Bunun yerine çok mutluyum diyebilmeyi adet haline getirseniz buna inanmış olacaksınız ve beyninizde mutlu bir dünyayı projekte edeceksiniz.

Tüm dünyayı, görüntüleri, insanları biz projekte ediyoruz. Kafamızda kuruyoruz. Fakat bizim kontrolümüz dışında olan bir virüs bunu kontrol ediyor ve bize sormadan görüntüler aktarıyor ve biz bilgisayarı görüyoruz ağaçları doğayı görüyoruz. Bu gördüklerimizde kısıtlı şeyler. Sadece bilinç çipimizde kayıtlı olanları görüyoruz. Kim bilir, göremediğimiz ve duyamadığımız neler var?

Eğer bu oyunu görebilirseniz bu oyunun kurallarını çözerseniz ki bunu farkındalık ile yapıyorsunuz işte o zaman kontrolü ele alırsınız ve sadece kendi istediğiniz hayatı yaşarsınız ve istediğiniz şeyleri elde edersiniz.

Düşünceler ancak yargılar ve beklentiler ile şekillenir. Gözlerimiz hayata açılan bir pencere gibidir fakat sadece bakmak istediğimizi bize gösterir. Gözlerimiz sadece gösteren bir pencere olmalıdır. İşte bu pencere farkındadır ve yargısızca tarafsızca etrafı izler. Her şeye tanık olur.

Biz istersek, gerçekten de hayalimizde son model bir arabaya bindiğimize inanırsak ve bunu sürekli tekrar edersek bir süre sonra o arabaya sahip olduğumuza inanırız. Rock müzik dinleyen insanlara dikkat edin. Ellerinde hayali bir gitar tutarlar ve sanki gitarı çalıyorlardır. Gerçekten de gitarı çalsalar aynı o kadar zevk alacaklardır. Buna “HİSSETMEK” diyoruz. İnsan kendinden geçti-ğinde artık zihniyle arasındaki virüsü devre dışı bırakır ve her istediğini yaşayabilir her istediğine inanabilir. Eğer siz ısrarla istediğinizin olduğuna inanır ve hissederseniz istediğinizin olmama ihtimali yoktur.

Bir insanın zihninde gerçekleştirebileceği en büyük ve en güçlü olgu her isteğinin gerçek olmasıdır. Ya da dinlerdeki “cennet” kavramı… Nedir cennet? Her istediğinin anında gerçek olması. Şimdi anında gerçek olmuyor çünkü arada zihnimizde kayıtlı zaman kavramı kısıtlaması var. Eğer zaman kavramını zihnimizden atarsak işte o zaman cennete ulaşmış oluruz. Bu yanılgıdan kurtulmak için ise son bölümde anlatacağımız “Teslimiyet” kavramını iyi anlamak gerekiyor.

Hayatınızdaki tüm isteklerinizi düşüncelerinizle oluşturmaya hazır mısınız?


1)KUANTUM DÜŞÜNME (Pozitif Düşünme)


“Madde yoktur, her şey düşünceden ibarettir.” teorisi günümüzde kuantum fiziğinin temellerini oluşturmaktadır.

Her şey bizim düşüncelerimizden ibaret olduğuna göre, oluştur-mak istediğimiz ve hedeflediğimiz her şeyi düşünerek gerçekleştirmek de bizim elimizdedir. Bu sebeple ilk bölümde farkındalık eğitimi ile düşünebilme kabiliyetinin hâkimi olmayı açıkladıktan sonra şimdi düşünceleri oluşturma kısmına geçiyoruz.

Düşüncelerimizle oluşturacağımız her gerçekliğin bizim onayımız ve kontrolümüzde olması gerekmektedir. Bu sebepledir ki ağzımızdan çıkan her kelimeyi iyi izlemeli ve söylediklerimize çok dikkat etmeliyiz. Ağzımızdan çıkan cümleler ve aklımızdan geçen düşüncelerimiz olumsuz olursa olumsuzlukları oluşturmaya devam ederiz. Bu sebepledir ki istek cümlelerimiz büyük önem taşımaktadır. İsteklerimizle kendi hayatımızı şekillendirirken ilk dikkat etmemiz gereken husus ağzımızdan çıkan her şeyin gerçek olduğundan kesinlikle emin olmamız ve buna inanmamızdır. Kuantum uygulamaları, bizim için farkındalık uygulamalarıyla birlikte daha kolaylaşacaktır.

Bu durumun günümüzde artık bilimsel kanıtları olduğunu yukarıda açıklamaya çalıştık. İnsan zihni olumsuzluklar olmadan olumluyu kavrayamayacak şekilde bir zihin yapısına sahiptir. Bu sebepledir ki bir şeyi kaybedince değerini anlarız, istediğimiz bir şeyi elde edemediğimiz zaman üzülürüz. Hiçbir zaman istedikleri olmayan bir insanın ardından sevinç çığlıkları attığını göremezsiniz. Peki neden bu durum böyledir? Niçin biz önce isteklerimize odaklanıp sonra onların olmadığını görünce üzülürüz? Bu durum yukarıda anlattığımıza ters değil midir? Zaten her istediğimiz gerçek oluyorsa niçin istediklerimizi elde edemediğimiz anlar yaşıyoruz?

Zihnimizde şekillendirdiğimiz istekleri gerçekleştirirken geçmişteki bastırılmış bilinçaltımızda kalan olumsuz düşünceleri de hesaba katmak gerekiyor. İlk bölümdeki farkındalık uygulamalarında değindiğimiz düşünceleri izlemek uygulamaları bu sebeple büyük önem taşıyor. Farkındalık uygulamalarını aksatmadan gerçekleştiren bir bireyin kuantum düşünme mekanizması ile isteklerini elde etmesi çok kolay olacaktır.

Biz şu an istediklerimize sahip değilsek bunun sebebi zamanında izleyemediğimiz düşünce faaliyetleridir. Günümüzde ekonomik durumu kötü olan insanları incelediğimizde sürekli olarak paralarının olmadığını vurguladıklarını görürüz. Peki, bu da bir düşünce olduğuna göre biz bu düşünceyi tekrar ederek bu gerçekliği yaratmış olmaz mıyız?

Farkındalıkta yorum ve yargılar olmaz. Doğru – yanlış, iyi - kötü kavramları yer almaz. Bu sebepledir ki siz ne söylerseniz o gerçekliği oluşturursunuz. Çünkü zihniniz bu söylediğinize inanır ve artık onu kabul eder.

Evreni Alaaddin’in sihirli lambası olarak düşünürsek aslında bize tek sorduğu şey şudur;

“Ne istiyorsun?”

Fakat insanoğlu zihnindeki algılama farklılığı sebebiyle olumsuz-lukları dile getirir ve bu soruya çoğu zaman farkında olmadan olumsuz cevap verir. Kendi hayatı hakkında sürekli olumsuz yorumlarda bulunur.

Lambanın cini size soruyor. “Buyur, ne istersin?”

Sizin verdiğiniz cevap ise aynen şöyle oluyor;

“Param yok, durumlar kötü. Kriz var ve işler yolunda gitmiyor.”
Çıldırdınız mı? Size ne istediğinizi soruyor. Niçin isteklerinizi söylemek yerine olumsuzlukları dile getiriyorsunuz?

“Ben para istiyorum. İşlerimin düzelmesini istiyorum.” demeniz gerekir. Bunu dediğinizde ve diğer uygulamalarla bunu desteklediğinizde isteklerinizi gerçekleştirmeniz kaçınılmaz olacaktır. Fakat dikkat edilmesi gereken mesele sadece istediklerinizi söylemenizdir. Burada elbette istekleri söylemenin birtakım kuralları da olacaktır.

Bir arkadaşımızla sohbet ederken ona nasıl olduğunu sorarız ve aldığımız cevaplar genellikle olumlu devam ederken bir süre sonra “ama” diye başlayan olumsuz cümleler ile birleştirilir. Bu birleştirmenin sebebi nedir? Acaba bunu izleyebiliyor muyuz? Bunu yaptığımızın farkında mıyız?

Konuşmalar sırasında birisi geliyor ve “Çok yalnızım.” diyor. Lambanın cini size ne istediğinizi soruyor sadece, ne çabuk da unuttunuz. “Yalnızım.” da nereden çıktı. Sadece isteklerinizi söyleyeceksiniz. “Yeni bir arkadaş, yeni bir eş istiyorum.” İşte söylemeniz gereken.

Kuantum düşünme kısmında ele aldığımız bu yaklaşımı farkındalık uygulamalarında anlattığımız düşünceleri izleme kısmı ile birlikte düşünüp “ağzınızdan çıkanları” dikkatlice izlemeniz gerekir.

Unutmayın sadece elimizde olanlardan bahsedebiliriz. Olmayanlardan değil. Eğer elimizdekileri net olarak ortaya koyabilirsek neler yapabileceğimizi daha iyi şekillendiririz.


2)KUANTUM OLUMLAMA (İstemek, Dua etmek)

"Ne zaman gökyüzüne bir nefes, bir dua gönderdin de, ardınca ona benzer bir iyilik gelmedi? Dikkat etsen, her an uyanık olsan, yaptığın işin cevabını görürsün. İşaret dilini iyi bilen kişiye açık söz söylemeye ihtiyaç var mı?" (Mevlana)

Farkındalık sahibi ve pozitif düşünen birinin isteklerinin gerçekleşmeme ihtimali yoktur. Bir isteği ele alalım. "Para sahibi olmak" istediğinizi varsayalım. Siz bu isteğinizi söylediğinizde o isteğiniz yola çıkar. İşte o yoldayken farkındalık konusunda anlattığımız virüs devreye girer ve “bak olmadı” şeklinde telkinler ile kafanı karıştırmaya çalışır ve isteğini engelleyecek hamlelerde bulunur. Farkındalık uygulamalarıyla sizi kontrol eden virüsü yenerseniz isteklerinizin önünde bir engel kalmayacak ve doğrudan onu ulaştıracaksınız. Elbette elimizdekileri iyi analiz edip, şükredip “Olmuyor işte!” dememeli, isyan etmemeliyiz. İsyan etmek, virüse yenik düşmektir.

Olumlama nedir?

Olumlama bir isteği düzenli olarak tekrar edip dile getirmektir. Dinlerde dua denen şey budur. Olumlamalar belirli kurallara göre yapılır. Öyle ki kutsal kitaplarda bile nasıl dua edileceği anlatılmıştır. Yaklaşık 21 gün - 1 ay aralığında yapılan pozitif olumlamalar, inanışlarınızın yerini alarak yaydığınız titreşimleri değiştirecek ve hayatınızdaki istekleriniz gerçekleşecektir. Ayrıca, bilinçaltınızda yeni ve yaratıcı düşünceler oluşturmanıza da yardım edecektir.

Gün içinde söylediğimiz sözlerin, dinlediğimiz şarkıların, verdi-ğiniz tepkilerin hayatımıza önemli etkileri vardır.

"Çok yalnızım"
"Çok şansızım"
"Durumlar yine kötü"
"Çok beceriksizim"

İşte çoğu insan farkında olmadan bir takım düşünceleri istekler olarak seçiyor ve gönderiyor. Söylenilen bu cümleler şaka mahiyetinde olsa bile bilinçaltımız bunu bir istek olarak algılayıp gerçekliğe dönüştürmek için çalışmaya başlıyor. İşte tam da bu sebepten dolayı olumlamalar rastgele hazırlanamaz. Kelimesi kelimesine özenle seçilmelidir.

Olumlama (Dua) Nasıl Yapılmaz?

1)Olumlamalar şarta bağlı olmamalıdır.

- Yalnız başıma iş kurarsam başarılı olurum. (-se, -sa eki ile olumlama yapılmaz.)

Doğrusu;

- Ben işlerimde başarılıyım.(dır)

2)Zorunluluk içermemelidir.

- Sakin olmalıyım. ( -malı, -meli eki ile olumlama yapılmaz)

Doğrusu;

- Sakinim.(dir)

3) Gelecek zaman öğesi içermemelidir. İsteklerimizi geniş zaman ve şimdiki zamanda dile getirmeliyiz.

- Her şey çok güzel olacak. (-acak, -ecek eki ile olumlama yapılmaz)

Doğrusu;

- Her şey çok güzel.(dir)
4) Olumsuz anlam içermemelidir.

- Geri dönmek istemiyorum. (istemediğimizi söylemiş ol-duk)

Doğrusu;
- Burada kalıyorum.(dur)

Olumlama Nasıl Yapılır?

Öncelikle isteğimizi belirleriz. İsteğimizi belirledikten sonra bu isteğimiz ile ilgili cümlelerimizi kurallara uygun biçimde kurarız. Daha sonra bu yazdığımız cümleleri düzenli olarak sabah uyandı-ğımızda ve gece yatmadan önce yaklaşık bir ay kadar süreyle okuruz. Her ay bir isteğimizi netleştirmek daha doğru olacaktır. Olumlama cümlelerimizi belirledikten sonra bir sonraki konuda anlatacağımız “Kuantum İmgeleme” yöntemleri ile detaylandıra-cağız ve artık isteğimizle bütünleşeceğiz.

Olumlama cümlelerimiz daima olumlu olmalıdır. “Hasta olmak istemiyorum.” yerine “Sağlıklıyım.” gibi tamamen olumlu keli-melerden seçilmiş kalıplar kullanmalıyız.

• “İstiyorum.” yerine “Sahibim.” demeliyiz.
• “Hak ediyorum.” ve “Öğreniyorum.” öğeleri ekle-meliyiz.
• “Biliyorum.” ve “Oluyor.” ifadelerini kullanmayın. İsteğinize zaten sahip olduğunuza tüm kalbinizle inanın.


3)YARATICI İMGEMELE

(İlham, Yaratıcılık, Kuantum Onaylama)

“Bunun için size diyorum ki, duayla dilediğiniz her şeyi daha şimdiden almış olduğunuza inanın, dileğiniz yerine gelecektir.” (İncil, Mar 11:24)

Kendini bilmek, kendini olabildiğince iyi tanımlayabilmek değildir. Farkındalık, insanın kendini bilmesidir.

Bilim adamları günümüzde cansız hiçbir maddenin olmadığını artık kabul etmiştir. Hayvanlar, bitkiler, taşlar, yıldızlar çevremizde gördüğümüz her şey aslında canlıdır. Elektronlar atomların etrafında döner. Hepsinin potansiyel bir enerjisi vardır. İnsanları üstün kılan taraf ise bu enerjiyi insanların kontrol edebilmesidir. Diğer varlıklarda bu durum böyle değildir. Siz hiçbir zaman bir masanın kendini geliştirip üzerindeki vazoyu devirdiğini göremezsiniz.

Kuantum Olumlamalar ile gönderdiğimiz isteklerin gerçekleşmesini bekliyoruz. Bu bekleyiş esnasında isteğinizi daha fazla pekiştirmeye ne dersiniz?

1) Net olarak hedefinizi belirleyin.
2) Net bir fikir ya da görüntü yaratın.
3) Sık sık üzerine odaklanın ve tekrar edin.
4) Ona pozitif enerji yükleyin.
5) Hayatın akışına teslim olun ve başınıza gelen olayları yargılamayın.

İmgeleme kısaca kuantum olumlama ile sözlü olarak istediğimiz şeyleri görüntülü ve yazılı olarak tekrardan pekiştirmektir.

İmgelemek istediğiniz şeyi düşünmek değil, onu sanki gerçekleşmiş gibi hissetmektir. Hissederken isteğinizi yaşıyor gibi davran-malısınız.

Müzik dinlerken gitarı adeta çalarmış gibi yapmak o anı gerçekmiş gibi hissetmektir. O esnada düşünmezsiniz. Düşünmek kıstas belirlemektir ve farkındalık yoksa çoğu zaman kontrolsüzdür. Bir şeyi düşünüyorsanız o düşünme saatlerce sürecektir çünkü farkındalığı bozmaya çalışan virüs sizden sizi düşündürerek beslenir.

Kuantum olumlama ile isterken sadece şimdiki zaman vardır. Bir şeyi hissetmek sadece şimdiki zamanda mümkündür. Bu yüzden hissetmek önemlidir.

İsteklerinizi en az yirmi kez yazmanız, evin 3-5 tarafına bu kâğıtları asmanız ve sürekli görebileceğiniz yerlerde (buzdolabının üstü gibi) bulundurmanız, bir defter veya günlük tutmanız, bir pano oluşturmanız (hayal panosu) ve o panoya fotoğraflar ve yazılar asmanız, arkadaşlarınıza anlatmanız, eğer iki kişi iseniz bu yolda birbirinize destek olmanız ve sabır konusunda yardımcı olmanız elbette güzel ve destekleyici olacaktır.

3. bölüm

TESLİMİYET

İzleme uygulamaları ile enerjimizi güncelledik ve bizi kontrol eden virüsü devre dışı bırakmaya çalıştık. Daha sonra bu uygulamalar ile ruhsal gücümüzü arttırdık ve bu gücümüzü artık kuantum olumlamalar ve imgelemelerle isteklerimizi oluşturmada kul-lanıyoruz. Artık hayallerimizin yerini isteklerimize bırakıyoruz. Çünkü biliyoruz ki istediklerimiz ile gerçeklikleri biz oluşturuyoruz ve hepsi gerçek oluyor.

İsteklerinizi gönderdikten sonra nasıl bir yol izlemeniz gerekiyor. Her olumlamayı yaklaşık bir ay kadar düzenli olarak tekrarladığınızı ve daha sonra bu süre boyunca isteğinizi daha da kuvvetlendirmek için imgeleme yaptığınızı hatırlayın. Bir süre sonra ger-çekten isteğinizle bütünleşmeye başladığınızda teslimiyet devreye girecek.

Bolluk olumlaması yapan birisi bir hafta sonra cüzdanını çaldırsa nasıl bir tepki verir? Ya da mutlu bir ilişki olumlaması yapan birisi terk edilse neler hisseder? Derslerinde başarılı olmak isteyen birisi bir süre sonra sınavında başarısız olursa ne yapmalıdır?

Saydığımız birkaç örnekte bile bu yaşananların sonucunda sinir-lenir, üzülür ya da ümitsizliğe kapılırsanız olumlamanız zarar görür. Aslında burada yaşadığınız olumsuzluklar - ki bunlar size göre olumsuz – sizi isteğinize bir adım daha da yaklaştırıyordur. İşte bu durumlar sizin inancınızı kaybetmenize ve farkındalıktan tekrar uzaklaşmanıza sebep oluyor. İsteğinizin gerçekleşiyor olduğundan hiç şüphe duymamalısınız.

Teslimiyet, isteklerimizi gönderdikten sonra başımıza gelen her olayın – bize göre iyi veya kötü – aslında bizi isteğimize götürdü-ğüne şüphe bile duymadan inanmak ve olayların akışına teslim olmaktır.

Neden teslim olmalıyız, başımıza gelen her şeye? Evrende yaşama ihtimalimiz olan her şey zaten gerçekleşiyor. Biz sadece olumlamalarımız, isteklerimiz doğrultusunda bu ihtimallerden birini seçiyoruz. Zaten her şey gerçekleşiyor. Can sıkıcı, üzücü görünen bir olayın bize bu sıçramayı yaşatmadığından nasıl emin olabiliriz? İsteğimizin gerçekleştiğine o kadar inanmalıyız ki bu sıçramalar sırasında teslimiyetimizi gösterebilelim. Siz başınıza gelen her olayın, aslında ileride başınıza gelecek başka bir olaya işaret ettiğine inanmalısınız. Elinizden bir şey gelmiyorsa, yapabileceğiniz bir şey yoksa üzülmeniz sizi sadece farkındalıktan uzaklaştırır.

Teslimiyet, hayatın akışına kendini bırakmaktır. Basit bir örnekle açıklayacak olursak, koştuğunuz halde otobüsü kaçırdınız. Sinir-lenmeniz bir şeyi değiştirmeyecektir, değil mi? Böyle bir durumda “Öyle olması gerekiyordur.” diyebilmeliyiz. Belki de o otobüse binseydiniz, otobüsten indiğinizde karşıya geçerken size araba çarpacaktı. Olanın ihtimaller arasından en iyisi olduğunu unut-mamalıyız. Bir sonraki otobüse binip ve gideceğiniz yere nasıl olsa gidersiniz.

“AN”I OLDUĞU GİBİ KABUL ETMEK teslimiyettir. Elbette bu hiç çabalamamak anlamına gelmez. Elimizden geleni zaten yapıyor olmalıyız.
“An”ı kabul ettiğinizde farkındalık size destek olur. Yaratıcılığınız ilham olarak devreye girer. Kuantum olumlama kurallarına uygun olarak istediğiniz her şey size bir süreç içerisinde verilir. Ama siz bu süreci anlayamazsınız. Bir de bakmışınız olmuş...
Belki de siz tepkisizce dururken hayatınız için çok önemli bir bilgiye dikkat kesilebilirsiniz.



Oğuzhan Korkmaz
Kişisel Gelişim Uzmanı

Prof. Dr. Sinsi 08-21-2012 12:03 AM

Farkındalığın Farkındalığı - Oğuzhan Korkmaz (2007-2012)
 

Hepinize teşekkür ederim. Hep birlikte kendimizi geliştirdik ve çok şey öğrendik. 12 Ağustosta askerim nereye çıkacağı 10 unda belli olacak ayın. Gitmeden önce sizlere küçük bir hediye bırakmak istedim. Daha fazlasını kitapta bulacaksınız döndüğümde kitapla ilgili çalışmalara yoğunlaşacağım. Bu yazıyı mümkün olduğu kadar çevrenize yaymanızı öneririm. Herkes farkındalığı anlasın ve kendini geliştirsin.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.