ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   ForumSinsi Ansiklopedisi (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=476)
-   -   Sultan 2.Abdülhamid Han - İsrail (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=465479)

Prof. Dr. Sinsi 08-17-2012 03:48 AM

Sultan 2.Abdülhamid Han - İsrail
 


http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg


SULTAN II. ABDÜLHAMİD HAN

Yahûdîler, Arz-ı mev'ud (vadedilen topraklar) üzerinde devlet kurma çalışmalarını hızlandırdılar. İngilizlerin de desteğiyle, bu gayenin tahakkuku için siyonist teşkilâtlar kurup zengin gelir kaynakları temin ettiler. Siyonist hareketlerin başına geçen Theodor Herzl, Filistin'de bir Yahûdî devletinin kurulması için çalışıyordu. Yahûdîler 1870 senesinden îtibaren Filistin toprakları üzerinde zirai yerleşme merkezleri teşkil etmeğe başladılar. Daha çabuk ve kesin bir yerleşme yapabilmek için Herzl, Sultan Abdül-hamid'le görüştü. O'ndan toprak talebinde bulunarak, Filistin'de bir aristokratik cumhuriyet kurmak için izin istediler. Buna karşılık da Osmanlı bütçesinin üç misli para teklif ettiler ve Devletin bütün borçlarını ödeyeceklerini bildirdiler.

Bu isteğe karşı Abdülhamid Han târihimize altın harflerle geçen şu cevabı verdi: "Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana değil, milletime âittir. Milletim, bu devleti kanlarını dökerek kazanmış ve yine kanıyla mahsuldar kılmıştır. Ecdâdımın kanıyle alınan yer parayla satılamaz." Abdülhamid Han ayrıca Yahûdîlerin el altından ve gizli faaliyetlerine karşı da harekete geçti. Filistin'in tamamını arâzi-i şahâne îlân ederek satılmasını yasakladı. Bizzat şahsına bağlı bir orduyu Filistin'de vazîfelendirdi. Kafkas ve Balkanlardaki bir kısım Müslümanları Filistin'e yerleştirdi. Pâdişahın bu faaliyetleri üzerine Yahûdîler, bütün güçlerini Abdülhamid Han'ı tahttan indirme yoluna çevirdiler ve mason yaptıkları yerli hâinlerle işbirliğine giderek bu niyetlerini gerçekleştirdiler.

Berlin Antlaşmasının 61. maddesi, Anadolu'da Ermenilerin yaşadığı vilâyetlerde islahat yapılmasını öngörüyordu. Abdülhamid Han, bu maddenin Ermeni muhtariyetini doğuracağını ve memleketin bütünlüğünü parçalayacağını gördüğü için tatbikattan kaldırdı. Bu maddeyi tatbik taraftarı olan sadrazam ve devlet adamlarını azletti. Bunun üzerine çeşitli Avrupa şehirlerinde ve Amerika'da yetiştirilmiş ermeni ihtilâlcileri, Türkiye'de ihtilâl hazırlıklarına giriştiler. Devletine bağlı ermenileri terörle sindirmeğe ve kendilerine katılmağa zorladılar. Böylece, ihtilâlci ermeniler tarafından doğuda pekçok ermeni vatandaş katledildi. Avrupa'da da, bu katliâmların Türkler tarafından yapıldığı intibaını vermek için kesif bir propaganda başlattılar. Ermeni ihtilâlcileri tarafından Abdülhamid Han, "Kızıl Sultan" îlân edildi. Bunların niyeti Türkiye'de bir ihtilâl hareketi başlattıktan sonra Avrupa devletlerinin müdahâlesini sağlamaktı. Ancak giriştikleri pekçok teşebbüs Abdülhamid Han tarafından Avrupalıları ayağa kaldırmadan bastırılıp söndürüldü. Ayrıca Doğu Anadolu'da Hamidiye alaylarını kuran pâdişah, bölge aşîretlerini kendisine bağladı. Bu olaylarla bölgede asâyişi teminle Osmanlı hâkimiyetini pekiştirdi.

Bu defa Ermeniler de, pâdişahı ortadan kaldırmadıkça Ermenistan'ı kuramayacakları kararına vardılar düşündüler. Avrupa'daki meşhur bir anarşisti para ile tutup İstanbul'a getirdiler. Cuma namazı için gittiği Yıldız Câmii'nde II.Abdülhamid Han'ın arabasına bomba konuldu. Ancak câmiden çıktıktan sonra pâdişahın bir dakikalık gecikmesi hayâtının kurtulmasına vesîle oldu.
31 senelik bunca hâdiseler neticesinde, dış düşmanlar, emellerine ulaşabilmek ve Osmanlı Devleti'nin yıkılmasını sağlamak için Sultan Abdülhamid Han'ın ortadan kaldırılması veya tahttan indirilmesi gerektiğinde birleştiler. Ancak bütün teşebbüs ve gayretlerine rağmen bunu başaramadılar. Binlerce yıllık bir târih gösteriyordu ki, Osmanlı Türkü'nü dışardan yıkmak mümkün değildi. Öyleyse yine târihi entrikalar dönmeli ve Osmanlı Türklüğü içerden parçalanmalıydı. Tezgahlar bu gâye ile çalışmağa başladı. Zâten 1890 senesinde kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin hedefi de, Sultan Abdülhamid Han'ı tahttan indirmek ve Meşrutiyeti îlân etmekti.

İttihatçılar, büyük paralarla Osmanlı devlet adamlarını satın almaya ve kısa sürede pekçok taraftar bulmaya başladılar. Bu cemiyet, 1897'de pâdişahı tahttan indirmek için tertip içine girince, basılarak üyeleri yakalandı. Bunlar idama mahkum edildilerse de cezâları Pâdişah tarafından müebbet hapse çevrilerek yurdun çeşitli yerlerine sürüldüler. Fakat bunlar Paris'e kaçarak yıkıcı faaliyetlerine orada devam ettiler. Ermeni, Yahûdî, Balkan komitecileri, yâni pâdişahın aleyhine olan herkesle işbirliğine başladılar. Müslüman kanı dökmekten zevk alan Bulgar, Sırp, Yunan çeteleri, Abdülhamid Han'ı tahttan indirmek için İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne kucak açtılar.

O zamanlar pâdişaha karşı olmak, adetâ aydın olmanın bir gereği gibi görülmeye başlandı. Maalesef bir kısım sarıklı medrese hocalarından tutun setre pantolonlu Fransız taklitçilerine kadar pek çok kimse ona muhâlifti. Nihâyet bu kesif propaganda ordudaki genç subaylar arasında da yayılmağa başladı. Bâzı subaylar, çeteciliği bir siyâsi hareket kolu olarak benimseyip Osmanlı Devleti'ne karşı komiteciliğe, yâni dağa çıkıp isyana başladılar. Aralarında Enver, Niyazi gibi mâceracı kimselerin de bulunduğu bu subaylar grubu, kendilerine kuvvet sağlayabilmek için Bulgar komitecileriyle ortak hareket ediyorlardı. Selânik'te bulunan Osmanlı III.Ordusu bir âsi ordu hâline gelmişti. Neticede Sultan Abdülhamid Han, II.Meşrutiyeti îlân etmek zorunda kaldı (1908). Abdülhamid Han'ın tahta çıktığı zamanda olduğu gibi bu devrede de, iktidar yetkileri tamamen elinden çıkmıştı.

Silah zoru ile iktidara gelen İttihatçılar, yeni meclisin kurulmasında da çetecilik metodlarını kullandılar. Meclisi kendi adamlarıyle doldururlarken muhâliflerini de kiralık kâtillerle ortadan kaldırdılar. Ancak, bunların iktidarı sağlamlaşırken devlet çatırdamağa başladı.

Memleketin bir baştan bir başa tam bir kargaşa içine düştüğü sırada 31 Mart Vak'ası meydana geldi. İttihatçıların daha önce Selânik'ten İstanbul'a getirip yerleştirdikleri Avcı taburlarına mensup bir kısım asker ve halk ayaklanarak İttihatçılara karşı harekete geçti. Pâdişah, yetkilerinin çoğunu meclise devrettiği için insiyatifini kaybetmişti. Meclis iş göremiyordu. On gün kadar devam eden bu kargaşada İttihatçılar, Rumeli'nde ne kadar Sırp, Bulgar, Rum, Arnavut çetecisi varsa topladılar. Bunların yanına pek az da Türk askeri katıldı. III.Ordu kumandanı Mahmut Şevket Paşa'nın emri altında İstanbul'a gelen bu çetecileri devlet merkezine sokmak istemeyen kumandanlar padişâha mürâcaat ettiler.

Ancak kardeş kanı dökülmesini uygun bulmayan merhametli pâdişah, buna müsaade etmedi. "Bu hareket, benim şahsıma karşı girişilmiştir. Ben, şahsım için, milletimin kan dökmesine aslâ müsaade edemem." dedi. İsyanı yatıştırmak bahanesiyle İstanbul'a giren İttihatçılar ve dağdan inmiş Balkan komitecileri pekçok kan döktüler. Nerede bir sarıklı molla ve hoca gördülerse öldürdüler. Papatya çiçeği gibi beyaz sarıklı molla ve hocalarla dolu İstanbul câmiilerini kurşun yağmuruna tuttular, katliâm yaptılar [4] . Ayrıca isyanın sorumlusu olarak pâdişahı gösterip onu tahtından indirmeğe karar verdiler.

Bu noktada bir Rum mebusun feryadı çok dikkati şâyandır. Şöyle ki; "İttihatçılar bir kısım mebuslarla o zamanki adı Ayastafanos olan Yeşilköy'de yaptıkları gizli bir toplantıda, Sultan Abdülhamid Han'ı tahtından indirme kararı alınca bir Rum mebus; "Yapmayın efendiler! günaftır, günaf. Sultan Abdülhamid Han, bu memleketin nûrudur. Dünyâda denge unsurudur. O'nu tahtından indirirseniz mülkü millet harâb olur. Dünyâ perişân olur." demiştir. O'nun bu feryadını, o zamanın mebuslarından olan ve bu toplantıda bulunan, bilâhere şeriye vekilliği yapan, tefsir yazarı Konya'lı M.Vehbi Efendi çok kişilere nakletmiştir." Ne yazık ki, dünün ve bugünün pek çok kişileri, Sultan Abdülhamid Han'ı, bir Rum mebusu kadar anlayamamışlardır.

İttihatçılar, şer plânlarına kılıf olarak da zorla fetvâ yazdırdılar. Daha sonra Yahûdî Emanuel Karaso, Ermeni Aram Efendi, Arnavut Esat Toptâni, uzun yıllar pâdişahın yâverliğini yapmış olan Laz Arif Hikmet Paşa, pâdişaha giderek; "Millet seni azletti." dediler. Pâdişah; "Hâl' etti demek istiyorsunuz." diye kelimeyi düzelterek [5] , "Ben Türklerin, Müslümanların hâlifesiyim. Hâl' edecekse beni onlar hâl' etmeliydi. Sen yahûdîsin!, sen ermenisin!, sen nankörsün!" diye çıkıştıktan sonra, üç kere; "zâlike takdîru'l azîzil alîm" dedi. Bu kelamdan, saray da, ordu da titredi.

Târihimizin en büyük lekelerinden biri olan bu hâdise, aynı zamanda Türk milletine yapılan en büyük hakâretlerden biridir.

Sultan II.Abdülhamid Han, Türk târihinin ender kaydettiği çok büyük bir şahsiyetti. Dünyâ siyâset târihinin en büyüklerindendi. Onun siyâsi dehâsı cihanşümûldü. Belki de bu büyüklüğü yüzünden anlaşılamadı ve aleyhinde yerli yabancı düşmanlar her şeyi söylediler. Hayâtı, Yahudîler, Ermenîler, Balkan komitecileri ve bütün yıkıcı şer kuvvetleriyle mücâdele içinde geçti.

Sultan Abdülhamid Han tahttan indirilince kendisine pek çok iftiralarda bulundular; "çok adam öldürttü" dediler. Sultan Abdülhamid Han; "Ben kimin nesini öldürtmüşsem, dâva açsın, mahkeme huzurunda benden hak istesin" diye gazetelere îlân verdi. Hiç çıt çıkmadı. Ancak bir kadın; "Kocamı öldürttü" diye mürâcaatta bulundu. Mahkeme, gün tâyin etti. Tam mahkeme günü, kadının kocası gemiden indi. Meğer Trablusgarb'de İtalyanlara esir düşmüş, bilâhere serbest bırakılmış; keramet zuhur etti, o gün geldi. Böylece Ulu Hakan'a iftira atanlar çok mahcub oldular.

Aleyhinde faaliyet gösterenlerin elebaşılarından biri olan feylâsof Rıza Tevfik, devlet elden gidince korkunç pişmanlığını dile getiren, "Sultan Abdülhamid Han'ın Ruhâniyetinden İstimdat" adlı mersiyesinde şöyle feryâd ediyordu:


Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankör ............ bak günâhına.


Târihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, ey koca Sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyâsî Padişâhına.


"Pâdişah hem zâlim, hem deli" dedik,
İhtilâle kıyam etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse, biz "beli" dedik;
Çalıştık fitnenin intibahına.


Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz.
Tükürdük atalar kıblegâhına.


Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,
Bir sürü türedi, girdi meydana.
Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?
Yuh olsun bunların ham ervâhına!


Bunlar halkı didik didik ettiler,
Katliâma kadar sürüp gittiler.
Saçak öpmeyenler, secde ettiler.
.... .... .......... pis külâhına.


Haddi yok, açlıkla derde girenin,
Sehpâ-yı kazâya boyun verenin.
Lânetle anılan cebâbirenin
Bu, rahmet okuttu en küstâhına.


Çok kişiye şimdi vatan mezardır,
Herkesin belâdan nasîbi vardır,
Selâmetle eren pek bahtiyardır,
Harab büldânın şen sabahına.

Milliyet dâvâsı fıska büründü,
Ridâ-yı diyânet yerde süründü,
Türkün ruhu zorla âsi göründü,
Hem Peygamberine, hem Allâh'ına.


Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin
Âhiretten bile himmet eylersin,
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefâat kıl şâhım mededhâhına.
Rıza Tevfik


Sultan Abdülhamid Han devrinde dünyânın dört büyük gücünden biri olan ve 7 milyon küsür kilometrekareden fazla olan ülke; İşkodra'dan Basra Körfezine, Karadeniz'den Sahrâyı Kebîr (Büyük Sahra) çöllerine uzanıyordu. Çeşitli entrika ve iftiralarla O'nu tahtından indirip ülke idâresini eline alan İttihatçılara, Ulu Hakan Sultan Abdülhamid Han; "Eğer Türkiye'yi on sene idâre edebilirlerse bir asır idâre ettik, desinler." demiş ve neticeyi de o anda işâret etmişti.

Nitekim o târihten îtibaren, Osmanlı Devleti hızlı bir parçalanma devresine girdi. Önce Trablusgarb'ı İtalyanlar işgâl etti, sonra Balkan Harbi bozgunu oldu. Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ aralarında anlaşıp Türklerin üzerine çullandılar. Sultan Abdülhamid Han'ın kurduğu Balkan dengesini ortadan kaldırmak suretiyle, aynı Balkan ülkeleri, bu dengeye saygı besleyen Avrupa devletlerini birbirlerine düşürdüler. Dünyânın en şaâmetli hâdiselerinden birisi olan I.Cihan Harbi'ne böylece sebep oldular.

İngilizlerin 1900'lerdeki Hâriciye Vekili olan Edward Grey (ki Osmanlılar aleyhinde ençok faaliyet gösterenlerdendi), Sultan Abdülhamid Han'ın vefâtından sonra; "Ne büyük kayıp! Hasmımdı, ama O'nun ölümü ile diplomasi mesleği artık zevkini kaybetti." diye yazan meşhur diplomat, hâtıratında, 1912-1913 senelerinin en belli başlı hâdiselerinden Balkan Harbi ve Büyükelçiler Konferansı'na değinirken şöyle diyor:
"Ben, II.Abdülhamid'i Yakındoğu dengesini şekillendiren bir kimse olarak tanıdım. Sultan II.Abdülhamid, bölgenin hangi güçler tarafından çeşitli oyunların çevrildiğini, bu güçlerden her birinin temâyül, kudret ve zaaflarını en mükemmel şekilde biliyordu. Rusya'nın, İstanbul ve Boğazlar üzerindeki niyetlerine vâkıf olması bir tarafa, Çar'ın buralara çok yakınlaşması hâlinde, (aynen 1878 Berlin antlaşması sırasında olduğu gibi) batılı ülkelerin, Rusya'nın davranışını önlemek için harekete geçeceklerinin de farkında idi.

İngiltere kamuoyunun, Makedonya'daki zulüm ve Ermeni katliâmı yüzünden hissettiği infiâli, Abdulhamid hiddetle, fakat endişeden uzak bir şekilde izliyordu. Ayrıca İngiliz donanmasının Ermenistan bölgesi dağlarına yanaşamayacağını değerlendiriyordu. Özellikle Londra'nın İstanbul ve Boğazlar meselesini alevlendirmesi hâlinde, büyük ülkelerin statükonun bozulmasına izin vermeyeceklerini ve kendi aralarında savaş başlatması korkusu ile buna engel olacaklarını da tesbit ediyordu.

Başbakan D'İsrali'nin Türkiye yandaşı politikasının taraftarı olan Lord Salisbury bile, artık tam bir kanâat dönüşü ile "İngiltere'nin Türkiye'yi tutmakla yanlış ata oynadığını" söylemeğe başlamıştı. Bu hâdise bile, Abdülhamid'i heyecanlandırmıyordu. İngiltere'nin şahsında bir Türkiye destekçisini kaybetmişti, ama şimdi Almanya'nın varlığında bizzat kendi eliyle güçlü bir dost bulmuştu.

Sultan II.Abdulhamid Han, Anadolu'nun kalkınması ve refahı konusunda, bâzı ticârî tavizler vererek Alman dostluğuna bağlılık ve ve bu gelişmeyi kuvvetlendirmek için büyük dikkat göstermişti. Fransızlar da İstanbul'da önemli ticârî çıkarlara sâhip olmuşlardı. Ama Abdülhamid, kendi aralarında dengelenen bu dış siyâsi güçlerin ve elde edilen çıkarların arkasında en sağlam şekilde yer tutabilmişti.

Pâdişah, gerçi Makedonya'da reform yapılması konusunda üzerindeki baskılardan sıkılıyordu ama Avusturya ve Rusya'nın diğer ülkelerin bu konu ile ilgilenmelerine izin vermeyeceklerini, bu takdirde İngiltere'nin tek başına kalacağını da, yine en iyi değerlendiren insandı. Bu konuda, kendisi üzerinde ağır bir baskı kurulmasını önlemek ve bu ülkelerin kendi aralarındaki rekâbeti kısıtlayabilmek için, Avusturya ve Rusya arasındaki rekâbeti iyi kıymetlendiriyordu. Makedonya meselesine müdâhale edebilecek bir başka ülkenin var olmamasından duyduğu kıskançlığı, İngiltere üzerinde bir tehdit unsuru olarak kullanıyordu."


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.