![]() |
Aramızda Tanrı Var
Ankara’da bir partinin şenliği vardı. Şenlik Keçiören’deki Düğün salonunda yapılacaktı. Beni de çağırmışlardı. Küba büyükelçiliğinden, Kore Halk Cumhuriyeti’nden gelenler de olacaktı. Şenlikte; kapitalizmin acımasızlığından, son aşamasının emperyalizm olduğundan söz ediliyordu. Konuşmalar uzadıkça içerde hava almak zorlaşıyordu. Salondaki sigara dumanları beni boğuyordu; bizim solcular, kapalı alanda sigara içmeye bayılıyordu... Bunun üzerine yukarıdaki salona çıktım, penceresini açtım. Dışarıya bakarak temiz hava aldım. Birinin arkamdan yaklaştığını anladım. Yaklaşan kişi: “Bir dakika bakar mısın!” dedi, dönüp baktım... Gencecik, esmer güzeli bir kızdı. Sepetinde partisinin kendisine satmak üzere verdiği kitaplar, rozetler vardı. Kitapları, tek tek pencere kenarına serdi; özelliklerini saydı, adını ve yazarını söyledi... Bense sevecen ve hayran bakışlarla kendisini izliyordum: “Acaba bu kız güzelliğinin ayrımında mı?” diyordum... “Bu kitaplar bende de var. Çoğunu da okudum, bir zamanlar!” dedim, yanıt verdi: “Ben kitap satmak istiyorum sana; sense, herkesin gösterdiği gerekçeyi gösteriyorsun bana...” diye darıldı… Hatırı kalmasın diye sattıklarından, almaya karar verdim. Bunun üzerine kendisine: “Senin adın nedir?” dedim… Kendisi ile ilgilenmeme sevindi, “Adım Sevgi!” dedi. “Bir bakayım, bende olmayandan alayım...” Zaten elinde bende olmayan kitaplardan iki-üç tane vardı. Bunların da parası beni sarsmazdı... Gözlerinde sevinç ışıkları, yanıp söndü. Çünkü bu gün kendisi için çok önemli bir gündü. Satmış olduğu bu kitaplar, rozetler sayesinde partisine gelir sağlamış olacaktı. Onlara başarısını gösterecekti, kendisini kanıtlayacaktı... İki kitap, bir rozet seçtim. “Borcumuz ne kadar?” dedim. Kitapların ederini topladı. “Sana indirim uygulayacağım!” dedi. İndirim yaptıktan sonra o günün parası ile 150 bin lira istedi. Dönüş için dolmuş parasını ayırdıktan sonra cebimde kalan para 150 bin lira idi… "Sevgi hanım, sizi kırar mıyım... Sevgi benim Tanrım!.. “ dedim, parasını verdim. Ne demek istediğimi anlamaya çalıştı. Yüzüme baktı: Kendisine ilan-ı aşk ettiğimi sandı... Oysa düşünmeden söylediğim söz kutsal kitaplardan birinde yazılı idi (İncil. 1. Yuhanna. 4/16): “Her olayda sevgi yanında yer alın, sevgiye sarılın, nefrete yer vermeyin, sevgiyi yeğleyerek (tercih ederek) baş tacı edin...” demekti. Siyah saçlarının altındaki o güzel ve sevimli yüzü ile, dudaklarındaki kırmızı renkli ruju ile, benziyordu bir meleğe... Kara saçları arasında uzun kirpikleri, kara gözleri, kara kaşları, kırlarda açan kırmızı-kara gelinciğe benziyordu kırmızı dudakları. Bu güzellik baştan çıkarıp atardı en aklı başında olanları... Kendisini hayran hayran, sevecen bakışlarla incelediğimin ayrımına vardı. Sevgi hanım olsa olsa 25 yaşından yukarı olamazdı. Benim yaşım ise altmışına merdiven dayamıştı. Bu yaşa gelinceye değin böyle bir şey olmamıştı. Kendisi ile ilgilenmeme öylesine sevinmişti ki: “Ben de seni sevdim!” demesi ile beni sersemletti. “Ben de seni sevdim sözünü eşimden bile duymamıştım!”... ”Sevdim” sözünü ilk defa duyuyordum, şaşıp kaldım... ”Sevdim” sözünü duyar duymaz tanımlanamaz mutluluk duydum. Böylesine bir mutluluğu tatmamıştım, tattım... “Ben de seni sevdim!..” dedim; ama der demez utandım. Bu yaşta böyle bir sözü kendime yakıştıramadım, saçımdan sakalımdan utandım. Ben utandım ama o sevindi. “Ver telefonunu, ben seni ararım!” dedi… Telefon numaramı verdim. Nasıl verdiğimi ben de bilmedim. Ben de kendisinin telefon numarasını isteyecektim, utandım isteyemedim... Bir süre birbirimize bakıştık. Sonra ayrıldık… Merdivenlerden inip giderken döndü baktı. Aman Allahım! O ne güzel bakıştı… Hayran hayran ben de kendisine baktım, az daha düşüp bayılacaktım. Gülerek salladı elini, “Görüşürüz!..” diyerek merdivenlerden indi gitti. O an, altmış yıllık ömrüme yetti... Hani derler ya: “Öyle bir an yaşanır ki hayali cihan değerdi…” Yaşamın en mutlu anını yaşamıştım. Sevmek bu denli mi tatlı olurmuş, tattım. Bir hafta geçti, geçmedi. Bir telefon geldi. Sesinden anladım: Sevgi idi... Dediği yerde, dediği saatte buluştuk. İkimiz de birbirimizin yüzüne bakmaya çekiniyorduk, mahcuptuk... Kızılay, Emek işhanında çalgılı, içkili bir lokantaya girdik. Karşılıklı oturup yemek yedik, şarap yedik, dans ettik… O güzel yüzüne bakmaya utanıyordum. Nasıl bu duruma düştüm diye şaşıyordum.. Benim gibi irade sahibi biri. Nasıl oldu da böyle kendini yitirdi... Hemen aklımı başıma topladım. Durumumu kendisine anlattım: “Hastayım, yaşlıyım, evliyim; dört kız, altı da torun sahibiyim. Bunlar aramızda aşılmaz bir engeldir. Aramızdaki bu aşılmaz engele düşünce âleminde Tanrı denir...” Ne demek istediğimi anlamadı. Kendisini reddettiğimi sandı, alındı. “Sevgi gelince cümle eksikler biter, sen bu sözü hiç duymadın mı” dedi… Ne diyeceğimi şaşırdım. Söyleyecek söz bulamadım. Söylediği söz bana tokat gibi geldi: “Sevgi için cesaret gerek... Tanrı sevgi ise sevmek gerek...” dedi ve dansı bırakıp gitti… |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.