![]() |
321 Tane Hastalık
Önce Onu Söylüyüm Alıntıdır.Konu Var İse Özür Dilerim. Burada Tamı T..... 321 Tane Hastalık Vardır.Bende Bilmiyordum Bu kadar OlduğunuBir Süre Sonra Bunları Açıklıyacağım - Ankilostomiyaz - Ankiloz Anosmi - Ansefalit - Anüri -Aşırı Kıllanma- Ataksi -Schönberg Hastalığı - Alkaptonüri - Amipli Dizanteri - Anensefali Bartonellozis (Carrion) kitt Lenfoması Bakışımsızlık- Balantidiyaz- Banti Sendromu Bağırsak Kanaması- Bağırsak Tıkanması Artritizm - Artroz - Asya Gribi Cüzam - Dang Hastalığı- Deniz Tutması - Dişeti Kanamaları Geeherter Hastalığı- Gırtlak Kanserleri İrin (İltihap) Kızamıkçık Hematom- Hemoglobinüri- Hemokromatoz Lenfanjit -Lenfanjiyom- Lenfom- Leontiyaz Leptospiroz- Lindau Hastalığı -Linit- Lipom- Lökoplazi Dördüncü Hastalık- Ektopi- Endotelyom- Enterit -Mantar Hastalıkları- Mastit-Mediyastinit Melena- Mediyastinit- Meme İltihapları -Feokromositom- Fibrilasyon Mide Spazmı Mikrospori-Miyelit Hashimoto Hastalığı - Havale Schönlein Hastalığı- Herpanjin- Hidrosefali- Hiperplazi -Pick Hastalığı Nöropati Onfalit Onikiparmak Bağırsağı Yangısı Organ Yapışması - Otosekleroz Pankreas Taşları - Pankreatit Polip - Polipoz - Prostat İltihabı - Prostat Yangılanması - Rabdomiyom -Riketsiya Ses Kısıklığı Scarpa Hastalığı Siyatik - Siyek Taşı Spina Bifida - Sodoku (Diabet) Tay-Sach Hastalığı - Terleme Yitimi - Testis Ağrısı Tetani Hali Turner Sendromu Ur (Tümör) Ülser Vagotoni - Vurgun a Yemek Borusu Kasılması Yutak Apsesi - Yutak Felci - Yutma Güçlüğü |
321 Tane Hastalık
Addison Hastalığı Böbrek üstü bezlerinin körelmesine ya da yıkılmasına yol açan bir hastalık. Bu hastalığı ilk olarak, Londralı hekim Thomas Addison tanımlamıştır. Thomas Addison hastalık hakkındaki izlenimlerini 1849 ve 1855'te yayımlamıştır. İç salgıbezleri sistemi hakkında yeterli bilgi sahibi olunmadığı ve bu bezlerin yıkımına yol açan tüberküloz hastalığı gereğince tanınmadığı halde Thomas Addison bu hastalığı eksiksiz olarak tanımlayabilmiştir. Böbrek üstü bezleri, böbreklerin tepesinde yer alan, üçgen şekilli bir çift organdır. Her bir böbrek üstü bezi, biri iç (medulla) biri de dış (korteks) olmak üzere iki bölümden oluşmuştur. Medulla, otonom sinir sisteminin denetimi altında olup adrenalin hormonunu salgılar. Korteks ise, hipofizin kortikotropin (ACTH) adı verilen hormonunun etkisi altındadır ve üç tip hormon salgılar. Bunlar vücudun su ve tuz miktarını ayarlayan mineralokortikoidler; protein, karbonhidrat ve yağ metabolizmasını etkileyen glükokortikoidler ve adrenal .... hormonlarıdır. Böbrek üstü bezinin medulla bölümünün yıkılması insanda büyük bir eksikliğe yol açmaz. Ancak, korteks bölümünün yıkımı ölümle sonuçlanabilir. Addison hastalığının yaygın olmayışının nedeni, her iki bezin tüberküloz ve kanser tarafından yıkılma şansının pek az olmasıdır. Bu hastalık erkekte ve kadında eşit oranda görülür ve çoğu kez orta yaşlı ergin kişileri etkiler. Hastalığın belirtileri çok çeşitli olup böbrek üstü bezinin korteks bölümünün hormonlarının ortadan kaybolmalarının sebep olduğu değişimlerden ibarettir. Hasta, tedavi edilmediği takdirde üç yıldan fazla yaşamaz. Addison hastalığının önde gelen belirtileri şunlardır: Bedensel ve ruhsal halsizlik, ishal ve kusma nöbetleri, derinin yüz gibi ışık alan bölümlerinde ve meme ucu gibi normal olarak koyu olan yerlerinde cilde koyu rengini veren pigmentlerin çoğalması. Bayılma ve baş dönmesi, tansiyon düşüklüğünün sonucudur. Bazı vakalarda karın ağrıları görülür ve aşırı kilo kaybı dikkati çeker. Zaman zaman, addison krizi denen bayılma halleri görülür; bu durumlar hastanın ölebileceği kritik anlardır. Korteks hormonlarının addison hastalığının belirtilerine yol açma mekanizmaları karışıktır. Bunlardan en önemlisi, mineralokortikoidlerin ortadan kaybolmasının böbrekler üstünde yarattığı etkidir. Bu hormonlar eksilince böbrekler çok fazla su ve tuz kaybederler. Bu, neticede kan hacminin azalmasına yol açar. Bu yüzden nabız dolgunluğu zayıflar, dolaşım aksar, hastanın çalışma gücü eksilir. Glükokortikoidler hastalığın belirtilerinin ortaya çıkması açısından daha önemsiz bir rol oynarlar. Bunların birçok metabolizma işlemlerinde etkileri vardır; yoklukları sonucunda kilo kaybı, kan şekerinde azalma, kansızlık ve zihinde yavaşlama görülür. Derideki pigmentlerin çoğalmasına sebep olan etken kesinlikle bilinmemekle beraber korteks hormonlan yeterli miktarlarda olmadığı zaman hipofiz tarafından salgılanan melanosit uyancı hormon olabilir (melanosit, pigmentli hücrelere verilen addır). Addison hastalığının tedavisi, ortadan kaybolan hormonların hastaya verilmesinden ibarettir. Bu amaçla kullanılabilecek çok sayıda hormon ilacı vardır; bunlar arasındaki seçim, hastanın özel durumu ve hekimin tecrübelerinden edinmiş olduğu izlenimlere göre yapılır. Genellikle, biri mineralokortikoid, biri de glükokortikoid olan iki tip hormon bir arada kullanılır. Çoğu kez, bu ara hastaya tuz da verilir. Uygun vakalarda bu tedavi belirtilerin hızla ortadan kalkmasına yol açar. Ancak, çok kere böbrek üstü bezlerinin iyileşip görevlerine devam etmeleri olanaksızdır. Bu nedenle hastaya, hayat süresince böbrek üstü bezi hormonlan vermek gerekir. |
321 Tane Hastalık
Adenit Lenf düğümlerinin yangısı. Genellikle, bu alana yakın olan bir organın yangısının, bu lenf düğümüne yayılması sonucu meydana gelir. Bazen birbirine yakın birkaç lenf düğümü birden yangılanır. Yangılı lenf düğümleri şişerler ve ağrıya yol açarlar. Adeniti olan hastanın çok kere ateşi yükselir. İlerlemiş vakalarda bu alanlarda bir apse oluşabilir. Apse oluştuğu takdirde, yangı bu düğümle deri arasında kendiliğinden oluşacak bir kanal yolu ile dışa akabilir. Adenite yol açan etkenlerin sayısı çoktur. Bunlar arasında streptokok ve stafilokok adlı bakteriler önemli bir yer tutar. Verem mikrobu ile bazı zührevi hastalık mikropları da adenite yol açabilirler, Enfeksiyonun tipi, vücutta hangi lenf düğümlerinin yangılanacağını belirlediğinden, hekim bunlara bakarak teşhise ulaşabilir. Gençlerde streptokokların sebep olduğu boğaz ağrıları, bademcik yangılanmaları ve kızıl hastalığı streptokok adenitine yol açabilir. Bu durumda çok kere boyundaki lenf düğümleri yangılanır. Çıbanlar, kulak yangıları ve impetigo adı verilen deri hastalığında ve birçok yaraların yangılarında etken olan stafilokoklar da adenite sebep olabilirler. Eğer söz konusu hastalık bir koldaysa, çok kere bu kolun bulunduğu taraftaki koltuk altı lenf düğümleri şişer. Bacaktaki yangılanma ise kasıktaki düğümlerde adenit meydana getirir. Verem mikrobunun meydana getirdiği adenit, streptokok ve stafilokokların meydana getirdiğinden çok daha önemli sonuçlara yol açabilir. Bu durumda şişen lenf bezleri, boyunda bazen de karın boşluğu içindedirler. Adenite sebep olan zührevi hastalıklar lenfogranuloma inguinale, yumuşak şankr ve frengidir. Lonfogranuloma inguinale ve yumuşak şankrda üreme organlarından başlayan yangılanma, kasıktaki lenf düğümlerine yayılır. Frenginin birinci devresinde de bu düğümler yangılanırsa da, ikinci devrede vücutta bulunan bütün lenf düğümlerinde adenit meydana gelebilir. Ancak, ikinci devre sırasında şişmiş olan lenf düğümleri ağrısızdır. |
321 Tane Hastalık
Adenoid Lenfatik dokunun yutak burun boşluğunda, solunmayı engelleyecek kadar aşırı büyümesi. Oldukça yaygın olan bu hastalık, genellikle üç ve on iki yaşları arasındaki çocukları etkiler. Tropikal ve subtropikal bölgelerde daha az rastlanır. Toplumsal ve ekonomik etkenler de hastalığın oluşumunda rol oynarlar. Varlıklı aile çocukları arasında hastalanma oranı düşüktür. Belirtileri arasında en belirgin olanlar, ağızdan solunma ve burundan çıkan sessiz harflerin söylenmesinde karşılaşılan güçlüktür. Hastaların uyurken gürültülü bir şekilde horlamaları da dikkati çeker. Zamanında tedavi edilmezlerse, kullanılmayan burun delikleri daralır, damak yükselir ve ön dişler aşırı derecede çıkık görülürler. Bu özellikler bir araya gelerek bir «adenoidli hasta yüzü» tipi oluştururlar. Adenoid oluşumuna yol açan lenfatik doku, yutak burun boşluğunun arka duvarında yer alan mukus zarının içinde gömülü olarak bulunur. Bu alan, yumuşak damağın bulunduğu düzeyden biraz daha yüksekte, burun deliklerinin içe açılan bölümlerine yakın bir yerde bulunduğundan, ancak özel aydınlatma yöntemleri ve aynaların kullanılmasıyla görülebilir. Bu lenfatik dokunun ne işe yaradığı kesinlikle bilinmemekle beraber, bademcik adı verilen lenf dokusu ve dilin arka bölümünde bulunan aynı nitelikteki doku ile birlikte, boğazın üst bölümünü çevreleyen bir lenf dokusu halkası meydana getirir. Böylece vücuda yutularak alınan bütün mikroplara karşı duran ilk savunma hattını bütünler. Bu lenfatik doku halkası ilk olarak Alman anatomi uzmanı Heinrich Waldeyer (1836-1921) tarafından tanımlandığı için, Waldeyer halkası diye anılır. Çocuklarda bu halkayı meydana getiren lenf dokusu fazla bir yer tutmaz. Ama, çocuk büyüdükçe, gerek yutak-burun alanında bulunan, gerekse boğazın iki yanında yer alan bademcikler aşırı bir gelişme göstererek adı geçen solunum yollarını daraltırlar. Genellikle ergenlik devrinde, bu gelişim durur; yutak burun alanındaki lenfatik doku körelir; boğazdakilerse normal erişkinlerdeki boyutlarını bulurlar. Yutak-burun boşluğundaki ve boğazın iki yanındaki lenf dokusunun her çocukta biraz fazlaca büyümesi, normal gelişim esnasında görülmesi olağan olan bir durumdur. Bazen bu dokular oldukça fazla geliştikleri halde aşırı bir belirtiye ya da aksamaya yol açmazlar. Ancak, bazen çok büyüyerek yutak burun boşluğunu tama yakın örterler. Bu durumda, burun ön deliklerinden giren havanın, burun arka deliklerinden geçip solunum borusuna ulaşması güçleşir ve hastalığın belirtileri ortaya çıkar. Lenfatik dokunun aşırı büyümesi sonucunda soluması, yemesi, uyuması ve hatta işitmesi bile bir dereceye kadar güçleşmiş olan çocuğun yutak-burun boşluğunda yerel belirtiler de görülür. Hastalığın tedavisi geciktirilirse, ortaya çıkacak olan kısmi sağırlığın, çocuğun öğrenme yeteneğini kısıtlaması beklenebilir. İşitme güçlüklerinin ortaya çıkmasının nedeni, lenfatik dokunun büyümesi sonucu, orta kulak ile ağız boşluğu arasında yer alan ve kulak zarının her iki tarafındaki hava basıncının dengelenmesini sağlayan östaki borusunun ağza açılan deliğinin de tıkanmasıdır. Bu tıkanma, yalnız işitme bozukluğuna değil, kulak ağrısına da yol açar. Böyle bir tıkanma sonucu, orta kulakta birikebilecek akıntılar, ağız boşluğuna akıtılmayacağından, bunların mikroplanması orta kulak yangısına ve kulak zarının delinmesine sebep olabilir. Yetersiz beslenme, kalabalık ortamda yaşama, sık sık solunum yolları yangılanmasına yakalanma, sık soğuk alma, kafa kemiklerinin sinüs adı verilen boşluklarının yangısı olan sinüzite yakalanma, bu hastalığın gelişiminde rol oynayan etkenlerdir. Bazı vakalarda hekimler çocuğu yaklaşık olarak on iki hafta sonra yeniden muayene etmeyi uygun görebilirler. 1945'te yapılmış olan bir inceleme ve 1952'de 681 çocuk üzerinde yapılmış bir çalışma, on iki haftalık bir bekleme devresi sırasında hastalığın yaklaşık olarak çocukların yüzde sekizinde geçtiğini ve böylece bazı hastaların kendiliğinden iyileşerek ameliyat olmaları gereğinin ortadan kalktığını ortaya koymuştur. İstatistikler ameliyatın en çok 57 yaşları arasındaki çocuklara yapıldığını göstermektedir. Ameliyat sırasında çok kere Waldeyer halkasının diğer bölümleri de yani boğazın iki yanında yer alan bademcikler de çıkarılır. Hastalar çok çabuk iyileşirler ve genellikle bir gün sonra taburcu edilirler. Adenoidlerin sebep oldukları bu rahatsızlık, eski çağlardan beri bilinmektedir. Hastalığın akla yatkın bir şekilde tedavisi, ancak XIX. yüzyılın ikinci yarısında Danimarkalı cerrah Wilhelm Meyer (1824-1895) tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu hastalığın bütün belirtilerini gösteren genç bir kadını muayene ederken, yeni geliştirilmiş olan bir aynayı kullanmasını bilmediğinden, hastasının boğazının bu bölümünü parmağı ile inceleyen Meyer, ellediği alanın «solucan kümesini andıran bir et fazlalığı» ile kaplı olduğunu farketmiş ve sonra, bu fazlalığın oradan koparılması sonucunda, hastanın şikayetlerinin kaybolduğunu saptamıştı. |
321 Tane Hastalık
Adipsi (Susama Yokluğu) Susamanın yokluğu ya da su içmemek. En sık görülen nedenler arasında üremi, bazı psikozlu hastalıklar ve histeri vardır. Adipsinin tersi polidipsidir. Bu durumda insan aşırı derecede su içmek ister. Adipsi meydana getiren nedenler arasında yer alan histerinin, polidipsi meydana getirdiği de olur. Susama insan organizması için, açlıktan da önemli bir olaydır. Özellikle ishal, ya da aşırı terleme ve kusma gibi vücuda fazla su kaybettiren durumlarda, vücudun su gereksinmesi çok artar. Bu gibi durumların dışında insan, vücudunun su gereksinmesini kolayca ayarlayabilir. Özellikle kilo vermek isteyenler, öğünler dışında su ve sulu maddeler içmemek ve susamayı önlemek için susatıcı yemekler yememek suretiyle, bu amaçlarına ulaşırlar. Kişinin bu şekilde, içtiği günlük su miktarını azaltması büyük bir sakınca doğurmaz. Çünkü vücut için gerekli suyun bir bölümü sebze, taze meyve, çorba, süt tatlıları ve az pişmiş ızgara etle vücuda girer. Öte yandan, özellikle sıcak havalarda içilen aşırı miktardaki suyun büyük bir bölümü zaten vücut için gerekli değildir. Gerçekten de, insanın sıcak havalarda serinlemek amacıyla içtiği suyun büyük bir bölümü, çok kısa bir süre içinde ter halinde tekrar vücuttan atılır; çünkü su sadece serinlemek için içilmiştir. |
321 Tane Hastalık
Adneksit Dölyatağının uzantı ve ekleri olan Fallop borularının ve yumurtalıkların yangılanması. İvegen adneksit ve süreğen adneksit diye iki bölüme ayrılır. İVEGEN ADNEKSİT Hastaların yüzde altmış-yetmiş beş kadarından sebebin belsoğukluğu mikrobu olduğu söylenebilir. Mikroplar dölyolundan ve dölyatağı boşluğundan geçerek Fallop borularına ulaşmışlardır. Bu nedenle önce boru boşluğunu sınırlayan zarda yangılanma meydana getirirler. Bu yangılanma, boruları kısmen ya da tüm olarak tıkayıp kısırlığa yol açabilir. Hastaların yüzde yirmi beş-kırkı ise, bu alana kan ve lenf damarları aracılığıyla ulaşmış olan stafilokok ve streptokok tipi mikropların etkisi sonucu hastalanmışlardır. Bu grupta, doğum ya da düşük sonrasında dölyolunun ya da dölyatağının alt bölümlerinde meydana gelen bir mikroplanma alanı, önce dölyatağı çevresindeki gözeli dokuya, oradan da damarlar boyunca tüplerin çevresine ulaşmıştır. Bu nedenle, boruların duvarında yangılanma olduğu halde, boru boşluğunu kaplayan hücreler, bundan belsoğukluğundaki kadar etkilenmez. Bu özellik, stafilokok ve streptokok yangılanmalarının, borularda belsoğukluğu mikrobu kadar tıkanma ve kısırlığa yol açmamasını açıklar. Belirtileri şunlardır: Belsoğukluğu mikrobu vücuda girdikten yaklaşık olarak bir hafta, ya da bir doğum veya düşükten on gün kadar sonra yangılanmanın bu alana ulaşması önce karnın alt bölümlerinde yaygın bir sancıya yol açar; birkaç gün içinde ağrı kasıklara yerleşip bu alanda daha belirli bir hal alır. Bulantının görülmemesi ve sancının iki kasıkta birden duyulması, bu hastalığı apandisitten ayıran iki önemli özelliktir. Hastalığın ilk birkaç gününde 39-40'a dek ulaşan yüksek ateş dikkati çeker. Bu alanda bulunan yangılanma, komşu organları da etkileyebileceğinden idrar yaparken ve dışkılarken sancı çoğalabilir. Hekim muayenesi, karnın alt bölümlerinde basıncın ağrıya yol açtığını, boruların sucuk şeklinde şişmiş ve sancılı birer kitle halini almış olduğunu ortaya koyar. Kan sayımı yapılırsa akyuvarların sayısının milimetreküpte 20-250,000 olduğu, bunlardan yüzde ....en- ....en beşin çok şekilli çekirdekli akyuvarlar olduğu anlaşılır. Tedavi, yatak istirahatı, sancı ve ağrıyı giderici ilaçlar ve antibiyotiklerin kullanılmasından ibarettir, 1,000,000 ünite ve daha fazla penisilin verilebilir. |
321 Tane Hastalık
Ağız Kokusu Ülkemizde, KBB uzmanlarına başvuran hastalann %15'inde nefes kokması sorunu mevcut. 'Nefes kokması', çocukluktan başlayan bir rahatsızlık değil; daha çok erişkin dönemde ortaya çıkıyor. Bu soruna neden olan faktörler şöyle sıralanabilir. Sinüzit denilen, yüz kemiklerinin içindeki boşluklarda bulunan iltihap, sarı-yeşil ve kalın kıvamda bir akıntının genze akmasına yolaçar. Tabii ki bu geniz akıntısı iltihaplı olduğu içın de hastanın nefesine hoş olmayan bir koku verir. Öncelikle medikal yolla tedavi edilir. Yani ilaçlar yoluyla bu iltihap giderilmeye çalışılır. Ilerlemiş sinüzit vakalarında ise, akıntı, ilaçla tedavi olmayacagından "endoskopik sinüs cerrahisi" ne başvurulur. Agız bölgesindeki bademcik iltihaplan 'magma'denilen katı kıvamlı bademcik döküntüsüne yolaçar ki bu da, hastalarda ağız kokusu şeklinde kendini gösterir. Bademciklerin alınmasıyla tedavi edilebilir. Diş ve dişeti hastalıkları da nefes kokmasına yolaçabiliyor. Mide ve bağırsak sistemini ilgilendiren hastalıklarda ağız kokusu sorunu olabilir. Yetişkin hastalarda gözlemlenen ve daha ciddi boyutlu durumlar da söz konusu. Yani ağız, boğaz ve alt solunum yollan bölgelerinde, tümöre bağlı bir nefes kokması probleminin baş göstermesi de mümkün. 'Ülserasyon'tabir edilen krater tarzında tümörün çok süratli büyümesine ayak uyduramayıp, ölen dokuların yarattığı bir koku türü. |
321 Tane Hastalık
Akciğer Tüberkülozu Tüberküloz basili ile ilk enfeksiyon, birincil tüberküloz (primer tüberküloz) olarak adlandırılır. İnsanlarda birincil lezyon tonsillalar, bağırsak, deri gibi organlarda da görülebilmekle birlikte, en sık akciğerlerdedir. İlk enfeksiyonu geçirmiş bir kişide tekrar tüberküloz enfeksiyonunun gelişmesine yeniden enfeksiyon (reinfeksiyon) tüberkülozu denilmektedir. Yeniden enfeksiyonun, basillerin yeniden alınmasıyla mı yoksa sessiz tüberküloz odağının yeniden aktivasyonu ile mi gerçekleştiği henüz tam olarak anlaşılmamıştır. BİRİNCİL TÜBERKÜLOZ Birincil tüberküloz özellikle bebek ve çocuklarda görülür. Tek ya da bazen birden fazla olabilen küçük periferik ya da subplöral tüberkül ya da tüberküllerle kendini gösterir. Lezyon herhangi bir akciğer lobunun herhangi bir yerinde görülebilmesine rağmen sıklıkla rastlandığı bölge akciğerlerin alt ya da orta foblarıdır. Apekste görülmesi enderdir. Birincil lezyonun özellikleri Gohn tarafından ayrıntılı olarak incelenmiştir. Bu nedenle lezyon Gohn odağı (tüberkülü} olarak da adlandırılır. Gohn odağı 1-3 cm çapında olabilir. Buradan basiller lenf yolları ile mediastinal lenf düğümlerine taşınır ve mediastinal lenf düğümlerinde büyüme ve kazeifikasyona neden olur. Akciğerin periferindeki parankim lezyonu ve trakeobronşial lenf düğümlerinin büyümesi tipik bir bulgudur. Bu iki lezyon birlikte Gohn kompleksi ya da primer kompleks olarak tanımlanır. Primer kompleks, basillerin bronş, lenf ve kan yolu ile ya da direkt yayılmaları sonucu ilerleyebilir. Ancak olguların çoğu iz bırakmadan, ya da nedbeleşerek veya kireçlenerek iyileşir. Erişkin akciğerleri dikkatle aranırsa iyileşmiş birincil tüberküloz odaklan genellikle bulunur. ilerleyici hastalık çok az kişide oluşur, bu olay ya akciğer parankimindeki lezyonun genişlemesi ile ya da basillerin bronş yolu ile akciğerin diğer kısımlarına yayılmasıyla gerçekleşir. Basillerin bronş yolu ile yayılmaları ya bronşun çevresindeki akciğer lezyonun ya da bronşa komşu kazeöz lenf bezinin bronşa açılması sonucudur. Akciğerin her tarafında sınırlı küçük odaklar şeklinde ya da yaygın olarak tüberküloz bronkopnömonisi alanları görülür. Konakçı bağışıklığı yüksek ise lezyonlar proliferatiftir. Direnci az hastalarda, özellikle fazla sayıda basil dokuya yayıldığında doku aşırı duyarlığı gelişir ve yaygın kazeifikasyon nekrozu ve nekrozla sonlanan bir pnömoni gelişir («kazeöz pnömoni»). Primer lezyonun ilerlemesi kavern oluşumu ile sonlanabilir. Ancak bu olay yeniden-enfeksiyon tüberkülozundaki kadar göze çarpıcı bir özellik değildir. Bronş yolu ile yayılımın diğer komplikasyonları bol basil içeren kazeöz materyalin öksürükle atılması sırasında görülebilir. Bu durumda basiller karşı akciğere, larenks ve bağırsaklara yayılarak yeni tüberküloz lezyonlarının gelişmesine yol açar. Lenf kan yolu ile yayım yaygın milier tüberküloza veya tek bir organda ilerleyici hastalığa neden olabilir (yani tek, izole veya organ tüberkülozu). Birincil tüberkülozun anlatılmış olan bu yapısı sıklıkla «çocuk tüberkülozu» olarak bilinmektedir. Bu tablo bebek ve çocuklardaki hastalığın alışılagelen belirtisi olmakla birlikte aynı olay, daha önce tüberküloz enfeksiyonu geçirmemiş ve direnci düşük erişkin ve gençlerde de görülebilir. Bununla birlikte ilkenfeksiyon geçirdiğine ilişkin bulgulara rastlanamayan birçok beyaz erişkinde çocukluk tipi birincil tüberküloz genellikle görülmez, bu kişilerde ilk enfeksiyon, «yeniden enfeksiyon» tüberkülozuna yakın benzerlik gösteren anatomik özellikler taşır. YENİDEN ENFEKSİYON TÜBERKÜLOZU (REENFEKSİYON TÜBERKÜLOZU) Yeniden-enfeksiyon tüberkülozu «yetişkin tüberkülozu», «birinciden sonraki» ya da «ikincil tüberküloz» olarak da isimlendirilir. Gençlerde de görülmesine rağmen en sık erişkinlerde rastlanır. Hastaların geçmişinde klinik bir belirti vermemiş sadece tüberkülün deri testinin pozitif olmasıyla saptanabilir nitelikte bir birincil enfeksiyon vardır. İlk enfeksiyon ve yeniden-enfeksiyon tüberkülozu arasındaki süre değişiktir. Genellikle yıllar sürer. Yeniden enfeksiyon tüberkülozunun yeniden basillerle karşılaşma sonucu gelişen taze bir enfeksiyon mu olduğu yoksa kısmen iyileşmiş eski lezyondan basillerin aktive olarak eski odağın alevlenmesini mi sergilediği, üzerinde tartışılan bir problemdir. Bu iki olayın da yeniden enfeksiyon tüberkülozunda meydana geldiği hakkında hiçbir şüphe yoktur. Genellikle kabul edilen görüş dışardan enfeksiyonun erişkinlerde, içerde yeniden aktivasyonun gençlerde sık görülen bir mekanizma olduğu şeklindedir. Erişkin akciğer tüberkülozunda lezyonların değişmez yerleşimi akciğerlerin üst bölümleridir (apikal bölge). Bu yerleşimin nedeni hiç bir zaman yeterli şekilde açıklanamamıştır. Kazeifikasyonla birlikte eksüdatif ve proliferatif özellikler taşıyan yerel pnömonik odak akciğerin subapikal bölgesinde gelişir. Eğer kişi enfeksiyonu yenerse iyileşme meydana gelir. İyileşme fibrozis ile sağlandığından apekste ya da apekse yakın çökük bir nedbe alanı bırakır. Bu nedbe kömür tozlarının birikmesinden dolayı siyah renklidir ve bazen kemikleşir. Böyle nedbelere otopsilerde oldukça sık rastlanır (bu arada sınırlı slikoz lezyonları ve histoplazmasisin de apikal nedbeler oluşturabileceğini akılda tutmak gerekir). İyileşmiş yeniden enfeksiyon tüberkülozu olgularında, bölgesel lenf düğümleri genellikle normaldir veya oldukça silik lezyonlar gösterir. Eğer lezyon ilerlerse tüberküller birbirleri ile kaynaşarak yayılır. Böyle lezyonlarda kazeifikasyon nekrozu da fazladır. Tam iyileşmede çevrede gelişen fibroz doku lezyonu iyice sınırlandırır ve ilerlemesine engel olur, bu tip lezyonlar «fibrokazeöz lezyon» olarak adlandırılır. Eğer iyileşme tam değilse lezyona komşu akciğer dokusuna doğru düzensiz yayılmalar meydana gelir. Bu yayılmalar sırasında bronş duvarları da tutulursa kazeöz materyal bronşa dökülür, öksürükle atılarak yerinde kavern bırakır. Bu kavernler 45 cm çapında olup, duvarları fibrokazeöz dokudan oluşmuştur. Kavern içine şiddetli kanamalar meydana gelebilir ancak çevredeki kronik iltihap sonucu damar iümenlerinin daralması (endarteritis obliterans) ve lümende trombüs oluşması sonucu böyle ağır kanamalara pek rastlanmaz. Böyle kalınlaşmış damarlar kavernin bir ucundan diğer ucuna uzanan kalın bantlar oluştururlar. Aktif apikal lezyondan sağlam akciğer dokusuna basillerin yayılması bronşlar yolu ile gerçekleşir. Basillerin bu şekilde yayılması sonucu birbirleriyle birleşerek genişleyen ve akciğer parankimine yayılan tüberküller oluşur. Bu tüberküllerin bazılarında kazeifikasyon nekrozu gelişir ve fibroz doku ile çevrilir (fibrokazeöz tüberküloz). Tutulan akciğer alanlarında çok sayıda kavernler oluşur. Bronşların, kavernlerin ortaya çıkmasmdaki rolleri yanı sıra, enfeksiyonun, bronş katlarına yayılması sonucu mukozalarında da tüberküloz lezyonları gelişebilir (endobronşial tüberküloz), iyileşme sırasında gelişen fibroz doku, bronş lümenlerinde daralma ve genişlemelere (bronşektazi) yol açar. Bu gibi lezyonların sonucu olarak akciğerlerde dağınık odaksal kollaps alanları görülür. Bazı olgularda akciğer fibrozu, pulmoner hypertansiyon ve korpulmonale gelişmesine yol açacak kadar yaygındır. Akciğer parankiminin bu ilerleyici hastalığı plevrayı da etkiler (sıvı toplanması, fibrinli plörit, tüberküloz ampiyem ve plevra boşluğunu tam ya da kısmen kapayan fibrozis). Bölgesel lenf düğümlerinde kazeifikasyon nekrozu olmayan ya da çok az nekroz içeren tüberküloz odakları bulunabilir. Enfeksiyonun bronş yolu ile yayımı sırasında karşı akciğerde, larenks ve bağırsaklarda da lezyonlar gelişebilir. Basillerin kan yolu ile yayılması akciğerler dahil birçok organda milier tüberküloza veya organ tüberkülozlarına yol açar. Aşırı duyarlığın fazla ve direncin az olduğu olgularda fazla sayıda basilin bronş yolu ile yayılması sonucu hızla ilerleyerek ölümle sonlanan kazeöz pnömoni gelişir (Gallopan ftizi). Kazeöz pnömonide lezyon gösteren akciğer parankimi havasızdır gri beyaz ya da gri sarı renkte gözükür. Mikroskopik olarak yaygm kazeifikasyon nekrozu görülür, alveoller nekrotik materyal ile doludur. Çevre alveollerde protein içeren eksüda bulunur. Epiteloid hücre ve dev hücre oluşumu seyrektir. Akciğerdeki tüberküloz kavernlerinin iyileşmesi sıklıkla, lümeni dolduran kazeöz materyalin koyulaşması ve nedbe dokusu ile çevrilmesiyle oluşur. Nedbe alanlarından geçen bronşların lümenleri daralır ve tıkanır. Az görülen iyileşme yollarından biri kazeöz kalıntı kalmaksızın kavernin nedbe dokusu ile dolmasıdır. Bir başka tipte ise, kavern açık kalır ve bronşlarla bağlantılıdır. Bronş epitelleri ilerleyerek kavernin fibroz duvarını örter. Bu tip iyileşmeye «açık iyileşme» adı verilir. Streptomisin tedavisinin özellikle taze ve eksüdatif karakterdeki tüberküloz lezyonlarını gerilettiğine ve iyileştirdiğine ilişkin bulgular mevcuttur. |
321 Tane Hastalık
Akondroplazi Yüz, bacak ve kol kemiklerinin tam gelişmemesi sonucu ortaya çıkan bir tür cücelik. Omurga kemiği normal olduğundan, böyle bir cüce oturduğu zaman normal bir kimseye benzetilebilir. Ancak ayağa kalkar kalkmaz bacaklarının ve kollarının kısalığı dikkati çeker. Boyu 120 cm.'den kısadır. Genellikle kol ve bacakların kısalığı nedeniyle, eller kalça kemiklerinin üst kenarına güç yetişir. Akondroplazik bir cücenin bacakları, bölümlerinin birbirine oranı açısından normal bir insanınkinden farklıdır. Kısa bacak kemiklerine ekli olan bacak kasları, normaldeki kitleye sahip olduğundan, bu hastaların bacakları çok kalın görünür ve çok güçlü olur. Bazı akondroplazik cüceler bu yeteneklerinden sirklerde ve tiyatrolarda maskaralık yaparak yararlanırlar. Akondroplazi, dölyatağı içi hayatta, yaklaşık olarak gebeliğin üç altı ayları arasında başlar. Normal boylu ana ve babaların çocukları akondroplazik olabilir. Ancak, bu duruma en çok ana ve babası akondroplazik kimselerde rastlanır Akondroplazik doğanların çoğu, bir yaşına ulaşmadan ölürler. Bir yaşını aşmış olan bir akondroplazik, normal bir kimse kadar yaşayabilir. Kadın cüceler ancak sezaryenle çocuk doğurabilirler. Bu hastalık pek çok araştırmaya konu olmuşsa da gerçek nedeni bulunamamıştır. Bu sonuca yol açan bozukluğun, vücuttaki bazı kemiklerin gelişiminde etken olduğu bilinmektedir. En çok etkilenen kemikler yüz kemikleri, kol kemiği, dirsek kemiği, uyluk kemiği ve kaval kemiğidir. Bu cücelerin zekaları ile normal insanların zekaları arasında hiç bir fark yoktur. |
321 Tane Hastalık
Akdeniz Anemisi Akdeniz anemisi, alyuvarlarda bulunan hemoglobin molekülünün kalıtsal bir hastalığıdır. Hemoglobin molekülünde, globin zincirlerinden bir ya da birkaçının sentez hızında azalma ya da tüm yokluk söz konusudur. Türkiye'de en çok görülen, beta zincirlerinin sentez hızındaki azalmaya bağlı olan beta talasemidir. Beta zincirleriyle birleşmesi gereken alfa zincirleri, kararlı tetramer oluşturmadıklarından, kemik iliğinde, alyuvarların henüz olgunlaşmamış erken dönemlerinde, hücre içinde çöker ve kırmızı kürelerin parçalanmasına yolaçarlarlar. Bunun sonucuysa kansızlıktır. Akdeniz anemisinde, alyuvarlar hemoglobin sentezi azaldığı için içleri boş görülür. Tanıda bu görünüm ilk basamak testi olarak önemlidir. Bozulan dengeyi düzeltmek için öncelikle kemik iliği, normalin 10-15 katına kadar varabilen sayıda an hücreleri yapımına başlar fakat etkili olamaz. Hemoglobindeki genetik sorun halâ sürdüğü için bu hücreler de erkenden yıkılır. Karaciğer ve dalak gibi kan yapan diğer organlarda da yeniden kan yapımı başlar. Kemik iliğinin çok çalışması ve genişlemesi sonucu özellikle yüz kemiklerinde değişiklikler olur ve yüzün görünümü bozulur. Alyuvarların parçalanması ile açığa çıkan demire ek olarak tedavi amacıyla yapılan kan aktarımları sonucu, vücutta demir birikir. Ayrıca yeni eritrositler için demirin emilimi de artmaktadır. Bütün bu sayılan nedenlerle biriken demir, kalp kası, karaciğer, pankreas gibi çok önemli organlara çöker ve bu yeni sorunlar hastalık tablosunu daha da ağırlaştırır. Belirtiler Akdeniz anemisi olan çocuk, doğduğunda normaldir. 5-6 aydan sonra kansızlık belirtileri ortaya çıkar. Bu aylardaki çocuklarda kansızlık en çok demir eksikliğinden kaynaklandığı için, ilk akla gelen demir eksikliği anemisidir ve hatalı olarak demir tedavisi yapılır. Akdeniz anemisi böyle bir tedaviyle düzeltilemeyeceğinden, belirtiler ağırlaşarak sürer. Karın büyür; çünkü dalak ve karaciğer büyümektedir. Çocuğun iştahı yoktur, gelişmesi yavaşlamıştır. Daha sonra iskelet sisteminde de değişiklik olur. Burun kökü çöker, elmacık kemikleri daha belirgin hale gelir. Eğer, henüz bu bulgular ortaya çıkmadan, doğru tanı konur ve erkenden uygun tedaviye başlanırsa, organ büyümesi olmaz, yüz görünümü değişmez ve gelişme de normale yakın olur. Tedavi Akdeniz anemisi, kan aktarımına bağımlı bir hastalıktır. Tedavinin esası 3-4 haftada bir yapılan konsantre alyuvar aktarımı ve düzenli demir bağlayıcı ilaçların kullanılmasıdır. Ancak birinci on yıldan sonra ortaya çıkan komplikasyonların önlenmesi ve tedavisi, çeşitli uzmanlık dallarından oluşan ekip çalışmasını zorunlu hale getirmektedir. İdeal bir tedavi için olaya çok yönlü yaklaşım gerekmektedir. Medikal tedavi: Ekipte, çocuk hematoloğu ve kardiyolog, endokrinolog, ortodentist ve bu konuda deneyimli hemşireler bulunmalıdır. Biyolojik yaklaşım: Genetik danışma, doğum öncesi tanı. Psiko-sosyal yaklaşım: Psikolog, sosyal hizmet uzmanı ve sınıf öğretmenleri bu ekipte bulunmalıdır. Akdeniz anemisi tedavisinde son yıllarda, üç yönde büyük gelişmeler görülmektedir. Yeni ilaçlar: Akdeniz anemisinde, hücre içinde açıkta kalan ve alyuvarların parçalanmasına yol açan alfa zincirlerinin bağlanacağı başka bir zincir de gamma zincirleridir. Bazı ilaçların gamma zincir yapımını artırdığı gösterilmiştir. Akdeniz anemisinde de gamma zincir yapımını artıran ilaçlar kullanılmaya başlanmış ve oldukça yararlı sonuçlar alınmıştır. Kemik iliği değiştirilmesi: Eğer hastanın yaşı küçükse, karaciğeri bozulmamışsa ve çok uygun bir verici varsa (ikizi ya da kardeşi) bu tedavi şekli çok başarılı olmaktadır. Ancak bu şansa sahip hasta sayısı çok azdır. Türkiye'de çok az sayıda hastaya bu tedavi şekli uygulanabilmiştir. Gen Tedavisi: Henüz çalışmalar deneysel düzeydedir. |
321 Tane Hastalık
Akşınlık (Albinizm) Vücutta normal olarak bulunan melanin adlı boya maddesinin doğuştan yokluğu (albinizm). Beyaz farelerde ve beyaz tavşanlarda renksizlik, bu eksiklikten ileri gelir. Aynı duruma, insanlarda da rastlanır. Bu eksikliğin derecesine göre insanlarda ya bir dereceye kadar sarıya çalan bir saç rengi dikkati çeker, ya da deride, saçta ve hatta gözlerde renk bulunmaz. Bazı araştırıcılar akşınlıkla zeka geriliği arasında bir ilintinin bulunduğunu ileri sürmüşlerse de bu iddia doğrulanamamıştır. Akşınlığın en belirli özelliği genç bir kimsede saçların bembeyaz olmasıdır. Deride de boya maddesinin yokluğu, deri altındaki damarların çok rahat seçilebilmesini sağlar. Göz rengi genellikle açık gridir. Böyle kimselere akşın (albinos) denir. Gözün iris ve koroid tabakalarında boya maddesinin bulunmaması görme bozukluklarına yol açar. Akşınlar göz uyumunu kolayca yapamaz ve parlak ışıktan çok rahatsız olurlar (fotofobi). Bu kimselerin göz merceklerinde miyopluğa ve astigmatlığa yol açan bozukluklara sık rastlanır. Akşınlığın gerçek nedeni bilinmemektedir. Ancak, melanin yapımı için gerekli enzimlerden birinin yokluğundan ileri geldiği sanılmaktadır. Bu özellik kuşaktan kuşağa geçer. Akşınların genel nüfusa oranı yaklaşık olarak 20,000'de 1'dir. Akşınlık kesinlikle giderilemez. Fakat, koyulaşarak göze gelen ışığın yoğunluğunu azaltan camlı gözlüklerin kullanılması, vücudun fazla güneş ışığından korunması rahat etmelerine yol açar. |
321 Tane Hastalık
Aktinomikoz Actinomyces bovisin etkeni olduğu ve uzun süren yangıların oluşumuna yol açtığı bir hastalık. Hastalık en çok, alt çenede ve boyunda görülür. Tedavisi güçtür ve uzun zaman alır. Bir zamanlar, bu hastalığın etkeninin çimenlerde ve tahıllarda görülen ışınsal mantarların bir tipi olduğu sanılırdı. Bugün, artık bu mantarın insanda bir hastalığın oluşumuna yol açmadığı ve başka tip bir mantar olan Actinomyces bovisin bazı insanların ağız boşluğunda normal koşullarda ona bir zarar vermeyen ortakçı olarak yaşadığı bilinmektedir. Aktinomikozun en sık görülen tipi alt çene ve boyunda hastalığa yol açar. Buna tıp dilinde servikofasyal aktinomikoz da denir. Çok kere başlangıcı herhangi bir olaya bağlanamazsa da bazen bir diş çekiminden sonra ortaya çıkar. Yavaş gelişir. Yangılanmanın başlangıcında beliren küçük, bir şişten salgı salan mavi renkli, sert bir kabartının oluşumu için bazen haftaların geçmesi gerekir. Bu kabartının içinden akan sıvının miktarı genellikle azdır. Ancak bu sıvının içinde sarı cisimcikler vardır. Bunların bir mikroskop altında incelenmeleri, Actinomyces bovis kolonilerinden oluştuklarını gösterir. Aktinomikoz vücudun herhangi bir yerindeki deri ve deri altı dokusunda görülebilir. Sık görüldüğü bölgeler, arasında göğüs ve karın boşluğu organları da bulunur. Vücudun bir yerinde bulunan hastalık bazen ya doğrudan doğruya ya da kan yoluyla, başka bir alana geçer. Bu şekilde, beyin ve diğer çok önemli bölgelerde de yangılanmalar görülebilir. Aktinomikozun tedavisi güçtür. Penisilinin bulunmasından önce bu alanda en çok yararlanılan ilaçlar iyot ve potasyum iyodürdü. Bunlar insanı hemen hemen zehirleyinceye kadar verilir ve insanın doğal direncinin hastalığı yenmesi sırasında az miktarda bağ dokusu oluşmasına çalışılırdı. Bugün aktinomikoz tedavisinin ana öğeleri antibiyotiklerdir. Penisilin bu hastalığın tedavisinde bir aşama olmuştur. Bir zamanlar çok öldürücü olan hastalık, bugün yüzde ....en-doksan oranında iyileşmeyle sonuçlanmaktadır. Bir alanda birikmiş olan yangının boşaltılması ya da yangılanmış bir dokunun yerinden çıkarılması için, bazen cerrahi işlemlerden de yararlanılır. |
321 Tane Hastalık
Anhidroz Ter salgısının yokluğu ya da azlığı. Ter bezlerinin anormal gelişimleri sonucu doğuştan bir eksiklik olarak ortaya çıkabileceği gibi, deri enfeksiyonları, şeker hastalığı da bu duruma yol açabilir. İklimi ılımlı olan bölgelerde anhidroz çok önemli değildir. Ancak sıcak memleketlerde vücudun yeterince sıcaklık kaybedememesine yol açıp zarar verebilir. Bu durumda, öğle vakti ağırlaşan baş ağrısı, yorgunluk, iştah kaybı, kusma ve sık işeme dikkati çeker. Ter bezlerinin boşaltım kanalının, derideki keratin cisimleri tarafından tıkanması da bir tür anhidroza yol açabilir. Bu durumlarda yapılabilecek tek şey hastayı daha yumuşak iklimli bir yere göndermektir. |
321 Tane Hastalık
Ankilostomiyaz Kancalıkurtun (Ancylostoma duodenale) ya da Amerika kancalıkurdunun (Necator americanus) ince bağırsakta meydana getirdiği hastalık. Bu hastalığa en çok tropikal ve subtropikal ülkelerde rastlanır. ABD'nin bu nitelikteki bölgelerinde çok yaygındır. Toprak altındaki tünellerde çalışan maden işçileri de bu hastalığa çok yakalanırlar. Erişkin kancalı kurtlar yaklaşık olarak 12 cm. uzunluğunda olup, ince bağırsağın üst bölümlerinde kancalarıyla bağırsak duvarına tutunarak yaşayan asalaklardır. Meydana getirdikleri çok sayıda yumurta, dışkıyla vücuttan çıkar; bunlar nemli bir ortama ulaşabilirse larvalar gelişir ve yumurtadan ayrılırlar. İnsan vücudu dışında aylarca yaşayabilen bu larvalar, yalınayak dolaşan kimselerin derisini delerek vücuda girerler, kan dolaşımı yoluyla akciğere ve oradan da solunum borucukları yoluyla yutak borusuna ulaşırlar. Buradan da ince bağırsağın üst bölümüne gider ve erişkin hale dönüşürler. Bu kurtların insan vücudunda birkaç yıl süreyle yaşayabildikleri sanılmaktadır. Vücutta bu kurtların bulunması çok defa kansızlığa yol açar. Hastalar bu nedenle soluk görünürler, kendilerini zayıf hissederler ve sık sık bağırsaklarından şikayet ederler. İştahın bulunmasına rağmen halsizlik, kaşıntıya yol açan kızarıklar, mide bozuklukları, karın ağrıları, ateş yükselmesi, albümin işeme ve şişme (ödem) sık görülür. Antihelmintik ilaçlar alınarak kurt düşürülür; kansızlığı giderecek ilaçlar da verilir. En etken antihelmintikler arasında tetrakloroetilen ve befenyum hidroksinaftoat vardır. Bunlardan birincisi daha çok Amerika kancalıkurduna, ikincisiyse kancalıkurda karşı iyi sonuçlar verir. Ankilostomiyaz vakalarında görülen kansızlığın iyileştirilmesi, sürekli kan kaybı olduğundan güçtür. Demir, karaciğer özü ve B vitaminleri bu konuda yararlı olur. Gereğinde kan da verilebilir. En önemli konu; kişinin yaşama koşullarının düzeltilmesi, dışkıların lağımlara akıtılarak, larvaların insan vücuduna girişinin engellenmesidir. |
321 Tane Hastalık
Ankiloz Bir eklemdeki hareket yeteneğinin hemen hemen kaybolmasına, ya da azalmasına tıp dilinde "ankiloz" adı verilir. Tam ankilozda, eklemlerin yüzeyi birbiriyle kaynaşmıştır. Eklemlerdeki doku bozukluğu, kemiklerin kaynaşması sonucu değil de yalnız bağlayıcı tellerdeki bir hastalık, ya da kas kısalması sonucunu doğurmuşsa, ankiloz tam değildir. Bu tür ankiloz çoğunlukla çok uzun hareketsizlik sonucunda meydana gelir. Tam ankiloz ancak ameliyatla düzelir. Tam olmayan ankilozlar ise, fizyoterapi, özellikle de mekanik tedavi yoluyla iyileştirilir. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.