ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Aşk & Sevgi (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=388)
-   -   Aşkın Abece’si... (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=42070)

gülgüzeli 03-20-2008 11:42 PM

Aşkın Abece’si...
 
Aşkın Abece’si



Yaşamımız boyunca, yeryüzünde yaşayan milyarlarca insanın ancak çok küçük
bir bölümüyle tanışma şansımız var.
Siz de gerçek aşkı henüz bulamadım diyenlerdenseniz ve rüyalarınızdaki
eşin, gezegenin uzak bir köşesinde yaşadığına inanıyorsanız, bu düşünceyi bir
yana bırakıp çevrenize daha dikkatli bakmanızı öneririz.
Çünkü araştırmalar, iki insanın birbirine yakınlaşmalarının en önemli
koşullarından birinin, fiziksel yakınlık olduğunu, insanların genellikle okulda,
işte ya da çeşitli toplantılarda sık sık gördükleri, en çok karşılaştıkları insanlara
aşık olduklarını gösteriyor.
Araştırmaların eş bulmada önemli olduğunu vurguladığı bir başka etkense
benzerlik. Buna göre, zıt kutuplar birbirini çeker söyleminin tersine,
insanlar genellikle, ortak ilgi alanlarına, değer yargılarına ve kendilerine benzer
zekâ düzeyine sahip insanlara aşık oluyorlar. İlgi alanları ve görüşleri
bizimkilere benzeyen insanlarla paylaşacak daha çok şeyimiz oluyor ve bu
insanlarla daha kolay iletişim kuruyoruz. Psikologlar bu durumu, bize
benzeyen insanlarla birlikte olmanın kişiye güven sağlamasına bağlıyorlar.
Bize benzeyen insanlarla bir araya gelmek, görüşlerimiz,
inançlarımız ve özelliklerimiz konusunda bir tür doğrulanma sağlıyor.
İnsanları birbirine çeken bir başka etkense, karşılarındaki insanın da
kendilerinden hoşlandığını düşünmek. İnsanın, karşısındaki kişinin
kendisinden hoşlandığını ya da onu sevdiğini farketmesi, ona karşı
başkalarına olduğundan daha olumlu davranmasına neden oluyor. Diyelim ki,
iş yerinde beğendiğiniz biri var, ve onun sizi fark etmesini istiyorsunuz.
Güzin Abla, herhalde size şöyle bir öneride bulunurdu: “Yemek salonunda
ve toplantılarda ona yakın oturmaya çalışın. İlgi alanlarını öğrenin;
ona ortak ilgi alanlarınızdan söz edin. Ve bu arada, ona ondan hoşlandığınızı belli
etmeyi de unutmayın”...
Ancak, bütün bunlara rağmen ya “kimyanız uyuşmazsa”?



Aşkın Kimyası

Bilim adamları, birçok konuda olduğu gibi, aşkı anlamak için de hayvanlar
dünyasına bakmayı ihmal etmiyorlar. Hayvanların aşk yaşamında feromonlar
büyük önem taşır. Bunlar, özel bezlerce salgılanan ya da idrar gibi beden
sıvılarında bulunan kimyasal maddelerdir. Hayvanlar, kendi türlerinin öteki
bireyleriyle feromonlar sayesinde haberleşir:
Yiyecek, bireyin topluluktaki konumu, kendisine ait bölge, cinsiyet ve çiftleşmeye
hazır olma gibi bilgileri, birbirlerine feromonlarla bildirirler.
Bu sinyaller burunda, VNO adı verilen farklı bir bölge tarafından alınır.
Feromonlarla kokuların birçok ortak yönü vardır. Her ikisi de havayla yolculuk
yapan kimyasallardır. Ancak feromonlar, koku duyusunun keşfedemeyeceği
kadar düşük konsantrasyonlarda işe yarayabilirler.
Günümüzde, insanların kimyasal sinyallerle bilinç dışı iletişim kurduklarına ilişkin
merak uyandırıcı bulgular var. Yakın geçmişte insanların da feromon ürettikleri
ve feromonlar yoluyla haberleştikleri haberi, bilim adamlarının ve kamuoyunun
büyük ilgisini çekmişti. Ancak, bu tür mesajların insanlar üzerindeki etkileri
henüz açıklığa kavuşmuş değil.
İnsanlarda feromonların bulunup bulunmadığı konusunda araştırmalar yapan
Martha McClintock, bundan 30 yıl kadar önce, üniversitede oda arkadaşı olan
kızların adet dönemlerinin bir süre sonra birbirlerine yaklaştığını göstermişti.
Bu araştırma, birbirine yakın olmanın ve ilişkinin, beyinde yumurtlama
döngüsünün belirlemesinden sorumlu biyolojik saatin ayarını değiştirebileceğini
gözler önüne sermişti.
Bu ayarlamanın nedeni tam olarak bilinmese de,
bazı araştırmacılar bu durumun, insanlarda feromonların varlığına
işaret ettiğini düşünüyorlar. McClintock, 1998 yılında yaptığı yeni
bir araştırmada da, yumurtlama sürecinin farklı dönemlerinde koltukaltlarından
alınmış kokusuz kimyasalların, bunlara maruz kalan kadınların yumurtlama
döngülerinin zamanlamasını değiştirebileceğini ve bunun bilinçli bir
biçimde yapılmadığını gösterdi.
Havayla yolculuk yapan kimyasalların insanların eş seçme davranışları
üzerinde etkili olduğunu gösteren araştırmalar da var.
Bu araştırmaların en ilginçlerinden biri, İsveç’li bilim adamı Klaus Wedekind’e
ait. Wedekind, 44 erkeğe birer tişört vererek bunları iki gece boyunca
giymelerini istemiş. Erkekler bu süre boyunca kokusuz sabunlarla yıkanıp
kokusuz kozmetik ürünleri kullanmışlar. Wedekind bu araştırmada,
farelerle yapılmış bir araştırmanın sonuçlarının insanlarda da geçerli olup
olmayacağını görmek istiyormuş. Daha önceki deneylerde
farelerin, kendilerininkilerden farklı bağışıklık sistemi genlerine sahip
bireylerle çiftleşmeyi tercih ettikleri görülmüş.
Kısaca MHC (major histocompability complex) adı verilen bu genler,
bedenin yabancı hücreleri tespit edip yok etmesine yarayan kimyasalların
üretilmesinde rol oynar. Genellikle, anne babanın MHC genleri birbirinden ne
kadar farklıysa, çocuklarının bağışıklık sisteminin de o kadar iyi olacağı
düşünülür. Wedekind, giyilmiş tişörtleri kutulara koyarak, araştırmaya katılan
49 kadına bunları koklatmış ve tişörtlerin sahiplerinin, kendileri için ne kadar
çekici olduğunu değerlendirmelerini istemiş. Kadınların herbirine 7’şer kutu
koklatılmış. Kutuların üçünde, bağışıklık sistemi genleri kadınlarınkine çok benzer
olan erkeklerin giydiği tişörtler varmış; kutuların üçündeyse,
MHC genleri kendilerininkilerden farklı erkeklerin giydiği tişörtler.
Yedinci kutuyaysa kontrol koşulu yaratmak için daha önceden hiç giyilmemiş
bir tişört koyulmuş. Kadınlar, araştırmacıların önceden tahmin ettikleri gibi
davranmışlar ve bağışıklık sistemi genleri kendilerininkilere benzemeyen
erkeklerin kokusunu tercih etmişler. Birçoğu da, MHC genleri
kendilerininkilere benzeyen erkeklerin tişörtlerinin, babalarını ya da erkek
kardeşlerini anımsattığını; MHC genleri kendilerininkilerden farklı
erkeklerin tişörtlerininse eski ya da şimdiki erkek arkadaşları gibi
koktuğunu söylemişler.
Wedekind’in araştırmalarını yönlendiren çalışmalardan biri,
dişi farelerin hamile kaldıklarında MHC’yle ilgili tercihlerinin değiştiğinin
gözlenmesi olmuş. Hamile farelerin, MHC genleri kendilerininkilere benzeyen,
büyük olasılıkla kendileriyle yakın akraba olan fareleri tercih ettikleri
görülmüş. Wedekind’in araştırmasına katılan kadınların da küçük bir
bölümünün, bağışıklık sistemi genleri kendilerininkilere benzer erkeklerin
tişörtlerini tercih ettikleri görülmüş. Bu kadınların doğum kontrol hapı kullandıklarını
göz önüne alan Wedekind, hapların östrojen düzeyini yükselterek hamileliğe benzer
bir etki yaptığını düşünüyor. Bu doğruysa, doğum kontrol hapı kullanan
kadınlar, kimyasal nedenlerle yanılgıya düşme riskinde olabilirler.
Ancak Wedekind’in bulgularının feromonların etkisini mi yoksa kokuların
etkisini mi gösterdiği kesin değil. Kesin olan şeyse, kadınlarla erkekler
arasında kimyasal açıdan "birşeylerin" geçtiği. Wedekind’in araştırması,
akla başka sorular da getiriyor. Örneğin erkekler de, bağışıklık sistemi
genleri kendilerininkilerden farklı kadınları mı tercih ediyorlar?
Feromonlar, gelecekteki en heyecan verici araştırmaların konusunu
oluşturacağa benziyor.



Cazibe Dedikleri...

Güzelliğin bakanın gözünde olduğu söylenir.
Acaba gerçekten öyle mi, yoksa güzellik konusunda insanların kullandığı ortak
bazı ölçütler var mı? Birçok bilim adamı, feromonların yanı sıra beden biçiminin,
özellikle de simetrinin, sağlık konusunda bilinç dışı bir mesaj vererek,
bir kadınla bir erkek arasındaki ilk çekimi oluşturduğunu düşünüyor.
Bu kurama göre asimetrik bedensel özellikler, altında yatan kalıtımsal sorunlara
ilişkin ipucu olarak kullanılıyor. Özellikle erkeklerin, simetrik özelliklere sahip
kadınları daha çekici bulduğunu gösteren birçok araştırma var.




Çocukluk yıllarından başlayarak resimli kitaplardaki,
filmlerdeki, reklamlardaki iri gözlü, minik burunlu, atletik bedenli güzelleri izleyen
biz Dünyalıların, güzelliğe dair ortak değer yargılarının olması şaşırtıcı olmamalı.
1986 yılında Michael Cunningham adlı araştırmacı, bir okul yıllığından ve uluslarası
bir güzellik yarışmasından alınmış 50 kadının fotoğraflarını insanlara göstererek,
bu fotoğrafları çekiciliklerine bakarak notlandırmalarını istemiş.
Daha sonra bu fotoğraflardaki organların birbirlerine olan görece boylarını ölçmüş.
Bu yolla, insanların yüksek not verdikleri fotoğrafların ortak özelliklerini belirlemiş:
İri gözler, küçük çene, küçük burun, büyük gözbebekleri ve büyük bir
gülümseme... Daha sonra Cunnigham ve arkadaşları, aynı yöntemle
kadınların erkeklerde "güzel" bulduğu özellikleri ortaya çıkarmışlar.
Erkeklerin yüzlerinde kadınların çok çekici bulduğu özelliklerin, iri gözler,
geniş bir çene, çıkık elmacık kemikleri ve yine büyük bir gülümseme olduğu
görülmüş. Kadınlarla erkeklerin seçimleri arasında benzerlikler olduğu ortada.
Örneğin hem erkekler, hem kadınlar karşı cinste, yeni doğanlar büyük gözlü
olduğu için "bebek yüz" özelliği olarak adlandırılan iri gözleri çok çekici
buluyorlar. Araştırmacılar, bebek yüzü özelliklerinin insanlarda sıcaklık
ve şefkat duygusunu uyandırdıkları için çekici bulunduklarını söylüyorlar.


Dış Görünüşe Verilen Önem

Çeşitli araştırmalar, dış görünüşleri açısından çekici olan insanların,
arkadaş ve sevgili bulma açısından diğer insanlara göre çok daha şanslı
olduklarını gösteriyor. Dış güzelliğe verilen önem açısından kadınlarla
erkekler arasında bir farklılık var mı dersiniz?
ABD’de yapılan araştırmalarda, erkeklerin fiziksel
çekiciliğe kadınlardan çok daha fazla önem verdikleri görülmüş.
Bu farklılığın başka kültürler için de geçerli olup olmadığına gelince,
Texas Üniversitesi’nden evrimsel psikolog David Buss’un bir araştırmasına
göz atmakta yarar var. Bu araştırmada, dünyanın farklı bölgelerinden
37 ülkeden insanlardan, eş olarak seçecekleri kişide bulunmasını istedikleri
ve önemli gördükleri özellikleri sıralamaları istenmiş. Katılımcılara, bağlılık,
iyi görünüm, yaş, iyi bir kazanç, zekâ, toplumsallık ve bekaret gibi
özelliklerin kendilerince ne kadar önemli olduğu sorulmuş.
Araştırmaya katılan erkeklerin hepsinin de, eş seçiminde gençliğe
ve dış görünüşün çekiciliğine kadınlardan daha çok önem verdikleri ortaya çıkmış.
Bu tercihin, bu ülkelerdeki evlenme yaşına da yansıdığı,
erkeklerin kadınlara göre ortalama olarak 2-5 yıl daha
yaşlı olduğu görülmüş. Erkeklerin gençlik ve güzelliğe verdikleri öneme
karşın, araştırmadaki kadınların eşlerinde aradıkları en önemli özelliklerse,
yaşça kendilerinden biraz daha büyük olması, gelirinin yüksek olması ve bağlılık.
Tabii bu, fiziksel çekiciliğin araştırmaya katılan kadınlar açısından önemsiz
olduğu anlamına gelmiyor. Kadınlar bu özellikleri de önemli buluyorlar;
ancak, iyi bir kazanç ve bağlılık kadar değil.
Buss, kadınların ve erkeklerin eşlerinde aradıkları özelliklerin kültürler arasında
bu denli benzerlik göstermesini, insan türünün evrimsel gereksinimleri
açısından açıklıyor. Evrim, tıpkı başka hayvanlarda olduğu gibi,
insanlarda da eş seçimine bazı ölçütler getiriyor. Örneğin erkekler,
genç ve güzel görünümlü kadınları daha çekici buluyorlar, çünkü bu özellikler,
kadının sağlıklı olduğu ve üreyebileceği konusunda birer ipucu aslında.
Parlak saçlar, yumuşak bir ten gibi özellikler, aslında güzel göründüğü kadar
sağlığın da habercisi olabilir. Buss’a göre, kadınların kendilerinden yaşça daha
büyük ve kariyer sahibi erkekleri çekici bulmasının nedeni de, bu erkeklerin
çocuklarına iyi bir yaşam ve güvence sağlayabilecek olması.
Gençlik ve çekicilik gibi özelliklerin kadınlar için daha az önem taşımasını da,
erkeklerin üreme yıllarının kadınlarınkinden çok daha ileri yaşlara kadar
uzanabilmesi olarak açıklıyor.
Başka araştırmalarda da, bu konuda kültürler arasında küçük farklılıklar
olsa da, insanların genelde çekicilik konusunda bazı ortak kriterlere sahip
oldukları görülmüş. Bu benzerliklerden yola çıkan iki araştırmacı,
Judith Langois ve Lori Roggman da, evrimsel geçmişimize bağlı olarak,
insan türünün bireylerine çekici gelen bazı evrensel özelliklerin geliştiği
varsayımından yola çıkmışlar. Bu varsayımı sınamak için ilginç bir
araştırma düzenlemişler. Çoğu Avrupa kökenli, bazıları da İspanyol asıllı ve
Asyalı olmak üzere, bazı öğrencilerin fotoğraflarını çekerek bunları bilgisayar
ortamına aktarmışlar. Bu fotoğraflardan ikisini alarak bilgisayar
yardımıyla birleştirmişler. Bu yöntemle ortaya iki fotoğrafın özelliklerinin
matematiksel ortalaması olan yeni bir yüz çıkmış. Araştırmacılar fotoğrafları
aynı yöntemle birleştirmeyi sürdürüp 16 fotoğrafın ortalama özelliklerini taşıyan
tek bir fotoğraf elde etmişler. Bir sonraki aşamada, insanlara hem bunu,
hem de başlangıçtaki 16 fotoğrafı göstererek bunları çekicilikleri
açısından sıralamalarını istemişler. Araştırmacıların beklentisi elbette ki,
araştırmaya katılanların, karma fotoğrafı diğerlerine göre daha çekici
bulmalarıymış. Gerçekten de araştırmaya katılan erkekler de,
kadınlar da 16 fotoğraftaki özelliklerin matematiksel ortalaması alınarak
ortaya çıkarılmış fotoğrafları diğerlerine göre daha çekici bulmuşlar.
Araştırmacılar bu durumu, karma fotoğrafta bireysel farklılıkların törpülenerek,
ortaya bize bildik gelen, bu nedenle de çekici bir insan yüzünün çıkmasına
bağlıyorlar.
Kimi araştırmacılara göre de, aşina yüzlerin bizlere çekici gelmesinin
nedeni, tanımadığımız şeylerin tehlikeli olabileceği düşüncesiyle tercihlerimizi
genellikle tanıdık, bildik şeylerden yana kullanmamız.
Aslında aşinalık, daha önce sözettiğimiz, sık karşılaşmak,
benzerlik ve karşılıklı hoşlanma gibi kavramların da altında yatıyor.
Özetle, evrimsel psikologlar, insanlarda eş seçimine ilişkin davranışların,
üreme başarısını artıracak bir biçimde evrimleşmiş olduğu görüşünü savunuyorlar.
Buna göre çocuk sahibi olma konusunda farklı rollere sahip oldukları için
erkeklerle kadınların eş seçimindeki tercihleri ve stratejileri de birbirlerinden
farklı. Dişiler için üremek, hem zaman hem de enerji ve çaba açısından "masraflı"dır;
bu nedenle de ne zaman ve kimi eş olarak seçecekleri konusunda erkeklere göre
daha çok dikkat ederler. Bu açıdan bakılınca eş bulma ve üreme, erkekler
için daha az şeye malolur. “Aşkın bununla ilgisi ne?” diyeceksiniz.
David Buss ve arkadaşları, evrimsel bakış açısının, romantik ilişkilerde
kadınlarla erkeklerin birbirinden farklı stratejilere sahip olmalarını
açıkladığı görüşündeler. Buss, bu görüşü şöyle açıklıyor:
Bir eş bulmak ve onu elinde tutmak, bireyin karşısındakine çekici gelecek
özelliklerini gözler önüne sermesini gerektirir.
Bu yolda insanlar, binlerce yıllık evrim sürecinde karşı cinsin dış görünüşüyle ilgili
belli ipuçlarına tepki vermeyi geliştirmişlerdir. Üreme için erkeklere göre daha
büyük bir bedel ödeyen dişiler, bir çocuk dünyaya getirme ve büyütme
sürecinde kendilerine destek olacak erkekleri eş olarak tercih ederler.
Erkeklerse, başarılı bir biçimde çoğalabilecek dişileri seçerler.
Bundan şu çıkarsamayı yapabiliriz: erkekler için eş seçiminde dişilerin
sağlıklı olduğuna işaret eden yaş gibi etkenler ön plana çıkarken,
kadınlar öncelikle kendilerinin ve çocuklarının gereksinimlerinin
karşılanabileceğine işaret eden ekonomik başarı ve kariyer sahibi olma gibi
özelliklere dikkat ediyorlar. Son zamanlarda yapılan birçok araştırmada da
bu savı destekler nitelikte bulgular çıkmış ortaya.
Evrimsel bakış açısının oldukça ilginç ve heyecan verici bir bakış açısı
sunduğu bir gerçek. Ancak, gelecekteki araştırmalar insanlarda
aşkın biyolojik “emirleri” ne ölçüde izlediğini ortaya çıkaracak.




Öte yandan bütün bu bulgular, bir başka bakış açısıyla da açıklanabilir:
Dünyanın hemen her yerinde kadınların daha az güç, zenginlik ve toplumda daha
düşük bir konuma sahip olduklarını göz önüne alalım. Eğer kadınlar ekonomik
güvence için erkeklere bağımlı durumda kalıyorlarsa, eş seçiminde bu özellikleri de
göz önünde bulundurmaları şaşırtıcı olmamalı aslında. Buna karşılık erkeklerin,
eşlerini daha "hafif" sayılabilecek, dış görünüş gibi bir kritere göre seçme
özgürlükleri bulunuyor. Yani, eşitlik ilkesi çerçevesinde kadınların güzelliği
ve gençliği, erkeklerin kariyer ve ekonomik başarı gibi özellikleriyle dengeleniyor.
Bazı araştırmacılar bu varsayımı sınamak için, farklı kültürlerde yaşayan
kadınların, ekonomik rahatlıklarıyla eş seçiminde dış görünüşe ne kadar
önem verdikleri arasında bir bağıntı olup olmadığını araştırmışlar.
Araştırma sonucunda, bu bağıntının varlığı saptanmış.
Buna göre kadınların ekonomik rahatlıklarıyla,
eş seçiminde dış görünüşe verdikleri önem arasında doğru orantı var.


İçinin Güzelliği Yüzüne Vurmuş

Genelde, güzel bireylerin, daha toplumsal, dışa dönük,
daha popüler ve daha mutlu insanlar olduğu düşünülüyor.
Psikologlara göre, güzel insanların "iyi" de oldukları konusundaki önyargı,
insanların bu görüşün doğrulanmasını sağlayacak biçimde davranmalarına
neden oluyor. Maruz kaldıkları davranış biçimi, insanların davranışlarını ve
kendileri hakkındaki görüşlerini, kendilerine bakışlarını da etkiliyor.
Dış görünüş bakımından çekici insanlar küçüklüklerinden itibaren çevrelerinden
olumlu ve sıcak mesajlar alıyorlar ve bu da toplumsal becerilerinin gelişmesine
neden oluyor. Bu duruma açıklık getirmek için düzenlenmiş bir
araştırmada katılımcılara, başka bir katılımcı olduğu söylenen bir kadının
fotoğrafı gösterilerek onun hakkında bazı bilgiler verilmiş.
Katılımcıların bir bölümüne dış görünüş açısından çekici bir kadının fotoğrafı,
başka bir gruba da çekici olmayan bir kadına ait bir fotoğraf gösterilmiş.
Katılımcıların hepsine, bu kadınla birer telefon konuşması yapacakları bildirilmiş.
Aslında gösterilen fotoğrafların ikisinin de katılımcıların telefonda konuştukları
kadına ait olmadığını belirtelim. Telefonda çekici bir kadınla konuştuklarını
düşünen erkeklerin hepsinin, çekici olmayan bir kadınla konuştuğunu
düşünen erkeklerden çok daha sıcak ve kibar konuştukları görülmüş.
Dahası, telefondaki kadınların konuşma biçimlerinin de konuştukları erkeğin
tarzına göre değiştiği görülmüş.
Daha sonra, bu olaylardan haberi olmayan başka katılımcılara da,
kayıtlardan, yalnızca kadınların konuştuğu bölümler dinletilmiş.
Bu aşamada da, erkeklerin çekici olduğunu sandığı için sıcak bir tavırla
konuştuğu kadınları dinleyen katılımcılar bu kadınların daha çekici,
daha canlı ve kendilerinden emin olduğunu düşünmüşler.
Aynı araştırma kadınlarla erkeklerin rolleri değiştirilerek düzenlendiğinde,
kadınların da çekici olduğunu düşündükleri erkeklerle telefonda konuşurken daha
sıcak ve kibar konuştukları ve kadınların kendileri hakkındaki düşüncelerinden
haberdar olmayan erkeklerin de onların bu davranışlarına uygun biçimde yanıt
verdikleri görülmüş. Ancak, yine de güzelliğin bakanın gözünde olduğu
özdeyişini anımsamakta yarar var.
Öte yandan, 1998 yılında Massachusetts Üniversitesi’nden araştırmacılar,
yalnızca güzelliğin değil, “sağlığın da” bakanın gözünde olduğunu ortaya çıkaran
ilginç bir araştırma yapmışlar. Araştırmaya katılanlara fotoğraflar
gösterilerek fotoğraftaki insanların sağlık durumları konusunda düşünceleri
sorulmuş. Katılımcılar, genellikle çekici yüzleri olan insanların başkalarına göre
daha sağlıklı olduğu varsayımında bulunmuşlar. Bu insanların gerçek sağlık
durumlarına bakıldığındaysa, çekicilikle sağlık durumu arasında neredeyse
hiç ilişki olmadığı, çekici insanların sağlık durumunun öteki fotoğraflardaki
insanlardan ne daha iyi, ne de daha kötü olduğu bulunmuş.
Ancak, güzellikle ilgili bu çıkarsamaların,
bütün kültürlere genellenemeyeceğini düşünenler de var.
1997 yılında yapılan bir başka çalışmada araştırmacılar, güzel insanların iyi de
olduğu yargısının evrensel açıdan geçerli olup olmadığını ortaya çıkarmak için
kolları sıvamışlar. Güney Kore’nin başkenti Seul’de yapılan araştırmada,
hem erkeklerin hem de kadınların, kendilerine gösterilen fotoğraflardan yola
çıkarak, dış görünüşleri bakımından çekici olan insanların toplumsal açıdan
daha becerikli, daha arkadaş canlısı ve uyumlu olduklarını düşündükleri
görülmüş. Ancak, Güney Kore’deki katılımcılarla Kuzey Amerikalı katılımcılar
arasında belirgin bir farklılık ortaya çıkmış. Kişisel bağımsızlığın, bireyselliğin
ve kendine güvenin vurgulandığı "bireyci" kültüre sahip ABD’li ve Kanadalı
katılımcıların “güzel” tanımlamalarına kişisel güç de girerken,
Korelilerin güzellik tanımlarında, kollektif kültürlerde değer verilen
özellikler olan dürüstlük, başkalarını düşünme de yer alıyormuş.


Aşkı Tanımlamada Kültürün Rolü

Aşkın, kendisinin evrensel bir duygu olup olmadığı da tartışmalı konulardan biri.
Aslında bütün kültürlerde insanların karşı cinsten bireylere duygusal bağlılık
duyduğunu anlamak için edebiyat ürünlerine, efsanelere ve günlük
yaşamlarına bakmak yeterli. Ancak, farklı kültürlerden insanların aynı
duyguları yaşadıklarını söyleyebilmek bundan çok daha farklı bir durum;
çünkü duygular, insanlara ya da olaylara verdiğimiz basit tepkiler
değil, düşüncelerimizin ve bilişsel sistemimizin karmaşık
türevleri. Dolayısıyla belli bir toplumsal ve tarihsel yapı içerisinde farklı
anlamlarkazanabilirler. İster kibir, ister açlık, isterse aşk olsun, duyguların
evrensel bir niteliği vardır. Ancak, farklı kültürlerde farklı biçimlerde ifade edilir
ve deneyime dönüşürler; deneyimlerin yorumu da kültürden kültüre farklılık gösterir.
Bu konudaki birçok araştırma ABD’de yaşayan araştırmacılarca,
kendi kültürlerinde yaşayan insanların aşka bakışlarını temel alınarak yapılmış.
Ancak kültürün, insanların deneyimlerini nasıl adlandıracakları ve
yakın ilişkilerden beklentileri konusunda önemli rol oynadığını da kabul etmek
gerekiyor. Örneğin, Japon kültüründe, çok güçlü ve olumlu duyguları
tanımlamada kullanılan "amae" sözcüğüne Batı dillerinde karşılık gelen
bir sözcük bulmak zor; buna en yakın sözcüğün "bağımlılık" olduğu söylenebilir.
Oysa yetişkinlerin ilişkilerinde görülen bağımlılığa, Batı kültürlerinde sağlıksız bir
ilişki biçimi gözüyle bakılır. Çinlilerin aşk ilişkilerine ilişkin en önemli kavramlardan
biri gan qing. Gan qing, öteki insanın gereksinimlerini karşılamak için çalışarak
ve ona yardım ederek ulaşılan durumu betimleyen bir kavramdır. Örneğin,
birinin bisikletini tamir etmek ya da onun yeni bir şeyler öğrenmesine yardım
etmek gibi. Aşk kavramının bir başka değişik örneği de Kore’den. "Jung"
kavramı Koreliler için aşktan da fazlasıdır, insanları birbirlerine bağlayan
şeydir jung. Bir ilişkinin başında çiftler birbirlerine aşık olabilirler.
Ancak, jung henüz gelişmemiştir. Gelişmesi, karşılıklı yaşanan deneyimlere
ve zamana bağlıdır.
Araştırmalar, Batı kültürleriyle Doğu kültürleri arasında bireylerin ve
toplumun gereksinimlerinin tanımları arasında da büyük farklılıklar olduğunu
gösteriyor. Bireylerin bağımsızlığının, kendi başının çaresine bakabilecek
güçte olmasının vurgulandığı, insanların kişisel özelliklerine bakılarak
değerlendirildiği Batı kültürlerinde, bütün ilişkiler gibi aşk ilişkileri de
bu çerçevede değerlendiriliyor ve kavramsallaşıyor.
Öte yandan, kişileri öncelikle bir topluluğun bireyleri olarak gören kollektivist
Doğu toplumlarında aşk da bireylerin toplumla bağları çerçevesinde ele alınıyor.




Bireyci toplumlarda romantik aşkın, evliliğin önemli önkoşullarından biri
olarak görüldüğünü biliyoruz. Araştırmacılar, kollektivist kültürlerde aşkın
evlilik için önemli bir önkoşul olmadığı varsayımında bulunmuşlar.
Bireyci kültürlerdeyse aşk, oldukça kişisel ve arkadaşlarla aileyi bile bir
süreliğine unutturan, her şeyin üstünde bir deneyimdir. Kişinin eş olarak kimi
seçeceği ve kiminle evleneceği de büyük ölçüde kişisel bir deneyimdir.
Buna karşılık kollektivist kültürlerde, aşık olan bir insan, ailesinin ve öteki
topluluk üyelerinin dileklerini de hesaba katmak zorundadır.
Evlilikler çoğu zaman “düzenleme” yoluyla olur; aileler anlaşarak gelinle
damadı biraraya getirirler. Bu konuyu ele alan araştırmalarda da bu
varsayımı destekleyen sonuçlar bulunmuş.
Bu araştırmalara bakarak, romantik aşk kavramının bir yere kadar
kültüre bağlı bir kavram olduğunu söyleyebiliriz.
Herkes aşık oluyor. Ancak, herkes aynı biçimde aşık olmuyor.
En azından herkes aşkı aynı biçimde tanımlamıyor.
Örneğin antropolog William Jankowiak’ın yaptığı bir araştırmada,
örneklem alınan 166 kültürün 148’inde romantik aşka dair kavramların
bulunduğu görülmüş. Buna bakarak, romantik aşkın insan türü için evrensel bir
durum olduğu söylenebilir. Ancak, kültürel kurallar bu duygusal durumun
nasıl yaşanacağını, nasıl dışa vurulacağını ve nasıl anımsanacağını etkiliyor.




Aşkı Sürdürebilmek
Aşk denince ilk akla gelenler güzellik, çekicilik, karşılıklı çekim gibi kavramlar
olsa da, araştırmaların ortaya çıkardığı başka bir bulgu da bütün bunların
ilişkilerin yalnızca ilk aşamalarında önemli rol oynadığı.
Yani, ilişkiler ilerledikçe bunların önemi azalıyor.
Fiziksel çekim zamanla etkisini yitirdiğine göre ilişkinin ilerleyen aşamalarında
hangi özellikler önem kazanıyor olabilir? Psikologlar elbette bunu da araştırmışlar
ve ortaya ilginç bulgular çıkmış. Yakın ilişkiler zaman içinde geliştikçe,
ortak bazı aşamalardan geçiyorlar. Ancak öncelikle başka bir insanla tatminkar
bir ilişki kurmak açısından önemli kabul edilen bir etkenden söz edelim:
Kişinin kendisine duyduğu sevgi. Araştırmacılar, bir ilişkide iki insanın
birbirlerine yakınlık duymalarının ilk koşulunun, kişinin kendi kendisini sevmesi
olduğunu söylüyorlar. Bununla anlatılmak istenen benmerkezcilik değil elbette;
kişinin kendi gereksinimlerinin farkında olması ve kendi kendisine saygı
duyması. İnsanlar kendi değerleri ve kimlikleri konusunda kendilerini
güvende hissettikleri ölçüde aşk ilişkilerinde mutlu oluyorlar.
İlişkileri anlamanın yollarından bir başka yolu, geçirilen aşamaları anlamak
olduğu için, psikologlar bu aşamaları ortaya çıkarmaya çalışmışlar.
Psikologlar, uzun süreli beraberliklerin içeriğini, kendi kendini kabul etme,
eşlerin birbirlerini takdir etmeleri, bağlılık, iyi iletişim, gerçekçi beklentiler,
ortak ilgi alanları ve çatışmalarla verimli bir biçimde yüzleşebilmek olarak
özetliyorlar. Bu özelliklerin hiçbiri durağan değildir; zamanla değişir,
evrimleşerek birbirlerini etkilerler. Belki de aşk, yakalamak için peşinde
koşulacak, pembe düşlerden oluşan bir şey değil, kişinin kendisini ve
karşısındakini tanımasıyla, zamanla olgunlaşan bir yaşama bakış biçimidir.




Kaynakça:
Bilim ve Teknik Dergisi

Mayıs-2001

alıntı

merve16 03-20-2008 11:57 PM

Cevap : Aşkın Abece’si...
 
gerçekten çok güzel olmuş ben bunları bilmiyordum iyi oldu bilgi edinmiş oldum teşekkürler...

gülgüzeli 03-21-2008 02:24 AM

Cevap : Aşkın Abece’si...
 
Vakit ayırdığın için ben teşekkür ederim

mate 03-21-2008 02:33 AM

Cevap : Aşkın Abece’si...
 
Çok ama çok güzel bir konu olmuş teşekkürler canım benim...

gülgüzeli 03-21-2008 02:43 AM

Cevap : Aşkın Abece’si...
 
Vakit ayırdığın için teşekkürler bitanesi


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.