![]() |
Aşk Budur Ve Tasavvuf Da , Sadece Aşk'tır.
Aşk Budur Ve Tasavvuf da , Sadece Aşk'tır. üstad necib fazıl'ı ziyarete gitmişlerdir: dört beş kişiler... evinin bahçe kapısını çalar, ziyarete öncülük eden zat ve ardarda dizilirler... üstaz ise aralarda... üstad, kravat, yaka baş saç dağınık halde evin kapısından görünür; çok da memnun bir görüntüsü yoktur ziyaretten hani... onun her anı kıymetli ve bölmüşlerdir çalışmasını... bahçe kapısına yaklaşır beğenisizliği belli bir suratla ve: buyrun! der. ziyarete getiren, gelenleri takdim etmeye başlarken üstad, aniden en gerideki gence yönelir, bakışları keskinleşmiş, gözleri delici bir edayla, hiçbir şey söylemeden, hıçkırarak ağlamaya başlar ve gencin yanaklarını, boynunu ve dudaklarını öper! bir deli gibi... aklı asla başında olmayan bir insan gibi... hatta artık o an insan mı değil mi bilinmez bir sıfatta: senden efendi'min kokusu geliyor! efendim kokuyorsun! feryadlardadır üstad... zamanı kaybetmiş mekanı, gelenleri kaybetmiş, gence sarılıyor, gencin içine girmek istiyor haldedir... bir zaman geçince: sen kimsin_? ne olur söyle bana_? kimsin sen_? der. herkes ağlamakta, gözler pınar olmuş çağlamakta... genç de ağlayarak: ben üstad'ınızın -abdulhakim arvasi'nin- torunuyum! dedem, beni, ben bebekken, sizin öptüğünüz yerlerden öpmüş... der... işte zamanın yok olduğu, mekanın, fiziğin, tabii kanunların iflas ettiği an, o an... necib bey'in aşkına kurban olayım... üstad'ının kokusunu 20 sene sonra bile alabilen o gönüle hayran olmayayım da kim olsun... sözün burasında bu vesile ile söylemekten haya ediyorum; ama söylemeliyim: ben, bu aşktan nasıl utanmayayım_? gözlerimden sızana nasıl mani olayım_? tasavvufun açıklarını bulma adına ne olduğunu irdeleyen, şudur budurlarla ömrünü heba edenlere yüreğim sızlamasın da ne yapayım_? işte tasavvuf tek kelime ile budur! bu hadisenin birincil derece şahidi üstaz'ımdır... aşk!nerede tabii kanunlar, nerede sözler... nerede efendim bu aslında şudur budurlar... aşk budur ve tasavvuf da sadece aşktır... efendi'm derken neyi efendi edindiğine inşALLAH bir izah olmuştur... aşk'tır onun efendisi... O'nun hediyesi, O'na yönü dönük, O'nunla manalanan aşk... o, düşünür... o, filozof... o, şu... o, bu... olmazdan çok daha belirgin bir sıfatla; o, aşıktı. devam edelim namaz vaktidir, abdestler alınır, üstaz imamdır ve necib fazıl üstad, üstazın arkasında saf tutanlardan... namaz sonrasında üstaz'a der ki üstad: bana bazen içerlerler, cemaatte görülmediğimden dolayı. şimdi sizin arkanızda namaza neden durdum biliyor musunuz_? üstaz: buyrun söyleyin dediğinde, üstad: abdestlerini takip ederim! doğru düzgün abdest alanına şahit olmadım! sizin abdest almanızı da takip ettim. aynen efendi'm gibi abdest aldınız. abdestte kulağınızı yıkama usulünüz ise tıpatıp aynı. o sebeple size kanaat getirdim ve arkanızda safa durdum. üstaz anlattı: necib fazıl'ın dikkat ettiği yıkama keyfiyeti şöyledir: su abdest azalarına yukardan gelir ve azaları süzerek aşağı akar. mesela yüze suyu çarpmak yoktur! suyu, avuçlarla, alından dökerek ovuşturup, sıvazlayarak akmasını temin etmek şeklinde olmalıdır. eller aynı şekilde ve ayaklarda ve hassaten kulağımızı yıkamamıza dikkat yöneltmişler. kulak yıkanmasının doğrusu şudur: eller suyun altında tutulur, ve -bize bilfiil göstererek- küçük parmaklar kulakların içini, başparmaklar kulak memesinin arkasını, yüzük parmakları, iç kısımdaki birinci yakın kıvrımı, orta parmak üst ikinci kıvrımı, işaret parmağı kulağın keskin sathının hemen iç yanını ve üst tarafı sıvazlayarak dolayısıyla her parmak ayrı ayrı kullanılmış olarak kulak yıkama gerçekleşmiş olur. onun bunu bilmesine hayret ettim! sordum: sizin ameliniz çok değil; ama fevkalade tespitleriniz var; bunu nasıl yapıyorsunuz_? dedi ki: hocam! bir gül nasıl ki, gübrede kuvvetlenir ve gürbüzleşir, ben de bu milletin gübresi mesabesindeyim! milletim gürbüzleşsin, vazifem budur... üstaz, bize hatıratın sonunda dedi ki: necib fazıl, fikirde önderdir! |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.