![]() |
Sülûk Ve Mücâhede Edebi,Risale-İ Halidiyye
Sülûk ve Mücâhede Edebi,Risale-i Halidiyye Sülûk ve mücâhede edebi bir kaç nevi üzeredir. 1. (Ve mâ halaktül-cinne vel-inse illâ liya'budûn) [Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.] (Zâriyât: 56) nass-ı sübhànîsine imtisâlen, kulluktan gayri bütün garazlardan niyyetini tasfiye etmektir. Gerek umûr-u dünyeviyyeden ve gerekse umûr-u uhreviyyeden ve hattâ kalb açıklığı veya velîlik ve kerametlere erişmek gibi bütün gàyelerden ve maksatlardan âzâde, basar u basîretini sırf rızâ-yı Bârî için, her bir tahayyülden münezzeh olan Zât-ı Ecell-ü A'lâ Hazretleri'ne nasb eylemelidir. Bir yönüyle ki, Zât-ı Bârî'yi yine Zât-ı Ecel için istemelidir. Yâni aslâ kötü niyet ve karşılığını bekleyerek değil! Ve kendisinde bunlardan bir şey meydana gelirse, tevbe ve istiğfar etmelidir... 2. Bütün günahlardan tevbe guslüyle gusl edip, nefsini ölü kabul etmelidir. Ve iki rek'at namaz kılıp, tekar dünyaya gelmekten ümidi kesmelidir. Zîrâ tekrar çıkacağını ümîd eden kimse mânen hâriçtir, girmemiştir, halvete dâhil değildir. Nefesinden her nefesi son nefes bilip salevâtta, halka-i zikirde ve sülûkte ve hiçbir nefeste gàfil olmamalı ki, Mevlâsından gafleti esnâsında ruh bedenden çıkmasın. Zirâ asıl maksat bâtındır. (İnnemel-a'mâlü bin-niyyât) [Ameller niyetlere göredir.] buyrulmuştur. 3. Abdeste devâmdır. 4. Gece ve gündüz zikre devamdır. 5. Vukûf-ı kalbîdir, velev ki helâda olsa. 6. Hâtırâların terkedilmesidir, velev ki ahiret hatıraları dahî olsa. 7. Her anda kalbdeki isteğin devamının sağlanmasıdır. 8. Kalbini mürşidin kalbine rabta devâm edip, istifâde için mürşidin kalbinden ayırmamaktır. 9. Mûcib-i şer'înin gayrı kelâmı yapmamaktır. Yâni zarûriyât-ı dîniyyeden başka söz söylememektir. 10. Yemeği azaltmaktır ve hayvânî gıdaları yememek evlâdır. 11. Uykuyu azaltmaktır. Huzûr-u Bârî'yi (C.C) müşâhededen,edebten dolayı ayak uzatmaksızın uyumak gerektir ve evlâdır. 12. Cemî-i nâstan ve enâmdan(varlıklardan), hattâ mürîd-i gafilden uzlettir, kaçmaktır. Zîrâ gàfilin gafleti kalbine yerleşmiş olup, gaflet, vesvese ve tefrika doğurur; kaçınmak ve sakınmak evlâdır. 13. İhlâslı bir kimsenin veyâ gàfil olmayan temiz bir mürîdin pişirdiği bir çorbayı helâl ü tâhirden yemektir ve yerken huzur ile yemeye dikkat etmektir. Gafletten çok sakınmalıdır. Zîrâ gaflet lokması gaflet getirir; huzur lokması da huzur getirir. Yemek yerken rabıta-i şerîfle beraber silsile-i şerifi de okumak ve nefs-i emmârenin mahv ü perîşanlığı için, sâdâta hediye etmek ve kendilerinden istimdâd müstehabdır. 14. Murad ve maksadları terk etmek ve himmeti muhafaza etmektir. Şol vechile ki, menfaatlerin husûlü ve zararların def'i için himmet etmeyip, teslimiyet ve tevekkül kapısına baş koyup, Hakk'atam bir şekilde teslîm olmaktır. Zîrâ denilmiştir ki, ibadetten ubûdiyyete erişmekten gayrı şey amaç edinilemez. 15. Mübah ve sünnet ve vâcib olan amellerin herbirinde uygun şekilde davranmaya niyet etmektir. Akşam ile yatsı arasıda, güneş doğarken ve şafakta teheccüd, duhâ, işrak ve evvâbin namazlarını ihyâ etmeli, kılmalı ve yatarken muhakkak abdesti tazeleyerek şükür namazı kılmalıdır. 16. Nefy-i vücuddur(vücudu yok saymaktır). Zîrâ, (Vücûdüke zenbün lâ yükâsü bihî zenbün âhar) [Senin vücudun günahtır, onunla birlikte başka bir günah giyinme!] denilmiştir. Bunda en kuvvetli olan, ölüm rabıtası, nefsi kırmak ve hor görmek ve ümidini kesmek için nefeslerden her nefeste ölüme muhabbet etmektir. Yoksa, kat'iyyen dünya sevgisi kalbden gitmez. Ve dünya sevgisi de her hatanın başıdır. Belki insanın vücudu da onun dünyasıdır. Zîrâ, (Dünyâke mâ elhâke an mevlâke) denildi. Yâni, "Dünya, seni Mevlâ'dan alıkoyan şeydir." demektir. 17. Nefsini sâlik addetmeyip, belki bir kelb-i akûr, yâni kudurmuş köpek sayıp, insanlar ondan zarar görmesin diye nefsinin hapsedilmesi gerektiğini düşünmektir. 18. Vücudundan ve amellerinden me'yus olmaktır, ümid kesmektir. 19. Hak Celle ve A'lâ Hazretleri'ne çokca hüsn-i zan ile, yalnız fazlına yapışmaktır. 20. Mekrullah'tan ( Allah'ın ansızın gelen azabından ) ziyadesiyle korkmak, havf ve haşyet etmektir. Çünkü mekrullah, gizli bir kahr-ı ilâhîdir. (El-iyâzü billâhi teàlâ an zâlik) [Bu konuda Allah'a sığınmalı!] 21. Mürşidine muhabbet ve ihlâsı çok olmalıdır. Bir vechile ki, mürşidini kendisine ferîd (eşi bulunmaz) itikad etmelidir... Ve rızasını saadet, rızasının yokluğunu ızdırap bilmelidir; hattâ şeyhinin şeyhi için de böyle düşünmelidir.. Yâni, "Şeyhim beni reddederse, fark olmaksızın şeyhimin şeyhi de reddeder. Ve eğer kabul ederse, şeyhimin şeyhi de kabul eder." diye itikad ede. Böylece silsile ile Rasûlüllah SAV ve Hak CC Hazretleri'ne kadar ulaştığını düşünmeli, şeyhinin reddini red, kabulünü kabul bilmelidir. Ve şöyle itikad etmeli ki: Şeyhi o hüsn-ü nazar ile bir kimseye nazar etse, Bâyezid-i Bestâmî ve Cüneyd-i Bağdâdî (kuddise sirruhumâ) Hazretleri'nin derecelerine eriştirir. İşte sürekli böyle bir nazarı ummalı ve beklemelidir. Ve dahi Tercüme-i Avârif'i yazan zikreder ki, şeyhi tefrid (eşi bulnmaz) vacibdir(gereklidir) ve adem-i tefridde (tefridin yokluğu) bir şey hàsıl değildir. Ve açıkça bilinmelidir ki, bu tefrid meşâyih-i mutasarrifîn(tasarruf sahibi şeyhler) haklarında gerekli olup, müteşeyyihîn ü mütearrifîn haklarında caiz değildir. Yâni uydurma şeyhler, mütearrifîn, ilm ü irfan taslakları, tasavvuftan haberi olmayan, kendilerinde ve tuttukları yollarda tasavvuf kokusu bulunmayan, hatta şer-i şerife bile uymadıkları halde sofuluktan dem vuran ve etraflarına derviş toplamaya meraklı, benliklerine mağrur, kimseyi beğenmez, kendini herkesten üstün gören zavallılar herhalde değil. Bu şartlardan haberi olmayan, fakat haberdarmış gibi görünen cahillere intisab eden, tevehhüm eder(kuruntu yapmış olur). 22. Şeyhinden zikrinin değiştirilmesi ve rüyasının tabirini istememelidir... Ahvâlinden idrak ettiği şeyi ve kendine hoş gelen rüyasını saklamamalıdır... Ve şeyhinin kendisini hoş görmediği vakitte yanına gitmemelidir... O vakit karîne ile mâlûm olur. Mürşidinden başkasına halini arzetmemelidir... Hal sahibi olamadığından dolayı himmetinde kusur etmemelidir... (El-hûru ba'del-kûri) mânâsınca, kemâlden sonra noksanlığa düşmek, noksana ve muâhezeye (sorgulama) delâlet eder. Ve haller meydana gelirse de şükretmelidir... Bu, fazl-ı ilâhîye ve inâyet-i nâmütenâhiye alâmettir. Bil ki âdâbın hududu yoktur. Her makamın ve mekânın kendine göre bir edebi vardır ki, bu da uyanıklık ve Hakk'ın ilhamı ile olur. Makama uygun olmayan edeb; sû-i edeb(kötü edeb) ve pişmanlık ve ayıplanmayla sonuçlanır. Edeb makama göre olmak lâzım olduğu gibi, edeblerden bazısı, edeb meşreblerine göre de değişir ve birbirinden farklıdırlar. Zîrâ tarikat şeyhleri (kaddesallàhu esrâharüm), sahabe-i kirâm (rıdvânullàhi aleyhim ecmaîn) hazretlerinin ikdamı üzere sülûk ederler. Sahabe-i kirâmın meşrebleri ise gayetle değişiktir. Çünkü onların bazısı, bütün malını infakta hiç tereddüt etmemiştir; Hazret-i Ebûbekir RA gibi. Ve bazısı yarı malını vermiştir; Hazret-i Ömer RA gibi. Bazısı şakayı, mizâhı sever; Nu'man RA gibi ki, onun mizahları çok ve acayipdir. Bazısı da mizaha hiç meyletmez; Hazret-i Osman RA gibi. Bunların hallerini bilenler, meşreblerinin değişik olduğunu da bilirler. Meşâyih-ı kirâm hazerâtının meşrebleri de böyledir Ve ekseriyâ bir şeyhin edebi, aynı işte bir diğerine uymaz. Esâsen böyle olması da iktizâ eder. Ehlullahın şu sözü bu mânâya işarettir: (Etturûku ilallàhi biadedi enfâsil-halâik) [Allah'a giden yollar, mahlûkatın nefesleri sayısıncadır.] Meşrebler de bunun gibi çoktur. Allah-u Teàlâ Hazretleri din, dünya ve ahirette af ve inayetle beraber, zikr-i ilâhiye tazarru, meskenet ve inkisâr-ı hal ile devamı nasîb ü müyesser eylesin... Sıdk ve ihlâsta, niyyetlerde ve sâir hususlarda kemâl ihsân eylesin ve cümlemize istikàmet ve hüsn-ü hàtimeler nasîb eylesin, âmin... Bihürmetin-nebiyyil-arabiyyil-kureyşiyyil-muhtâr SAV, âmîn, yâ mucîbes-sâilîn... |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.