ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Yazılar & Hikayeler (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=320)
-   -   Nefsin Mâhiyeti (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=402436)

Prof. Dr. Sinsi 08-06-2012 05:49 AM

Nefsin Mâhiyeti
 

Nefsin Mâhiyeti



Cenâb-ı Hak, insan neslinin atası olan Âdem -aleyhisselâm-'ı mahlûkâtın en mükerremi kılarak cennette yaratmıştır. Lâkin Hak Teâlâ, Hazret-i Âdem ve nesline lutfettiği şeref ve îtibârın îcâbı olarak, onun cennette bulunmasının sırf lutuf ile değil; istihkak netîcesinde, yâni bir bedel karşılığında mükâfat olarak gerçekleşmesini irâde buyurmuştur. Bu murâd-ı ilâhînin gerçekleşmesi için de Âdem -aleyhisselâm-, mâlum zelleye dûçâr olmuş ve bu zâhirî sebeple vatan-ı aslîsi olan cennetten çıkarılıp bir imtihan âlemi olan dünyâya gönderilmiştir.
Hazret-i Âdem ve neslinin tekrar cennete dönmesinin bir mükâfât olarak tecellî edebilmesi için, insanın birtakım güçlükleri aşması gerekli olmuştur.
İşte bu sebeplerledir ki Cenâb-ı Hak, diğer varlıklardan farklı olarak Hazret-i Âdem ve onun neslini zıt tecellîlere mazhar kılmıştır. Bunun netîcesinde de insanların, aşağıların en aşağısı demek olan "esfel-i sâfilîn" ile yücelerin en yücesi olan "âlâ-yı illiyyîn" arasında, hak ettikleri bir mevkîde bulunmalarını murâd etmiştir. Yâni eşref-i mahlûkât olan insan, hem fıtrî sermayesi ve hem de bu sermayeyi hayra veya şerre kullanmaya medâr olan cüz'î irâdesiyle, "bel hüm edall", yâni "hayvandan da aşağı" bir mevkî ile "melekten bile üstün" bir nokta arasında yerini alır. Bu ise, kulun gayretine ve fıtratında mevcud olan müsbet ve menfî temâyüller arasındaki mücâdeleden hâsıl edeceği netîceye göre gerçekleşecektir. İşte insanoğlunun birtakım müsbet temâyüllerle techîz edilmiş olmasına mukâbil, bâzı menfî temâyüllerle de mâlul kılınması, bu hikmete mebnîdir.
Tasavvufî anlayışa göre, insanoğlunda bir arada bulunan müsbet ve menfî temâyüller ise, "rûh-i hayvânî" ve "rûh-i sultânî" tâbir olunan merkezlerden neş'et etmektedir.
Rûh-i hayvânî, insanın hayâtiyetini devâm ettirmesini sağlayan, biyolojik yapıya hükmeden latîf bir güçtür ki, ona "cân" veya "nefs" de denilmektedir. Uykudaki bir insanda rûh-i hayvânî hükmünü icrâya devâm ettiği içindir ki, biyolojik faâliyetlerin pek çoğu bu esnâda da gayr-i irâdî devâm eder. Sultânî rûh ise, uyandığı anda geriye dönmek üzere uyuyan insanı terk eder. Bedeni hareket ettiren, konuşturan velhâsıl her türlü faâliyetin icrâ ve îfâsına sebep teşkîl eden, ancak ölümle berâber bedenden çıkacak olan rûh, hayvânî rûhtur. Merkezi dimağ veya kalbde olup bedenin bütün uzuvlarına yayılmış ve asıl hükümranlığını kan üzerinde kurmuştur. Halk âleminden olan ve davranışların başlangıç noktasını oluşturan bu rûh, terbiye edilmediği takdîrde insan üzerinde menfî tasarruflarda bulunabilmektedir.
Rûh-i sultânî ise Cenâb-ı Hakk'ın insana kendi rûhundan üflediği rûhtur ki, insanı diğer canlılardan ayıran husûsiyet budur. Emir âleminden olan bu rûhun bedenle berâberliği, müsbet tasarruflarda bulunmak içindir. İnsan, bedenine giydirilen bu rûh ile kulluk ve tâatte bulunur, sâlih amellere yönelir. Bu rûh, bedenin öldükten sonra çürüyüp yok olmasından etkilenmez. Ölümle ancak beden üzerindeki tasarrufu son bulur.
İnsan, kendi içindeki bu iki zıt kutbun çatışmalarıyla hâl ve gidişâtına istikâmet vermektedir. Sultânî rûh gâlip geldiğinde, sâlih amellere ve güzel ahlâka yönelmekte; aksine hayvânî rûh gâlip geldiğinde ise türlü günahlara ve ahlâksızlıklara düşmektedir.
İnsanoğlu, nefsini kendi irâdesi ile şekillendirebilme istîdâd ve imkânına belli bir ölçüde sâhib kılındığı içindir ki, mükâfâta da mücâzâta da muhâtab olabilecek bir varlıktır.
Dünyâ imtihanında aşılması gereken en büyük engellerden biri olan "nefs", umûmiyetle insanın mâruz kılındığı menfî temâyülleri akla getirir. Hâlbuki onun özünde bir mücevher gibi müsbet bir mâhiyet de vardır. İnsanoğlunun vazifesi onu, toz-toprak hükmündeki menfîliklerden mânevî terbiye ile arındırarak özündeki cevheri ortaya çıkarmaktır.
Bir insan, gurbete çıktığında vatanına eli boş dönmemek için nasıl çalışıp didinirse, büyük bir gurbet diyârı olan bu dünyâda da âhiret saâdeti için öylece sa'y ü gayret göstermelidir. Zîrâ her insan, âhiretteki ebedî saâdet veya hüsranını bu dünyâdan götürecek, yâni bir bakıma istikbâldeki kaderini dünyâ hayatında tâyin edecektir.



Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.