![]() |
Deyimler Sözlüğü-Ç-
Çaba göstermek: Bir işi başarmak için uğraşmak. kuvvet harcamak."Çaba göstermeden amacına ulaşamazsın."
eyimler Sözlüğü-Ç-[/url]Çabalama kaptan ben gidemem: "Zorlamanın hiç faydası yok. ben bu işi yapacak güçte değilim; boşuna uğraşıyorsun. yapamam. gitmem." anlamında kullanılır. Çağ açmak: Yeni bir gidişin. tutumun öncüsü olmak; evrensel bir gidişe yol açmak."İstanbul` un fethiyle yeni bir çağ açıldı." Çakar almaz: İşe yarar gibi görünse de aslında yararsız. bozuk olan."Çakar almaz bir tabancayla bizi korkutacağını sanmıştı." Çakı gibi: Canlı ve atik. çevik."Çakı gibi delikanlı olmuş." Çalımından geçilmemek: Çok kibirli. kurumlu olmak; büyüklük taslamak. gösteriş yapmak."Adamın çalımından geçilmiyor. ona laf anlatmak çok zor." Çalım satmak (caka satmak): Büyüklük taslamak. kurularak davranmak. Çalıp çırpmak: Eline ne geçerse (az ve çok) çalmak. bu yolla kazanç sağlamak."Yoksul kalınca çalıp çırpmaya başladı." Çam devirmek: Farkında olmadan karşısındakini kıracak ya da kötü bir sonuca yol açacak söz söylemek. davranışta bulunmak."Onun da çam devirmede üstüne yok hani." Çam yarması: İri gövdeli insan. Çanak tutmak (açmak): 1. Söz ve davranışlarıyla kavgaya. kargaşaya yol açmak. 2. Dilenmek."Onun bu işe çanak tutmasına fırsat vermeyeceğim." Çanak yalayıcı: Dalkavuk. çıkarı için dalkavukluk eden."Çanak yalayıcılar gün geçtikçe artıyor." Çan çan etmek: Gerekli gereksiz sürekli konuşmak. yüksek sesle devamlı gevezelik etmek."Başımda ne çan çan edip duruyorsun. kes artık şu sesini." Çanına ot tıkamak: Bir daha sesini çıkaramayacak. kötülük edemeyecek bir duruma sokmak."Elbet sizin de çanınıza ot tıkayacağım gün gelecek." Çantada (torbada) keklik: "Ele geçirilmesi o kadar kesin ki elde edilmiş sayılır" anlamında kullanılır."Beni çantada keklik sanıyor ama yanılıyor." Çaptan düşmek: Önceleri iyi olan durumu sonradan bozulmuş olmak; çalışma gücü. verimi tükenmiş olmak."Adamın bir ayda çaptan düşeceğini sandılar." Çar çur etmek: Gereksiz. lüzumsuz yere harcayıp tüketmek."Paranı sakın çarçur edeyim deme." Çarıklı erkânıharp: Daha ziyade öğrenimi olmayan ama kafası çalışan. kurnaz ve uyanık köylüler için şaka yollu kullanılır. Çark etmek: Dönmek. geri dönmek."Birkaç adım sonra çark ediniz." Çarkına okumak: Bozmak. çalışamaz hâle getirmek. zarar vermek; birine büyük kötülük yapmak."Eline alır almaz saatin çarkına okudu." Çarşamba pazarı: Her şeyi açıkta olan. karmakarışık yer."Etrafı çarşamba pazarı gibi yapmış çocuklar." Çarçaf gibi: Dalgasız. dümdüz ve durgun."Deniz çarşaf gibiydi." Çat kapı: Aniden. beklenmedik bir anda."Oturuyorduk. çat kapı çıkageldiler." Çat pat: 1. Ara sıra. 2. Yarım yamalak. biraz. 3. Vakitli vakitsiz. uygunsuz zamanlarda."Çat pat okuması var diye mektubu ona uzattılar." Çayı görmeden paçaları sıvamak: Ham hayaller kurmak; henüz zamanı gelmediği hâlde yapılacak bir iş. meydana gelebilecek bir olay için hazırlıklara girişmek."Durun bakalım hele. çayı görmeden paçaları sıvamayın. bir haber ulaşsın önce." Çehre züğürdü: Çirkin. suratsız. yüzü yakışıksız."Oğlanı çehre züğürdü bir kızla evlenmek zorunda bıraktılar." Çekeceği olmak: Çok acı çekeceği. sıkıntıya gireceği bir iş ya da durumla karşılaşacağı sezilir olmak."Öyle anlaşılıyor ki bu çavuştan çekeceğimiz var." Çekidüzen vermek: Karışıklığı. dağınıklığı. başıbozukluğu gidermek."Kendine bir çeki düzen vermelisin artık." Çekip çevirmek: Yönetmek. düzene sokmak. hâle yola koymak. çalışmasını sağlamak."Tek başıma bu işi çekip çeviremem ki!" Çekip gitmek: Savuşmak. bırakıp gitmek. kimseye danışmadan ayrılmak."Aradığını bulamayınca çekip gitti." Çekirdekten yetişme: Bir işi küçük yaştan. çıraklıktan başlayarak öğrenme ve o işte ustalaşma."Ali. çekirdekten yetişmiş bir marangozdu." |
Deyimler Sözlüğü-Ç-
Çekişe çekişe pazarlık (etmek): Bir malı ucuza almak. ya da pahalıya satmak için titizce uzun süre yapılan pazarlık."Babam çok istediği atı alabilmek için. atın sahibiyle çekişe çekişe pazarlık etmeye başladı."
Çelme takmak: 1. Ayağını bacağına geçirerek yıkmaya çalışmak. 2. Bir işin gelişmesini engellemek veya bir kimsenin iyi yürüyen işini bozmak."Sakin sakin giden arkadaşını çelmek takarak yere düşürdü." Çene çalmak: Gevezelik ederek. çok konuşarak vakit geçirmek."Komşu kadınları çene çalmaya bayılırlar." Çenesi düşük: Geveze. çok konuşan. gereksiz şeyler söyleyen."Senin kadar çenesi düşük bir adam daha görmedim." Çenesi kuvvetli: Söylemekten yorulmayan. söylediği sözlerle kendisini dinletmesini bilen."İyi hatip. acaba çenesi kuvvetli hatip midir?" Çene yarıştırmak: Karşılıklı gevezelik etmek. boş konuşmak."Sizinle çene yarıştırılmaz doğrusu." Çetele tutmak: Hesap tutmak amacı ile bir yere çizgiler çekmek."Ahmet amca. veresiye verdiği mallar için çetele tutmaktan usanmıştı." Çetin ceviz: 1. Kırılması zor. kabuğu sert ceviz cinsi. 2. Yola getirilmesi. yenilmesi zor rakip; başarılması güç iş."Şimdi anlıyordu rakibinin ne deneli çetin ceviz olduğunu." Çevir kaz (ı) yanmasın: Karşısındakini kıracak bir söz söylediğini fark edip de çevirmeye kalkışanlara şaka yollu söylenir. Çıban başı: 1. Çıbanın patlamak üzere olan tepe noktası. 2. Kötü sonuçların. uygunsuzlukların ana sebebi."Bu işte çıban başı mı olmak istersin?" Çıfıt çarşısı: Türlü kötülüklerin. hile ve düzenlerin karmakarışık bir durumda bulunduğu yer."Daireyi çıfıt çarşısına çevirenler tek tek bulunmalıdır." Çığır açmak: Bir alanda yeni bir yol açmak; yeni bir tutum. izlenecek yöntem bulmak."Bilim adamları kanserle mücadelede çığır açmak için kolları sıvadılar." Çığırından çıkmak: Yoldan sapmak. doğru ve uygun gidişten ayrılmak. artık düzelemez hâle gelmek."İşler çığırından çıkmadan önlem almalıyız." Çıkar yol: Çare. en tutarlı çözüm yolu."Sınıf geçebilmek için tek çıkar yol ders çalışmaktır." Çıkış yapmak: Bir tartışma esnasında etkili söz ve sert davranışlarla düşüncelerini belirtmek."Ani bir çıkış yaparak herkesi şaşırttı." Çıkmaza girmek: Çözümlenemeyecek. içinden çıkılamayacak bir duruma düşmek."İşler. hiç ummadıkları bir anda çıkmaza girdi." Çıngar çıkarmak: Gürültü patırtı. karışıklık ve kavga çıkarmak."Çıngar çıkarmadan oturtun şu kadını." Çıt çıkarmamak: Çok sessiz olmak. hiç ses çıkarmamak. gürültü yapmamak."Çocuklar korkudan çıt çıkarmıyorlardı." Çiçeği burnunda: Çok taze. yeni koparılmış."Çiçeği burnunda bir haber getirmek için yarışa girdi muhabirler." Çifte kumrular: Birbirini çok seven ve birbirinden ayrılmayan kimseler."İşte çifte kumrular geliyorlar." Çiğlik etmek: İnsana yakışmayan; olgunluğa. yaşa uygun düşmeyen yersiz ve kaba davranışlarda bulunmak."Bir çiğlik edip de toplantıyı berbat edecek diye ödüm kopuyor." Çiğ süt etmiş olmak: Soysuz ve namussuz olmak."Bu yürek yakıcı işi yapmak için çiğ süt emmiş olmak gerek." Çiğ yemedim ki karnım ağrısın: "Herhangi bir suç işlemedim ki korku duyayım. işi eksik yapmadım ki olumsuz sonuçtan kaygılanayım" anlamında kullanılır. Çile çekmek: Üzüntü. eziyet. acı ve sıkıntı içinde yaşamak."Annen seni büyütünceye kadar ne çileler çekti biliyor musun?" Çile çıkarmak: 1. Sıkıntılı bir işin veya durumun sona ermesini beklemek. 2. Tasavvufta bir müridin belli bir eğitim safhasından geçmesi."Çile çıkarmayan mürit olgunlaşamaz." Çileden çıkmak: 1. Çok öfkelenmek. olan bitenler karşısında dayanıklılığı kalmayıp taşkınlık göstermek. 2. Çile süresini bitirmek."Ben çileden çıkmadan çabuk terk edin burayı." Çil yavrusu gibi dağılmak: Toplu hâlde bulunan insanların her biri. herhangi bir sebeple bir yana dağılmak."Silâh sesini duyunca çil yavrusu gibi dağılmaya başladılar." Çirkefe taş atmak: Edepsiz. geçimsiz. kaba saba kimsenin tepkisine yol açacak davranışlarda bulunmak."Şu çirkefe taş atıp da başını belâya sokmadan gir içeri!" Çivi kesmek: Çok üşümek. donmak."Çocuklar soğuktan çivi kesmişlerdi." Çizmeden yukarı çıkmak: Bilmediği. aklının kesmediği. yetkisinin dışında bir işe kalkışmak; haddini bilmemek."Kes artık. çizmeden yukarı çıkmaya başladın." Çocuk oyuncağı: Önem verilecek değerde olmayan. kolay iş."Dereyi geçmek mi? Çocuk oyuncağı benim için." Çocuk oyuncağı hâline getirmek: Bir işi sık sık değiştirip verilmesi gereken önemde ele almamak. küçümsenir duruma getirip değerinden düşürmek."Ne biçim adamlarsınız siz. bu güzel işi çocuk oyuncağı hâline getirdiniz!" Çoğu gitti azı kaldı: İşin en güç. en önemli. en büyük kısmı bitti. kalanı önemsizdir."Ha gayret çocuklar. çoğu gitti azı kaldı." Çok görmek: 1. Esirgemek. bir kimseyi o şeye değer bulmamak. 2. Bir kimsenin yaptığını. davranışını yadırgamak."Gel. çok görme bana bu işi." Çoluk çocuk elinde kalmak: Genç. tecrübesiz. çocuk denecek kişilerin yönetimi altında yaşar durumda olmak."Ülke çoluk çocuk elinde mi kalacak? korusun!" Çoluk çocuğa karışmak: Evlenip. çocukları dünyaya gelip. onlarla uğraşır olmak."Vay canına! Daha dünkü çocuktu. bugün çoluk çocuğa karışmış! Zaman ne çabuk da geçiyor." Çorap söküğü gibi gitmek: Başlayan bir işin birbirine bağlı diğer bölümlerinin kolaylıkla halledilmesi."Hele bir başla sen. bak nasıl çorap söküğü gibi gidecek iş." Çorbada tuzu bulunmak: Yapılan bir iş ya da hizmette az da olsa çabası. emeği bulunmak."Haydi durmayın. çorbada sizin de tuzunuz bulunsun!" Çömlek hesabı: Güvenilmez. yanlış hesap."Senin yaptığın çömlek hesabı. bir muhasebeciye havale et işi." Çuval gibi: Kaba ve seyrek. bol ve ütüsüz."Pantolonun çuval gibi olmuş." Çürüğe çıkmak: 1. İşe yaramaz olduğu. sağlam olmadığı anlaşılarak bir yana atılmak. 2. Sağlığı el vermediği için askerlik görevine alınmamak."Çürüğe çıkmak için can atanlar da yok değil bugün." Çürük tahtaya basmak: Tedbirsiz hareket edip. kötü sonuçlanacak bir işe girişmek." kimseyi çürük tahtaya bastırmasın." |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.