ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Edebiyat / Dil Bilgisi (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=658)
-   -   Deyimler Sözlüğü-K- (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=375847)

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 05:53 AM

Deyimler Sözlüğü-K-
 
kaynak:Türkceciler deyimler sözlüğü
eyimler Sözlüğü-K-[/url]
Kabak (birinin) başına (başında) patlamak: Birçok kimsenin ilgili olduğu olaydan yalnızca bir kimse zararlı çıkmak; beklenmediği hâlde. bir işin zararlı sonucuna katlanmak.
Kabak tadı vermek: Bıktırmak. usanç vermek. tatsız olmaya başlamak."Senin bu konuşmaların da artık kabak tadı vermeye başladı."
Kabına sığmamak: Sevinç ve heyecanından taşkın hareketlerde bulunmak.
Kabir azabı çekmek: Çok sıkılmak. eziyet çekmek."Kabir azabı çekmeye daha ne kadar devam edeceğiz."
Kabuğuna çekilmek: Tek başına kalmak. dış dünya ile ilgisini kesmek. kimse ile görüşmemek."Geçirdiği kazadan sonra iyice kabuğuna çekildi."
Kaçın kur`ası: Aldatılması güç. kurnaz; gün görmüş. geçirmiş; tecrübeli."O kaçın kur`ası. boşuna uğraşma. sen onu kandıramazsın."
Kafadan atmak: Bir konu üzerinde inceleme yapmadan. rast gele konuşmak."Derse hiç çalışmadığın belli. öyle kafadan atıyorsun ki..."
Kafadan kontak (sakat): Düşüncesiz. delice işler yapan. aklı kıt."Bırak şu elindeki baltayı. kafadan kontak mısın nesin?"
Kafa dengi: Davranışları. anlayışları. dünya görüşleri birbirine uymuş kimselerden her biri."Kafa dengi bir arkadaşa öylesine ihtiyacım var ki."
Kafa patlatmak: Bir konu üzerinde pek çok düşünmek. zihin yormak."Bu makine üzerinde az kafa yormamışsın. öyle karışık ki."
Kafa tutmak: Karşı gelmek. direnmek. boyun eğmemek."Her önüne gelene kafa tutmakla bir yere varacağını mı sanıyorsun?"
Kafası almamak: 1. Anlayıp kavrayamamak. 2. Zihin yorgunluğundan ötürü anlayamaz olmak. 3. Olabileceğine inanmamak."Boşuna nefes tüketme. kafası almaz onun."
Kafası işlemek (çalışmak): Bir konu üzerinde kavrayışı çok iyi olmak.
Kafası kazan (gibi) olmak. (veya kafası şişmek): 1. Zihni yorulmak. 2. Gürültülü. patırtılı şeyler dinlemekten rahatsız olmak. yorgunluk duymak."Kesin artık şu makinenin sesini. kafam kazan gibi oldu."
Kafası kızmak: Çok öfkelenip sinirlenmek."Kafamı kızdırmadan çekip gidin buradan."
Kafasına dank etmek (demek): Çoktandır anlayamadığı bir meseleyi bir olay sebebiyle birden bire kavramak. doğruyu yakalamak.
Kafasına koymak: Bir şeyi yapmaya kararlı olup zamanını beklemek."Yarın onunla görüşmeyi kafama koydum."
Kafası yerinde olmamak: 1. O anda kafası çok yorgun olmak. 2. Başka şeyler düşündüğünden. o anda konuşulana hemen intibak edememek."Kusura bakmayın. ne söylediğinizi anlayamadım. kafam yerinde değildi de."
Kafese girmek: 1. Hapse girmek. 2. Aldatılmak. hile yoluyla kendisinden çıkar sağlanmak. oyuna gelmek."Zavallı kafese girmekten kurtulduğunu sanmıştı."
Kafese koymak: Tuzağa düşürüp çıkar sağlamak.
Kâğıda dökmek: Düşüncelerini. duygularını yazıya geçirmek.

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 05:54 AM

Deyimler Sözlüğü-K-
 
Kâğıt üzerinde kalmak: Yapılması kararlaştırıldığı hùlde uygulanmamak; konuşulan. kararlaştırılan yazıda kalmak."O kadar yol yapımı. sulama kanalı hep kâğıt üzerinde kaldı."
Kalbini kırmak: İncitmek. küstürecek kadar üzmek. gönlünü kırmak. gücendirmek."Onu. kalbini kırmadan uyarmaya çalış."
Kalburla su taşımak: Verimsiz. verim alınamayacak. olmayacak bir işle uğraşmak.
Kalbur üstü: Benzerleri arasında üstün. seçkin. görünür.
Kaldırım mühendisi: İşsiz güçsüz. sokaklarda dolaşan kimse.
Kaale almamak: Önemsiz görmek. sözünü etmeye değer bulmamak."O. kaale alınacak bir insan değil."
Kalem efendisi: Kalemde çalışan görevli. yazman.
Kalem oynatmak: 1. Yazı yazmak. 2. Bir yazıyı düzeltmek. 3. Bir yazıda değişiklik yapmak."Ben senin gibi kalem oynatmayı beceremiyorum."
Kaleyi içinden fethetmek: Karşı taraftan birinin yardımını alarak davasını kazanmak.
Kalıbını basmak: Bir şeye bütün içtenliği ile güvenmek. bir şeyi doğrulamak."Kalıbımı basarım ki o. bu işi yapmamıştır."
Kalıbının adamı olmamak: Görünüşünden bekleneni yapamaz olmak. umulanı ortaya koymamak.
Kalıptan kalıba girmek: 1. Sık sık iş değiştirmek. 2. Çıkar sağlamak için değişik kılıklara girmek.
Kalp kazanmak: Güzel bir davranış ve sözle birilerinin sevgisini kazanmak. ilgisini çekmek."Bir demet çiçekle annemizin kalbini kazanabiliriz."
Kambersiz düğün olmaz (olur mu?): "Bir toplantı. eğlence veya iş. en çok ilgili kişiler bulunmadan yapılırsa tadı çıkmaz" anlamında alay yollu kullanılır.
Kambur üstüne kambur (kambur kambur üstüne): "Sıkıntı üstüne sıkıntı. terslik üstüne terslik. borç üstüne borç. aksilikler birbirini kovalıyor" anlamında kullanılır.
Kanadı altına almak: Korumak. gözetmek. himayesi altına almak."Yeğenini kanadının altına aldı."
Kan ağlamak: Büyük bir üzüntü içinde olup yakınmak."Dört çocuk tek başıma kaldım. çaresizim. içim kan ağlıyor ama kimseye açılamıyorum."
Kana susamak: Birini öldürme hırsı içinde olmak."Bırak elindeki bıçağı dedim ama dinletemedim. kana susamış gibiydi."
Kanat germek: Birini korumak. gözetimi altına almak.
Kan başına sıçramak (beynine çıkmak): Çok sinirlenmek. öfkelenmek."Kan başına sıçramıştı. sağa sola bağırıp duruyordu."
Kancayı takmak: Bir kimsenin zararı. kötülüğü için uğraşmak.
Kan çıkmak: Cinayet işlenmek. kan dökülmek."Şu adamı götürün gözümün önünden. yoksa kan çıkacak."

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 05:54 AM

Deyimler Sözlüğü-K-
 
Kandilli temenna: Eli yere kadar uzatarak yapılan selâmlama.
Kan dökmek: Ölüme yol açmak. yaralanıp ölmek veya birini yaralayıp öldürmek.
Kan gövdeyi götürmek: Çok kan akıtılmış olmak. çok insan öldürülmek."Düşmanla göğüs göğüse gelmiştik. biliyordum ki birazdan kan gövdeyi götürecek ve pek çoğumuz ölecekti."
Kan gütmek: Kan dökerek öç almayı istemek.
Kanı ağır: Davranışları yavaş. sevimsiz. konuşması insana sıkıntı veren. hoşa gitmeyen kimse.
Kanı bozuk: Soysuz. iğrenç işler yapmaktan geri durmayan."Toplum bu kanı bozuk insanlardan temizlenmelidir."
Kanı kaynamak: 1. Hareketli. coşkun olmak. 2. Birine içten bir sevgi beslemek. yakınlık duymak."Çocuğa. ilk rastladığımda kanım kaynamıştı."
Kanına girmek: 1. Birini öldürtmek veya öldürmek. 2. Bir şeyi harcamak. ziyan etmek.
Kanına susamak: Belâsını aramak. kendisinin öldürülmesine yol açacak bir davranışta bulunmak."Kanına mı susadın sen. o katilin üstüne böyle gidilir mi hiç!"
Kanını emmek: Hiç insaf etmeden sömürmek. varını yoğunu elinden almak."Yıllardır kanımızı emiyor bu soysuz herifler!"
Kanı pahasına: Yaralanmayı veya öldürülmeyi göze alarak."Kanım pahasına da olsa. o adamlara. buradan adımlarını attırmayacağım."
Kanı sıcak: Sevimli. kendisini sevdiren. sempatik. sıcakkanlı.
Kanıyla ödemek: Yaptığı işin cezasını hayatıyla ödemek."Yaptığını kanıyla ödettiler zavallıya."
Kan kusmak: Çok eziyet. sıkıntı çekmek.
Kan kusturmak: Çok büyük sıkıntı ve eziyet çektirmek."Bana kan kusturmaya yemin etmişler. haydi görelim."
Kanlı bıçaklı olmak: Birbirlerinin kanını dökecek. birbirlerini öldürecek kadar birbirlerine düşman olmak."Küçücük bir tarla yüzünden kanlı bıçaklı olduk."
Kanlı canlı: Sağlıklı. sapasağlam. dinç ve diri olduğu yüzünden belli olan."Kanlı canlı oluncaya kadar hastanede tutuldum."
Kan ter içinde kalmak: Çok yorgun. terli. bitkin ve perişan durumda olmak."Elindeki kazmayı bırakmaya niyetli değildi. kan ter içinde kalmış bedenini doğrultarak yüzüme baktı."
Kan tutmak: 1. Kan görünce bayılmak. 2. (Adam öldüren kimse korku ve heyecandan) şok geçirmek. kaçamamak. olduğu yere yığılıp kalmak.
Kapağı atmak: Sıkıntılı bir yerden kurtulup rahat edeceği bir yere kavuşmak; uygun bir yere yerleşmek. işe girmek."Evimize kapağı attık mı tamam. gel keyfim gel o zaman."
Kapalı kutu: İçinde ne sakladığını belli etmeyen. niteliği gizli kalan.
Kapı dışarı etmek: Kovmak. dışarı atmak."Ben de bu evin insanıyım. beni kapı dışarı edemezsiniz!"
Kapı kapı dolaşmak: 1. Ev ev gezmek. her eve uğramak. 2. Hemen her devlet dairesine başvurmak."Kapı kapı dolaştı. ne var ki bir iş bulamadı."
Kapı komşu: Bitişikte oturan komşu. evleri yan yana olan ailelerden her biri."Kapı komşum öyle iyi bir insan ki.."
Kapısında büyümek: Birinin evinde eğitim görüp yetişmek."Onun kapısında büyümüştü. ona bu kötülüğü nasıl yapmıştı aklı almıyordu."
Kapısını aşındırmak: İstediğini elde edinceye kadar birinin yanına çok sık gidip gelmek.
Kapı yoldaşı: Herhangi bir yerde aynı hizmette bulananlardan her biri.
Kapıyı açmak: 1. Başlama. 2. Bir işte birilerine örnek olmak."Açık artırmada kapı bir milyon liradan açıldı."

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 05:54 AM

Deyimler Sözlüğü-K-
 
Karaborsa: Piyasada olmayan malın gizlice. el altından yüksek fiyatla alınıp satılması."Karaborsacılar toplumun kanını emiyorlar."
Kara cahil: Hiçbir şey bilmeyen. çok bilgisiz."Onun kara cahil birisi olduğunu ilk konuşmamızda fark etmiştim."
Kara çalı: İki kişi. iki dost arasına girerek arayı bozan kimse.
Kara çalmak: Birine iftira etmek. leke sürmek. haksız yere suçlamak."Kadıncağıza yok yere kara çaldılar."
Kara gün: Sıkıntılı. üzüntülü. büyük bir yasa düşülen gün." kimseye kara gün göstermesin."
Kara gün dostu: Yalnız iyi günlerde değil sıkıntılı. üzücü. düşkünlük günlerinde de insanın yardımına koşan. dostunu yalnız bırakmayan kimse.
Kara haber: Ölüm veya felâket haberi. çok üzücü haber."Fatma kadına bu kara haberi vermeye kimse yanaşmadı."
Karalar bağlamak (giymek): Bir felâket dolayısıyla yas tutmak. siyah elbise giymek ya da siyah örtü bağlamak.
Kara liste: Zararlı görülüp cezalandırılmaları. öldürülmeleri düşünülen kimseler hakkında tutulan liste."Köy muhtarını da kara listeye almışlar."
Karaman`ın koyunu sonra çıkar oyunu: "Dış görünüşe aldanmamalı. bir kişi ya da iş olağan görünebilir. ancak altından neler çıkabileceği hiç belli olmaz. o sonra görünür." anlamında kullanılır.
Karar kılmak: Dönüp dolaşıp o şeyin üstünde durmak. onu tercih etmek. birçok şeyi deneyip onu seçmek."Ben bu elbisede karar kıldım."
Karda gezip izini belli etmemek: Kimsenin sezemeyeceği biçimde gizli bir iş çevirmek. uygunsuz işler yapmak."Onun ne biçim bir insan olduğunu bana sorun; o. karda gezer izini belli etmez biridir."
Kargacık burgacık: Eğri büğrü. kötü. okunması güç. çarpık. düzensiz (yazı).
Kardeş payı yapmak: Eşit oranlarda bölmek. taksim etmek. paylaştırmak."Çok açtılar. buldukları ekmeği oracıkta kardeş payı yaptılar."
Karga tulumba etmek: Birkaç kişi. birini kollarından bacaklarından tutup havaya kaldırmak."Hep birlikte babalarını karga tulumba edip havuzun başına getirdiler."
Karınca duası gibi: Çok küçük. sık ve okunaksız. birbirine girmiş (yazı).
Karınca yuvası gibi kaynamak: Çok kalabalık ve hareketli olmak (bir yer)."Pasajın girişi âdeta karınca yuvası gibi kaynıyordu."
Karınca kararınca: Az. önemsiz ve küçük de olsa. gücü yettiği kadar. elinden geldiğince."Caminin yapımına karınca kararınca o da katkıda bulunmaya karar verdi."
Karman çorman: Karmakarışık. çok karışık. düzensiz. alt üst olup birbirine girmiş."Ortalık karman çormandı. nereden işe başlayacağını bilemiyordu."
Karnı geniş: Hiçbir şeyi tasa etmeyen. titizlenmeyen. gamsız. umarsız.
Karnı karnına geçmek: Çok acıkmak. çok zayıflamış olmak."Günlerdir ağzına bir lokma koymamıştı. karnı karnına geçmiş ve bitap düşmüştü."
Karnım tok: "O sözlerine kanmıyorum. önem vermiyorum" anlamında kullanılır."Geç babam. geç bu sözleri. karnımız tok bu sözlere. paradan söz et sen. verecek misin. vermeyecek misin?"
Karnı tok sırtı pek: Geçimi iyi. hâli vakti yerinde. para sıkıntısı olmayan. birinin yardımına ihtiyaç duymayan (kimse)."Herkesin karnı tok sırtı pek olacaktır. bize güvenin!"

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 05:54 AM

Deyimler Sözlüğü-K-
 
Karnı zil çalmak: Çok acıkmış olmak."Bugün hiçbir şey yiyemedim. karnım zil çalıyor!"
Karşı çıkmak: 1. Gelenleri karşılamak üzere yola ya da kapı önüne çıkmak. 2. İleri sürülen fikrin. tutulan yolun yanlış olduğunu söylemek."Her fikrime karşı çıkmak zorunda mısın?"
Karşı durmak: Bir güce boyun eğmemek. direnmek."Düşmana karşı durmak boynumuzun borcudur."
Karşı koymak: Engel olmaya çalışmak. direnmek. güç kullanarak dayanmak. boyun eğmemek."Hırsızlar polise silâhla karşı koymaya çalıştılar."
Kasıp kavurmak: 1. Bir afet çok zarar vermek. mahvetmek. 2. Baskı yaparak. kıyıcı davranışlarda bulunarak bir topluluğu ezmek; zulmetmek. ortalığı korku ve dehşet içinde bırakmak."Eşkıyalar ortalığı kasıp kavurmaya başladılar!"
Kaş göz etmek: Kaş ve göz hareketleriyle bir işaret vermeye. istediğini bu yolla anlatmaya çalışmak."Kalabalıkta kaş göz ederek Hasan`ı çağırmayı düşündü."
Kaşıkla yedirip. sapıyla göz çıkarmak: Bir iyilik yaptıktan sonra. bu iyiliği hiçe indirecek bir kötülük yapmak.
Kaşla göz arasında: Çok çabuk. kimsenin sezmesine fırsat vermeyecek kadar az bir zaman içinde."Kaşla göz arasında kapıverdi mendili."
Kaşlarını çatmak: Kızgın. öfkeli ve sinirli olduğunu kaşlarını birbirine yaklaştırarak göstermeye çalışmak."Bana öyle kaşlarını çatıp durma!"
Kaş yapayım derken göz çıkarmak: İşi düzelteyim. bir iyilik yapayım derken büsbütün bozmak ve büyük bir zarar vermek.
Katı yürekli: Acımasız. merhametsiz. acı veren şeylere aldırmayan."Onun gibi katı yürekli bir insan daha görmedim desem yeridir."
Kayıtsız kalmak: Umursamamak. önem vermemek. ilgi göstermemek."Onun bu kötülüklerine kayıtsız kalmak mümkün mü?"
Kazan kaldırmak: Yönetime karşı topluca karşı gelmek. baş kaldırmak."Maden işçileri kazan kaldırmış diyorlar."
Kazık yutmuş gibi: Dimdik (duran. oturan. yürüyen).
Kazın ayağı öyle değil: "Durum. mesele senin sandığın gibi değil" anlamında kullanılır.
Keçileri kaçırmak: Düşünme yeteneğini kaybetmek. aklını oynatmak. delirmek. bunalım içinde olmak."Doktor. keçileri kaçırmış diyorlar!"
Kedi ciğere bakar gibi (bakmak): İmrenerek. iştahla. ele geçirme isteği ile bakmak.
Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek: En zor. en tehlikeli durumdan zarar görmeden kurtulmak.
Kedi olalı bir fare tuttu: İlk defa. neden sonra kendisinden beklenen bir iş yapabildi."Temsilcimiz. nihayet kedi olalı bir fare tuttu. yüklü bir iş yakaladı."
Kefeni yırtmak: Ağır bir hasta ölüm tehlikesini atlamak."Üzülmeyin. kefeni yırttı büyük anneniz."
Kel başa şimşir tarak: Pek çok ihtiyaç giderilmeyi beklerken gereksiz özenti ve gösterişi belirtmek için kullanılır.
Keli görünmek: Bir kabahati. kusuru ortaya çıkmak."Kelinin görünmeyeceğini sanıyordu şapşal!"
Kel kâhya: Bilgisi olsun olmasın her işe karışan. burnunu sokan.
Kelle götürür gibi: Gerekli olmayan bir acelecilikle. bir şey ulaştıracakmış gibi çok hızlı koşarak.
Kelleyi koltuğuna almak: Ölümü göze alarak bir işe kalkışmak."Kelleyi koltuğuna alıp düşman karşısına çıkmak her babayiğidin harcı değil."
Kemerleri sıkmak: Tutumlu davranmak. açlığa ve susuzluğa katlanmak."Kemerleri sıktıra sıktıra millette hâl bırakmadılar."

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 05:54 AM

Deyimler Sözlüğü-K-
 
Kem küm etmek: Anlatmak istediğini açık seçik ifade edememek. bir soru karşısında bocalayıp cevap bulamayarak anlamsız sözler söylemek."Kem küm etme de ne söyleyeceksen söyle çabuk!"
Kendi hâlinde: Sessiz. hiçbir şeye karışmayan. karışmak istemeyen. sakin (kimse)."Yazık olmuş. kendi hâlinde biriydi. kimsenin etlisine sütlüsüne karışmazdı."
Kendi göbeğini kendi kesmek: İstediği yardım gelmeyince kendi işini kendi yapmak durumunda kalmak."O her zaman kendi göbeğini kendisi kesmiş. kimseden yardım beklememiştir."
Kendi kendine gelin güvey olmak: Başkalarının ne diyeceğini hesaba katmadan. bir işi sadece kendi başına tasarlayıp olmuş sayarak sevinmek."Kendi kendine gelin güvey olmayı bırak. bakalım kız ne diyecek bu işe."
Kendi kendini yemek: İstediği iş olmadı diye gizli gizli üzülmek. kaygı duymak."Kendi kendimi yedim bitirdim bu iş yüzünden."
Kendinden geçmek: 1. Kendini kaybetmek. bayılmak. bilinci işlemez olmak. 2. Sevindirici bir olay karşısında coşkuya kapılmak. duygulanmak."Dün gece bizim adam yine kendinden geçti. hastaneye zor yetiştirdik."
Kendinden pay (paha) biçmek: Bir durumu kendi durumu ile ölçüştürmek.
Kendine gelmek: 1. Sarhoşluktan. bayıldıktan sonra ayılmak. 2. Aklı başına gelmek. 3. Bozuk olan durumu düzelmek."Oh. nihayet kendine geldi bizim adam!"
Kendine yedirememek: Yapılan bir işi onur kırıcı görüp. kişiliğine dokunmuş sayarak tepki göstermek; kendisinin başkasına yapması söz konusu olan işi. kişiliği için uygun görmeyip yapmamak.
Kendine yontmak: Ortaya çıkan fırsattan yararlanıp başkalarını düşünmeyerek hep kendi çıkarını sağlayacak yönde hareket etmek."Hep kendine yontma. biraz da bizi düşün. biz de insanız!"
Kendini ağır satmak: Kendisinden yapılması istenen işi. birçok ricadan. birçok ısrardan sonra yapmayı kabul etmek."Kendini ağır satmakla adam olduğunu mu kanıtlayacak?"
Kendini alamamak: İstemeyerek bir işi yapmak durumunda kalmak. yapmamayı edememek. kendini tutamayıp yapmak."Ona bir tokat atmaktan kendimi alamadım işte!"
Kendini ateşe atmak: Bilerek zor ve tehlikeli bir işe girişmek."Kendisini ateşe atmasına izin mi vereceksiniz?"
Kendini bulmak: 1. İyi bir duruma kavuşmak. 2. Kişilik kazanıp olgunluğa erişmek. 3. Farkında olmadan bir yere ulaşmış olmak."Nihayet kendimi buldum. bundan böyle ekonomik sıkıntı çekmeyeceğim."
Kendini dev aynasında görmek: Kendisini olduğundan büyük bir adam sanmak; üstün. yetenekli. güçlü görmek."Kendini dev aynasında görmekten ne zaman vaz geçeceksin ha!.."
Kendini dinlemek: 1. Önemsiz. küçük rahatsızlıkları büyütmek; hastalık kuruntusu içinde bulunmak. 2. Yalnız. sakin kalmak."Uzun bir süre kendimi dinledim. olup biteni tekrar tekrar gözden geçirdim."
Kendini göstermek: 1. Ortaya çıkmak. belirmek. 2. Beğenilecek. takdir edilecek niteliklerini ortaya koymak; gücünü göstermek."Uzun bir aradan sonra sergi açmaya. kendini göstermeye karar verdi."

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 05:54 AM

Deyimler Sözlüğü-K-
 
Kendini kaptırmak: Bir şeyin etkisinden kendini kurtaramamak."Bu yaştan sonra kendimi sigaraya kaptıracağım hiç aklıma gelmezdi doğrusu."
Kendini kaybetmek: 1. Düşüp bayılmak. 2. Kızgınlık. öfke yüzünden ne yaptığını bilmeyecek hâle gelmek."Bir iki söz söyledikten sonra kendini kaybetti. oraya yığılıverdi."
Kendini toplamak: 1. Kötü. bozuk olan durumunu düzeltmek. 2. Bir konu üzerinde dikkatini yoğunlaştırmak. 3. Şişmanlamak."Bizim oğlan kendini iyice toparladı. şimdi ev almayı düşünüyor."
Kendini tutamamak: Bir durum karşısında sessiz ve heyecana kapılmadan durmayı başaramamak. kendine hâkim olamamak."Kendimi tutamadım. ben de ağlamaya başladım."
Kendini vermek: Bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak. başka şeylerle ilgisini kesip yalnızca onunla ilgilenmek. bir şeyi tüm gücüyle yapmaya çalışmak."İşe henüz kendini vermiş sayılmaz."
Kendi payıma: "Bana gelince. bana kalırsa. fikrime göre. bana sorarsanız" anlamlarında kullanılır.
Kendi yağıyla kavrulmak: Elindekiyle yetinmeye. kimseye muhtaç olmadan yaşamaya çalışmak; ihtiyaçlarını kendi karşılayarak kimseden yardım istememek."Nasıl olalım. kendi yağımızla kavrulup gidiyoruz işte..."
Kene gibi yapışmak: Yakasını bir türlü bırakmamak; istenmediği hâlde. çıkar sağladığı için birinin peşini bırakmamak."Kene gibi yapışmıştı adamın yakasına. peşini bir türlü bırakmıyordu."
Kesenin ağzını açmak: Bol para harcamaya başlamak."Babam kesenin ağzını açtı nihayet."
Keyfinin kâhyası (olmamak): Birisine karışmaya hakkı olmamak. istediği gibi yaşamasına engel olmamak."O benim keyfimin kâhyası olamaz. ben dilediğim gibi yaşarım. karışamaz bana!"
Keyif çatmak: Neşeli olmak. hoş ve eğlenceli zaman geçirmek."İşi nihayet bitirmiştik. sıra şimdi keyif çatmaya gelmişti."
Keyif ehli: Rahatına düşkün kimse. zevkinden bol bol yararlanan."Oldukça rahat. keyif ehli bir insandı."
Kılı kırk yarmak: Titizlenmek. çok dikkat ederek en ince ayrıntılarına kadar incelemek. önemle üstünde durmak."Bir malı almadan önce kılı kırk yararcasına evirir çevirir ve öyle alırdı."
Kılına dokunmamak: Bir kimseye. zarar verebilecek en ufak davranıştan bile kaçınmak."İnan anne. kılına bile dokunmadım kardeşimin!"
Kılını bile kıpırdatmamak (veya oynatmamak): Bir durum karşısında en küçük bir tepki bile göstermemek. ilgisiz kalmak. harekete geçmemek."Onca insan üstüme yürüdü ama o kılını bile kıpırdatmadı."
Kıl payı (kalmak): Çok az. az bir fark (kalmak)."Araba o hızla virajı alamadı. uçuruma yuvarlanmasına kıl payı kalmıştı."
Kıran girmek: 1. Daha önce bulunan şey bulunmaz olmak. 2. Hayvanlar ya da insanlar arasında öldürücü bir hastalık yayılmak."Kıran girdi. bütün koyunlar telef oldu."
Kırık dökük: 1. Eski çürük. sağlam olmayan. değersiz (şey). 2. Düzgün olmayan. parça parça. dağınık (söz)."Şu kırık dökük eşyaları ortadan kaldırın hemen!"
Kırıp geçirmek: 1. Yakıp yıkarak. baskı yaparak. öldürerek büyük zarar vermek. 2. Çok sert davranarak darıltmak. 3. Garip olan söz ve davranışlarıyla herkesi güldürmekten katıltmak.
Kırk dereden su getirmek: Birini kandırmak için çok dolambaçlı gerekçeler ileri sürmek. ikna edebilmek için çok uğraşmak."Ne inatçı adammış. bir evet demek için kırk dereden su getirtti bana."
Kırklara kırışmak: Bir kimse artık ortalıkta görünmez olmak.
Kırk tarakta bezi bulunmak: Birbirinden farklı birçok işle uğraşmak. birçok ilişkisi bulunmak. gizli ilişkileri olmak."Ne iş yaptığı belli değil. kırk tarakta bezi var adamın."
Kısmeti açılmak: 1. Kazancı artıp bolluğa erişmek. 2. Bir kızı isteyenlerin çoğalması."Bu miras kızın kısmetini de açtı hani!"
Kısmetini (nimetini) ayağıyla tepmek: Kavuşacağı iyi bir durumu. kıymetini bilmeyerek reddetmek; istememek. değerlendirememek.
Kıssadan hisse almak: Bir olaydan. anlatılan bir hikâyeden ders almak.
Kıt kanaat (geçinmek): Yoksulluk içinde. zar zor ve güçlükle (geçinmek)."Bir zamanlar biz de kıt kanaat geçiniyorduk."

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 05:55 AM

Deyimler Sözlüğü-K-
 
Kıvamına gelmek (bulmak): En uygun zamanında olmak. gerekli ve istenilen şartlar yerine gelmek. istenilen duruma gelmek.
Kıyamet kopmak: 1. Kıyamet günü gelmek. 2. Bir yerde çok gürültü ve patırtı kavga. telâş olmak."Kıyamet günü gelecek ve insanlar sonunda hesaba çekilecekler."
Kızarıp bozarmak: Utanarak renkten renge girmek. kimi duyguların etkisiyle yüzünün rengi değişmek."Pot kırdığını anlayınca ne yapacağını şaşırdı. kızarıp bozaran yüzünü kapatmaya çalıştı."
Kızıl (kızılca) kıyamet kopmak: Bir meselede büyük. aşırı. gürültülü bir kavgaya yol açmak; yüksek sesli tartışma başlatmak."Sizin bostanlara su vermeyeceğim deyince kızılca kıyamet koptu."
Kilit noktası: Bütün işlerin çözümlenmesi ona bağlı olan önemli unsur. üzerinde durulması gereken en önemli nokta. makam veya yer.
Kimseye eyvallah etmemek: Kimseden yardım ve iyilik beklememek. kimsenin minneti altına girmemek."Bu yaşa kadar kimseye eyvallah etmedim. bundan sonra da edecek değilim."
Kim vurduya gitmek: Bir kargaşa anında ve kalabalık arasında kimin tarafından vurulduğu veya dövüldüğü belli olmamak.
Kirişi kırmak: Kaçıp gitmek. bulunduğu yerden gizlice ve çabucak ayrılmak."Kavga başlayınca kirişi kırarım diye düşündü."
Kirli çamaşırlarını ortaya dökmek: Ayıp. suç ve kusurlarını. gizli kalmış yolsuzluklarını açığa çıkarmak; açıklamak. söylemek."Kirli çamaşırları ortaya dökülünce ne yapacağını şaşırdı."
Kitaba el basmak: Elini kutsal kitap olan Kur`ân-ı Kerim üzerine koyarak yemin etmek.
Kitabına uydurmak: Kanunî olmayan bir işi kimi boşluklardan yararlanarak kanunî imiş gibi göstermek."İşi kitabına uydurmuşlar. çok zengin olmuşlardı."
Kof çıkmak: İşe yaramadığı. sanıldığı gibi olmadığı. boş ve değersiz bir kişi olduğu anlaşılmak.
Kokusu çıkmak: Gizli yapılmış bir iş. daha sonra herkes tarafından bilinir olmaya başlamak."Bu işin kokusu çıkar diye korkuyorum."
Kolaçan etmek: Çevresini ya da kendisinden istenilen yeri dolaşıp ne var ne yok diye bakmak. olup biteni anlamak amacıyla dolaşmak."Bir kişi etrafı şöyle bir kolaçan etsin de gelsin."
Kol kanat olmak: Yardım etmek. gözetmek. bir kimseyi koruyuculuğu altına almak.
Koltukları kabarmak: Kendisine ya da yakınlarına yapılan övgüden ötürü kıvanç duyup büyüklenmek. böbürlenmek."Oğlun oldukça becerikli dedikleri zaman koltuklarım kabardı doğrusu."
Kolu kanadı kırılmak: Çaresiz duruma düşmek. bir şey yapamaz hâle gelmek."Kolu kanadı kırılmış bir vaziyette dolaşıyordu."
Korktuğu başına gelmek: Endişe duyduğu. kaygılandığı. olmasını istemediği şeyle karşı karşıya gelmek."Korktuğum başıma geldi. ne yapacağım şimdi ben!"
Koyun kaval dinler gibi: Düşünmeden. hiçbir şeyi anlamadan. ne denildiğini kavramadan dinlemek."Beni koyun dinler gibi dinleyip çekip gittiler."
Kozunu paylaşmak: Aradaki anlaşmazlığı zora başvurarak. üstün olan güce dayandırarak çözümlemek. sona erdirmek."Onunla kozunu paylaşmaya can atıyordu."
Kök salmak: 1. Bir yere iyice. ayrılmamacasına yerleşmek. 2. İyice tutunmak. köklenmek. sağlamlaşmak. yayılmak."Onun sevgisi. içine iyice kök salmıştı."
Kök söktürmek: Uğraştırmak. güçlük çıkarmak. engel olmak."O takıma kök söktürmeye yemin ettik."
Köküne kibrit suyu dökmek: Bir daha belirmeyecek. ortaya çıkmayacak biçimde yok etmek. ortadan kaldırmak.

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 05:55 AM

Deyimler Sözlüğü-K-
 
Köprüleri atmak: Girişilen. başlanılan bir işten vazgeçmeye ya da geri dönmeye imkânı kalmayacak şekilde kesin bir davranış göstermek; ilişkileri bir daha kurulamayacak biçimde bozmak.
Kör değneğini beller gibi: Bir değişiklik. yenilik düşünmeden. hep aynı biçimde davrananların durumunu anlatmak için kullanılır.
Kör dövüşü: Sonuç alınamayacak ve birbirini engelleyecek biçimde. bir birinden habersiz düzensiz ve uyumsuz çabalama.
Kör kadı: Sözünü esirgemeyen; doğru bildiğini hatır gönül dinlemeden her yerde. herkesin yüzüne karşı söyleyen.
Köstek olmak: Engel olmak."Sen köstek olma yeter."
Körü körüne: Düşünüp taşınmadan. nasıl sonuçlanacağını hesaplamadan. dikkat etmeden."Bu işe öyle körü körüne giremem. anladın mı?"
Köşe bucak: Göze çarpmayan. önemsiz yer.
Kötüye kullanmak: Suiistimal etmek. yetkisini yanlış bir yolda kullanmak. istenilmeyen yolda yararlanmak."Benim yumuşaklığımı kötüye kullandı."
Kraldan çok kralcı olmak: Birinin davasını ondan daha çok savunur olmak.
Kucak açmak: İhtiyaç sahibi birine sığınacak yer vermek. onu korumak."Muhtaçlara kucak açmak insanlık görevidir."
Kumkumav gibi: Yapayalnız. tek başına.
Kulağı delik: Olup bitenleri çabuk haber alan. hemen her şeyden haberi olan."Hasan mı. ne kulağı delik adamdır o. ne öğreneceksen ona sor."
Kulağı kirişte (olmak): Söylenecek sözü. gelecek haberi dikkatlice (beklemek)."Kulağınız kirişte olsun. ne duyarsanız iletin hemen."
Kulağına çalınmak: Bir söz. bir haber başkasına söylenirken kendisi de şöyle böyle duymak. o"Senin şehre gideceğin kulağıma çalındı. ne diyorsun?"
Kulağına kar suyu kaçmak: Rahatını bozan bir haber işitmek. sıkışık bir duruma düşmek.
Kulağına küpe olmak: Başına gelen bir işten. gördüğü olaydan ders alıp hiç unutmamak."Umarım bu iş senin kulağına küpe olur da aynı hataya bir daha düşmezsin."
Kulağını açmak: Bütün dikkatini vererek dinlemek. söylenenlere dikkat etmek."Kulağını aç da beni iyi dinle!"
Kulağını bükmek: Dikkatli olması için uyarıda bulanmak.
Kulağını çekmek: 1. Uyarmak için hafif bir ceza vermek. 2. Ceza olarak kulağını büküp çekmek."Şimdi bana kulağınızı çektireceksiniz!"
Kulak asmamak: Aldırıp önemsememek. dinlememek."Kulak asma sen onun söylediklerine."
Kulak dolgunluğu: Duya duya elde edinilen yarı buçuk bilgi.
Kulak kabartmak: Çaktırmadan. belli etmemeye çalışarak dinlemek."Dayanamayıp yanındakilerin konuşmalarına kulak kabarttı."
Kulak kesilmek: Çok iyi. bütün dikkatini vererek dinlemek; dikkatini toplayarak duymaya çalışmak."Ne konuştuklarını merak ediyordum. yanlarına yaklaşarak kulak kesildim."
Kulaklarını çınlatmak: Birini iyi duygularla anmak.
Kul hakkı: İslâm dinine göre. insanların birbirleri üzerindeki hakları."Öte dünyaya kul hakkıyla gitmem inşallah."
Kul köle (veya kurban) olmak: Tam bir doğruluk içinde gönülden bağlanmak. bağlılığın gerektirdiği fedakârlığı yapmaya hazır olmak.
Kulp takmak: Bir kusur. bir bahane bulmak.
Kumpas kurmak: Birini aldatmak için tuzak kurmak. gizli bir iş düzenlemek.
Kundak sokmak: 1. Yangın çıkarmak için bir yere tutuşmuş yağlı bez parçası koymak. 2. Ara bozacak bir söz ya da davranışta bulunmak.
Kurban olayım: 1. Aşırı sevgi ve hayranlık anlatmak için kullanılır. 2. Yalvarmak için söylenir."Kurban olayım yavruma dokunmayın!"
Kurşuna dizmek: Ölüm cezasını askerî bir birliğin attığı kurşunlarla yerine getirmek. sıkılan kurşunlarla öldürmek."Bütün köy halkını kurşuna dizdiler!"
Kurtlarını dökmek: Öteden beri yapmak istediği şeyi bol bol yapıp hevesini almak."Bu akşam biraz kurtlarımızı dökelim. ne dersin?"

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 05:55 AM

Deyimler Sözlüğü-K-
 
Kurt masalı okumak: İnandırıcı. gereksiz. asılsız sözler (söylemek).
Kuru iftira: Hiçbir kanıtı olmayan suçlama." kuru iftiradan korusun hepimizi!"
Kuru kalabalık: 1. Yararsız kırık dökük eşya. 2. Hiçbir işe yaramayan insan topluluğu."Bu kuru kalabalığa güvenip de sakın yola çıkma."
Kuru kuruya: Boşuna. boş yere.
Kuru sıkı: 1. Korkutmak amacıyla söylenen sözler. blöf. 2. Yalnız barutla sıkılanmış tüfek veya fişek dolgusu.
Kuş beyinli: Akılsız. aptal. ahmak.
Kuş kadar canı olmak: Küçük. cılız. zayıf. çelimsiz bir vücuda sahip olmak.
Kuş sütüyle beslemek: En pahalı. değerli az bulunur besinlerle yiyip içirmek.
Kuş uçmaz. kervan geçmez: Çok ıssız. sapa. kır. insanın uğramadığı yer."Başını alıp kuş uçmaz kervan geçmez bir diyara gitti."
Kuş uçurmamak: Hiç kimsenin geçmesine. kaçmasına izin vermemek; imkân tanımamak. bunun için çok dikkatli davranmak."Sıkı gözcülerdir. kuş uçurtmazlar. merak etme!"
Kuvvetten düşmek (kesilmek): Gücü iyice azalmak.
Kuyruğuna basmak: Birini tahrik etmek. incitip saldırmasına yol açmak.
Kuyruklu yalan: İnsanın kanması için süslenmiş büyük yalan."İnanmayın ona. söyledikleri kuyruklu yalandan başka bir şey değil!"
Kuyruk sallamak: Yaltaklanmak. birisine yaranmak için yapmacık davranışlarda bulunup şirin görünmeye çalışmak."Bütün gece boyunca şirket müdürüne kuyruk sallayıp durdu."
Kuyusunu kazmak: Birinin kötü duruma düşmesi. felâkete uğraması. zarar görmesini sağlamak için zemin hazırlamak. tuzak kurmak."Adamın kuyusunu kazıp da elinize ne geçecek."
Küçük dilini yutmak: Çok şaşmak. hayrete düşmek. donakalmak. hiçbir şey söyleyemez hâle gelmek."Ne o dostum. küçük dilini mi yuttun?"
Küçük düşürmek: Onurunu kırmak. birilerinin yanında itibarını sarsmak ve değerini düşürmek."Dikkatli ol. bir pot kırıp da kendini küçük düşürme sakın."
Küçük görmek: Önemsememek. değer vermemek."Hasmınızı sakın küçük görmeyin çocuklar!"
Külâhıma anlat: "Söylediklerin hiç de inandırıcı değil. sana inanmıyorum" anlamında kullanılır.
Külâhını ters giydirmek: Çok kurnaz olmak; oyuna getirmek. kendisine iyi davranmayanları bir hile ile yaptıklarına pişman etmek.
Külâhları değişmek: "Araları bozulmak. bozuşmak" anlamında tehdit olarak kullanılır."Hareketlerini düzeltmezsen külâhları değişiriz. ona göre!"
Kül kedisi: 1. Çok üşüyen. ateşin yanından ayrılmayan (kimse). 2. Uyuşuk. miskin. rahatına düşkün. tembel.
Kül kesilmek: Heyecan ve korkudan yüzünün rengi atmak. solmak."Katili karşısında görünce yüzü kül kesildi."
Kül olmak: 1. Bir şey bütünüyle yanmak. 2. Varını yoğunu yitirmek. elinde bulunanlar yok olmak. 3. Büyük bir felâkete uğrayıp çok üzülmek.
Külünü (göğe) savurmak: Bir şeyi tamamiyle bitirip yok etmek. harcayıp tüketmek. telef edip bir şey bırakmamak.
Kül yutmamak: Oyuna gelmemek. tuzağa düşmemek. kurnazca yapılan bir hileye aldanmamak."Bana kül yutturamazsınız diyemem ama yeterince dikkatli olduğumu söyleyebilirim."
Künyesi bozuk: Eskiden kötü durumları görülmüş olan. kötü işlere girmiş bulunan."Künyesi bozuk diye. bu adama hiç kimse iş vermeyecek mi?"
Küplere binmek: Haddinden fazla öfkelenme. kızmak. sağa sola ateş saçmak."Yeni saatimi kırdığımı öğrenen annem küplere bindi."
Küpünü doldurmak: Eline geçen fırsatları değerlendirerek çok para biriktirmek."Küpünü doldurmayı becerebilenlerden olamadım hiç."
Kürek kadar (pabuç kadar) dili olmak: Hemen her söze cevap yetiştirmek. büyüklerine karşı saygısızca karşılıklar verir olmak.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.