![]() |
Sultan Abdülhamid...Siyasî Hatiratım
S.A arkadaslar
ULTAN ABDÜLHAMID...Siyasî Hatiratım[/url] Burada sizinle Cennet mekan Sultan II. Abdülhamid Han hazretlerinin kendi hatirâtlarindan bir kaç tanesini paylasmak istiyorum, buyurun: SULTAN ABDÜLHAMID Siyasî Hatiratım * DAHILÎ SIYASET Ermenilerin şikâyetleri (1891) Bizi ermenilere eziyet etmek, onları istismar etmekle suçlamak gülünçtür. Imparatorluğumuzun tarihine göz gezdirilirse Ermenilerin her zaman çok zengin olageldikleri tesbit edilebilir. Bu hususta yakından bilenler Ermenilerin, müslüman tebaamızdan çok daha zengin olduklarını teyit edeceklerdir. Her devirde Ermenilerin, vezirlik dahil, memuriyette en yüksek mevkilere kadar geldikleri görülmüstür. Memurinin üçte birini Ermenilerin teşkil ettiğini söylersem, hiç de i’zam etmiş olmam. Bundan başka diger reâya gibi Ermeniler de askerlik yapmazlar. Buna mukabil ödedikleri vergi (cizye) o kadar cüz’ îdir ki bunu zaten, müslümanlarin askerlik yapmakla geçirdikleri zaman zarfında fazlasıyla telâfi ederler. Ermenilerin ticareti mükemmel haldedir. Zaten vergilerin idaresi de hemen hemen tamamıyla onların elinde sayılmaz mı? Reşit Paşa’nın tavsiyesi üzerine (Gülhâne Hatt-ı Şerif, 2 Teşrini evvel 1839) Abdulmecid, iltizam’ı kaldırmak istediğinde, buna kim karşı çıkmıstı? Ermeniler kıymetli imtiyazlardan vazgeçmek istemedikleri için ısrarla mücadele etmişler, herşeyin eskisi gibi kalmasını temin etmişlerdi. Kürt dağlarında, çok fakir bir hayat süren Ermeni zümresinden maada, Rumlar da dahil olmak üzere bütün tebaamız içinde en zengin olan Ermenilerdir. Bu halkın memleketimizdeki zenginliklerden istifade etmesini bildiği şüphe götürmez bir hakikattır. * Yahudi meselesi (1895) Yahudiler, Avrupa’da, Doğu’da olduğundan daha fazla bir kudrete sahiptirler. Bu sebeble de bir çok Avrupalı devlet, çok artmış olan Semit ırkından kurtulabilmek için, Yahudilerin Filistin’e muhaceratını iyi karşılayacaklardır. Fakat bizim memleketimizde kâfi derecede yahudi vardır. Eğer Filistin’de müslüman Arap unsurunun, faikiyetini muhafaza etmesini istiyorsak, yahudilerin yerleştirilmesi fikrinden vazgeçmeliyiz. Aksi takdirde yerleştirildikleri yerde çok kisa zamanda bütün kudreti elde edeceklerinden, dindaşlarımızın ölüm kararını imzalamış oluruz. Siyonistlerin şefi olan Herzl fikirleriyle beni ikna edemez. “Yahudi çiftcisinin tekrar kuvvetlenerek sabanini kendi eliyle idare ettigi gün, yahudi meselesi hallolmuş olacaktır” sözü kendi görüşüne göre doğru olabilir. Herzl dindaşları için toprak istemektedir. Fakat zekâ, her şeyi halletmeğe kâfi değildir. Siyonistler, Filistin’de yanlız ziraat yapmak değil, orada hükümet kurmak, siyasî temsilcilerini seçmek gibi şeyler de arzu ediyorlar. Bu haris teşebbüslerini kabul edeceğimi zannetmekle saflık ediyorlar. Imparatorluğumuz dahilinde, halkımızın fertleri olarak ve Bâbıâlinin dirayetli hizmetkârları olarak yahudilere ne kadar kıymet veriyorsam, Filistin’e dair kurdukları tasavvurlara da o kadar düşmanım. * Hicaz demiryolu (1906) Çok eskiden beri hayal ettiğim Hicaz yolu nihayet hakikat oluyor. Bu gayemde, benimle işbirliği yapacak Izzet’ten daha iyi bir kimseyi bulamazdım, zira bu işe bütün kuvvetiyle kendini verdi. Izzet, sadık olduğu kadar da, kıskanç arkadaşlarının veya diğer yüksek rütbeli memurların kabul etmemelerine rağmen, kıymetlidir. Hicaz demiryolu için lüzumlu paraları, bütün dünyadakı müslümanlardan ve bilhassa Hintlilerden, bu kadar çabuk toplayabilmesine hayran oldum. Bu büyük esere Fransızlardan, Almanlardan da iştirak edenler oldu. Tabiî bunda, kurnaz Izzet’in büyük yardım yapanlara verilmek üzere bastırdığı, güzel madalyaların da çok dahli olmuştur. Mekke demiryolu, bizim hâlâ inkişaf edebilecek kabiliyette olduğumuzu ve işimize mani olmak için, her türlü çareye baş vuran Ingiltere’yi muvaffakiyetsizliğe uğratabileceğimizi ispat etti. Inşaatı bitmek üzere olan Mekke yolu tamamlandıktan sonra, Süveys kanalına ihtiyacımız kalmayacak. Istanbul, mukaddes Mekke ve Medine şehirlerine demiryolu ile bağlanmış olacak. Bu suretle de, bu yerlere, icabında askerimizi emniyet içinde göndermemiz kabil olacak. * Türkiye ve Japonya (1898) Mikado, Yıldız Parkımız için, memleketinde bulunan pek çok çesit kıymetli kuşlardan göndermek nezaketinde bulundu. Japonların aramızda gelişmekte olan bu yaklaşma hareketlerini, dehşetli bir uzak görüş kabiliyetine sahip olan Rus sefiri, tabiî hemen fark etti. Şark’in “Güneş memleketinin hükümdarı” bize bu hediyeyi gönderirken maksatlı hareket etmiş olabilir. Nitekim Japonlarla ticaret anlaşması yapıldığı sırada Kont Aoki, iki imparatorluk arasındaki ittifakların çok faydalı olabileceğini imâ etmişti. Türk-Japon yaklaşma arzusu hiç de yeni bir proje değildir. Fakat Uzak Şark’a gönderdiğimiz güzel gemimizin orada kayıp oluşundan sonra bu fikrin tatbik mevkiine konulmasıyla kimse meşgul olmamıştir. Rusya asırlardan beri her iki devletin de müşterek düşmanı olduğuna göre, Japonya ile aktedeceğimiz ittifakların temin edeceği faydaları ciddi olarak mütalâa etmek icap eder. Her ne kadar aramızda daimi bir diplomatik münasebet dahi mevcut değil ise de böyle bir anlaşma her iki tarafa da faydalı olabilir. Fakat Rusya ile üzücü bir vaziyete düşmemek için Türk-Japon ticarî ittifaklarında çok temkinli hareket etmemiz icap eder. Ben şahsen uzak dostumuz Japonya’dan fazla bir fayda ümit etmemekteyim; ancak karara varmadan önce temin edebileceğimiz menfaatı tam olarak bilmek yerinde olur. Etrafımızdaki dostlarımızla ve de düşmanlarımızla iyi geçinebilmek için aradakı münasebetleri münasip bir seviyede tutabilmek; birisiyle dost olabilmek için diğerinin düşmanlığını celbetmemek, dikkat edilmesi zarurî olan hususlardır. * Almanya ve Anadolu (1899) Almanya’nın bize karşı harekâtını biraz frenlemek yerinde olacaktır. Büyük Senyör’e (Alman sefiri, Baron Marschall von Bierberstein) kendisinden ve politikasından pek emin olmadığımızı belli etmek lâzim. Berlin sefirimizden öğrendiğime göre Kayser, Anadolu’da Almanları tutan bir muhit yaratmak istiyormuş. Iktisadî vaziyetimizi düzeltebilmek için Almanlardan istifade etmeyi doğru buluyorum, fakat Alman gazetelerinin yazdığı ve arzu ettiği gibi, Bağdat demiryolu üzerinde Alman kolonilerinin kurulmasına gelince katiyen taraftar değilim. Dedelerimizin pek çok fedâkarlık yaparak elde ettikleri bu toprakları, Alman kolonilerine terkedeceğimizi zannediyorlarsa çok aldanıyorlar. Zaten şimdiye kadar yabancılara lüzumundan fazla müsamaha göstermiş bulunuyoruz. Anadolu yanlız bize aittir. Pek çok yerden itilip kakıldıktan sonra buraya yerleşen din kardeşlerimizin bu son melcelerini muhafaza edeceğiz. * Arabistan ve Ingiltere (1900) Ingiliz gazeteleri, şimdiye kadar pek çok defa Ingiltere’nin Arabistan siyasetini açıklamıslardır. Fakat şimdiye kadar hiç biri Standard gibi “Arabistan, ingiliz himayesine girmelidir, 56 milyon müslüman tebaası olan Ingiltere’nin, müslümanların mukaddes şehirlerine sahip olması tabiidir” diye açıkça yazmamıslardı. Maalesef Ingiltere’nin Arabistan’da nüfuzu çok kuvvetlidir. Şimdiden Yemen’de başımıza güçlükler çıkmaya başlamıştır. Ingilizlerin tahrik ettikleri Arap kabileleri arka arkaya isyan etmektedirler. Aden Ingilizlerin Arabistan’daki harekâtı idare ettikleri umumî karargâhtır. Bize karşı kullandıkları silâhlar da Aden silâh deposundan çıkmaktadır. Burada hakikaten çok güç bir vaziyette bulunmaktayız. Ancak kabile reislerine hediye ve bahşiş dağıtma suretiyle ingiliz entrikalarına karşı kendimizi müdafaaya çalışıyoruz. Aden, Afrika’nın şark kısmına da hükmettiğinden, Arabistan’ın Cebelitarık’ı sayılabilir. Kızıldeniz’de, Almanya ile Fransa donanmalarının da birer üssü bulunmasını tercih ederdim. Ingiltere, Fransa ve Almanya’nın taleplerine karşı tehditkâr bir tavır takınmaktadır. Eğer Fransa ile Almanya anlaşıp birbirlerini tutsalardı o zaman John Bull baş eğmeye mecbur olurdu. Bizim için ehemmiyetli olan Şam ile Mekke arasındakı demiryolunu en kısa zamanda inşa edebilmektir. Bu suretle karısıklık arttığında süratle asker göndermemiz mümkün olacaktır. Ehemmiyetli ikinci nokta da müslümanlar arasındakı bağı öylesine kuvvetlendirmektir ki, ingiliz hainliği ve hilekârlığı bu sağlam kayaya parçalansın… * Bingazi (1902) Bingazi’ye sahip olmak, bize çok pahalıya malolmaktadır. Her sene buraya sarfolunan para hesapsızdır ve Italyanlar’ın entrikalarının hududu yoktur. Italyanlar, buradakı iktisadî imkânları ve buranın himayesini kendilerine terketmemiz şartıyle 54 milyon liret ödemeyi teklif ediyorlar. Bu teklifi tetkik etmekte fayda vardır, çünkü buradan vazgeç suretiyle başımız dinç olacaktır. Elimize diğer meselelerimizi halletmeğe medar olacak dolgunca bir para geçecektir, üstelik de bu daha sonra elimizden zorla çikarmağa mecbur kalmaktan daha iyi bir hal şeklidir. Bingazi’de bizim haklarımızı koruyabilecek bir kişi varsa oda Mehdi Şeyh Sunusî’dir. Icabında otuz bin kişi toplayabilecek vaziyettedir ve mücadele etmeden Bingazi’yi Italyanlara bırakmak niyetinde değildir. Üstelik Sunusî, sayıları yüz binleri bulan dünyadaki bütün derviş teskilâtlarıyla münasebettedir. Eğer Sunûsiler ayaklanırlarsa, bu Italyanları kanlı bir harbe sürükliyecektir ve Sudan’dakı Mehdi ile yapılan harpten çok daha beter olacaktır. Sunusîlere lüzumu kadar silâh, top temin etmiş bulunuyoruz, bu bakımdan da ciddiye alınması icap eden kuvvetli bir düşmandır. * Müslüman propagandası Cava umumî konsolosumuz Sadık Bey’in Panislâmizm propagandasında mübalagâ ettiği, yahut da beceriksizce hareket ettiği anlaşılıyor. Çünkü Hollanda devleti kendisinden şikâyette bulundu. Mamafih hattı hareketinde isyan fikri olduğunu zannetmiyorum. Pek çok defa Cava’daki müslümanlara daha az eziyet edilmesini, Avrupalılar’la müsavi haklar verilmesini istemiştir. Ama bunu sadakatten ayrılmadan, vazife olarak yapmıştır. Orada ticaretin büyük bir kısmı Araplar’ın elindedir ve bunlar Avrupalılar’a nazaran çok fazla vergi vermektedirler. Bunlara hiç olmazsa Avrupalılar’la aynı hakların tannması elbette yerinde olur. Halifeleri olduğum için, bana hürmetlerini arzetmek üzere Batavya’dan, şöhretli Araplardan teşekkül etmiş bir müslüman heyeti göndermek istiyorlarmış. Bu projede de itiraz edecek bir taraf göremiyorum; bilâkis bu, müslümanların birbirlerine ne kadar kuvvetle bağlı olduklarını gâvurlara ıspat edecek ve bütün dünyada iyi bir intiba uyandıracaktır. Her halükârda Cava’daki dindaşlarımızın hakli taleplerini kuvvetlerini müdafaa edeceğiz. * Türk kadini Avrupalıların, Türk kadını hakkında ve bilhassa taaddüd-ü zevcada dair pek yanlış fikirleri vardır. Bu hususta Avrupalıların olduğu gibi Amerikalıların da fikirleri muhteliftir. Sayısız boşanmalar ve birçok aşk davasının mevcudiyeti, orada da erkeklerin umumiyetle birden fazla kadınla yasamanın lehinde olduklarını gösterir. Amerika’da bir de Mormon’lar mezhebi vardır. Ulu Peygamberimiz (S.A.V) “Kadına hürmet ediniz, çünkü evlât vermiştir”, ve gene “Kadına aşk ve şefkat göstermeği Allah emretti” diye buyurmuştur. Bu sebeple bizde kadına eziyet etmek veya kadını aşağı görmek diye bir sey mevzu-i bahis olamaz. Vakia Kur’an kadının erkeğine tâbi olmasını emreder ama Incil de aynı şeyi emreder. Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de kadın kabiliyetlerine göre az veya çok evvelâ ailesine olmak üzere, etrafına tesir eder. Bizde kadının siyasete karişması pek hayırlı bir kararla menedilmiş, bu iş tamamıyle erkeğe terk edilmiştir. Fakat kadın evinin hâkimidir ve oğullarının kalbinde ilk yeri işgal eder; oğulları da dışarda çalıstıklarına göre, Avrupalılar, kadının hayatımızdaki rolünü nasıl inkâr edebilirler? Bir çok memleketlerde, mümtaz şahıslar, kadınlara pek fazla serbestî vererek sokaklarda, salonlarda saltanat sürmelerini, keşiflerin sahibi olan erkeklerinde mütevazi hizmetkârlar haline gelmelerini hiç uygun bulmazlar. Söylendiğine göre Amerika’da vaziyet böyle imiş. Selâmlıkta, Avrupalı kadınların, kendini beğenmiş, mütehakkim çehrelerini seyrederken, Türk kadınlarıyla mukayese ederim. Bu mukayesem Avrupalı kadınların lehinde olmaz. Avrupalılar, neden kadınlarımızın aleyhinde konuşurlar? Avrupalı kadın âhlak bakımından, bizimkilerle mukayese edilebilir mi? Şark kadını, Avrupalıya nazaran daha bağlı, daha sadık, daha güzel değil midir? Bizde kadın kendini tamamiyle evine vakfeder, bir erkeğe ait olur. Avrupalı kadın, tam kadın sayılabilmek için fazla serbesttir. Avrupa gazetelerinde, kitaplarında yazılanların, yarısı bile doğru ise, Avrupalı erkeklere acımak icap eder. * Musıkî Bir gün, şerefime bestelemiş oldukları üç marşı aldım. Bu, bir gün için epey fazladır. Muhtelif milletlerden olan ve şahsıma eserlerini ithaf eden bestekârlarin sayısı, şimdiye kadar iki bini bulmuştur. Bu insanları nasıl mükâfatlandırmalı? Bu bestekâr beylerin, beni biraz rahat bırakmaları için sefirlerimin daha uyanık olmaları icap eder. Bu ithaflara şimdiye kadar dünyada herkesin yaptığı gibi değil de, nişanlar vererek teşekkür etmemizden dolayı; bana ithaf edilen beste, şiir ve diğer sanat eserlerinin baskınına uğramış bulunuyorum. Fakat kendilerine nişan veya hediye yerine teşekkür mektubu gönderdiğimiz vakit fevkalâde hiddetleniyorlar. Eserini takdim eden sanatkâra, Alman imparatoru’nun veya bir başka hükümdarın hediye vererek iltifat etmesi, pek nadir bir hadisedir. Istanbul’a gelip, sefirleri vasıtasiyle huzuruma çikabilmeyi temin eden sanatkârların herbirine neden hediye vermeye mecbur olayım? Üstelik ağir başli musikilerini de katiyen sevmiyorum. Çaldikları parçaların çok güç olduğuna şüphe yok; fakat ben zihnimi yoran musıkiyle değil, dinlendirici musıkiyi tercih ediyorum. Klâsik musıkiyi sevecek kadar musıkişinas değilim. Musıkiye büyük istidadı olan biri, oğlum burhaneddin’dir. Bestelediği parçalar hakikaten pek güzel ve herkesin hoşuna gidiyor; ben de dinlerken büyük zevk duyuyorum. Karadağlıların şair prensi Nikita da Montenegro da oğlumu dinlerken büyük zevk duyduğunu söylemiştir. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.