ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Tarih / Coğrafya (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=656)
-   -   Tarihimizden İki Menkıbe (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=374391)

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 04:04 AM

Tarihimizden İki Menkıbe
 

Tarihimizden İki Menkıbe

Muzaffer TAŞYÜREK

Ceddimiz, dağa taşa, bağa bahçeye, kurda kuşa huzur gelsin, küfrün zulmünden kurtulsunlar diye rahatı bırakıp hep uyanık oldular. Böylece nice destanlar, nice menkıbeler yazdılar. Bunları anlatmak bir ömre sığmaz. İşte onlardan ikisi: Kandiye cephesinde Zeynel Bey ve Rumeli Hisarı'nın hikayesi.

AKINCI GAZİ ZEYNEL BEY

Kuşatma yıllardır sürüyordu. Osmanlı ordusu Girit adasını ele geçirmiş, fakat Avrupa devletlerinden sürekli destek alan Kandiye'nin fethi uzamıştı. Buna rağmen askerde yılgınlık, vazgeçmişlik yoktu. Sebat ve metanetin, azim ve satvetin zaferle, şanla neticeleneceği günler yakındı.

Bu serhad boyları akla hayret verecek kahramanlık ve fedakârlık menkıbeleriyle dolu idi. Anavatana ilhak edilecek bu topraklarda nice kahraman kanları dökülmüş, gelecek nesillere cihad abidesi olarak bırakılacak nice fedakârlıklar gösterilmişti.

Aylarını hatta yıllarını Kandiye siperleri önünde geçiren gaziler arasında bu menkıbeler, şehit destanları, birer şevk ve neşve kaynağı idi. Ekseriya alaybeyleri, sancakbeyleri, dilâver gaziler toplanırlar, yalçın surları yıkmak için kendilerinden evvel gelen gazilerin metanetini dinlerler, onları kendilerine örnek almaktan şeref duyarlardı.

Alaybeyleri içinde dinî gayreti, yiğitliği, vatanına muhabbeti ile kendini belli eden bir kahraman vardı: Zeynel Bey.

Gazi Zeynel Bey, genç bir akıncı iken gazileriyle Zigetvar'dan Budin'e akınlar düzenler; Kanuni Sultan Süleyman ordularının parlak zaferlerini düşünür, Budin bağlarının çiçekleri arasında, meyveye durmuş ağaçlar altında, berrak dere kenarlarında, Kanije kahramanı Tiryaki Hasan Paşa'nın kahramanlık destanlarıyla çoşardı . Mert, asil ve güzel huylu biriydi. Sınırlarda, Tise ve Tuna boylarında Köprülü Mehmed Paşa'nın zaferlerine eşlik etmişti. Şimdi ise Kandiye önlerinde Köprülü Mehmed Paşa'nın oğlu Fazıl Ahmed Paşa'nın yanında cihada devam ediyordu.

Zeynel Bey, Köprülüzade Ahmed Paşa maiyetinde, Kandiye surları önünde fütuhat ile meşgul olduğu esnada sol kol alaybeyi idi. Gece gündüz düşündüğü şey, çeyrek asırdan beri devam eden Osmanlı sebatının artık zaferle, nusretle neticelenmesiydi. Bu gaye onun nazarında pek mukaddesti. Bazen surlara yapılan hücumlarda bizzat bulunur, lağımların yani içine patlayıcı maddeler konularak ateşlemek üzere kazılan tünellerin kazılmasına nezaret ederdi. Askeri teşvik eder, amirâne nüfuzu ile onları sevine sevine ateşler içine atılmaya sevkederdi .

Zeynel Bey, Fazıl Ahmed Paşaya son derece hürmet ederdi. Ekseriya paşanın yanında bulunur, dostluğundan büyük zevk duyardı. Siperler önünde maiyeti gazilerin lağımlar berhava etmesi, siperler zapteylemesi onun için en parlak muvaffakiyetlerden sayılırdı.

Bazen kendi de gazileriyle beraber düşman ateşlerine karşı yüz aklığı gösterir, ruhen memnuniyet hisseder, vazifesini ifa etmenin şevkiyle Paşa'nın yanına gelirdi.

Toplu bir hücum için hazırlıklar yapılıyordu. Kulaç kulaç lağımlar kazılıyor, siperler açılıyordu. Zeynel Bey gece yarısından beri hücum hareketinin tertibi ile meşguldü. Hücum sabaha karşı alaca karanlıkta icra olunacaktı. Lağımlar kat kat kazılmış, askerler siperlere girmişti. Ara sıra lağımcıbaşının kısa ve öz emirleri işitiliyor, ortalıkta fırtına öncesi bir sessizlik hüküm sürüyordu.

Sabah oluyor, ortalık ağarıyordu. Kandiye surlarının mavi ufuklarına hafif pembelikler yayılmıştı. Namaz vakti geçiyordu. Zeynel Bey, sükun ile namaza durdu. O namazını kılarken Kandiye siperlerinde müthiş bir ateş tufanı başladı. Düşman hücuma geçmiş, daha evvel topçu ateşine başlamıştı. Bu ateşler hakikaten müthişti. Top gülleleri Osmanlı siperlerine yağmur gibi yağıyordu.

Gaziler hücuma hazırlandıklarını düşmana belli etmemek için hiç karşılık vermiyorlardı. Zeynel Bey, kulak yırtan gürültüler arasında namazına devam etti.

Bu sırada hemen yakınında korkunç bir uğultu hasıl oldu. İri bir gülle Zeynel Beyin yakınına düştü. Zeynel Bey rükûdan doğrulmuş, secdeye varıyordu. Kemal-i vakar ile dudakları kımıldayarak secdeye vardı: “ Allahu ekber !” Bu ulvi hitabı muthiş bir patlama takip etti. Zeynel Bey'in beri tarafında hazırlıklarla meşgul olan gazilerden birkaçı yaralandı. Zeynel Bey'e bir şey olmadı.

Fakat Zeynel Bey müteessirdi. Zihnini işgal eden mühim bir mesele vardı. Acaba namazı bozulmuş muydu? Secdeye vardığı zaman gülle patlayıncaya dek başını secdeden kaldırmamıştı. Uzun müddet secdede kalmasının, namazını fasit edip etmediğini düşünüyordu. İbadetini erkânıyla ifa edememek vicdanında acıya yol açmıştı.

Namazını bitirdikten sonra Fazıl Ahmet Paşa'nın yanına gitti. Fazıl Ahmet Paşa, Zeynel Bey'in sıkıntılı olduğunu görünce merak etti, ne olduğunu sordu. Zeynel Bey başından geçeni anlattı, derdini paylaştı.

Zeynel Bey sıkıntıyla kıvranırken, Fazıl Ahmet Paşa'nın içi coşkuyla doldu. Kandiye surlarına hücum etmek için şimdi daha istekliydi. Çünkü yanında ölümden korkmayan, dünyalıkta gözü olmayan gaziler vardı. Allah için ölmeyi ibadet bilen, küffara karşı şiddetli, müminlere şefkatli gaziler...

Bu gazilerle kaleler, ülkeler fethetmek, ne şerefli, ne faziletli bir işti... Onlar var olduğu sürece bütün coğrafyalar, bütün insanlar Hakk'a ve hakikata açılabilirdi.

Öyle de oldu. Onlar teslim olmadılar, teslim aldılar. Yalvarmadılar, kendilerine yalvarılmasını da istemediler. Kendi nesillerini ve bütün insanlığı cehennemden uzak, cennete yakın kılacak bir hayat projesini insanlığa sundular.

ÖKÜZ DERİSİNİN HİKAYESİ

“O koca Rumeli Hisarı var ya, onun kapladığı yer bir öküz derisi kadardır!” derlerse şaşmayın. Gerçi Allah Tealâ hiçbir zaman derisi o genişlikteki alanı kaplayacak öküz yaratmadı, ama şöyle bir hikaye anlatılır:

Rumeli Hisarı'nın bulunduğu tepede eskiden bir manastır vardı. Manastırın başkeşişi gizlice müslüman olmuştu. O zamanki Osmanlı padişahı İkinci Murad ölüp de yerine oğlu, Sultan İkinci Mehmed geçince, bu başkeşiş Edirne'de bulunan Sultan Mehmed'e bir mektup yazdı. Ona “İstanbul'u fethedecek ulu emir sensin.” dedi. Ayrıca şunları da yazıyordu: “Boğazda kaleler yaptırıp Bizans'ın zahire yollarını kesesiniz. Bizans'da kıtlık olacaktır. O zaman da İstanbul'u şereflendirirsiniz.”

Sultan Mehmed bu mektubu alınca çok memnun oldu, avlanmak bahanesiyle Karadeniz kıyısındaki Terkos civarına geldi. Bu sırada Osmanlı ile Bizans arasında ateşkes dönemiydi. Avladığı avlardan seçip Bizans imparatoruna hediyeler yolladı, şimdiki Rumeli Hisarı'nın bulunduğu yerde bir av kulesi ile bir çiftlik yapması için kendisine müsaade edip etmeyeceğini sordurdu. Bizans imparatoru izin verdi. Gelen elçi şöyle konuştu:

“İmparator hazretleri yaptıracağınız av kulesinin bir öküz derisi kadar yer tutmasını şart koştu ve buyurdu ki, eğer deriden fazla yer tutarsa iş o zaman barışa aykırı düşecektir.”

Sultan Mehmed öküz derisi kadar bir yere kule yaptırmaya başladı. Bir yandan da müslüman olmuş o keşişle temasa devam ediyordu. Keşiş, padişaha öküz derisinin ince ince sırımlar halinde kesilerek birbirine eklenmesini ve bu suretle meydana gelecek şeridin çevirebileceği kadar sahaya bir kale kurulmasını tavsiye etti.

Padişah bu fikri çok beğendi. Öküz derisini dilim dilim kestirdi. Sırımları birbirlerine ekletti. Çevirdiği kadar yere, o yalçın kayaların üzerine, Edirne'den ustalar getirtip Rumeli Hisarı'nı yaptırdı.

Rumeli Hisarı'nın inşası başlarken, keşiş, Sultan Mehmed'e bir teklifte daha bulunmuştu: “Padişahım adınız Mehmed'dir . Kitabımızda Bizans'ı sizin fethedeceğiniz yazılıdır. Bu kaleyi adınız Mehmed'e benzetmek gerektir. Ben aynı zamanda bir mimarım, bu işe talibim.” dedi ve Rumeli Hisarı'nı kûfî yazı ile Mehmed kelimesine uygun bir şekilde kurdurdu.

Hisar altı ayda tamamlandı. Ormanlık olan çevresi açılınca Rumeli Hisarı bütün ihtişamıyla ortaya çıktı. Hem içine askerlerle top-tüfek de yerleştirilmişti. Bizans imparatoru bunu haber alınca, “bu hal barışa aykırıdır” diye Sultan Mehmed'e elçi gönderdi.Sultan Mehmed de dilim dilim kesilmiş öküz derisini imparatora gönderdi ve elçiye:

“İmparatora söyleyiniz, esirgemediği müsaade üzerine bir öküz derisinin tuttuğu kadar yere hisarı bina ettik, fazlası varsa yıkalım” dedi.

İstanbul'un fethi için önemli bir adım atılmıştı.

Şimdi, bugüne gelince, dünyada öküz derisi üzerine nice hisarlar kurulmaya devam ediliyor. Fark şurada ki, bu hisarlar artık bizim değil. Aksine, kurulduğu araziler bizim. Bu hisarlar hakkın ve adaletin uç karargâhı da değil, şeytanın ve şeytanî bir hayatın mikrop yuvaları...


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.