![]() |
Sırrî-Yi Sekatî
Sırrî-yi Sekatî Sırrî-yi Sekatî vaaz veriyordu. Sultânın adamlarından birisi, merâsim ile oradan geçerken; “Şuraya bir uğrayalım” deyip içeri girdi. Giriş, o giriş!.. Büyük velî Sırrî-yi Sekatî Bağdadlıdır. Ma’rûf-i Kerhî hazretlerinden feyz aldı. Cüneyd-i Bağdâdî’nin dayısı ve hocasıdır... Bu büyük velî bir gün vaaz veriyordu. Sultânın adamlarından birisi, merâsim ile oradan geçerken; “Şuraya bir uğrayalım” deyip içeri girdi... YEMEDEN İÇMEDEN KESİLDİ!.. O sırada Sırrîyi Sekatî; “En âciz ve zayıf olan mahlûk, insandır. Bununla berâber, bu kadar mahlûk arasında, Allahü teâlânın emirlerine insan kadar isyân edip yüz çeviren mahlûk da yoktur. Eğer insan iyi olursa, melekler ona gıpta eder imrenirler. Eğer kötü olursa, şeytanın bile kendisinden nefret edip, kaçtığı, şerli bir kimse olur. Ne kadar hayret edilir ki, bu kadar zayıf ve âciz olan insanoğlu, kendisine her nîmeti veren, her an varlıkta durduran, yaşatan, kudret ve azamet sâhibi olan Allahü teâlâya karşı gelmekte ve isyân etmektedir...” diye anlatıyordu. Sultânın yakınlarından olan bu kişi, bu hikmet dolu sözlerin tesiri ile, ağlaya ağlaya kendinden geçti. Bir zaman sonra kalkıp evine gitti. Hiç konuşmuyor, bir şey yiyip içmiyor, hep ağlıyordu. Sabah olunca, yürüyerek, Sırrî’yi Sekatî’nin sohbet ettiği yere gelip, anlatılanları dikkatle dinledi. Üçüncü gün yine geldi. Sohbet bittikten sonra; “Efendim, kabûl ederseniz, talebelerinizden olmayı arzu ediyorum” dedi. Kabûl edildi. Ahmed ismindeki bu talebe, az zamanda çok yüksek derecelere kavuştu... Bir gün Sırrî-yi Sekatî hazretlerine biri gelip, “Efendim, beni talebeniz Ahmed gönderdi. Rahatsız olduğunu size bildirmemi söyledi” dedi. O da gelen kimse ile talebesi Ahmed’in bulunduğu yere gitti. Şehrin dışında, sahrada çukur bir yerde yattığını ve ölmek üzere olduğunu gördüler. Bu ihlaslı ve sâdık talebesinin başını kaldırıp dizine koydu. Yüzünün tozlarını sildi. Ahmed gözünü açıp hocasını görünce çok sevindi. Huzûr içerisinde rûhunu teslim etti... BÜTÜN HALK CENAZEDE!.. Gasl ve defin hizmetlerini yerine getirmek için şehre geri geldikleri bir zamanda, şehir halkının kendilerinden tarafa geldiklerini gördüler. Hayret edip nereye gittiklerini sordular. Onlar; “Biz şehirde (Her kim, Allahü teâlânın velî kullarından birinin cenâzesinde bulunmak isterse, Şûnîzîye Kabristanına gitsin) diye bir ses duyduk. Onun için yola çıktık” dediler. Cenazeyi yıkayıp kefenledikten sonra defnettiler... http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg |
Sırrî-Yi Sekatî
Büyük ve meşhûr velîlerden Sırrî-yi Sekatî hazretlerinin, zühd ve edepte pek çok harikulâde hâl ve hareketleri, tasavvufa dâir sözleri meşhûrdur. Bir yere gittiğinde, yolda olan şeyler ve havada uçan kuşlar, açık bir lisân ile kendisine selâm verirlerdi. HİLM VE SEBAT DAĞI... Bu mübarek zat, üzüntü ve dert deryâsı, hilm ve sebat dağı, mürüvvet ve şefkat hazinesiydi. Bir gün kendisine, sabrın ne olduğu soruldu. O da sabır konusunu anlatmaya başladı. Bu esnâda bir akrep dolaşmaya başladı. İğnesini defalarca kendisine batırdığı hâlde, Sırrî-yi Sekatî hiçbir şey yokmuş gibi, sâkin sâkin konuşmasına devâm etti. “Neden akrebi fırlatıp atmıyorsunuz?” diye soranlara, şöyle cevap verdi: “Sabır konusunda konuşurken, sabretmemek husûsunda Hak teâlâdan hayâ ederim...” Şöyle anlatılır: “Sırrî-yi Sekatî, bir bayram günü meşhûr bir zâtla karşılaşmış ve ona güler yüzlü olmayarak selâm vermişti. ‘Neden böyle yaptın?’ diye sorduklarında, Sırrî-yi Sekatî; ‘Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîfte; (İki mü’min karşılaştıkları zaman, yüz rahmet aralarında taksim edilir. Bunlardan doksan rahmet, daha güler yüzlü olana verilir) buyurmuştur. İstedim ki, o benden daha çok sevap alsın” diye cevap verdi. Bu mübarek zat ticâret yapardı. Bağdât’ta bir dükkânı vardı. Ticârette yüzde beşten fazla kâr almazdı. Bir defasında altmış altına bâdem aldı. Bâdem birden pahalılaştı. Dellâl, bâdemleri doksan altına satmak istedi. Sırrî-yi Sekatî hazretleri, “Ben âdetimi bozmam, ancak 63 altına satarım” dedi. Dellâl ise bunu kabûl etmeyip malları satmadı. Evliyaullahtan birinin ziyaretine gitmişti. Tanıyanlar dağda olduğunu söylediler. Sırrî-yi Sekatî hazretleri tarif edilen yere gitti. Orada kendi hâlinde zikirle meşgul olan bir zat görüp selam verdi. O zat selamı aldıktan sonra Sırrî-yi Sekatî hazretleri: “Kimsin?” diye sordu. O: “Hû!” diye cevap verdi. “Ne iş yaparsın” dedi. O yine: “Hû!” dedi. “Ne yersin?” “Hû!” “Ne içersin?” “Hû!” Sırrî-yi Sekatî hazretleri, “Hû” demekten muradın “Allah!” demek mi? diye sordu. O zat “Allah!” ismini duyar duymaz bir nara atıp ruhunu teslim etti... http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg |
Sırrî-Yi Sekatî
Hicretin yedinci senesinde, Hayber gazâsı yapıldı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bayrağı önce Emîr-ül mü’minîn hazret-i Ömer’e “radıyallahü anh” verdi. Çok savaştılar. Fakat kal’ayı düşüremeyip, geri döndüler. Emîr-ül mü’minîn hazret-i Ebû Bekr “radıyallah anh” bayrağı alıp, savaşa gitti. Kal’a yine fethedilemedi. Geri döndüler... “KAL’AYI FETHETMEYİNCE DÖNMEZ!” Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” bu haber ulaşınca, “Yârın bayrağı öyle birisine vereceğim ki, onu Allahü teâlâ ve Resûlü seviyor. O da Allahü teâlâyı ve Resûlünü seviyor. Kal’ayı fethetmeyince dönmez” buyurdu. Bunu nakleden râvi şöyle demiştir: Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü anh” o gün orada yoktu. Gözü ağrıyordu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Alî’nin “radıyallahü anh” huzûruna getirilmesini emir buyurdu. Getirdiklerinde mübârek ağzının suyundan hazret-i Alînin gözüne sürdü. Gözü derhâl iyileşti. Ondan sonra, ömründe hiç göz ağrısı çekmedi. Bundan sonra Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bayrağı hazret-i Alî’ye verdi. Zırhını ona giydirdi ve Zülfikârı eline verdi. “Allahım! Bunu soğuktan ve sıcaktan koru” diye duâ etti... Hazret-i Alî “radıyallahü anh ve kerremallahü vecheh” sür’atle Hayber Kal’asına doğru harekete geçip, hücûm etti. Dahâ askerin bir kısmı kal’aya ulaşmadan fetih müyesser oldu. BEŞİR BİN BERÂ ZEHİRLENDİ! Hayber gazâsında, Yahûdî kadınlarından biri, Peygamber efendimize “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâma yedirmek için, bir koyun keserek kebâb yaptı. Koyunun etine zehir kattı. Bilhâssa kol ve but kısmlarına dahâ çok zehir kattı. Çünkü, Peygamber efendimizin etin bu kısımlarını sevdiğini biliyordu... Et ikrâm edilince, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mübârek ağzına bir lokma alır almaz but dile gelip, “Yâ Resûlallah, bana zehir kattılar!” diye, seslendi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mübârek ağızlarına alıp çiğnediği lokmayı çıkarıp attı. Eshâb-ı kirâmdan Beşir bin Berâ “radıyallahü anh” o etten bir parça yemişti. O zehirlenerek şehîd oldu. Zehirlendiğini anlayınca diğer sahabilere: “Bundan yemeyiniz zehirlidir, ben zehirlendim” dedi ve son nefesini verdi. http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg |
Sırrî-Yi Sekatî
Sırrî-yi Sekatî hazretleri evliyanın büyüklerindendir. Kıymetli nasihatleri vardır... Bir gün vaaz veriyordu. Sultânın adamlarından birisi, merasim ile oradan geçerken, (Şuraya bir uğrayalım) deyip, içeri girdi... “ÂCİZ VE ZAYIF OLAN İNSAN...” O sırada Sırrî-yi Sekatî hazretleri, “Mahlûkât içerisinde en âciz ve zayıf olan, insandır. Bununla berâber, bu kadar mahlûk arasında, Allahü teâlânın emirlerine insan kadar isyân edip yüz çeviren mahlûk da yoktur. Eğer insan iyi olursa, melekler ona gıpta eder imrenirler. Eğer insan kötü olursa, şeytanın dahi kendisinden nefret ettiği, kendisinden kaçtığı, şerli bir kimse olur. Ne kadar hayret edilir ki, bu kadar zayıf ve âciz olan insanoğlu, kendisine her ni’meti veren, her an varlıkta durduran, yaşatan, kudret ve azamet sâhibi olan Allahü teâlâya karşı gelmekte ve isyân etmektedir...” diye anlatıyordu. Sultânın yakınlarından olan bu kişi, bu hikmet dolu sözlerin te’sîri ile, ağlaya ağlaya kendinden geçti. Bir zaman sonra kalkıp evine gitti. Hiç konuşmuyor, bir şey yiyip içmiyor, hep ağlıyordu. Sabah olunca, yürüyerek, Sırrî hazretlerinin sohbet ettiği yere gelip, anlatılanları dikkatle dinledi. Üçüncü gün yine geldi. Sohbet bittikten sonra, “Efendim! Sizin söyledikleriniz bana çok te’sîr etti. Kabûl ederseniz, sizin talebelerinizden olmayı arzu ediyorum” dedi. Kabûl edildi. Ahmed ismindeki bu talebe, az zamanda çok yüksek derecelere kavuştu... “ŞÛNİZİYE KABRİSTANINA GİDİN!” Bir gün Sırrî-yi Sekatî’ye biri gelip, “Efendim, beni talebeniz Ahmed gönderdi. Rahatsız olduğunu size bildirmemi söyledi” dedi. Sırrî-yi Sekatî hazretleri gelen kimse ile berâber talebesi Ahmed’in bulunduğu yere gittiler. Şehrin dışında, sahrada çukur bir yerde yattığını ve ölmek üzere olduğunu gördüler. Sırrî hazretleri, bu sâdık talebesinin başını kaldırıp dizine koydu. Yüzünün tozlarını sildi. Ahmed gözünü açıp hocasını görünce çok sevindi. Huzûr içerisinde rûhunu teslim etti... Gasil ve defin hizmetlerini yerine getirmek için şehre geri geliyorlardı ki, şehir halkının kendilerinden tarafa gelmekte olduklarını gördüler. Hayret edip nereye gittiklerini sordular. Onlar, “Biz şehirde (Her kim, Allahü teâlânın velî kullarından birinin cenâzesinde bulunmak isterse, Şûniziye kabristanına gitsin) diye bir ses duyduk. Onun için yola çıktık” dediler. Yıkayıp kefenledikten sonra Şûniziye kabristanına defnettiler... http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.