![]() |
İslamiyeti Seçenler
İslamiyeti seçenler 1 Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? * Adım Letiŕa Gouvë… 28 yaşındayım. Elektrik mühendisiyim. Güneş enerjisi üzerine çalışıyorum. Brezilya’nın Minas Gerais şehrinde yaşıyorum. 3 sene evvel müslüman oldum. Hidâyet yolculuğunuz nasıl başladı? * İslâm’ı, ilk defa televizyondan, 11 Eylül hâdiseleri olunca duydum. “Kim bu dünyayı kana bulamak isteyen teröristler? Herkes bunlardan neden bu kadar korkuyor?” diye merak ettim. 11 Eylül, ağabeyimin ve yengemin de dikkatini çekmişti. Onlar da bulabildikleri imkânlarla İslâm’ı araştırmışlar. Zaten onlar, benden önce müslüman oldular. Önce yengem, bir yıl sonra da ağabeyim… Nihayet ben de İslâm’ı araştırmaya başlamıştım. İşte İslâm’a doğru ilk yolculuğum bu merak üzerine başlamış oldu. Zaten her şey merakla başlamaz mı? Âilenizi tanıtabilir misiniz? Anneniz, babanız bir dine mensup muydu? * Annem-babam katoliktiler. Babamın âilesi ise, ateistti. Anneannem çok dindar bir hıristiyandı. Küçüklüğümüzde bizi çok etkiledi. Bize Allah duygusunu anneannem aşıladı. Âilece toplanırdık, bizimle konuşurdu. Annem dîne çok meyilli olduğu için, bizi de inançlı olarak büyüttü. Şimdi düşünüyorum da, bizi İslâm’la büyütmüş âdeta… Edeb ve ahlâka çok önem verirdi. Bize cömertliği, yardımseverliği, paylaşmayı sevdirdi. “Bu dünyadaki hiçbir şey bize âit değil, hepsi Allâh’ın!..” derdi. Tekrar size dönecek olursak, annenizin bu telkinleri mi sizi dine yaklaştırdı? Tam öyle değil!.. Anneannem, beni güzel bir hıristiyan olarak yetiştirmek istiyordu. Zaten dinlerin insan eli değip tahrif olmadan önceki hâlleri de hep aynı değil mi? Benim, eskiden beri, her şeyi yaratan bir “Allah” inancım vardı, ama herhangi bir dine mensup değildim. Dinleri araştırmış, fakat bir türlü aradığımı bulamamıştım. Garip olan, o zamana kadarki araştırmalarımda İslâm dinine âit hiçbir şey bulamamış olmamdı. Bu arada gençliğim Batı’nın renkli dünyası içinde âdeta kaybolmuştu. Hiçbir şeyde huzur bulamıyordum. O çevreden o kadar bıkmıştım ki, kendimi bu dünyaya âit hissetmiyordum. Bir taraftan da araştırmalarıma devam ediyordum. Dinleri, mezheplerini inceliyordum. Hıristiyanlığı inceledim. Dinle İncil arasında, Hazret-i İsa ile ilgili o kadar zıtlıklar vardı ki, hakikati orada aramak bile hataydı. Bütün her şeyi kabullenmeye çalışsam da, Hazret-i İsa’nın «Allâh’ın oğlu» olarak kabul edilmesini bir türlü aklım almıyordu. “– Tanrı’nın nasıl oğlu olur, O, bir insan mı ki?!” diyordum. Tanrı’nın bir insan olma fikri de bana çok saçma geliyordu. Brezilya’nın çoğu hıristiyan… Ben müslüman olmadan önce de çevremdeki hıristiyanlara, inançlarındaki tezatları, çelişkileri anlatır, zihinlerinde yerleşmiş inançlarını sorgulamalarını isterdim. Sık sık etrafımdakilere Hristiyanlıkla ilgili sorular sorardım. Sonra üniversiteye başladım. O kadar dünyaya kendimi kaptırmıştım ki, dinlerle ilgili araştırmalarımın hepsini rafa kaldırdım. Artık zihnimde sadece üniversite ve oradaki çalışmalarım vardı. Böylece tam altı yıl geçti. Elektrik mühendisliğinden mezun olmuştum. İşte tam bu esnada 11 Eylül hâdisesi oldu. O olay, içime bir ateş düşürdü ve İslâm’ı, terörist dedikleri o insanların dinini öğrenmeye karar verdim. İçimdeki bu merak ateşi, beni yakıp kavuruyordu. Emperyalizmden bıkmıştım. Onun insanlara mutluluk vermediğini yakînen görüyordum. Bu yüzden, âdeta dört koldan İslâmiyet’le ilgili bilgiler toplamaya başladım. Onunla ilgili kitaplar arıyordum, internetten İslâmiyet hakkında lehte ve aleyhte söylenen her şeyi inceliyordum. Ve araştırmalarımda şunu gördüm: Avrupa’nın bir “altın devri” var, keşiflerin olduğu, bilimin ilerlediği, kıtaların aşıldığı dönem… Bu dönemin hazırlanmasında emeği geçen ilim adamlarının hepsinin müslüman olduğunu fark ettim. Matematikte, tıpta, felsefede ilk buluşları, ilk keşifleri hep Müslümanlar yapmışlar. Bu, beni çok etkiledi. Araştırmalarıma tam iki sene devam ettim. Ben rasyonel (akılcı, mantıklı) bir insanım ve her şeyi öncelikle aklımla kavramaya çalışırım. Araştırmalarımda İslâm’ın akla ve mantığa ters hiçbir yönünü göremedim. Kur’ân-ı Kerîm’i inceledim. İçinde hiçbir zıtlık yoktu. Sanki her şey birbirini tamamlıyordu. Bir bütünün parçaları gibi hepsi yerli yerine oturuyordu. Bu ise, insana müthiş bir huzur veriyor. Bu uzun araştırmalarım, İslâm’ın, Allah’tan gelen bir “hak din” olduğunu anlamama yetti. İnternet aracılığıyla şehrimizdeki diğer Müslümanlarla tanışma fırsatı buldum. Müslüman olmadan önce dünyanın gidişâtından çok ümitsizdim. Avrupa’nın sıkıntılarından, dünyadaki zayıf ülkeleri ezmesinden bıkmıştım. Ve “Bu dünya düzeni aslâ değişmez!..” diye düşünüyordum. Diğer müslüman kardeşlerimle tanışınca, fikrim tamamen değişti. Müslümanların aslında birer “terörist” olmadıklarını, bilakis insanlığın iyiliği için çabalayan ve duâ eden insanlar olduklarını gördüm. İslâm’ın insana bakışı o kadar güzel ve merhametli ki!.. Komşunla bile ilgilenmek zorundasın. Peygamber Efendimiz buyuruyor ya: “– Komşusu açken tok yatan bizden değildir!..” diye… Kapımızdaki aç kediden bile sorumluyuz. İslâm’ın her şeye bakışı merhamet dolu… Bütün bunlar, benim yaşamak istediğim, ama arayıp da bulamadığım bir hayat tarzı ve duygu dünyasıydı. Hâlbuki medya, İslâm’ı ve Müslümanlığı hakikatin tam zıddı olarak “terörist” damgasıyla tanıtıyordu. Böyle temiz niyetli insanların dini nasıl terörizm olabilir ki!.. Medyanın İslâm’ı böyle tanıtmasının temel sebeplerinden birisi, İslâm’ın kapitalizme aykırı bir din olması!.. Gönüllere İslâm hâkim olunca, insanları istedikleri gibi sömüremeyecekler!.. Çünkü İslâm, aşırı hırsı, aşırı tüketim ve israfı, insanların gaddarca birbirlerini sömürmelerini şiddetle yasaklamış. Kapitalizm ise, tam aksine bu temeller üzerine kurulmuş. İslâm’ı araştırırken dört sûreyi de ezberlemiştim. Bunlar: Fâtiha, İhlâs, Felâk ve Nas sûreleri… Kur’ân-ı Kerîm’in meâlini okumuştum. Hatta kitaplara baka baka namaz bile kılıyordum. Ama henüz müslüman olmamıştım. Âilemin tepkisinden korkuyordum. Bir Cuma sabahı uyandım. İçimden bir ses şöyle diyordu: “– Sen çok kötüsün!.. Şirk koşuyorsun!..” “– Evet!..” dedim. “Şirk içindeyim. Doğruları buldum, fakat âilemden korktuğum için onları dinliyorum. Hâlbuki Allâh’ı dinlemeliydim. Âilem, Allah’tan daha üstün olamazdı, olmamalıydı. Ben onları üstün tutarak açıkça «şirk» koşuyordum.” Ve içime bir ürperti girdi. Annemin masasının üstündeki masa örtüsünü çektim ve başıma örttüm. Bu, benim ilk tesettürümdü ve öylece câmiye gittim. Oradaki hocaefendi ile tanıştım. Kendisine müslüman olmak istediğimi söyledim. O kişi, bana: “– Sen eve dön, biraz daha düşün!.. İslâm, zor bir dindir, yaşayamazsın!..” dedi ve şehâdet getirmeme müsaade etmedi. O câmiye dört kere gittim ve o kişi beni dört kere geri çevirdi. O, hep: “– Düşün!..” diyordu. En son gidişimde çok kızdım. Bağıra bağıra: “– Benden ne istiyorsun?! Artık yeter!..” dedim. “İslâm’ı araştırdım ve şehâdet getirmek istiyorum.” Sonra da onun konuşmasına fırsat vermeden bağıra bağıra kelime-i şehâdeti söyledim. Erkeklerin içinde oldu, bu hâdise… Câmide bulunan erkekler, sevinç içinde: “– Allâhu ekber, Allâhu ekber!..” diye tekbir getirdiler. Brezilya’nın hâli işte bu!.. İslâm’a ulaşmak orada çok zor!.. Ulaşınca da böyle câhil insanlar yüzünden kaybedilebiliyor. O yüzden orada İslâm’ı gerçekten bilen ve yaşayan tebliğcilere çok ihtiyaç var. (Gülerek devam ediyor.) Sonradan öğrendiğime göre de, bir câmiye gidip hocanın önünde şehâdete bile gerek yokmuş, kişinin kendi şehâdeti bile yetermiş. Sonra neler oldu? * Artık müslümandım. O gün câmiden eve geldim. Örtümü (başımdaki hâlâ masa örtüsüydü) hiç çıkarmadım. Bir hafta sonra da kendime gerçek bir başörtüsü aldım. Tesettürü hiç yadırgamadım ve zorlanmadım. Âdeta içimden öyle geldiği için örttüm. Çünkü bu Allâh’ın emriydi ve fıtratımız da buna muhtaçtı. Âileniz, müslüman olmanızı nasıl karşıladı? * Âilem, müslüman olmama karşı çıktı. Çünkü medyadan tanıdıkları İslâm’ın erkeklerini terörist zannediyorlardı. Bu terörist erkekler, kadınlarına da durmadan işkence ediyorlardı. Onlar öyle biliyorlardı. Tesettüre bürününce hemen karşı çıktılar ve: “– Sen, iyice fanatik oldun!..” dediler. Çok tartıştık annemle… “– Anneciğim, tesettüre girmezsem, günâha girmiş olacağım!..” dedim ve odama gittim. Annem çok ağladı. Çığlıklar attı. İki buçuk saat sonra yanıma geldi: “– İstediğini yap!.. Sana engel olamam.” dedi. İki sene âilem, beni diğer akrabalarımla görüştürmediler. Çünkü benden utanıyorlardı. Ve ben iki sene boyunca buna râzı oldum. Bir gün babaannem hastalandı. Onu ziyarete gitmeme bile izin vermiyorlardı. “– Bunu kabul edemem!..” dedim ve gittim. Babaannem gittiğimde uyuyordu. Bir müddet sonra gözlerini açtı. Beni tesettürle görünce: “– Bu ne hâl? Başındaki örtü de ne?!” dedi. Ben: “– Müslüman oldum!..” deyince, başını çevirdi ve: “– Benim babam da müslümandı.” dedi. O zamana kadar kimse bunu bilmiyordu. Onun babası Lübnan’da yaşamış. Babaannemler oradan göç etmişler. Hâlbuki biz babamın sülâlesini hep ateist zannederdik. Çevreniz, arkadaşlarınız müslüman olmanıza ne dediler? Onlar da âileniz gibi tepkiler mi verdi? * Arkadaşlarım da müslüman olmamdan etkilendi. İki arkadaşım daha İslâm’ı araştırıp müslüman olmaya karar verdiler. Brezilya’da insanlar, 11 Eylül’den sonra âdeta Amerika’ya inat müslüman oluyorlardı. Bu inat ve Amerika düşmanlığı, onlara müspet kapılar açtı. Onların İslâm’ı araştırıp huzura kavuşmalarına sebep oldu. Yani Amerika’nın 11 Eylül oyunu, Brezilya’ya İslâm’ı ve huzuru getirdi, diyebilirim. Âyette de buyurulduğu gibi “Sizin hayır gördükleriniz şer, şer gördüklerinizde de hayır olabilir. Allah bilir, siz bilemezsiniz!..” (el-Bakara, 216) Müslüman olmanız, işyerinde problemlere sebep oldu mu? * Çalıştığım yerde tesettürlü olmam ve namaz kılmam, tabiî ki mesele oldu. Şefim, müslüman olmamdan çok rahatsız olmuştu. Bir sene işsiz kaldım. Tabiî bunlar küçük imtihanlar!.. Zaten Ankebût Sûresi 2. âyette de buyruluyor ya: “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden sadece «İman ettik!..» demeleriyle bırakıverileceklerini mi sandılar?!” Bir sene sonra Allah, daha hayırlı kapılar açtı. Hem dinimi rahatça yaşayıp, hem de mesleğimi icrâ edebileceğim bir iş buldum. Güneş enerjisi üzerine çalışmaya başladım. Tek zorluk, iş bulma değil elbette… Sokaklardaki insanlar hep önyargıyla bakıyorlar. Marketlerde kötü davranıyorlar. Yolda bana merakla baktıkları zaman, hemen onlara: “– Bir şey mi sormak istiyorsunuz?” diyorum. Kimisi kaçıyor. Bazıları da İslâmiyet hakkında soru soruyorlar, çok etkileniyorlar ve telefon numaramı alıyorlar. İslâm’ı öğrenmek için tavsiye kitaplar istiyorlar ve câmiye bile geliyorlar. Burada önemli olan, zorluklara takılmadan hedefe kilitli kalmak ve İslâm’ı en güzel şekilde yaşamak!.. O zaman her yerde önyargılar kalkıyor. Brezilya’da insanlar İslâm’a muhtaç!.. İnşâallah burada (Türkiye’de) dinimi iyice öğrenip oraya geri döneceğim ve kardeşlerime yardım edeceğim. İnşâallâh hidâyetlere vesîle olurum. Çünkü Brezilya’nın ihtiyacı, bilgili, İslâm’ı güzel yaşayan Müslümanlar!.. Böyleleri az olduğu için orada uzun süre yaşayamıyor ve İslâm’ı daha rahat yaşayacakları yerlere göç ediyorlar. Bir daha da geri gelmiyorlar. Cenâb-ı Hak, beni Brezilya’da dünyaya getirdiyse, orada müslüman olduysam, benim cihâdım, tebliğim demek ki orada!.. Kaçmak, çözüm değil!.. O yüzden bu röportajı okuyan kardeşlerim, İslâm’ı güzel öğrenip öğretmem için bana çok duâ etsinler!.. Bu röportajınızı okuyacak kardeşlerimize söylemek istediğiniz başka şeyler de var mı? Benim en sevdiğim ibâdet, namaz!.. Onda çok huzur buluyorum. Günde beş defa Allah’ın huzuruna çıkmak çok güzel!.. Namazdaki hareketler, bedenin altı noktasının yere değmesi, insana müthiş bir enerji veriyor. Bugün bilim adamları da bunu doğruluyor. İslâm’daki ibâdetleri yaparken de, hareketlerin mânâsını anlamasan da, hep huzura kavuşuyorsun. Teslim olunca, onun karşılığı bir yerden karşınıza çıkıyor. Biz insanız. Hatalar yapıyoruz. Namaz burada devreye giriyor. Namaz kıldıkça kötülüklerden uzaklaşıyorsunuz. Âyette de geçiyor ya, “…Namaz insanı aşırılıktan, kötülükten alıkoyar!..” (el-Ankebût, 45) diye… Müzik dinlemeyi çok severdim. Terk etmek ve sigarayı bırakmak zor oldu. Zaman, sabırlı olmak zamanıydı ve namaz bana yardım etti. İslâm’ı iyi öğrenmek, okumak da yetmiyor işte… Kalbe indirmek ve yaşamak lâzım!.. Kalpten düşünmek lâzım… İşte o zaman, yavaş yavaş hikmetler açılıyor. Mesela erkeklerle kadınların aynı mekânda olmamasının ayrı bir hikmeti var. Erkekle kadın bir arada olunca, enerji farklı oluyor; rekabet duygusu, kıskançlık ve nefsânî duygular harekete geçiyor. Ben müslüman olduktan iki sene sonra bunların farkına vardım. Müslüman hanımlarla beraber olduktan sonra daha huzurlu oldum. Onlarda saflığı, temizliği ve iyi niyeti buldum. Bu duyguların, onları iyiye götürdüğünü fark ettim. Anneler, evlatlarının küçüklüklerinden itibaren terbiye etmeliler. İslâm’ı iyi öğretmeliler. Öyle olursa, benim yaşıma geldiğinde neredeyse âlim olurlar. Ama çocukları televizyon terbiye edince, çocuklar televizyonu kopya çekince, dinden uzak kalıyorlar. Cenâb-ı Hak bize muhtaç değil!.. Biz, O’na muhtacız!.. Bizi her zaman görüyor. Küçük şey yok!.. Müslüman her hâline dikkat etmeli!.. Çünkü o, her hâliyle herkese örnek olmalı!.. Hayatınız bir çok ibretle dolu… İnşâallah okuyan kardeşlerimize faydası olur. Bize vakit ayırdığınız ve başınızdan geçenleri samimi olarak bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz. Allah, sizin vâsıtanızla Brezilya’da nice insanlara hidâyet nasip eylesin. Âmin. Beni sabırla dinlediğiniz için, ben de sizlere teşekkür ederim. Halime Demireşik |
İslamiyeti Seçenler
"... (Allâh) kendisine yönelen kimseye hidâyet eder!" (er-Ra'd, 27) Bu husûsda başkalarının gayreti, sadece vesîle olmaktır. Allah dilemediği halde, diğer bir kimsenin -velev peygamber de olsa- gayreti ile hidâyetin nasîb olması mümkün değildir. On bir yıl önce müslüman olmuş, 28. yaşına kadar hep bir din arayışı içinde hakkı bâtılın içinde aramış bir ruh: Amerikalı Jackie Frank (Melek Zeynep) Hanım!.. Ve kendi ağzından hidayeti buluş hikayesi: * * * 9 yaşında bir kızken banyoya girip kapıyı kapatır, havluyu başıma örter, aynaya bakardım.bu ruhuma haz verirdi. Birileri bana Allah'ın kilisede yaşadığını söyledi. Bunun için ben de sık sık kiliseye gidip Allah'la başbaşa olmak isterdim. Bir gün yine kilisede yapayalnız Allah'ı düşünüyordum. Annem beni aramış, her zamanki gibi kilisede bulmuş. Sanki kiliseler benim Hira'mdı. Yaşım küçük olduğu halde kiliselerin papazlarına zor sorular sorardım. Çoğu zaman cevap veremezlerdi. İncil'de Yusuf ve Meryem'den İsa dünyaya geldi diyor. Başka bir bölümünde Allah'ın İsa'nın babası olduğu iddia ediliyor. "Nasıl inanayım?" diye papaza sordum. O cevap vermedi. İslam'ı ilk duymam, beş-altı yaşlarındayken oldu. Gittiğim okulda bir müslüman çocukla tanıştım. Annesi siyah çarşaf giyiyordu. Herkesin doğumgünü kutlanıyordu, ama o çocuğun doğumgünü hiç kutlanmadı. Bir gün: "-Senin doğum günün niçin kutlanmıyor?" diye sordun. "-Biz müslümanlar doğum günü kutlamayız!.." dedi. O çocuğunannesi ve teyzesi markete giderken onları ağaçların arkasından gizlice izlerdim. Benim gözümde onlar korunmuş birer melek gibiydiler. Ergenlik çağımda hiç kiliseye gitmez oldum. Çünkü kilise içimdeki boşluğu doldurmuyordu. Sürekli Allah'a duâ ediyordum. Ailem pek dindar değildi. Annemle babam farklı kiliselere mensup olduğundan din hakkında konuşurlar, ben de onları dinlerdim. Lisedeyken din merakımdan dolayı bir din okuluna gittim. Öğretmenimiz hıristiyan bir kadındı ve sürekli İslâmiyeti kötülüyordu. İncillerin hepsini okuduk ama Kur'ân-ı Kerim'den sadece öğretmenin seçtiği bölümler okunurdu. Bu bölümler de daha çok insanın aklında sorular oluşturacak türdendi. Diğer dinleri bilmek istiyordum. Zihnimdeki sorulara sürekli cevap arıyordum. O sıralar bir yahudinin yanında muhasebeci olarak çalışmaya başladım. Onun kızıyla din hakkında çok konuşurduk. Neredeyse yahudi olacaktım. Ona Hazret-i İsa hakkında sorular sorduğumda sorularıma cevap veremiyordu. Yahudiliğin gereklerini yapardı, ama kalbiyle inancı kuvvetli değildi. O dönemlerde hıristiyanlıktaki yanlışları çok iyi biliyordum. Dört elle sarıldığım yahudilikte de aradığım huzuru bulamadım. 25 yaşında bir restorantta çalışmaya başladım. Orada çalışanların biri yahudi, biri yehova şahidi, bir kaçı hıristiyan, ikisi de müslümandı. Restoran kapanınca hepimiz oturur, din hakkında konuşur, herkes kendi dinini anlatırdı. Ben kendi kendime o iki müslümana acıyıp, bu iki zavallıyı hıristiyan yapıp kurtarayım diye düşünüyordum. İki müslümandan birinin adı Mustafa, diğeri de onun arkadaşıydı. Mustafa'nın arkadaşı, İslam'ı çok güzel yaşamaya çalışan bir müslümandı. Bir gün yine oturduk konuşuyorduk. Mustafa ve arkadaşı, her zamanki gibi İncil ve Hıristiyanlık hakkında umursamaz bir tavır takınmışlardı. Ben de onların haline bakarak İslamiyeti iyiden iyiye merak etmeye başlamıştım. Mustafa tatil için Türkiye'ye gitme hazırlıkları yaptığı bir zamanda kendisine yaklaştım ve: "-Mustafa bey, ben sizinle İslamiyet hakkında konuşmak istiyorum." dedim. O da: "-Benimle dinim hakkında konuşmak istiyorsan önce bizim Kitabımızı okumalısın!" dedi. Ben de kabul ettim. Tatil dönüşü bana İngilizce mealli Kur'ân-ı Kerim getirdi. Sonradan fark ettim, İngilizceye çevrilmiş en kötü tercümelerden biriydi. Böyle olmasına rağmen daha Bakara suresini tamamlamadan doğruyu bulduğuma inanmaya başladım. Ve Mustafa Beye üç soru sordum. Birinci "Muhammed kimdir?" Hayatımda ilk defa bu ismi Kur'ân-ı Kerim'de görmüştüm. Peygamber olduğunu açıkladı. Ama bu peygamber Arap idi. Diğer kültürdeki insanların bunu kabul etmesi zordu. Özellikle biz Amerikalılar için bu imkânsız gibiydi. Fakat o anlattıkça Hazret-i Muhammed'i bir peygamber olarak kabul ettim. Onun hayatını okudukça, karşılaştığı zorlukları gördükçe onun Allah tarafından bir terbiyeden geçirildiğini hissettim. Şimdi de onun ahlakı beni terbiye ediyordu. İkinci sorum ise, Kur'an'ın Hazret-i İsa hakkında ne söylediği idi. Yahudi arkadaşlarıma bu soruyu sorduğumda bir şey söyleyememişlerdi. Hazret-i İsa'nın Allah'ın oğlu değil, "kün: ol" emriyle meydana gelmiş bir peygamberi olduğunu anlattı. Zaten ben hıristiyan olduğum halde Hazret-i İsa'nın Allah'ın oğlu olabileceğini kabul etmiyordum. Şimdi ise aradığımı tam manasıyla bulmuştum. Üçüncü sorum, "Müslümanların namaz kılarken niye yüzünü yere koydukları" idi… O ise buna şöyle cevap verdi: "-İnsanların Allah karşısındaki kulluklarının zirvesi, bütün benliğinden kurtulup secdeye kapanmaktır. Bu hal, gerçek mabud karşısında kulluğu hissederek O'na yaklaşma arzusudur." Sanki duymak istediğim, arayıp durduğum cevaplar bunlardı. Hayatımda pek çok karar vermiştim, ama müslüman olacağım hiç aklıma gelmezdi. 28. yaşgünümde müslüman oldum ve adeta yeniden doğdum. 6 ay sonra Mustafa bey, evlenme teklif etti. Elhamdülillah evlendim. O zamandan beri eşimi ve evliliğimi hiç sorgulamadım, çünkü mutluydum. İki yıl boyunca müslüman olduğumu aileme söyleyemedim. Ramazan ayında oruçlu bulunduğum bir sırada ailemi aradım: "-Oruçluyum, müslüman oldum, çok mutluyum!" dedim. Annem çok ağladı, beyimi suçladılar. Erkek kardeşlerim, ölümle tehdid ettiler. Hatta bir tanesi telefonda şöyle dedi: "-Yakında dinlerin savaşı olacak. O gün gelince ilk öldüreceğim kimse sen olacaksın!" Tartışacaktım, oruçlu olduğum aklıma geldi. Onlara: "-Oruçluyum!" dedim ve telefonu kapattım. Bir gün erkek kardeşim beni örtüyle gördüğünde, onu başımdan çekti ve: "-Bir daha seni bununla görmeyeceğim!" diye bağırdı. Elhamdülillah, İslam'ı yaşarken başka zorluk görmedim. Yalnız mezhepleri anlamakta zorluk çektim. Ama beyimin arkadaşı internetten bu konuda çok kapsamlı bilgiler indirdi. Ve bu problemi de aştım. İslam'ı Amerika'da açıklamak kolay. Çünkü her zaman öğrenmek isteyen gruplar var. Özellikle 11 Eylül'den sonra İslam'dan nefret edenler bile araştırıp bir pürüz ve kusur bulamayınca onu kabul etmeye başladılar. Bizim en büyük eksiğimiz, İslâmiyet'i doğru anlatan, düzgün çevrilmiş İngilizce kitapların olmayışı!.. Çünkü ya az bilenler kitap yazmış, bu güzel bir İngilizce ile çevrilmiş, ya da iyi bilenler İngilizceye yeterince çevirememişler. Ben uzun zamandır, Amerika'da yeni müslüman olanlara İslam'ı anlatmaya çalışıyorum. İnsanlar müslüman olmuş, ama İslamiyet'i o kadar az biliyorlar ki… Hayızlıyken yemeğe dokunabilir miyim, bu haldeyken ayrı bir masada mı yemeliyim? Bu ve benzeri çok basit konularda bile bilgi eksikliği var. Bilen insan yok denecek kadar az!.. Bizim vasıtamızla İslamiyete girenler oldu ama bu bizden değil, Allah'tandır. Hapishanelere gidip oralarda İslamiyet'i anlattım. Bir gün hapishaneden telefon geldi. Arayan, orada hıristiyanlığı anlatan kimse idi. Hemen gelmemi istedi. Ve: "-Burada müslüman olmak isteyenler var." dedi. O gün orada üç kişi müslüman oldu. Bir gün bir arkadaşımla İncil hakkında konuşuyorduk. O hıristiyandı. Ben Hazret-i Meryem ve Hazret-i İsa ile ilgili ona bazı bilgiler verdim. O: "-Bunları İncil'den mi aldın?" dedi. Ben de: "-Hayır, bu Kur'ân-ı Kerim'de geçen âyetlerdir." dedim. Çok sinirlendi, elindeki İncil'i yere atıp üzerine basarak oradan ayrıldı. Şimdi Türkiye'ye geldim. Buradaki manzarayla ilgili de birkaç cümle söylemek istiyorum: Türk hanımları hayatları için çok mücadele veriyorlar, lakin aynı fedakarlık ve gayreti ahiretleri için göstermiyorlar. Bazen Allah için bazı dünyevî makamlardan, servet ve menfaatlerden fedakarlık gerekebilir. Okuldan bile fedakarlıkta bulunabilirler, ancak bu Allah'ın ilim kapılarının kapandığı anlamına gelmez. Türkler bilmelidirler ki, onları izleyenler var. Onlar yalnız değil, biz de orada aynı şeyleri yaşıyoruz. İkinci önemli problem, çocuk eğitimindeki gaflet!.. Bu başlı başına muazzam bir kayıp. İslamiyetten habersiz yetişen çocuk ebeveyni için hayatı zorlaştırıyor. Amerika'da çocukları İslam üzere yetiştirmek zor. Burada "estağfirullah, elhamdülillah, inşaallah…" kelimelerini duyuyorlar. Bu bile önemli… Çocuklarımıza, Allah'ın onları devamlı gördüğünü aşılamamız lâzım!.. Amerika'da çocuk, anne babasını kahkahalarla öldürebiliyor. Çünkü onlarda kendilerini gören bir Allah düşüncesi yok. Evlatlarını İslam doğrultusunda yetiştirmeyen annelere sesleniyorum. Amerikalı öğretmenlerin bir sözü vardır: "Çocuklarımız bilemeyeceğiz bir zamana ve göremeyeceğimiz bir mekâna birer mesajdır." Uzun zaman önce bahsedilen zaman ve mekana göndereceğim mesajın şu olduğuna karar verdim: Lâ ilâhe illallah, Muhammedun Rasûlullâh!.. Eğer çocuklarım bu mesajı benim için taşırlarsa kendimi bu hayatta başarılı sayacağım, bunun için buraya geldim. Anne iyi öğrenecek ki, çocuklarına öğretsin. Kardeşlerim size soruyorum: "Siz sizden sonrakilere hangi mesajı göndereceksiniz? Sizin insanlara mesajınız ne?" |
İslamiyeti Seçenler
Amerikalı profesörün ilk namazı Amerika'nın muhtelif üniversitelerinde görev yapan matematik Prof. Jefri Lang İslama giriş hikayesini yazmış olduğu Melekler Soruncaya Kadar isimli eserinde derin felsefi düşüncelerle, ruhani duygular arasında ilk namazını şöyle dile getiriyor: Müslüman olduğum gün cami imamı, bana namazın kılınışını açıklayan bir kitap verdi. Ancak Müslüman talebelerin buna endişelendiklerini gördüm, bana: Acele etme, rahat ol, zamanla yavaş yavaş yaparsın, dediler. Ben de kendi kendime, namaz bu kadar zor mu, dedim ve talebeleri duymamazlıktan gelerek, hemen vaktinde beş vakit namaz kılmaya karar verdim. O gece, loş ve küçük odama çekilerek kitaptan abdest ve namaz hareketleri egzersizlerini yaptım, namazda okunacak bazı surelerin Arapça okunuşlarıyla İngilizce anlamlarını ezberlemeye çalıştım. İlk namaz denemesi için kendime güven gelince yatsı namazını kılmaya karar verdim. Vakit gece yarısıydı, kitabı alıp banyoya girdim, kitabı açarak, mutfaktaki ilk yemek denemesi yapan aşçı gibi kitaptaki talimatları dikkat ve incelikle bir bir uyguladım. Abdest bitince odanın ortasında durup, kapı ve pencerelerin kilitli ve kapalı olmasından emin olduktan sonra kıble olarak bildiğim tarafa yöneldim, derin bir nefes aldım ve elimi kaldırarak alçak bir sesle Allahu Ekber dedim. Kimsenin beni işitmemesini ve görmemesini umuyordum, yavaş yavaş Fatiha suresi ile kısa bir sureyi Arapça olarak okudum. İkinci bir tekbir alarak Rükua gittim, rükuda biraz tedirginlik hissettim, çünkü hayatımda hiç kimseye eğilmemiştim. Odada yalnız olduğumu hatırlayınca sevindim. Sübhane Rabbiyel Azim dediğimde kalbimin hızla çarptığını hissettim. Tekrar tekbir getirerek doğruldum ve artık secdeye varma zamanı gelmişti. Secdeye varmak üzere ellerimi ve dizlerimi yere koyunca donakaldım, secdeye gidemiyordum, efendisinin önünde başını yere koyan köle gibi yüzümü, burnumu yere koyup kendimi zillet sandığım bir duruma düşüremiyordum, üstelik bacaklarım da katlanamıyordu, utandım gülünç duruma düştüm zannettim. Bu durumda beni gören, arkadaş ve tanıdıklarımın önünde acınacak ve alay edilecek halimi düşündüm, arkadaşlarımın kahkahalarını duyar gibi oluyordum. Bir müddet tereddüt ettikten sonra derin bir nefes aldım, başımı seccadeye koydum, dikkatimi dağıtacak düşüncelere yer vermeden ikinci secdeye de vardım. Bu esnada kendi kendime Daha önümde üç tur daha var diye düşündüm ve kararlıydım: Neye mal olursa olsun bu namazı tamamlayacağım. Son secdede tam bir sükûnet hissettim. Nihayet teşehhütten sonra selam verdim. Selamdan sonra bulunduğum yerde olduğum gibi kaldım, geriye dönüp nefsimle giriştiğim savaşı aklımdan geçirdim, bir savaştan çıktığımı hissettim, sonra başımı önüme eğerek mahcup bir şekilde Allah'ım geri zekalılığımdan ve tekebbürümden dolayı beni bağışla, uzak bir yerden geldim ve daha önümde kat edilecek uzun bir yol var, diye dua ettim. Bu esnada daha önce hiç yaşamadığım bir şeyi hissettim. Bunu kelimelerle ifade etmek mümkün değil. Vücudumu, kalbimin bir noktasından çıktığını hissettiğim ve anlatmaktan aciz kaldığım bir dalga kapladı, soğuk gibiydi, ilk etapta irkildim, vücuduma olan etkisinden ziyade garip bir şekilde duygularımı etkiledi ve görünür bir rahmetin varlığını hissettim. Bu rahmet sonra içime nüfuz ederek içimde kaynamaya başladı. Sonra sebebini bilmeden ağlamaya başladım, ağlamam artıp gözyaşlarım aktıkça, rahmet ve lütuftan harika bir gücün beni kucakladığını hissettim. Günahkâr olmama rağmen, günahlarımdan veya utanç ve sevinçten dolayı ağlamıyordum. Sanki büyük bir set açılmış ve içimdeki korku ve keder sel olup gidiyor. Bu satırları yazarken kendi kendime diyordum: Allah'ın rahmet ve mağfireti, sadece günahları affetmiyor, o aynı zamanda bir şifa ve bir sekinedir. Uzun bir süre başım eğik bir şekilde öylece diz üstü kaldım. Ağlamam durunca, yaşadığım deneyi akıl ile izah etmenin mümkün olmadığını anladım. Bu esnada idrak ettiğim en önemli husus ise, benim Allah'a ve namaza şiddetle muhtaç olduğum gerçeği oldu. Yerimden kalkmadan önce de şu duayı yaptım: Allah'ım bir daha küfre girmeye cüret edersem beni, o küfre girmeden önce öldür ve bu hayattan kurtar, hata ve eksiksiz yaşamanın çok zor olduğunu biliyorum, ancak şunu yakînen biliyorum ki, bir tek gün dahi olsa Sensiz yaşamak, Senin varlığını inkâr etmem mümkün değildir. http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg Aşk asumanında eyleriz pervaz Biz nur-u cemalin mübtelasıyız Genc-i pinhandan keşfeder dil raz Sırr-ı Küntü kenzin aşinasıyız |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.