ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Yazılar & Hikayeler (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=320)
-   -   İnanan İnsan Ve Korku (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=371639)

Prof. Dr. Sinsi 08-01-2012 10:56 PM

İnanan İnsan Ve Korku
 

İNANAN İNSAN VE KORKU

Ali Kaya

Hayatımızı etkileyip durmakta olan korku ve endişelerimizin hepsi aynı değil. Bazıları gerçekten sakınılması gereken hakiki korku ve endişeler iken, bazıları ise gafletimizden ve zaaflarımızdan kaynaklanan birer yanılgı. Ayrıca olgunluğa giden yolda bizi terbiye eden faydalı korku ve endişeler de var. Bunlar, insanı hayra, iyiliğe sevk eden, haram ve kötülüklerden alıkoyan korkular.

Korku, insanın yaradılışında bulunan tabii bir duygu. Dünyada yapıp-ettiklerimiz, kararlarımız, sevgilerimiz, nefretimiz; kısaca bütün günlük hayatımız bu duygu ile yakından ilgili.
Korku, insan tabiatının asla göz ardı edilemiyecek bir unsuru ama korku ve endişelerin pençesine girmiş bir hayat da insan tabiatı için yıpratıcı ve tahripkâr. Bu durumda gereksiz korku ve endişelerden arınmak; kişiliğimizi geriletmek yerine geliştirip olgunlaştıracak korkulara da sahip olmak zorundayız.
Korku ve endişe insanın kişiliğini nasıl geliştirip olgunlaştırabilir? Sizi iyi işler yapmaya, kötülüklerden uzak durmaya yönelten, yeryüzünde haddini bilerek yürümeyi öğreten korku ve endişeleriniz varsa, güzel özelliklerinizin önemli bir kısmını bu korku endişelere borçlusunuz demektir.

Vehimlerimiz ya da Yanlış Korkular
İnsan için bir tehlike oluşturmayan korkuların başında, bütün insanları fazlasıyla meşgul eden rızk endişesi gelir. Tasavvuf ehli, nefsin rızık endişesi ile insanı korkutup arzularını yerine getirmek istediğini haber veriyor. Aslında rızık korkusundan kurtulmak zannedildiği kadar zor değil: Kul olarak üzerimize düşeni yapmak ve sonra Cenab-ı Hakk’a tevekkül etmek. Zira her kulun hayatını sürdürecek kadar rızkı Allahu Tealâ tarafından taahhüt edilmiştir.
Rızık konusuyla ilgili iki önemli noktayı hatırlamakta fayda var:
Birincisi, gerçek ihtiyaçlarımızla, ihtiyacımız olmadığı halde hayatımızın vazgeçilmez unsuru zannettiğimiz alışkanlıklarımızı ayırabilmek. İkincisi ise, miskinlik ve tembellik sebebiyle ya da bir zulme boyun eğerek mağdur olmakla ilâhi takdiri birbirinden ayırmak.
Yeryüzünde, insanlar dahil bütün canlılara yetecek rızık bulunduğu halde, bir takım yerel veya uluslararası haksızlıklar sebebiyle aç kalan toplumları buna göre değerlendirmek gerekir. Bu facianın sorumlusu -hâşâ- Allahu Tealâ değil, bütün insanlıktır.
İkincisi yanlış korku ise, kalbe gelen çeşitli kuruntular ve tehlike habercisi düşüncelerdir Alimlerimiz, başımıza gelen ve hayır mı şer mi olduğu bizim tarafımızdan bilinmeyen durumlar karşısındaki tedirginlik veren düşüncelere “hevatır” diyorlar. Bu düşüncelere takılmak, peşinden gitmek, insanı gereksiz korkuların pençesine düşürür.
Bundan kurtulmanın yolu, gerekli tedbirleri aldıktan sonra işlerin sonucunu Allah’a havale etmektir. Bunun adı da “tefvîz”dir. Tefvîz, içinde tehlike bulunan, risk taşıyan her şeyin sonucunu, bütün işleri en güzel şekilde düzenleyen, kulların maslahatını en iyi bilen Allah’a bırakmak; senin için en iyisini seçmesi için Allah’a havale etmektir. Kalbin huzur içinde bulunması için tefvîz gereklidir.
Diğer bir korku kaynağı da insanın başına gelen çeşitli kaza ve kader tecellileri, yaşadığı çeşitli felaket ve musibetlerdir. Bu sıkıntılardan kurtulmanın yolu ise, Cenab-ı Hakk’ın kaza ve kaderine rıza göstermektir, felaket ve musibetleri de sabırla karşılamaktır. İnsanın başına gelen her şey bir kaza ve kader tecellisidir. Bunu kabullenmek iman esaslarından biridir. Takdir edilen şey mutlaka olur, buna hiçbir güç engel olamaz; takdir edilmeyen bir şeyi de bütün insanlar birleşse gerçekleştiremezler.
Bakınız Rasulullah A.S. ne buyuruyor: “Şayet bütün insanlar sana faydalı olmak için birleşseler, Cenab-ı Hakk’ın senin için takdir ettiği miktardan fazla asla bir fayda veremezler. Yine sana zarar vermek için bütün insanlar bir araya gelseler, Allah’ın takdir ettiği kadarından fazla bir zarar veremezler.” (Ahmed, Tirmizî)
Ve iki ayet-i kerime: “De ki: Allah bizim için ne takdir etmiş ise, ancak bize o ulaşır!” (Tevbe/51) “Ne yerde, ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın.” (Hadid/22)
Öyleyse, kalp huzuru ile ibadet yapabilmek için ve kısacık dünya hayatını kendimize zehir etmemek için takdire rıza göstermek gerekir. Şekik el-Belhî K.S. çok doğru söylemiş: “Geçmişte yapılamayan işlerin hasreti ve gelecekte olacak işlerin tasası, insanın içinde bulunduğu vaktin bereketini alır, onu gereğince değerlendirmesine engel olur!”

Sıkıntılarla İmtihan ya da İlâhi Alışveriş
Diğer taraftan, Allah’a kulluk yoluna giren kimseler pek çok musibet, sıkıntı ve mihnetlerle karşılaşırlar; Allah’a olan yakınlıkları derecesinde bela ve musibetlere uğrarlar. Rasulullah A.S. şöyle buyurur: “İnsanlar arasında en çok belaya uğrayanlar, peygamberler, şehidler ve sırasıyla Allah’a yakın olanlardır.” (Buharî, İbnu Mace, Ahmed, Hakim)
Cenab-ı Hak, ilâhi emanetini taşıyan toplulukları, çeşitli bela, musibet ve sıkıntılarla imtihan edeceğini beyan buyurur. Sıkıntı ve sarsıntı anında sebat edenler, isyan etmeyip sabredenler, sadece Allah’tan ve onun dilediği zamanda yardım geleceğine inananlar, yardıma müstahak olurlar. Onlar dünya ve ahiretin hayırlarını elde eder, kurtuluşa erip muzaffer olurlar. Sonuçta insanlara önder olup, Allah Tealâ’nın övgüsüne layık olurlar.
“Yoksa siz, sizden evvelkilerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onların başlarına öyle sıkıntı ve yoksulluk geldi ki, nihayet peygamber ve onunla birlikte müminler, ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyecek olmuşlardı. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara/214)
“Andolsun ki, mallarınız ve canlarınızla sınanacaksınız. Ve doğrusu, hem sizden önce kendilerine kitap verilenlerden hem de Allah’tan başka varlıklara ilâhlık yakıştıranlardan birçok incitici sözler işiteceksiniz.
Ama eğer sabreder ve takva gösterirseniz, muhakkak ki bu, işlerin en değerlisidir.” (Âl-i İmrân/186)

Gerçek Tehlike ve Müminin Korkusu
Mümin için korkulacak şeylerin en büyüğü, hiç şüphesiz iman nimetinden mahrum olmak ve son nefeste imansız gitmektir.
İman sahiplerinin sakınması gereken ve amellerini içeriden kemirerek ifsad eden gizli tehlikeler de vardır. Gösteriş, kendini beğenme, üstünlük taslama, haset gibi. Bütün bunlar büyük tehlikelerdir.
İmansızlık ebediyyen cehennemde kalmaya, günahlar da belli bir süre azap çekmeye sebep olur. Mümin işte bunlardan korkmalı ve kaçınmalıdır.
Allahu Tealâ cehennemdekilerin halini şöyle haber veriyor: “Ey Rabbimiz diye yakaracaklar. ‘Bizi buradan çıkar. Eğer tekrar günahlarımıza dönersek, tamam, belli ki biz zalim insanlarız.’ Fakat Allah buyurur ki: Kalın kaldığınız yerde! Bana karşı konuşmayın artık!” (Müminûn/107-108)
O elim azaptan korkar ve Allah’a sığınırız. Zira durum, Yahya b. Muaz R.A.’ın dediği gibi gerçekten de çok vahimdir: “Şu iki felaketten hangisinin daha feci olduğunu bilemiyoruz: Cenneti kaybetmek mi? Yoksa cehenneme girmek mi? Zira ne cennetten mahrum olmaya dayanmak mümkün, nede cehenneme tahammül edebilmek!”
Bir gün Hasan-ı Basrî K.S.’nin yanında, cehennemden son çıkan kişinin Hannad isimli birisi olduğu, bin sene azap çektikten sonra cehennemden çıkacağı söylenir. Bunun üzerine Hasan-ı Basrî ağlar ve: “Keşke Hannad isimli kişi ben olsaydım!” der. Bu sözünü hayretle karşılayanlara “Niçin hayret ediyorsunuz, nasıl olsa cehennemden çıkmıyor mu? Bizim böyle bir garantimiz de yok!” diye karşılık verir.
Bu sebeple Sehl et-Tüsterî şöyle der: “Mürid günaha düşmekten korkar, arif ise küfre düşmekten!”
Efendimiz A.S.’ın sık sık tekrar ettiği dualardan biri de şu idi: “Ey kalpleri sürekli olarak çevirip duran Allah’ım! Kalbimi dinin üzere sabit tut!” (Ahmed, Tirmizî)
Rasul-i Ekrem’in bu duasını işiten Ümmü Seleme R.A. validemiz: “Ey Allah’ın Rasulü, kalpler sürekli değişip durur mu?” diye sorar. Rasulullah A.S.: “Evet, tüm insanların kalbi Allah Tealâ’nın iki kudret parmağı arasındadır. Allah Tealâ isterse onu istikamet üzere devam ettirir, dilerse kaydırır. Bizler Rabbimiz’den, hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırmamasını, bizlere rahmetini bağışlamasını diliyoruz. O, kullarına karşılıksız verir ve bağışlarda bulunur.” diye karşılık verir.
Bütün işler dönüp dolaşıyor ve bir temel nokta üzerinde düğümleniyor: Son nefeste imansız gitme korkusu. Bu, müminleri en fazla endişelendiren ve gönülleri dağlayan korkudur. Zira bu halin sonucu sonsuza dek cehennem azabında kalmaktır. İnsanlar başlangıçta hayırlı ve salih ameller işleyebilirler. Ama Efendimiz A.S.’ın da buyurduğu gibi, işler sonuçlarına göre değerlendirilir. (Buharî, Müslim)
Şu gerçek de göz ardı edilmemelidir: İyi veya kötü sonuç, yaşanan iyi veya kötü hayatın sonucudur.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.