![]() |
İnsanın Yaratılışı:
İNSANIN YARATILIŞI: “ Biz insanı kuru balçıktan; kararmış, şekillenmiş çamurdan yarattık.” (Hicr Sur./26). “Rabb’in meleklere şöyle demişti: Ben kuru balçıktan; kararmış, şekillenmiş çamurdan bir insan yaratacağım.” (Hicr Sur./28). Yüce Rabb’imizin peygamberleri aracılığı ile bizlere ulaşan haberlerine göre, önce melekeler ve cinler, daha sonra insan yaratılmıştır. İlk yaratılan insan, aynı zamanda peygamberlik özelliğini taşıyan, Hz. Âdem’dir. Kuran’da da açık ve seçik olarak belirtildiği üzere Hz. Âdem, dünyaya ait toprak ve su kullanılarak insan görünümünde biçimlendirilmiştir. Daha sonra Allah Teâlâ ruh üflemek suretiyle canlı hale gelmiştir. Hz. Âdem, yukarıdaki ayette ifade edildiği gibi kuru balçıktan şekillendirilmiş; ancak söz konusu bileşim, bazı aşamalardan geçtikten sonra kullanılır hale gelmiştir. Önce toprak su ile karışıp kararmış çamur haline dönüşmüş ve bu aşamada insan görünümü (iç ve dış organlar) şekillendirilmiştir. Kuru balçık halini alınca da ruh üflenmiştir. Peki, balçık çamurunun ne gibi özelliği var: |
İnsanın Yaratılışı:
a. Balçık çamuru üzerinde yapılan ilmi araştırmalar Bugün halk arasında balçık denince, durgun suların oluşturduğu, böcek ve sivrisineklerin uçuştuğu, kurbağaların kulak tırmalayan seslerinin yükseldiği bataklık akla gelir. İnsanın hammaddesi olan balçık ile bataklık çamuru arasında nitelik yönünden farklı özellikler vardır. Kuran’da ilk insanın kuru balçıktan yaratıldığı hükmü, yabancı bazı ilim adamlarının dikkatlerini çekmiş olacak ki, çalışmalarını bu yönde yoğunlaştırmışlardır. ABD’nde yapılan ve New York Times’de yayınlanan bir araştırmada bilim adamlarının konuya ilişkin görüş ve tespitleri hayranlık uyandırıp ilmi gelişmelere büyük bir boyut kazandırmıştır. Şöyle ki: Kaliforniya San Jose Eyalet Üniversitesi’nden Dr. Leila M. Coyne: “Sakin ve durgun gibi görünen balçık, içi hareket dolu gizli bir dünyadır. Bir balçık parçasına çekiçle vurdum. Laboratuarda bir ay müddetle <ultraviyole enerji> neşrettiğini tespit ettim. Balçığın yüksek bir enerji deposu olduğunu hayretle gördüm.” diyor. Çünkü balçık kristal yapıdaki elementlerden teşekkül etmiştir. Kristal moleküller, levha ve yaprak şeklinde diziler meydana getirerek sıralanmışlardır. Bu özelliği, balçığa iki boyut kazandırmış oluyor. Belçika Liege Üniversitesi’nden Pierre Laszio: “İşte bu iki boyutlu oluşudur ki; balçığa büyük bir kimyevi enerji deposu özelliği kazandırmıştır. Yarım kilo kadar bir balçığın kristal levhalarını yere dizmek mümkün olsaydı, 50 futbol sahası genişliğinde bir alanı kaplayacaktı.” diyor. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Dr. Hartman da şöyle diyor: “Elimizdeki cihazlar yeterli olsaydı ve balçığı moleküler seviyede değil de atom-atom inceleyebilseydik, şimdi bildiklerimizden çok daha fazlasını elde edebilirdik... Bence - hayat ve canlılık – atomun ve hücrelerin maddi yapısından çok daha başka bir şeydir. Balçık konusundaki çalışmalarımız ne kadar ilerlerse ilerlesin; ona hayat vermek, bizim beyin gücümüzün çok ötesinde bir ilmi seviyedir. Onun, aklımızın alamayacağı girift formülü, Yaradan’ın elindedir. Biz ancak akla kapı açabiliriz; ama hayatı laboratuarlarda asla elde edemeyiz.” Balçığın temel maddesi, silikondur. Buna ilaveten, cinslerine göre çeşitli oranlarda olmak üzere; alüminyum, demir, magnezyum ve oksijen atomları da yer alır Görünüm yönünden cıvık ve yapışkan halde; karışım bakımından değişik birçok madensel elementleri içinde barındıran balçık çamuru, söz konusu nedenlerle bataklık çamurundan ayrı bir oluşum ve özelliğe sahiptir. |
İnsanın Yaratılışı:
b. Hz. Adem ve Hz. Havva’nın yaradılışı Hz. Âdem’in yaradılışı esnasında üreme hücresine bütün insanların bedeni karakterleri toplu bir program halinde verilmiştir. Bu nedenle Hz. Havva, ayrı bir balçıktan yaratılmamış ve Hz. Âdem’in vücudundan alınan örneklerle bedeni oluşturulmuştur (16). Nitekim Yüce Rabb’im: “ Sizi bir candan (Âdem’den) yaratan ve bu candan da, gönlü kendisine meyledip huzur bulsun diye eşini (Havva’yı) yaratan O’dur.” (Araf Sur./189) buyurmaktadır. Demek ki, biyolojik ve genetik olarak Hz. Havva, Hz. Âdem’in bedeninden yaratılmıştır. |
İnsanın Yaratılışı:
c. Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın Cennetteki yaşamları Hz. Âdem ve eşi yaratıldıktan sonra Cennette ilk yaşamlarına başlarlar. Böylece, “nimet-külfet” dengesi kurulur. Yani kişiye, verilen kolaylık ve olanaklar karşılığında sorumluluk görevi de yüklenir. Nitekim Cennette çalışma ve meşakkatten öte her türlü nimetten yararlanıp yaşamaları karşılığında, yasak ağacın meyvesinden uzak durmaları, kendilerine düşman olan şeytana uymamaları istenir. Böylece ilk insan, ilk imtihana tabi tutulur. Bu, nefis ile akıl mücadelesinin de başlangıcı olur. Şeytanın sözlerine aldanıp kural dışına çıkmamaları gerekirken, başarılı olamazlar bu ilk deneyimlerinde. Nefis 15 aklın önüne geçip uzanır elleri yasak meyveye. Yemesi kolay, fakat çıkarması sorun olur başlarına. Bakarlar ikisi de birbirine; çünkü çıkmıştır edep yerleri meydana. Her ne kadar ağaç yapraklarıyla örterlerse üzerini, yine de görünür az da olsa birer yerleri. Utanırlar, sıkılırlar, yaptıklarına olurlar pişman. Ancak, iş işten geçmiştir artık; son pişmanlık çare olmaz kendilerine. |
İnsanın Yaratılışı:
d. Hz. Âdem ve Havva’nın Cennetten çıkarılışı Bunun üzerine; Yüce Yaratan Âdem ile Havva’ya: “Ben size o ağacı yasaklamamış mıydım? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim? ” diye seslendi. Âdem ve Havva, Allah’ın bu seslenişine cevap olarak, <Rabb’imiz biz kendimize haksızlık ettik; eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan kuşkusuz zarara uğrayanlardan olacağız.> dediler.” (Araf Sur./22-23). “ Allah, pişmanlık ve içten gelen samimi yalvarışları işitti. Onların tövbelerini kabul etti ve < Birbirinize düşman olarak inin aşağı. Sizin için dünyada belli bir süreye kadar yerleşeceğiniz bir yer ve geçimlik vardır.> <Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve tekrar oradan diriltilip çıkarılacaksınız.> (Araf Sur./24- 25) diye buyurdu. Böylece Hz. Âdem ve Hz. Havva, insan nesli için yaratılan, birçok canlı ve cansız varlıklarla donatılıp yaşama uygun hale getirilen yeni mekânları dünyaya teşrif ettiler. Onlar ve onlardan sonra gelen insan nesli için zorlu bir hayat, yaşam mücadelesi de başlamış oldu. Çünkü insan neslini kötülük işlemeye iten nefis ve şeytan hiçbir zaman yakasını bırakmayacaktır. Niçin ve nedenlere yanıt verebilmek için insan ve şeytan ilişkilerinin bilinmesinde yarar vardır. |
İnsanın Yaratılışı:
e. İnsanla şeytan arasındaki ilişkiler Yüce Rabbim buyuruyor: “ Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat Sur./56). İnsan topraktan, cinler de ateşten yaratılmıştır. Şeytan da, cin toplumundan bir gruptur. Belirgin özelliği ise, Allah’ın emirlerine uymayıp kötülük işlemeye meyilli bir tutum içinde bulunmasıdır. Şeytanlar neden insanlarla uğraşıp kötü yola yönelmesini ister? Kuran’daki açıklamaya göre, Allah Hz. Âdem’i yarattığı zaman melek ve şeytana Âdem’e secde yapmalarını emretti; melekler emri yerine getirdikleri halde şeytan secde yapmaktan kaçındı. Şeytana neden secde yapmadığı sorulduğunda, Hz. Âdem’i topraktan, kendisini ise ateşten yarattığını belirtip büyüklük kibrine kapıldı. Bu tutumundan dolayı huzurdan kovuldu; o da Allah’tan dilekte bulunup kıyamete kadar insanoğlunu Allah’ın yolundan caydırabilmesi için izin aldı. Bu olay üzerine şeytan da Cennetten çıkarılıp dünyaya indirildi. Madem ki dünya yaşamında da şeytandan kurtuluş yok; devamlı çevremizde ve zaman zaman da – Hz. Peygamberimizin öğretisine göre (Buharı, İtikaf: 11) – insan vücudunda kanın deveranı gibi dolaştığına göre istenmeyen bu yoldaşı çok iyi tanımamız gerekir. Gözle görülmeyen elle tutulmayan, ancak çoğu kişinin düşüncesinde taht kuran bu yaratık hakkında nereden doğru bilgi edinebiliriz? Şüphesiz ki, şeytanı en çok tanıyan, ancak onu yaratandır. Öyleyse kartvizitini okumaya çalışalım; bakalım Yüce Rabbim nasıl tanıtıyor ve onun düşmanlığını önlemek için neler yapmamız gerektiğini tavsiye ediyor: Kuran’a göre şeytan, insana düşmandır (Fatır Sur./5). İnsanı saptırır (Kasas Sur./15), aldatır ve vesvese verir (Nas Sur./1-4). İnsanları doğru yoldan ayırmak için her türlü çareye başvurur. Aldatıcı (Lokman Sur./33) özelliği ile insanları kışkırtır, unutturur, fitne ve fesadı körükler, korkutur ve yalan konuşturur. Buna karşın şeytanın, inananlara ve Allah’a sığınanlara karşı hiçbir gücü yoktur (Nahl Sur./39). Onun gücü sadece kendisini dost tutanlara ve Allah’a ortak koşanlaradır (Nahl Sur./100). Öyleyse şeytanın etkisini önlemek için, Allah’a güvenip dayanmak ve sık sık Felâk ve Nas surelerini okumak; atılacak her adımda aklı nefsin önünde tutmak gerekecektir. Şeytan derken akla, cin şeytanı gelir. Hâlbuki bir de insan şeytanları vardır. Bunun varlığını da Kuran’ın Nas Suresi’nde Yüce Allah bildiriyor. Cin şeytanın aksine, elle tutulur gözle görülür, söyledikleri işitilir, fakat tanınması her zaman kolay olmaz. Ancak, başkalarını aldatıp kural dışı yöne çekince kendisini ele verir. Cin şeytanı gibi kişiye vesvese verir, öfkesini artırır, başkalarına karşı kışkırtır, ibadet yapmasını caydırır, iyilik yapmasını önler, bağış yapmasına karşı çıkar, çeşitli söz ve davranışlarıyla haram olan şeyi helâl gösterip günah işlemesine aracı olur. Neden böyle denirse, çünkü bu tip insanlar cin şeytanının kontrolü ve yaptırımı altındadır. Nefis gücü, akıl ve iradesinin önüne geçip söz sahibi olmuştur. Ancak böyle hareket ederlerse huzur bulurlar. Sözün özü, insan şeytanları daha çok tehlikeli ve etkilidir. Dikkat edilirse kötü alışkanlık hep arkadaş çevresinde edinilmektedir. Sigara, alkol ve uyuşturucu alışkanlığı gibi... Cin şeytanının insanoğluna düşman oluşu Hz. Âdem’den dolayı Cennetten ve huzurdan kovulmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu madalyanın bir yüzü; diğer yüzünü çevirip başka gerçekleri görmeye çalışalım: İnsan yaratılışındaki özellik itibariyle melek ve şeytandan farklı bir yapıdadır. Melek, iyilik, dürüstlük, güzel davranış sembolünü temsil eder. Şeytan ise, kötülük ve düşmanlık karakterini yansıtır. İnsan ise yaratılışında her iki davranışı yapabilecek özellikleri taşır. Şöyle ki, Allah insana, akıl, zekâ, irade gücü ile beraber beş duyu organını vererek yaşam mücadelesini kolaylaştırmıştır. Ayrıca peygamberler aracılığıyla da neyin iyi (helâl), neyin kötü (haram) olduğunu açıklayarak doğru yolu göstermiştir. Ancak, bu olumlu olanakların karşısına nefsini çıkararak şeytanın yanıltmasına zemin hazırlamıştır. Niçin böyle bir yol seçilmiştir diye kendimizi sorgularsak, ulaşılacak sonuç, yaratılış gerekçesini belirleyen ilâhi irade olacaktır. Buradaki amaç, yaratana kulluk (ibadet) yapmak olduğuna göre, her türlü kolaylığın sağlandığı dünya ortamında özgür olarak yaşayıp aklının erdiği, iradesinin gerçekleştirdiği yaşam tarzı süresince Rabbine ne ölçüde kulluk görevini yerine getirip getirmediğinin belirlenmesidir. Allah’a kulluk denince, O’nun emir ve yasaklarına koşulsuz uyulması, yapılan samimi ibadetlerle saygıya dayalı bağlılığın gösterilmesi, anlaşılmalıdır. Dünya yaşamında her şey zıddı ile yaratılmıştır. Yaratan Allah olduğuna göre, tabiî ki bunun da geçerli ve değişmez bir nedeni olacaktır. Örneğin iyilik-kötülük, gündüz- gece, beyaz- siyah, düz yol- eğri yol, varlıkyokluk, açlık- tokluk biri diğerini gerekli kılan veya farklılığını ortaya koyan değer ölçüleri gibi. Böyle bir ölçü insan yaşam tarzı ve davranış biçimi için de geçerlidir. Salih amel- kötü amel, edepli- edepsiz, cömert- cimri, gibi... Nitekim Yüce Rabbim buyuruyor: “Hanginizin ameli( ibadet ve davranış biçimi) daha güzeldir diye sizi imtihan yapmak üzere ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” (Mülk Sur/2). Demek ki insanoğlu, reşit yaştan itibaren ölünceye kadar ki yaşam süresince, kimin amelinin daha güzel olduğunun belirlenmesi yönünden devamlı bir sınav geçirmektedir. Önüne konan ölçülere göre, yaşamının her aşamasında, hareket tarzının hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu belirleme imkân ve kabiliyeti de kendisine verilmiştir. Artık, bundan sonra kişiye düşen görev, akıl ve iradesini serbestçe kullanıp yararına en uygun olanını seçmesidir. Buna karşın şeytanın etkisindeki nefsin de, kişinin tercihini yanlış yöne çekme gayreti güçlendirilmiştir. Yani akıl ile nefis, öne geçme mücadelesini sürdürecektir. İşte sınav da bu aşamada başlar. İmtihanını başarı ile sonuçlandıran, diğer bir ifadeyle aklını kullanıp belirlenmiş kurallar içerisinde Yaratan’ına yönelen, gerçek bir mümin, Cennet ödülüne namzet kişi olacaktır. Şeytanın vesvesesini çözüm yolu kabul edip tercihini yanlış yönde kullanan kişi de, Yüce Rabbinin isteklerine uymadığı için hem sınavını kaybetmiş ve hem de kendini ateşe atmış olacaktır. Süleyman GÜNVER |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.