ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Yazılar & Hikayeler (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=320)
-   -   Dünya Yaşamı: (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=370818)

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 01:05 AM

Dünya Yaşamı:
 

DÜNYA YAŞAMI:
a. Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın Dünyaya Gelişleri


Dünya, çeşitli bitki örtüsü ve hayvan türleriyle
donatılıp insanın yaşamına uygun ortama dönüşünce, Hz.
Âdem ve eşi Hz. Havva, Cennetten çıkarılıp buraya
indirildi. Yapılan rivayetlere göre, Hz. Âdem Hint tarafına
ve Hz. Havva ise Cidde’ye indirildi. Hz. Âdem, çok ağladı
ve Cenab-ı Hak’ka yalvardı. Nihayet Cenab-ı Hak, onun
tövbesini kabul buyurdu ve “Mekke tarafına git” diye vahyi
gönderdi. Hz. Âdem Mekke bölgesine gelip Hz. Havva ile
buluştu (1). Yine başka bir görüşe göre, Hz. Âdem ile Hz.
Havva Mekke yakınındaki Arafat bölgesinde rahmet tepesi
diye anılan Cebel-i Rahme’de buluştukları rivayet edilir(2).
Ayrıca, Hz. İbrahim Peygamber de yine bu tepede Cebrail
ile konuştuğu ileri sürülmektedir. Bu özelliğinden dolayı da
yapılan haccın kabul edilebilmesi için Arafat vakfesi (yani
orada belirli bir zaman bulunma ) koşulu ön görülmüştür.
Yiyecek ve içecek yönünden dünya ortamı da
Cennet yaşamına benzemekte. Çevrede her şey bol; fakat,
elde edebilmek ayrı bir gayreti ve çalışmayı gerektirmekte.
Yeni teknik uygulamalara ihtiyaçları var. Bir bölümünü de
yaşam mücadelesi veren hayvan toplumunu izlemekten elde
ederler. Bakarlar hayvanlar cinslerine göre gruplara
ayrılmışlar. Kimisi bitki yiyerek, kimisi bitki tohumu ve
meyvesini yiyerek, kimisi et yiyerek, kimisi de hem et ve
hem de ot yiyerek hayatlarını sürdürmekteler. Kurulu bu
dünya düzeni, Hz. Âdem ve eşinin yaşam için
beslenmelerinde kendilerine örnek olur. Onlar da
yaşamlarını bu düzen içerisinde sürdürürler. Bir farkla ki,
Cennette her şey çaba harcamadan elde edilirken, dünya
yaşamında çalışma ve gayret öngörülmüş; çalışmadan
yaşamı sürdürmek olanaksız hale getirilmiş. Canları et
yemek isteyince avlanmak gerekir; bu da bir teknikle, aklını
iyi kullanabilme becerisiyle olur. Yani, hayatın her
aşamasında çalışmak, uğraşmak ve gayret gösterip alın teri
dökmek gerekiyor. Çünkü dünya düzeni, bu kurallara göre
kurulup işlemekte.


Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 01:05 AM

Dünya Yaşamı:
 

b. İnanç Yönünden Geçirilen İmtihan


Hz. Âdem ilk insan ve ilk peygamberdir. Yaşamını
kolaylaştıracak kurallar, Allah tarafından öğretilmiş ve
dünyada da uygulamasını yapmıştır. Bu aşamada tevhit
inancının esasları da kendisine vahyi edilmiştir. O yaşadığı
sürece;
(1) Allah’tan başka ilâh olmadığına, eşi ve
benzerinin bulunmadığına, doğmadığına ve doğurmadığına;
(2) Hayatı da, ölümü de, canlı ve cansız bütün
varlıkları yaratanın da Allah olduğuna;
(3) Kıyametin gerçek olduğuna, tekrar dirilip
herkesin dünyadaki davranışına göre hesap verip Cennete
veya Cehenneme gideceklerine;
(4) Rızkı verenin, onu azaltıp çoğaltanın Allah
olduğuna;
(5) İbadet, dua, istek ve tövbenin yalnızca Allah’a
yapılacağına; inanıp uygulamış, ayrıca bu inancını
kendisinden sonra gelen nesle intikal etmesine gayret
göstermiştir. Hz. Âdem gerek Cennet yaşamında olsun
gerek dünya da yegâne sığınılacak makamın Rabbi
olduğunu bilmiş, O’na güvenip O’na yalvarışta
bulunmuştur.
Ne var ki, tevhit inancı, nesilden nesle intikal
ederken, şeytanın güdümündeki insanların işgüzarlığı veya
ilgisizliği yüzünden anlam değiştirmiş, yerini çok Tanrılı ve
putperestliğe bırakmıştır. Bu nedenle, Yüce Rabbim zaman
zaman bozulan inancın yenilenmesi bakımından
peygamberler göndermiş ve kendilerine ilâhi buyruklarını,
suhuf (sayfa) ve kitap halinde vermiştir.
Kuran-ı Kerimde Hz. Âdem’den itibaren Hz.
Muhammed’e (s) kadar 25 Peygamberin ismi geçmekte ve
bunların, Allah’ın tevhit dinini insanlara tebliğinde
(duyurulmasında) karşılaştıkları zorluklar anlatılmaktadır.
Yüce Rabbimin emir ve bildirdiklerinde değişiklik
olmadığı, geçmişteki olaylardan ibret alınması gerektiği,
emir ve yasaklara uymayanların her an helâk (yok) edileceği
inancına sahip olmaları yönünden zaman zaman
cezalandırılmıştır. Örneğin, Nuh tufanı (kara parçasının
belirli bir süre su altında kalıp bütün canlıların boğulması),
Hud kavminin, Semud kavminin, Ad kavminin başlarına
gelen yok edici afetler, Hz. Musa’yı takip eden Firavun ve
askerlerinin denizde boğulma olayı gibi... Allah Teâlâ, hak
dine davetçi ve uyarıcı göndermeden hiçbir kavmi sorumlu
tutmayacağını ifade etmiştir. Bu ifadeden, her ne kadar
Kuran’da 25 Peygamberin ismi geçmekte ise de, dünya
üzerine dağılmış her millete kendilerini uyaracak
peygamberler gönderilmiş olduğu anlaşılmaktadır. (Nisa
Sur/164). Bunların sayısının da 124 bin civarında olduğu
sanılmaktadır (3).
En son Peygamber, Hz. Muhammed (s)’dır. Genelde
her Peygamber mensup olduğu kendi kavmini (milletini)
uyarmak için gönderilmiştir. Hz. Muhammed (s) ise, dünya
üzerindeki ve kıyamete kadar bütün insanların
Peygamberidir. Hz. Muhammed’den (s) sonra başka bir
Peygamber gelmeyecektir. Çünkü Kuran-ı Kerimde Yüce
Rabbim
“Kuşkusuz Kuran’ı Biz indirdik ve onu
kesinlikle koruyacakta Biziz”( Hıcr Sur/9) diye ilâhi
hükmünü beyan etmiştir. Zaten 1400 yıldan buyana ilâhi
koruma altındaki mukaddes kitabımız, hiçbir değişiklik ve

bozulmaya uğramadan zamanımıza intikal etmiş olması bu
gerçeğin göstergesidir.
Halen dünyada yaşayan bazı dinlerin özelliklerine
göz atıp tanımaya çalışalım: Dinler arasındaki belirleyici
özellik, semavi din olup olmadığıdır. Yani dinin esaslarını
Tanrının belirlemiş olmasıdır. Bu ayırıma göre;
(1) Tek Tanrılı dinler: Yahudilik, Hıristiyanlık,
Müslümanlık;
(2) Çok Tanrılı dinler: Hinduizm, Budizm, Şintoizm
gibi. Bunlar da inanç ve ibadet uygulama yönünden değişik
gruplara ayrılmıştır.
(1) Tek Tanrılı Dinler
(a) Yahudi Dini
Yüce Allah, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar
geçen süre içerisinde, tevhit inancı doğrultusunda insanların
uyması gereken emir ve yasaklara ilişkin ilâhi düsturlarını
Peygamberlerine ya sayfa halinde veya kitap şeklinde vahiy
etmiştir. İlk ilâhi kitap da Hz. Musa Peygambere vahiy
edilen Tevrat’tır
Hz. Musa, Kenan bölgesinden Mısır’a dönerken
geceleyin ateş almak amacıyla gittiği Tur dağında Allah’ın
tecellisi ile karşılaşmış ve kendisine bazı mucizeler
gösterilip Peygamberlik verilmiştir. Mısır’daki Firavun ve
halkını uyarmak üzere gönderilmiştir. Böylece Yahudilik
veya Musevilik dini ortaya çıkmış olur. Hz. Musa’nın yeni
dine daveti, halkın tepkileri, Allah’ın emirlerine uymamak
sonucu başlarına gelen kötülüklere (musibetler) ilişkin tarihi
bilgiler “ Okuyucu ile sohbet” bölümünde ayrıntılı olarak
açıklanmaya çalışıldı. Bu nedenle, burada aynı hususlara
tekrar yer verilmedi.
Yahudi dininin mukaddes kitabı Tevrat, Hz. Musa
Peygambere vahiy edilmiş ve sağlığında kitap haline
dönüştürülmüştür. Yahudiler, kutsal kitaplarını üç bölüme
ayırırlar: Birinci bölüme, “ Tora “ veya “ Tevrat “ adını
verirler. Tora da yazılı ve sözlü olmak üzere ikiye ayrılır.
Yazılı Tora, Allah’ın Sina dağında Hz. Musa’ya vahiy
etmeye başladığı kitaptır. Sözlü Tora ise, yazılı Tora’nın
açıklaması olan “Talmud”dur. Talmud olmadan, Tora’nın
anlaşılmasının imkânsız olduğu belirtilir. Tora, şu beş
kitaptan oluşmuştur:
-Tekvin (Kâinat ve insanın yaratılışı anlatılır)
-Çıkış (İsrail oğullarının Mısır’dan ayrılışları
anlatılır)
-Levililer (Önemli ahlâk kuralları, haram-helâl
olanlar, günahların kefareti, ayinler, bayramlar, adaklar,
anlatılır)
-Sayılar (İsrail oğullarının çöl yaşantısı, bazı şer’i
kanunlar, kayadan su çıkarma olayı anlatılır)
-Tesniye (İnsanların birbiri ve Tanrıya karşı ne
şekilde davranılacağına dair esasları belirler)
Talmud, Hz. Musa’dan itibaren geleneğe göre
süregelen sözlü yasadır. Diğer bir ifadeyle Tora’nın
açıklayıcısı ve tamamlayıcısıdır. Bu yasa kuşaktan kuşağa
aktarıldıktan sonra milâttan sonra 200’e doğru haham Rabi
Yuda Hanassı tarafından yazıya döküldü ve adına “ Mişna”
dendi. Haham okullarında açıklanıp yorumlandı. Gemera
adı verilen bu yorumlar Mişna’yla birlikte Talmud’u
oluşturdu.
Kutsal kitabın ikinci bölümünü “ Neviim;”
Peygamberler oluşturur. Hz. Musa’nın ölümünden sonra
Yahudilerin vaad edilmiş topraklara yerleştirilmeleri, krallık
kurmaları, Yahudilerin putperest topluluklarla yaptıkları
mücadeleler, kutsal mabedin kuruluş ve yıkılışı anlatılır
Yahudi kutsal kitaplarının üçüncü bölümünü
oluşturan kitaplar şunlardır:
-Mezmurlar.( Hz. Davut Peygamber tarafından
yazıldığı ileri sürülür.)
-Süleyman’ın meseleleri.( Hz. Süleyman
Peygamberin ahlâk ve doğru yolu gösteren sözlerini kapsar.)
-Neşideler neşidesi.(Hz. Süleyman’ın şaheseri kabul
edilir. Allah ile Yahudiler arasındaki sevgiyi, anlatır.
-Eyup. (Hz. Eyup Peygamberin hayatı ve başına
gelen musibetler, anlatılır)
-Vaiz.( Allah korkusu ve Allah’ın emirlerine
uyulmasının gerektiği, anlatılır )
-Rut.( Yabancı dul bir kadının Yahudi dinine girişi
anlatılır)
-Ester. (Pers ülkesindeki Yahudilerin yok edilmesi
olayını, anlatır.)
-Yeremyanın mersiyeleri.(Kudüs’ün yıkılışı ve
Yeremyan Peygamberin üzüntüsü, anlatılır)
-Daniel. (Hz. Daniel Peygamber ve Yahudilerin
Babil’e sürgün olayı, anlatılır.)
-10’cu kitap Ezra, 11’ci kitap Nehemya,12’ci ve
13’cü kitaplar da Tarihler olarak yer almıştır.
Yahudiler, Tevrat’ın hükümlerine uydukları sürece
güzel bir yaşam sürdürürler. Ancak, zaman zaman da şeriatı
terk edip putperest inancına dönünce Allah’ın gazabına
uğramışlardır: Önce Keldaniler tarafından ülkeleri işgal
edilip kendileri de esir olarak Babil’e götürülmüş; bu olay
sırasında mukaddes kitapları yakılıp yok edilmiştir. Daha
sonra da Yunanlıların, arkasından Romalıların saldırılarına
uğrayarak egemenlikleri altına girmişlerdir. Hz.Uzeyr
Peygamber tarafından yeniden yazılmış olan Tevrat kitabı
da tekrar yakılarak yok edilmiştir. Bundan sonra din
adamlarınca yazılan Tevrat, Yahudi mukaddes kitabı olarak
günümüze kadar intikal etmiştir.
Yahudi mabedine, havra veya sinagog denir. Dini
ayinleri hahamlar yönetir. Her havra da Kudüs’e dönük bir
bölmede, içinde Tevrat metinleri yazılı sandık bulunur. Rule
halindeki bu metinler çıkarılıp haham tarafından okunarak
dini ayin yapılmış olur.
Çocuk 12 yaşını bir ay geçince Yahudi şeriatına
uymak zorundadır. Eşlerin nikâh töreni sinagogda haham
önderliğinde yapılır. Kadının boşanma hakkı yoktur.
Yahudilerin dokuz önemli dini ve milli bayramları
bulunmaktadır: (1- Yomkippur: Tövbe günü, 2- Roşhaşana:
Yılbaşı günü, 3- Pesa: Yahûdilerin Mısır’dan çıkışı, 4-
Şavuot: On emrin veriliş bayramı, 5- Şukot: Çadırlar
bayramı,6-Simhatoro: Her yıl Tevratı hatmetme bayramı, 7-
Purim: Ester’in anılması, 8-Hanuka: Kandil bayramı, 9-
İsrail İstiklâl bayramı.)Yahudi dininde cumartesi günü,
dinlenme günüdür. Bu gün çalışma, yemek pişirme
yapılmayacak; dinlenip dini hizmet ve ibadetlerle meşgul
olunacaktır.


Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 01:05 AM

Dünya Yaşamı:
 

(b) Hıristiyanlık:


Romalıların esareti altında bulunan Yahudiler çeşitli
mezheplere bölünmüş, insanlar şeriat hükümlerini
uygulamaktan uzaklaşmış, din adamları dinin özünden
kopup şekilciliğe yönelmiş, mabetler ticarethane durumuna
sokulmuştu. Temiz ve dindar halk ise bu gidişattan oldukça
sıkılıp bir kurtarıcının (Mesih) gelmesini bekliyorlardı. İşte
Hz. İsa böyle bir ortamda dünyaya geldi. Fakat O’nun
gelişi, birçok sorunu da beraberinde getirdi. Çünkü Hz. İsa,
babasız olarak dünyaya gelmişti.
Anne Hz. Meryem, çocuğunu kundaklayıp ailesine
götürdü. Görenler şaşkınlık içinde kalıp Hz. Meryem’i
iffetsizlikle suçlamaya kalkıştılar. Hz. İsa kundakta iken dili
çözülüp onlarla konuştu ve kendisinin bir peygamber
olduğunu müjdeledi. Fakat pek çok Yahudi’nin mantığı
bunu kabul etmedi. Şüphelendikleri Zekeriya Peygamberi
şehit ettiler. Olay üzerine Hz. Meryem çocuğunu alıp
Mısır’a göç etti. On iki yıl sonra tekrar Filistin’e döndü.
Hz. İsa otuz yaşına gelince İncil vahiy edilmeye
başlandı. Üç yıl süreyle yeni dini anlatıp yaymaya çalıştı.
Ancak kendisine on iki kişi inanmıştı. Bunlara “
Havarıyyun” adı verilmişti. Yahudilerin şikâyeti ve ihbarı
üzerine Romalı idareciler bir baskınla Hz. İsa’yı ele
geçirdiler. Sorgulama sonucu çarmıha gerilip idamına karar
verildi. Hıristiyan inancına göre çarmıha gerilip
öldürüldüğü, İslâm inancına göre ise çarmıha başkası gerilip
Hz. İsa’nın göğe kaldırıldığı ifade edilir.
Hz. İsa’ya vahiy edilen İncil, Peygamberin
sağlığında yazılı duruma getirilmemiş, daha sonra
Havarilere atfen yazılıp çoğaltılmıştır. Hz. İsa’dan sonra
dinin yayılması ve tebliği işlemleri Havariler tarafından
gizlilik içerisinde yürütülmüştür. Çünkü devamlı takip ve
baskı altında bulunuyorlardı. Roma İmparatorluğu
döneminde Hıristiyanlık resmi devlet dini olunca rahat bir
nefes alınabildi.
Hıristiyan inancının esasını “ teslis” oluşturur. Teslis
demek, “Allah- İsa- Kutsal ruh”üçlemesini belirler. Şöyle
ki, Hz. İsa’nın babasız olarak dünyaya gelişine bir türlü
anlam veremeyen Hıristiyanlar, kendilerine göre yorum
yaparak çıkış yolu aramışlardır. Mademki Hz. İsa, Allah’a
ait cevheri (ruh) taşıyor, öyleyse Hz. İsa’nın vücudunda
insana özgü maddi unsur ile Allah’a ait ruh bulunmasından
dolayı Hz. İsa, Allah’ın oğludur, dediler. Dolayısı ile Hz.
İsa, Rabdir. O zaman Hz. Meryem’de ilâh doğuran annedir.
Bu inançla Hıristiyanlar Allah’a baba, Hz. İsa’ya da Rab,
diyerek yaklaştılar. Aynı ifadeye İncil metinlerinde de
rastlanır. Kutsal ruhun, Allah’tan çıktığına inanırlar.
Hıristiyanlık üzerindeki baskılar nispeten kalkınca,
öne gelen İncil yazıp inancı yayma yarışına giriştiler. Bunun
sonucu olarak birbirinden farklı İncil nüshaları ve
düşünceler ortaya çıktı. Bu çok başlı çeşitliliği gidermek
üzere zamanın yetkili kişileri bir araya toplanıp
oluşturdukları konsüllerde soruna çözüm aradılar. Bu
maksatla;
-325 yılında İznik’te toplanan konsülde, yüze yakın
İncil arasından birbirine benzerlik yönünden bugünkü dört
İncil seçilip kabul edildi.
-381 yılında İstanbul’da toplanan konsülde, şu
açıklama yapıldı: “ Tanrı baba, doğmamış ve
doğurmamıştır. Kutsal ruh, Tanrıdan çıkmıştır; gerçek
Tanrıdır. Oğul İsa ise, doğmuş ve doğurmamıştır.”
-431 yılında Efes’te toplanan konsülde, Hz.
Meryem’in Hz. İsa’dan dolayı “Tanrı” annesi olduğu kabul
edilmiştir. Kendisine de, Tanrı doğuran anlamında “
Teotokos” denilmiştir.
-451 yılında İstanbul- Kadıköy’de toplanan
konsülde, Hz. İsa’nın iki tabiatının bulunduğu, bakire
Meryem’in, babası tarafından ilâhi, annesi bakımından
beşeri İsa’yı doğurduğu kabul edilmiştir (1).
Üçüncü yüzyıldan sonra Yunanca olarak yazılan
yeni ahit (İncil) 27 kitaptan oluşmaktadır. Bunların dördü
İncil, 21’i mektup, 1’isi de Resullerin işleri ve Vahiydir.
Hıristiyanlar “ eski ahit” denen Tevrat’ı da kabul ettikleri
için bunlarla beraber İncil, 66 kitaptan oluşmaktadır.
Hıristiyanlıkta ibadetler, günlük, haftalık ve yıllık
olmak üzere üç türlüdür: Günlük ibadetler sabah ve
akşamları papazın kutsal metinleri okuması ile yapılır.
Haftalık ibadet, Pazar ayinleridir. Burada da kutsal metinler
okunur. Yıllık ibadetler ise Noel bayramı (Hz. İsa’nın
doğum nedeniyle yapılır.), Epifanı bayramı, Paskalya
bayramı, Haç yortusu (Hz. İsa’nın çarmıha gerilişi),
Meryem Ana günü (Meryem Ananın anısına yapılır) olarak
düzenlenir.
Hıristiyanlığın belli başlı üç mezhebi vardır: Katolik,
Ortodoks, Protestan ayrıca, Süryani Kilisesi, Ermeni
Kilisesi, diğer Hıristiyanlardan değişik uygulamaya
sahiptirler. Bu nedenle üç mezhebe bağlı değillerdir.


Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 01:06 AM

Dünya Yaşamı:
 

(c) İslâmiyet


Tek Tanrı inancı görüşünü benimseyip
yaygınlaştıran Yahudi dini, zaman içerisinde değişmiş ve
putperestlik uygulamalarına yer verince, bozulan şeriatın
düzeltilmesi amacıyla Hıristiyanlık dini gelmiştir. Ne var ki,
henüz başlangıç aşamasında söndürülmeye çalışılmış ve
mukaddes kitap İncil aslı durumunu koruyamamıştır. İçine
insan söz ve düşünceleri eklenmek suretiyle değiştirilmiştir.
Bu defa tevhit inancının gerçek yönünü bütün insanlığa
tebliğ etmek üzere Kuran-ı Kerim Hz Muhammed(s) ‘e
vahiy edilmeye başlanır.
Hz Muhammed(s) 40 yaşında iken 610 senesinde
Hira mağarasında tefekküre(düşünme) çekilir. Ramazan
ayının son günlerinde melek Cebrail gelerek
Peygamberliğini müjdeler ve ilk vahyi tebliğ eder. Böylece
23 yılda Kuran-ı Kerim tamamlanır. O günlerde Mekke ve
civar yerleşim birimlerinin halkı putperest inancına
sahiplerdi. Hz Muhammed (s) Allah’ın emri ile ilk önce
yakınlarını yeni dine davet eder. Fakat birçok tepki ile
karşılaşır. Buna karşın, yine de gizliden gizliye davet
işlemini sürdürür. Hz Ömer’in Müslüman oluşu ile açıktan
ibadet edip dini yaymaya çalışılır.
Hz Muhammed (s)’in getirdiği inanç birliği, Allah’a,
meleklere, kitaplara, peygamberlere, âhirete (öldükten sonra
dirilip hesap sorulacağına), kaza ve kaderin Allah tarafından
belirlendiğine, inanmayı zorunlu kılmıştır. Bu inancı
taşımakla beraber her Müslüman’a namaz kılmak, oruç
tutmak, zekât vermek, hac yapmak ve kelime-i şahadet
getirme sorumluluğu da yüklenmiştir.
Kuran-ı Kerim, 114 sûre ve 6666 adet âyetten
oluşur. Tamamı Hz Peygamberimizin(s) sağlığında vahyi
katipleri tarafından yazılmış, Hz Ebu Bekr’in halifeliği
döneminde de bir araya toplanarak kitap haline
dönüştürülmüştür. Hz Osman’ın halifeliği sırasında ise,
çoğaltılarak İslâm’ın yayıldığı yeni ülkelere gönderilmiştir.
Hz. Peygamberimizin (s) sünnet ve sözlerini
kapsayan hadis kitapları 90-100 yıl sonra yazılmış, muteber
olanları “ Kutub-i Sitte” adı altında zamanımıza kadar
intikal etmiştir (Buharı, Müslim, İbn Mace, Ebu Davud,
Tirmizi ve Nesei’ye isnat edilen kitaplar).Bu arada toplumu
yanıltan birçok hadis de belirlenmiş oldu.
İslâm dünyası genişleyince yeni sorunlar çıkmış,
hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Açılan yeni
ekoller, İslâm mezheplerinin doğuşunu da beraberinde
getirmiştir. İslâm toplumu önce, Sünnî ve Şia diye ikiye
bölünmüş; Sünnî ekol da, Hanefi, Şafiî, Maliki, Hambeli adı
altında dört ayrı mezhebe ayrılmıştır. Şia da birçok kola
ayrılarak zamanımıza kadar bölünmüşlük devam etmiştir.
Tek Tanrılı dinler, yani semavi dinler, tevhit inancını
belirleyen esasları kapsar. Ancak, zaman içerisinde inanç
bozulmuş ve mukaddes kitaplara insan sözü eklendiği için
yerine bir sonraki din getirilmiştir. Örneğin, Yahudiler
Uzeyr Peygamberi Allah’ın oğlu, Hıristiyanlar Hz. İsa’yı
hem Allah ve hem de Allah’ın oğlu olarak inanırlar (Tövbe
Sûr/30).Yaşanan harpler ve istilalar sonucu Tevrat’ın esas
nüshaları yok edilmiş ve sonradan tekrar yazılmış ise de,
aslından uzak kalmıştır. İncil de Hz. İsa zamanında değil
çok sonra Havarilere atfen kaleme alınmıştır. Roma
İmparatorluğu döneminde resmen devlet dini kabul edilince,
toplanan konsüller tarafından 100 İncil arasından birbirine
benzer ve muteber görülen bugünkü dört İncil seçilmiştir.
Ancak, bütün olarak ilâhi vahye dayandığı şüphe ile
karşılanır. Çünkü örneğin Markos İncilinde Hz. İsa’nın
çarmıha gerilmesi, ölümü, mezara defnedilişi ve birkaç gün
sonra dirilip göğe kaldırıldığı yazılıdır (Markos/Bab-15-16).
Halbuki, Hz. İsa’nın ölümü ile vahyin kesilmesi gerekirdi.
İşte bu ve benzer nedenlerle, bozulan dinin yerine İslâm dini
getirilmiştir.
Peki, İslâm dininde zamanımıza kadar ki dönemde
hiçbir sıkıntı yaşanmadı mı? Tabiî ki yaşandı... Kuran’ın
birçok ayetinde Allah Teâlâ buyuruyor:
Ey iman edenler,
Allah ve Rasûl’üna itaat edin ki, kurtuluşa eresiniz! “(Al-i
İmran Sur/132). Peygambere itaat nasıl olmalıdır? Onun
sünneti (gittiği yol) ve hadislerine (dinin yaşanmasındaki
açıklama ve tavsiyelerine) uymakla. Kendi sözlerinin Kuran
metinlerine karışıp bozulmaması yönünden sağlığında hadis
yazılmasını men etmişlerdir. İslâm dininin ikinci kaynağı
sayılan hadisler, ancak Peygamberimizin vefatından 90-100
yıl sonra Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz’in isteği üzerine
ve büyük bir ihtiyaç nedeniyle bir araya toplanmaya
çalışılmıştır (11). Dolayısı ile birçok uydurma hadis
metinleri ortaya çıkmış, İslâm toplumu inanç ve farklı
düşüncelerle bir kaosa sürüklenmişti. Bilindiği gibi Kuran
23 yılda vahiy edilmiştir. Bu süre içerisinde Hz.

Peygamberimizin (s) açıklamalarından bazıları, zaman ve
Kuran’ın akışına göre nesh edilmiş (ortadan kaldırılmış),
fakat bu durumdan haberdar olamayan Sahabe veya Tabiler,
Peygamber sözünü kulaktan kulağa aktarırken toplanan
hadisler arasına katıldığı saptanmıştır. Dolayısı ile görüş
ayrılıkları mezheplerin doğmasına neden olmuştur. Bu farklı
uygulamayı, dinin temel direği sayılan namaz kılmada şekil
yönünden görmek mümkündür. Örneğin, Hanefi
mezhebinde namaz uygulaması ile Şafiî mezhebi arasında
farklılık vardır. Gerek tekbirlerde el hareketi, gerek sabah
namazının ikinci rekâtında Şafiî mezhebine göre uzun bir
dua okunması ve gerek vitir kunut duası metinlerindeki
farklılık. Her iki mezhep mensupları, namazın kılınış
biçimlerini Hz. Peygamberimizin (s) sünneti ve hadislerine
dayandırmaktadır. Tabiî gönül isterdi ki, Hz.
Peygamberimizin (s) en son namaz kıldırdığı kural ve
şekliyle bizlere intikal etmiş olsun da, farklı durumlar ortaya
çıkmasın! Artık bu aşamada bizlere düşen görev, tevhit
inancına sımsıkı sarılıp Kuran’ın önderliğinde Allah’a
yaklaşmak olacaktır. Herkes mensubu bulunduğu hak
mezhebin ortaya koyduğu esasları doğru kabul edip yeniden
bölünmüşlüklere aracı olmamalıdır.Ayrıca kendi mezhebi
dışındaki hak mezhepleri eleştirip Müslümanlar arasında
kırgınlık ve öfke gibi olumsuz davranışlardan uzak
kalmalıdır.. Çünkü şeytan, fitne ve bozgunculuk önerip
kişinin sınavı kaybetmesine aracı olmak ister.
Peki, bu olumsuz gelişmeler karşısında Hz.
Peygamberimizin (s) sünnet ve hadislerini bir tarafa bırakıp
sadece Kuran’a sarılmamız İslâm dinini yaşamamıza yeterli
olabilir mi? Tabiî ki, hayır!... Çünkü Peygamberimizin (s)
sünnet ve hadisleri, Kuran’ın tefsiri anlamındadır. Kuranın
birçok hükümleri genel anlamda olup detaylara
inmemektedir. İşte sünnet ve hadisler ara boşlukları
doldurup dinin esaslarını tamamlamaktadır. Bu nedenle
bizler için hiçbir şekilde vazgeçilmeyecek rehber ve kaynak
düsturlardır. Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir: Kuran,
Allah’ın koruması altında olduğuna göre, neden sünnet ve
hadisler koruma altına alınmadılar? Bir defa Kuran hem
metin, hem de ifade ilâhi kaynaklıdır. Sünnet ve hadisler ise,
genelde anlam yönünden ilâhi, ifade bakımından insan
kaynaklıdır. Önceki ilâhi kitapların nasıl bozulduğu örneği
ortada iken bir önlem olarak Hz. Peygamberimiz, Kuran’a
karışır endişesiyle sağlığında hadis yazılmasını uygun
görmemişlerdir. Ancak, sünnet ve hadisler Sahabelerin
ezberinde canlı tutulmaya çalışılmıştır. Bu birinci neden;
ikincisi ise Allah’ın Müslümanları tabi tuttuğu sınavdır.
Gerçek Müslüman, sorunlarını araştıracak, Kuran ölçülerine
göre süzgeçten geçirecek, hangisinin doğru, hangisinin
yanlış olduğuna kanaat getirdikten sonra uygulamaya
koyacaktır. Diğer bir ifadeyle aklını çalıştırıp doğruyu
bulacaktır. Yoksa nefis ve şeytanın hilelerine tutsak düşer,
geleceğini karartır.
Bir örnek ile konuya açıklık getirelim: İslâm’da
hırsızlık olayında cezalandırma. Kuran’daki hükmü:

Hırsız erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık ve Allah
tarafından bir ceza olarak; ellerini kesin. Ve Allah
Aziz’dir, Hakim’dir.” (Maide Sur/38).

Hz. Peygamberimizin (s) bu konudaki hadisleri:
(a) Buharı ve Müslim’in sahihlerinde Ebu Hureyre
(r.a.)’den nakledilen hadiste: “
Allah hırsıza lânet etsin.
Yumurta çalar eli kesilir, ip çalar eli kesilir.”

(b) Buharı ve Müslim’in sahihlerinde İbn Ömer’den
nakledilen bir hadiste, Rasûlullah (s), üç dirhem değerindeki
bir zırhtan dolayı hırsızın elinin kesilmesini buyurmuştur.
(c) Buharı ve Müslim’in sahihlerinde Hz. Aişe’den
nakledilen diğer bir hadiste, Rasûlullah (s) şöyle
buyurmuştur:
“Hırsızın eli, ancak bir dinarın dörtte biri
veya daha fazlası için kesilir.”
(d) Ebu Bekr İbn Ebu Şeybe der ki: Rasûlallah şöyle
buyurmuştur: Hırsızın eli, bir zırh fiyatından daha aşağısı
için kesilmez.” O dönemde zırhın değeri ise on dirhemdir
(13).

Bu hükümlerin uygulanmasına geçelim:
Hırsızın elinin kesilmesi Allah’ın emridir. Cezanın
infazını Devlet başkanı uygular. Hiçbir kimsenin af etme
yetkisi yoktur. Ancak cezanın infazının nasıl ve hangi
hallerde yapılacağı konusunda tam görüş birliği
sağlanamamıştır:
- Zahiriye itikadına mensup bazı hukukçulara göre,
malın miktarı ne olursa olsun nisap (ölçü) gözetilmeden,
hırsızın elinin kesileceği,
- Maliki, Şafiî ve Hambeli mezheplerine göre
hırsızın elinin ancak ÜÇ DİRHEM ve daha fazlası için
kesileceği,
- Hanefi mezhebinde ise ON DİRHEM ve daha
yukarısı için kesileceği, hükmü benimsenip şeriat kurallarını
bu esasa göre düzenlemişlerdir.(24)
Ayrıca, hırsızın elinin koldan mı, bilekten mi, yoksa
parmak uçlarından mı kesileceği konusunda da görüş birliği
sağlanamamıştır. Bu nedenle diyoruz ki, Hz.
Peygamberimizin (s) değişik zaman ve ortamlarda
buyurdukları hadislerin hangisinin son durumu yansıttığına
dair elde bir kanıt bulunmamakta. Toplumda özürlü duruma
düşüp başkalarına yük olacak insan sayısını daha da
artırmamak gerekçesiyle Hanefi mezhebi görüşünün
benimsenmesi isabetli olacaktır. Ancak, böyle bir uygulama
sonucu ne ölçüde Allah’ın emrinin yerine getirildiği
endişeye yol açar. Nitekim bazı İslâm ülkeleri “ el kesme”
cezasını uygulamaktan kaldırmış, bunun yerine hapis
cezasını getirmiştir.


Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 01:06 AM

Dünya Yaşamı:
 

(2) Çok Tanrılı Dinler

(a) Hinduizm dini


Hindistan bölgesinde yaygın olup kökeni M.Ö.
yıllara uzanan eski bir dindir. En belirgin özelliği, Tanrı
bolluğudur. Bu dinin kutsal kitabına Bhagavad-Gita adı
verilir. Hinduizm’in şehvet tanrıçası Rati’dir. Aşk tanrısı,
Koma’dır. Tanrılar topluluğunun başında üç büyük tanrı
bulunur: Brahma (dünyanın yaratılışını), Vişnu (dünyanın
korumasını), Şiva (dünyanın yıkılışını) sembolize eder.
Vişnu’nun ahir zamanda Mehdi olarak geleceğine inanırlar.
Şiva’nın, hem yapıcı ve hem de yıkıcı olduğuna, hem iyilik
kaynağı ve hem de öç alıcı olduğuna, Himalaya dağlarında
oturduğu, Ganj nehrinin onun saçları arasından çıktığına
inanırlar. Ayrıca, ölümden sonraki hayatta kötülerin
Cehennemde, iyilerin ise dünya üstü bir âlemde tanrılarla
beraber olacaklarına inanırlar.
Hinduizm’de insanı tanrılara ulaştıran yollardan biri
de yoga yapmaktır. Onlara göre yoga, bir antrenman bir
oyun değil; insanın manevi ve ahlâk yönünden üstün
seviyeye yükseltilmesi için ruhsal fonksiyonları bir noktada
toplama çabasıdır. Budizm ve Jainizm düşünce sistemine de
girmiş olan yoga, sekiz ana maddeden oluşur:
- İnsanın kendini tutması,
- İç temizlik, çilecilik,
- Düşünceyi bir noktada toplama temrinleri,
- Nefes alıp vermenin denetlenmesi,
- Duyulardan ayrılarak, bütün istemli ve istemsiz
organları kontrol altına almak, örneğin kalbin atışını
denetlemek,
- Fiziksel varlığın geliştirdiği düşmanca gücü
yenmek,
- Tek bir noktada toplanmış mutlak bir gerilime,
düşünceyle varmak,
- Bu gerilim sayesinde normal yaşamdan el etek
çekerek Tanrıyla birleşmek (18).


Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 01:06 AM

Dünya Yaşamı:
 

(b) Budizm dini


Budizm’in kurucusu Buda olup M.Ö. 560-480 yılları
arasında Hindistan’da yaşadığı söylenir. Budistlere göre
Buda’nın doğumunda Tanrılar kucağına alıp kendisini
selâmladılar. Onu insan biçimine girmiş tanrı olarak
görürler. Buda’nın gençlik yıllarında halk arasında tenasüh
teorisi yaygındı. Yani varlıklara canlılık kazandıran ruhlar,
insanın yaşamı süresince iyi davranış ve ahlâk güzelliğine
sahip olan insanın ruhu, ölümden sonra tanrıların katına
yükselir. Ahlâkı kötü olan insanın ölümünde de ruhu
Cehennemde uzun süre yanıp temizlendikten sonra ikinci
hayatta bir nebat veya hayvana geçer. Böylece ruhlar
devamlı canlı değiştirirler.
Buda, ailesinden ve çevresinden uzaklaşıp ormanda
bir incirin altında yedi yıl sürece tefekküre (düşünmeye)
başlar. Sonunda Nirvanaya ulaştığını ve dünyanın sırrını
çözdüğünü ilân eder.
Budizm’in Tanrı inancı zayıftır. Bazı gruplara göre
mevcut olmalarının kendileri için önemi yoktur. Onlar için
gerçek kurtuluş, tenasüh çemberi denen ruh sıçramasından
ve dünya ıstıraplarından kurtulmaktır. Bu kurtuluşa ulaşan
ruhun, kâinatı yaratan Brahman’dan çok üstün olduğuna
inanırlar. Bu nedenle Budistler ruhi varlıklara inanır ve
onlara dua ederler. Bu arada tanrılara dua edene de karşı
çıkmazlar.
Budistlere göre her şeyi idare eden yegane kuvvet
Karma’dır. Bunun yanında Brahman ve İndira isimlerinde
Tanrıları da vardır. Budist rahipleri tüm iyilikleri
kendilerine prensip olarak kabul eder ve hayatlarını
yönlendirirler. Örneğin, kendisine hakaret edildiğinde,
hakaret eden kişinin iyi bir insan olduğunu kabul eder.
Çünkü tokat atıp kendisini dövebilirdi de...
Budist rahipleri, evlenmeyip bekâr yaşarlar;
çalışmaz ve yaşamlarını dilenerek devam ettirirler. Cinsel
hayata küfür gözüyle bakarlar. Evlenip çocuk dünyaya
getirmeyi ise, Nirvana’ya ulaşmada en büyük engel olarak
görürler (18).


Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 01:06 AM

Dünya Yaşamı:
 

(c) Şintoizm dini


Şintoizm Japonya’nın resmi devlet dinidir. 1868’de
yapılan devrimden sonra Budizm’den ayrılarak gerçek
niteliğine kavuşmuştur. Bu dinin ilginç yönü Tanrı çokluğu
ve ruhların kutsal sayıldıklarıdır. 800’ün üzerindeki ruh ve
tanrılar topluluğunun başında güneş tanrıçası Amaterasu
bulunur. Tanrıça gök ülkesini idare eder. Dünyanın idaresi
ise tanrılar meclisi elindedir.
Şintoistlere göre dünya, birbiri üzerine kurulmuş üç
tabakadan oluşur. Bunlar, yeraltı, yer üstü ve göktür. Üst
tabakada Tanrılar oturur. İlâhlar kendiliğinden meydana
çıkmıştır.
Şintoistler, hükümdarlara bir kutsiyet vermek için
onları Tanrılarla birleştirip yüceltmişlerdir. Bütün Tanrılar,
önem ve kudret bakımından eşit ise de, bunların üstünde bir
tek tanrıça vardır. O da güneş tanrıçası Amaterasu’dur.
Japonlar imparatorlarını güneş tanrıçasının oğlu olarak
kabul edip onları gözle görülür “Tanrı’dır”, derler. İkinci
dünya Savaşı sonrası Japonya’yı işgal eden Amerikalıların
baskısıyla, 1946 yılından itibaren imparatorun tanrının oğlu
olduğu iddiasından vazgeçmişlerdir.
Tanrılara ibadet, dua okumakla, pirinç ve pirinç
şarabı sunmakla olur. İbadetler evlerde veya kümbet denen
mabetlerde yapılır. Dua etmeden önce Şintoist ellerini
çırparak Tanrının dikkatini kendi üzerine çekmeye çalışır.
Dua ettiği salondaki perdenin arkasında, kapalı bir kese
içerisinde Tanrıyı temsil eden ayna, yastık, silah, kılıç ve
iplik gibi semboller bulunur. Şintoizm’in en büyük rahibi
imparatordur. Her tapınağın ayrı bir Tanrısı bulunur. Ölen
bir kimsenin ruhunun yeraltı dünyasına gittiğine inanılır.
Ancak kişi saygın birisi ise, ruhu yer üstünde kalıp gizli
olarak yaşamaya devam eder. Şintoizm’de, iyilik ve
kötülüklerin karşılığını görme inancı yoktur. Bugünkü
görüşe göre ölen her Şintoist ilah sayılır (18)
Dünya üzerindeki din ve inanış çeşitliliğinin nedeni
ne olabilir? Hz. Âdem’le başlayan tevhit inancı neden
zaman zaman kesintiye uğrayıp yerini putperestliğe veya
hayali varlıklara bırakmıştır? Yüce Rabb’imiz böyle
gelişmeye ,neden müsaade etmiştir? Bu ve buna benzer
soruların yanıtını, insanın yaratılış biçiminde aramalıyız.
İnsan, diğer yaratıklardan farklı özelliklere sahiptir. Akıl,
zekâ, irade gücü, beş duyu organı, nefis ile donatılıp ruhla
desteklenmiştir. Bu nimetlere karşı, kendisine sorumluluk
görevi yüklenmiştir. Sorunluluğunu yerine getirirken de
imtihan geçirmektedir. Yani doğru olanı, nefsin itirazına
karşın aklını kullanarak seçip iradesiyle uygulamaya
koyabilmesidir. İşte Yüce Rabbim, kimin davranışının daha
güzel olduğunu ve kurallara uygunluğunu belirlemek üzere
sağladığı imkân, verdiği olanaklarla bizleri denemektedir.
Kişilere dünya yaşamında, inançlı-imansız ayrımı yapmadan
her türlü nimetler, olanaklar verilmekte. İyilik yapmak
isteyen iyilik yapar; kötülük yapmak isteyen de kötülük
yapar; herkes içinden geldiği gibi davranır. Bunlar birer
imtihan konusu olması nedeniyle Allah müdahale etmeyip
bizleri seçiminde serbest bırakmıştır. Sonuç, kıyamet
sonrası hesap gününde yargılanıp belirlenecek akıbete
ulaşılacaktır.
Konuya bu düşüncelerle yaklaşıldığında; doğru
yolun seçiminde insana yeterli kabiliyet ve beceri
kazandırılmış, yol haritası olarak görevlendirdiği
peygamberlerle de kurallar dizisi ilâhi kitaplar verilip alt
yapı tamamlandıktan sonra hareket tarzımız serbest
bırakılmıştır. Ayrıca, kurallara uymayan geçmişteki bazı
kavimlerin nasıl cezalandırıldığı da ibret alınsın diye
örnekleriyle zamanımıza kadar aktarılmıştır. Artık böyle bir
oluşumdan sonra bize düşen görev aklı kullanıp doğru olanı
seçerek uygulamak olacaktır.
Bugünkü ortamda kıtalar üzerine yayılmış bölge
ülkelerini incelediğimizde, birçoklarının sanayi ve ticarette
kalkınmış, dev teknoloji ile dünya ticaretinde büyük pazar
payına sahip olmuş, geliştirdiği iletim teknolojisini, eğitim
ve sağlık hizmetlerini üstün seviyede halkının refahı için
yaygınlaştırmış, insan haklarına saygınlığı artırmış,
kurdukları devlet düzeni ile herkese eşit adalet dağıtmış,
yine herkese aş-iş olanakları sağlayıp toplumsal kalkınmayı
kendilerine görev kabul etmiş bir zihniyetin temsilcisi olan
insanlar, neden hâlâ çok tanrılı dini inançlara bağlı
kalmaktalar!.. Hayranlıkla izlenen o teknoloji sahibi kişiler
için akılsız denemez. Onlar hem akıllı ve hem de aklını
doğru yolda kullanabilme becerisine sahip kişiler. Öyleyse
peki, neden inanç yönünde atalarının mirası üzerinden hiç
sapmadan bağlılıklarını devam ettirmektedirler?
Genelde biz insanlar birçok konuda birbirimize
benzeriz. Bu benzerlik veya ortak yönümüz nedeniyle
toplumlar arsında ilişkiler kurulup devam ettirilir. Günümüz
Türkiye’sinde halkımızın yaşam tarzına bir göz atınca o
soruların yanıtını da bulabiliriz:
Ailede evlilik bağının orta halkası denince, dünya
tatlısı bebek gelir akla. Anne-baba sevgisiyle büyüyen
bebek, kısa zamanda konuşup yürüyen çocuk olur. Belirli
yaşa gelince de, anne-baba çocuklarının sağlıklı ve bilgili
olabilmesi yönünden bütün olanaklarını çekinmeden feda
eder. Temel öğretim-orta öğretim-yüksek öğretim diyerek
gündüzünü gecesine katarak öğrenimini tamamlayan genç
de, önce meslek, sonra evlilik derken yeni bir hayata başlar.
İki önemli amacı vardır; bir meslekte yükselip üst
makamlara çıkma ve daha çok kazanç elde etme; evlenip
ülkeye sağlıklı ve bilgili çocuk yetiştirme. Bu amaç
doğrultusunda hedefe ulaşabilmek üzere hep koşuşmakla
geçer günleri. Bu tür günlük uğraşılar öylesine benliğini
sarar ve aklı baskı altında tutar ki, ondan başkasını düşünme
fırsatı bırakmaz. Şuur altında yerleşir ve sabahtan gece
uyuma anına kadar işini, eşini, çocuğunu, geçim yollarını,
kişiler arsındaki ilişkileri, alış-verişlerini düşünmekten,
bırak inanca bağlı görevleri, kendisini yaratıp yaşatan
Allah’ı bile hatırına getirmez. Şimdi bu kişiye sorulsa: -
Hangi dindensin? – İslâm, diyecektir. – İslâm dininde olan
insanlara ne ad verilir? – Müslüman. – Bir kişinin
Müslüman sayılabilmesi için ne gerekir? – Kelime-i
şahadet, (yani tanıklık ederim ki, Allah’tan başka Tanrı
yoktur, yine tanıklık ederim ki Hz. Muhammed (s.) Allah’ın
kulu ve Resulü’dür.) demek gerekir.
Peki, her Müslüman’ın yapmakla sorumlu
bulunduğu en önemli görevi nelerdir? – Namaz kılmak, oruç
tutmak, zekât vermek, hac etmek, kelime-i şahadet
getirmek.
- Bunları sana kim öğretti? – Öğrencilik döneminde
ders olarak okudum. –Peki, günlük yaşamda bu kuralları
yerine getirebiliyor musun veya hangilerini yerine
getirebiliyorsun? Hayır, hiçbirini...
İşte, Türkiye nüfusunun %99’unu oluşturan
Müslüman din kardeşlerimizin büyük bir bölümü
söyleşideki kadar dinle ilgili bilgi ve uygulamaya sahip
kişiler. Bunlar için önemli olan, meslek ve iş sahibi olup bol
kazanç elde etmek, eş-dost sohbetlerini gazino ve diskotek
kültürüyle zenginleştirmek, evlilik ve araba sevdasıyla
heyecanlı, hızlı bir hayat yaşamak veya turistik seyahatlerle
gününü gün etmektir. Her gece yatağına yorgun beyin ve
bedenle dönen bu kişilerin ne ilâhi görevleri yapabilecek
halleri, ne de Yaratanı düşünecek zamanları olacaktır. Zaten
onlar için bu kavramların hiçbir önemi de yoktur. En
yakınının cenaze namazı kılınırken cami dışından seyreder.
Kendisini görev dışı görür. Belki de içinden gericilikle
eleştirir namaz kılan Müslümanları.
Şimdi gerçeklere dönelim; böyle bir görüş ve
davranış biçimine sahip kişinin Müslüman olup olmadığı
onun için ne anlam ifade eder. İslâm’ın kurallarını
yaşamadıkça Müslüman olsa ne yazar, olmasa ne kaybeder!
Müslüman anne-babadan doğmuş olması dışında İslâm’la da
bir ilişkisi yok. Bunun gibi teknoloji ve sanayide gelişmiş
ülkelerin, daha çok çalışıp, çok üretip bol kazanç elde etmek
amacına ulaşabilmek için gündüzüne gecesini ekleyen
halkının, eğitimli de olsa din faktörüne bakış açısı negatif
olacaktır. Onlar için Tanrının tek veya çok oluşu bir değer
ifade etmez. Aklını ve düşüncelerini bu konular üzerinde
yoğunlaştırıp zamanını boşa harcamak da istemezler. Çünkü
onlar maddeleşip şeytan güdümündeki nefislerine tutsak
düşmüşlerdir. Nereye kadar!... İnancımıza göre, tekrar
diriliş ve hesap verme gününe kadar tekrarlanıp gidecek bu
geçici dünya sevdası.
Tüm insanlar, mukadder olup gelecekteki ebedi
hayatlarının belirlenmesi için bu dünyanın oyalamalı geçici
zevkleri ve uğraşılarıyla büyük bir imtihan geçirmekteler.
İnsan ne kadar akıllı ve becerikli olsa da şeytanın
güdümündeki nefsi isteklere karşı iradesini kullanabilme
yeteneğine sahip değilse, yaşam kavgasında her zaman
yenik düşecek, zarar görecektir.


Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 01:06 AM

Dünya Yaşamı:
 

c. İbadet Yönünden Geçirilen İmtihan


Öncelikle ibadet kelimesi üzerinde duralım: İbadet
nedir? İbadet kime yapılır? Yapılmazsa sonucu ne olur?
İbadet, Tanrı buyruklarını yerine getirme, O’na en
büyük saygı ve bağlılık göstererek tapınma, anlamını ifade
eder. Demek ki, insan kendini yoktan var eden, belirli bir
hayat yaşatan, yaşam süresince beslenip yararlandığı her
türlü rızk ve olanakları kendisine lütfeden Yüce Rabbine
karşı şükran borcu olmaktadır ibadet. Zaten Allah Teâlâ da:

Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet (kulluk)
etsinler diye yarattım.” (Zariyat Sur./56)
buyurmakla bu
gerçeği belirtmektedir.
İbadet, ancak Tanrıya yapıldığı takdirde bir anlam
kazanır ve yapanı da yüceltir. İlk insandan bugüne dek halen
yaşayan veya tarihe karışmış dini inanç yelpazesinde sayısız
denecek kadar çok inanç çeşitliliği mevcuttur. Kimisi tek
tanrıya, kimisi çok tanrıya, kimisi aya, güneşe, yıldızlara;
kimisi tabiat varlıkları ve putlara; kimisi de, ruhlar ve
şeytanlara tapınmaktadır. Atalarından ne miras kalmış ise,
kendileri de aynı tutum içinde yaşayıp giderler. Akıllarını
gerçeği bulmada kullanmazlar. Şimdi, Allah Teâlâ dışında
kendilerine Tanrı arayan kişilerin, gerek insanlık yararına ve
gerek kendi menfaati için yaptığı doğru davranışın inanç
yönünden bir faydası olabilir mi? Konuya İslâm açısından
bakıldığında zararın ötesinde hiçbir yararı yok olarak
görülür. Zararı ise, kendi Yaratanını inkâr etmek veya O’na
ulaşmada başka yaratıkları aracı olarak görmekten
kaynaklanan büyük günah işlenmiş olması. Hâlbuki,
kendisini Allah’a kul, Hz. Peygambere (s) ümmet kabul
edip yaptığı her doğru davranışında Allah’ın hoşnutluğunu

gözetmesi, onu sonucu mutlu kurtuluşa ulaştırır.
İbadet, Allah’a büyük saygı ve bağlılık göstererek
O’nun buyruklarını yerine getirmek olduğuna göre, nelerin
ibadet şemsiyesi altında toplandığına değinelim: Öncelikle
ibadet, bedeni, mali, hem bedeni ve hem de mali olmak
üzere üç grupta toplanır. Bedeni ibadetler, namaz kılmak,
oruç tutmak, Allah’a dua etmek, şükretmek, sabretmek,
Allah’a tövbe etmek, muhtaç olanlara hizmet etmek,
insanlara güzel söz söylemek ve bunlara benzer salih
ameller olarak söylenir. Mali ibadetler, zekât vermek,
devlete vergisini ödemek, ihtiyaç sahiplerine borç para
vermek, dilenenlere veya iffetinden dolayı dilenemeyen
muhtaçlara sadaka vermek, kurban kesmek gibi davranışlar
bu grubu oluşturur. Hem bedeni ve hem de mali ibadetler,
hac ve umre ile mukaddes mekânları ziyaret etmek, uzaktaki
dost ve akrabaları arayıp görüşmek ve bunlara benzer diğer
salih ameller, bu gruptan sayılır.
Her ibadet Allah rızası gözetilerek veya niyetiyle
yapılırsa ulvi değer taşır ve makbul kabul edilir. Aksi halde
kişiye hiçbir manevi yararı dokunmayan davranıştan öteye
geçemez. Bunun açık örneğini Hz. Peygamberimizin (s)
döneminde Uhud Savaşı sırasında meydana gelen olaydan
öğreniyoruz:
Uhud Savaşı Hicretin 3. yılında, milâdi 27 Mart 625
tarihinde Medine’de Müslümanlarla Mekkeli müşrikler
arasında yapıldı. Müşrikler üzerine ilk ok atan Evs
kabilesinden Kuzman adında bir kişi idi. Düşmanla karşı
karşıya gelince de kılıcına el atarak onunla da çok işler
başardı; 10 müşriki öldürdü. “Ey Evs hânedanı!.. Siz de,
benim yaptığım, şeref ve şan için çarpışın!” diyerek
müşriklere kılıç salladı, sonra yaralandı.
Uhud Savaşından önce, Kuzman’ın adı anıldıkça Hz.
Peygamberimiz (s): “O,Cehennemliktir!” diye buyururdu.
Kuzman yaralanıp yatağa düştüğü zaman Müslümanlardan
birisi ona: “Ey Kuzman! Seni tebrik ve Cennetle tebşir
(müjde) ederim. Vallahi, bugün senin uğradığın musibet
sana Allah’tandır.” demişti. Kuzman , “Ne diye tebşir ve
tebrik ediyorsun. Vallahi ben, kavmimin gayretinden başka
bir maksatla çarpışmadım. Böyle olmasaydı
çarpışmazdım!”dedi. Yaranın sancısı şiddetlenince
çantasından çıkardığı okla kolunun damarını keserek intihar
etti. Haber Hz. Peygamberimize (s) ulaşınca
“Allah’u
Ekber! Ben gerçekten Allah’ın kulu ve Rasûl’u olduğuma
şahadet ederim.” diyerek önceki haberin doğruluğunu
belirtti (12).
Bu yaşanmış tarihi olayın kritiği yapıldığında;
-Kuran’a göre savaşmak her Müslüman’a farz
kılınmış, gaziler yüceltilmiş, şehitler ise Allah’ın salih

kullarına dâhil edilip Cennette Peygamberlerle beraber
bulunacakları müjdelenmiştir. Hangi şehitler? Allah için
niyet edip O’nun rızasını kazanmak üzere savaşan şehitler.
Dikkat edilirse, Kuzman, Allah rızası için değil, mensubu
bulunduğu kabilenin şan ve şerefini yüceltmek niyetiyle
savaştığı;
-Sabretmek de bir ibadettir. Kuzman yaranın acısına
dayanamayıp okla kolunun damarını keserek intihar
etmiştir. Yani İslâm dininin kesinlikle yasakladığı kötü bir
davranışta bulunmuştur. Allah’ın verdiği canı, ancak kendisi
alacaktır. Buna, kişinin kendisi dâhil hiçbir kimse yetkili
değildir. Bu nedenle Hz. Peygamberimiz (s) hakkında
Cehennemlik olduğunu ifade ettiği;
-Bu olay, aynı zamanda Hz. Peygambere (s) ait kesin
hükümlerin, kendinden değil ilâhi kaynaklı olduğunu
kanıtladığı, görülür.
Yine bu olay, geleceğe yönelik askerlik hizmetini
tamamlamak üzere aile ocağından ayrılan Müslüman
gençlerin, Allah rızasını gözeterek niyet yapmalarının
gerekliliğini zorunlu kılmaktadır. Örneğin, <Yüce Allah’ım!
Senin rızan için askerlik hizmetimi tamamlamak üzere
gidiyorum. Hakkımda hayırlı kıl ve kolaylaştır!> şeklinde
veya içinden geldiği gibi niyet ve dua yapmalıdır. Yapmasa
ne olur? Yapılmadığı takdirde, hizmetinin manevi yararını,
yani sevabını elde edemez. Kanıt mı isteniyor! İşte yanıtı:
Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor: Resûlullah (s) buyurdular ki,:

Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey
vardır.... (Buharı, Bed’ul Vahy:1,Nikâh:5).

Bu nedenle diyoruz ki;
Allah’ın rızasını, hoşnutluğunu dilemeden; şan ve
şeref için veya başkaları “desinler!” diye nefisten
kaynaklanan büyüklük gururunun heyecanı ile yapılacak her
türlü hizmet, kişiye, sevap yerine günah kazandırır. Bu, aynı
zamanda kişinin yaşamını değerlendiren bir imtihan olur.

Süleyman GÜNVER



Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.