![]() |
Takva Bilincinin Müşahhas Örnekleri
TAKVA BİLİNCİNİN MÜŞAHHAS ÖRNEKLERİ 1- Allah'ın Rabliğini idrak Etme: Rabbimiz buyuruyor ki: "Gönülden katıksız bağlılar olarak, O'na yönelin ve O'ndan ittika edin; namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden olmayın." İnsanlardan bazılarına; "...Allah'tan ittika et, denildiği zaman, onu büyüklük gururu günaha sürükler.” Onun inadı tutar, günah işlemek üzere cahiliyye hamiyeti (gayreti) kabarır. Halbuki insan, günah işlemekte ısrar etmemekle emrolunmuştur. Buna karşın takva bilincine sahip mü'minler, Rabbin karşısında tevazu ile boyunlarını bükerler, O'nun davetine karşılık verirler ve emirlerine uymaya çalışırlar. "Allah onlara (nankörlere) şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde ey iman etmekte temiz akıl sahipleri, Allah'tan ittika edin. Doğrusu Allah, sizin için bir zikir (uyarıp hatırlatan ve öğüt veren Kur'an) indirdi." "Böylece biz onu, Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda korkulacak şeyi (vaîdi) türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup sakınırlar, ya da onlar için öğüt olarak düşünme (yeteneğini) oluşturur." Kur'an, hem ceza sahnelerini, hem de mükâfat sahnelerini tablolar hâlinde insanların önüne seriyor. Hepsini ardarda bildiriyor. Ahiret hayatını haber veriyor. Orada insanların karşılaşacağı sonuçları kesin bir dille ortaya koyuyor. Belki bunlar inkarcıların aklını başına getirir, belki düşünüp ibret alırlar. Belki takva duygusu harekete geçer. Belki Allah'tan hakkıyla korkup sakınırlar ve O'ndan başkasına kulluk etmeyi terk ederler. "Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin; umulur ki ittika edersiniz." İnsanlar, kendilerini yaratan Allah'a ibadete çağrılıyorlar. Yaratıcılıkta tek olan Allah (cc), elbette ibadet edilmekte de tektir. O'na yapılması gereken ibadetteki asıl hedef de takva bilincine ulaşmaktır. Takva bilincine erişenler, beşer sıfatını aşarak keremli (değerli ve yüce) olma makamına ulaşırlar. Yani Allah yolunda hakkıyla ibadet eden abidlerin, Allah yolunda olan muttakilerin üstün sıfatlarını elde ederler. Müttakiler, Allah'ın Rabliğinin hakkını verirler ve yalnızca O'na kulluk ederler. Çünkü O, bugün hazırda olanların, önceden yaşayıp gitmişlerin ve herkesin Rabbidir. Yerdeki ve gökteki azıkları da O vermektedir. |
Takva Bilincinin Müşahhas Örnekleri
2- Allah'ın Şiarlarını Yüceltme: Kur'an, Allah'ın koyduğu haramları gözetmenin, O'nun koyduğu helâl hükümlere uymanın gereğine işaret ettikten sonra şöyle diyor: "İşte böyle; kim Allah'ın ölçülerini, kutsallarını (şiarları) yüceltirse, şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır." Din, Allah'ın şiarlarına tazim etme (saygı gösterme) esası üzerine bina edilir. Bu hürmet duygusu, mü'minde takva olup olmadığının göstergelerinden biridir. Allah'ın şiarlarından maksat, onun muhterem kıldığı, saygıya lâyık gördüğü işaretlerdir. Bunlar, Beytullah'ın sahibi Allah'a yönelişin ve O'nun emirlerine uymanın belirtilerinden başka birşey değildir. Dinin şiarları, Rabbimizin kendisine ibadete vesile olması için onlara saygı göstermeye, onlarla kulluk vazifelerini yapmaya insanları davet ettiği İslâm'ın esaslarıdır. Bunlar âdeta dinin nirengi noktalarıdır. İşte muttaki insan, bu dinî unsurlara saygı gösteren, onlara karşı kusur etmekten sakınandır. Bu dikkat ve sakınma, kalpteki takvanın eseridir. Onun için, 'mü'minim' diyen kimsede dinin kutsal tanıdığı şeylere karşı lâubalilik, pervasızlık ve saygısızlık olmaz. İman, bir anlamda dinin kutsallarına saygıdır. Allah'ın hürmet edilmesini istediği en büyük şiarları dört tanedir. Bunlar: Kur'an, Kâbe, Peygamber ve namazdır. |
Takva Bilincinin Müşahhas Örnekleri
3- Allah'ı Hesaba Katma Bilinci: Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki: "Şüphesiz haram da bellidir, helâl de. Arada insanların pekçoğunun bilmediği şüpheli bazı şeyler olabilir. Kim onlardan ittika ederse (korkup sakınırsa) dinini ve ırzını temize çıkarmış olur. Şüpheli şeylere dalan, haramlara düşebilir. Tıpkı bir koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi. Sürünün o koruluğa girme tehlikesi mevcuttur. Dikkat edin, her padişahın bir koruluğu vardır. Allah'ın koruluğu ise O'nun haramlarıdır. Dikkat edin, bedende bir et parçası vardır. O düzgün olursa beden de düzgün olur. O bozulursa bedenin hepsi de bozulur. Dikkat edin, o et parçası kalptir." Kur'an'ın "Hudûdullaha/Allah'ın koyduğu sınırlara yaklaşmayın." diye bahsettiği hassasiyet bu olsa gerektir. Kur'an, özellikle haram davranışlarla ilgili konularda, 'Allah'ın koyduğu sınırları aşmayın' değil, 'Allah'ın koyduğu sınırlara yaklaşmayın' diye emretmektedir. Yaklaşıldığı zaman o sınırların aşılması, çiğnenmesi her zaman mümkündür. Allah'ın sınırlarını aşma korkusuyla bunlara yaklaşmamak, nefsi tutmak, haramları işletmemek takva bilincidir. Takva bilincini kuşanmış bir yürek, Müslümanı değil İslâm'ın yasaklarını çiğnemekten, şüpheli şeylerden bile alıkoyabilir. Allah'ın mülkünde hangi alanın O'na ait bir koruluk olduğunu ve bu koruluğa yasak olmasına rağmen girmenin ne denli zararlı olduğunu öğretir. Takva, Allah'ı hesaba katma bilincidir. Allah (cc) vardır, her yerde hazır ve nazırdır. O her şeyi görür ve bilir. O'ndan birşey gizlemek, O'nun birşeyi görmemesini istemek mümkün değildir. Kulları denetleyen, onların yaptıkları amelleri görevli meleklere kayıt ettiren O'dur. Meleklerin tuttukları amel defterini en büyük hesap gününde insanın eline verip de; "Oku kendi kitabını; bugün nefsin senden hesap sorucu olarak yeter." diyecek olan da O'dur. Müslüman bu imanla hareket eder. Bu dikkatle yaşar. Bu bilinçle amel işler. Rabbinin her an kendisiyle beraber olduğunu aklından çıkarmaz. Allah için işlenen bütün amellerin dünyada ve ahirette büyük karşılıklarla kendisine döneceğine inanır. Vazgeçmediği, tevbe etmediği her bir kötü fiilin de, azgınlık ve isyanın da azap olarak dünyada ve ahirette karşısına geleceğinden emindir. O bilir ki Allah (cc) sevilmeye, şükredilmeye, önünde secde edilmeye ve ibadet edilmeye lâyıktır. O bilir ki insanın görevi, yalnızca Allah'a şükürdür. O, bu şükür görevini Allah'tan ittika ederek, O'na karşı duyduğu sorumluluk bilinciyle yapmaya çalışır. Hayatının hiçbir anında Allah'ı unutmaz. Hep O'nu, O'na ait Rablik özelliklerini, O'nun sevabını ve azabını hesaba katarak yaşar. Adımlarını ona göre atar. Allahsız bir varlık âlemi asla düşünmez. Bilir ki Allahsız bir dünya isteyenler, yeryüzünde istediği gibi hareket etmek isteyen ve kendi hevalarını (aşırı isteklerini) tanrı haline getiren azgınlardır. Evet takva, kelimenin tam anlamıyla Allah'ı hesaba katarak, O'nun kendisini murakabe ettiğini ve yaptıklarının karşılıksız kalmayacağını düşünerek hareket etme anlayışıdır. Bu, 'yapayım, nasıl olsa kimse görmez, kimsenin haberi olmaz' gafletini bir tarafa atıp, 'Bu hatayı yapamam, yapmamalıyım. İnsanlar beni görmese de Rabbim görmekte ve O'nun melekleri yaptıklarımı tıpkı bir kamera gibi tespit etmekteler' şuuruna ulaşmaktır. Bu duygu çok güçlü olduğu zaman, insan kolay kolay yanlışa düşmez. Bu anlayışa sahip olan kişilerin çok olduğu toplumlarda zulümler ve suçlar en aza iner. Çünkü bu bilinç, insanı gizlide ve açıkta, yani her yerde frenler. Bu bilinç, bir iç denetim merkezidir. Bundan mahrum olanı dış tedbirlerle, kanun ve polis korkusuyla ne kadar denetleyebilirsiniz? Kanun gücünün ve polis denetiminin ulaşamadığı yerlerde ve anlarda yapılan haksızlıkları, ihlâl edilen hakları nasıl önleyebilirsiniz? Yaptığının hesabını asla vermeyeceğine inanan bir kimseyi faziletli işlere kim yöneltebilir, onun işleyebileceği kötülükleri kim önleyebilir? (Seksenli yıllarda Newyork'ta birkaç saat elektrikler kesilmişti. Bu karanlıktan yararlanan Newyorklular'ın mağazalara ve dükkânlara girdiklerini ve kısa zaman içerisinde üç milyar dolayında soygun yaptıklarını o zamanki gazetelerde okumuştum). Bu bilinçten yoksun kimselere kanunla ve polis zoruyla kimi sevdirebilirsiniz, hangi salih ameli, ne kadar yaptırabilirsiniz? Hangi insan, kanun zoruyla yazın sıcak günlerinde, aç ve susuzken, her türlü nimetler göz önünde, kolaylıkla tadılabilecek bir yerde iken, onlara el uzatmaksızın oruç tutturabilir, nefisleri kontrol altına almayı sağlayabilir? Hangi anlayış, hangi beklenti, hangi teşvik, insanlara en sevdiği mallarının, kazanmak ve biriktirmek için çırpındıkları servetlerinin bir kısmını sırf sevap, yani Allah'tan bir karşılık bekleyerek fakirlere zekât olarak, onların bir hakkı kabul ederek verdirebilir? İnsanları kimsenin ayıplamadığı, kontrol etmediği veya görmediği yerlerde bile güzel davranmaya, iyilik etmeye kim götürebilir? İnsanoğlu, İslâm'a rağmen henüz böyle bir iç denetim gücü keşfedemedi. İnsana bu muazzam iç denetim gücünü 'takva bilinci' kazandırır. |
Takva Bilincinin Müşahhas Örnekleri
4- Allah'a Hakkıyla İbadet: İmanı ve salih ameli benliğinde birleştiren, takvaya ulaşır. Böylesine bir takva, salih amelle, dinde vacip kılınan davranışları yerine getirmekle elde edilir. Müslümanlar hem emirlere uymada, hem de yasaklardan sakınmada takva bilinciyle hareket ederler. "Senin Rabbin yalnızca kendisine kulluk edilmesini emretti...", "Muhakkak ben (evet ben) Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Şu hâlde bana ibadet et ve beni anmak için dosdoğru namaz kıl." Hz. Hûd (a.s), Allah'tan başkasına ibadet eden kavmine şöyle sesleniyordu: "...Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. Hâlâ korkup sakınmayacak mısınız?" "Doğrusu eğer onlar, iman edip ittika etselerdi, (sevapları) Allah katında gerçekten daha hayırlı olurdu; bir bilselerdi." Bütün bu âyetler, ibadetin yalnızca Allah'a yapılması ve O'na hiçbir şekilde şirk koşulmaması gerektiğini ortaya koymaktadır. 'Allah'a ibadet edin' sözü, aynı zamanda 'Allah'ı bir olarak tanıyın' demektir. Fakat ibadet yalnızca Tevhid'e inanmak değildir. İbadet, Allah'ı bir ve tek olarak kabul ettikten sonra O'na saygı ile boyun eğmek, O'nun emir ve yasaklarına itaat etmek ve O'na karşı sorumluluk bilinci duymaktır. Peygamberlerin daveti de bu amaca yöneliktir. Onlar, kavimlerini yalnızca Allah'a ibadet etmeye ve yalnızca O'ndan ittika etmeye davet etmişlerdir. Meselâ, Nûh (a.s) kavmine, "Ey kavmim, ben sizin için açık bir uyarıcıyım. Allah'a ibadet edin; O'na karşı gelmekten ittika edin ve bana da itaat edin." demiştir. Burada onun, kavmini Allah'ı birlemeye çağırdığını, onları O'na isyandan sakındırmaya ve Allah'tan ittika konusunda onlara örnek olmaya çalıştığını görüyoruz. "Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. İtaat ve kulluk da (din de) sürekli olarak O'nundur. Böyleyken siz Allah'tan başkasından mı ittika ediyorsunuz?" O tek bir ilâhtır, her şeyin sahibidir. Din olayı ortaya çıktığı zamandan beri sadece O'nun dini gerçek olarak vardır. İnsanlara nimet veren de O'dur. İnsanlar dara düştükleri ve zorlukla karşılaştıkları zaman O'na sığınırlar. Bundan dolayı insana düşen, O'na her türlü şirk ve put düşüncesinden uzak olarak inanmak ve O'na teveccüh etmektir. Kur'an, bu gerçeği haber verdikten sonra sadece O'ndan ittika edilmesi gerektiğinin de altını çiziyor. O'nun her şeyi yaratması, her şeyin sahibi oluşu, bütün yaratıkların rızkını veriyor olması, O'ndan korkup sakınmanın temel sebebidir. O'nun dışında bir başka güç kaynağından ittika edilmesi, kulluğu O'ndan başkasına yapmak anlamına gelir ki, bu da bütün bu gerçeklere zıttır... |
Takva Bilincinin Müşahhas Örnekleri
5- Birr ve Takva İlişkisi: 'Birr'in aslı 'berr' dir. 'Berr', sözlükte kıta, denizin karşıtı olarak kara demektir. Buradan hareketle 'birr', her türlü hayır işinde genişlik, ihsan, itaat, doğruluk ve bol bol iyilik demektir. Birr, sevilen şeylere izafe edilen hayır ve menfaatlerdir. Bütün hayırları içerisine alan ve kuldan istenen güzel bir ahlâktır. İnsana dünya ve ahirette hayır kazandıran her amel birrdir. 'Birr', aynı zamanda 'berr' masdarının fail (özne) ismidir ve iyilikte bulunan demektir. Mü'minler, çok iyilikte bulunarak, takvada çok geniş olarak 'birr'in bizzat kendisi hâline gelirler. Tıpkı salih amel işleyerek imanıyla özdeşleşen Müslümana 'iman' denilmesi gibi. İyilik ve takvada ileri giden bol bol ihsanda bulunan, akrabalarına ve diğer insanlara iyilik eden, iyi davranan kimseler, artık 'birr'in bizzat kendisi olurlar. Böyle kimselere Kur'an 'ebrâr' demektedir. Kur'an 'birr'i şöyle tanıtıyor: "Yüzlerinizi doğudan ve batıdan yana çevirmeniz 'birr/iyilik' değildir. Ama birr, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere iman eden, ona olan sevgisine rağmen, malı yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve kölelere veren, söz verdiklerinde (ahidleştiklerin de) sözlerinde duranlar ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenler (in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlar (sadıklar)dır ve takva sahibi olanlar da bunlardır. İbadetteki şekiller, namazda Kudüs'e veya Mekke'ye dönmek, sağa sola selâm vermek asıl maksat değildir. Onlardaki asıl maksat, birr ve hayra ulaşmaktır. Şekiller ve hareketler, kalpte duygu ve bilinci, hayatta da sağlam bir gidişatı sağlamıyorsa birşeye yaramazlar. Birr, düşünceyi, şuuru, ameli ve gidişatı birleştirmektir. Kişinin veya toplumun vicdanına hükmedebilecek bir düşünce, ferdin ve toplumun hayatını düzenleyen bir amel, hayrın ve birrin toplamından olan ihsan işte budur. Birr anlayışının içerisinde, insanı çeşitli kuvvetlere, insanlara veya güç odaklarına kulluktan kurtarıp onu hür yapan, kişiyi Allah'ın huzurunda diğerleriyle eşit bir hâle getiren, bütün değerlerin üzerine çıkaran Allah ve ahiret inancı da bulunmaktadır. Bu inanç, insana değer kazandırdığı gibi, onu kaostan düzene, huzursuzluktan mutluluğa, yalnızlıktan güvene, felâketten felaha (kurtuluşa) götürür. Ahiret inancıyla insan, yeryüzündeki hayatın başıboş olmadığını anlar, yaptığı her şeyin hesabını vereceğinin bilinciyle hareket eder, Allah'ın adaletine güvenir. Sem'ân el-Ensarî diyor ki: "Rasûlullah'a 'birr' ve 'ism/günah' nedir, diye sordum. Buyurdu ki: 'Birr güzel ahlâk, ism ise göğsünü sıkan ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.” 'Birr', öncelikli olarak İslâm'ın inanç esaslarını kabul etmek, sonra da onun önem verdiği erdemli davranışları sergilemektir. Bu bağlamda birr, bütün iman, ibadet ve ahlâka ait iyi huyları kapsamaktadır. İşte bu birr ahlâkına sahip olanlar da muttakilerin ta kendileridir. Birr, takva sahibi mü'minlerin bir özelliğidir. O, imanın görünen ve görünmeyen bütün unsurlarını kapsar. Bunun için takva onun bir parçasıdır diyebiliriz. Takva, çoğunlukla kalbin birr ahlâkı diye tanımlanır. Bu da kalpte imanın tatlılığının olmasıyla anlaşılır. Kalbin tatmin olmuşluğu ve selâmeti, onun açılımı, gücü ve imanla ferahlanmasıdır. İmanın ferahlığı ve lezzeti ancak kalp ile hissedilir. Kim bu tadı kalbinde bulamazsa onun imanı ya kayıptır, ya da noksandır. Yukarıdaki âyetteki 'îşte sadık (doğru) olanlar bunlardır' cümlesinden hareketle, birri 'doğruluk' diye anlayanlar da olmuştur. Halbuki 'sıdk/doğruluk' birr değil, birr sahibi olmanın bir sonucudur. Cahiliyye döneminde müşrikler, hacc için ihrama girdikleri zaman ağaç gölgeliğinde oturmazlar, evlerine girmezlerdi. Bir ihtiyaçtan dolayı evlerine veya çadırlarına girmek isterlerse, çadırlara arkalarından açtıkları deliklerden, evlere de ya arka pencerelerinden ya bacalarından girerlerdi. Berâ (r.a) anlatıyor: "Ensar hacca gidip döndü. Hepsi de evlerine arkadan girdi. İçlerinden biri ise evine kapıdan girdi. Bununla ilgili kendisi hakkında konuşuldu. Bunun üzerine Bakara Sûresi'nin 189. âyet indirildi." Kur'an böyle bir davranışın faydasız birşey olduğunu vurguluyor: "Birr (iyilik ), evlere arkalarından gelmeniz değildir. Ancak birr (iyilik ), takva sahiplerinin tutumudur. Evlere kapılarından girin. Allah'tan korkup korunun, umulur ki kurtuluşa erersiz." Evlere veya çadırlara arkadan girmenin nesi birr (iyilik) olabilir ki? Takva sahibi kimseler hayır üzerinde olurlar, infak ederler (muhtaçlara el atarlar), sürekli iyilikte bulunurlar. Hem Allah (cc)'a itaat ederler, hem de insanlara bir fayda sağlarlar. Dolasıyla onların tutumu birrin ta kendisidir. Yoksa hiçbir esasa dayanmayan ve hiçbir özelliği olmayan boş işler birr değildir. Birr, takvanın ta kendisidir. Allah'ın emirlerine uymak, ilâhî murakebeyi yakından kavramaktır. Kur'an, evlere kapılardan girmenin daha doğal birşey olduğunu, arkalarından girmenin cahilce ve gereksiz bir âdet olduğunu söyledikten sonra yine takvaya dikkat çekiyor. Onun yegâne kurtuluş yolu olduğunu haber veriyor. Buradaki birr, Allah'ın yasaklarından kaçınmada Müslümanı Allah'a yaklaştıracak en önemli salih ameldir. "Ey iman edenler, Allah'tan ittika edin ve sadık (doğru) kimselerle beraber olun." âyetiyle ilgili olarak Buhari şu hadisi rivayet ediyor: "Sıdk (doğruluk), kişiyi birre, birr ise insanı cennete götürür. Kişi doğruluğa devam eder ve sonunda sadıklardan (doğrulardan) olur. Yalan, kişiyi facirliğe (günakârlığa) götürür, facirlik ise kişiyi cehenneme sürükler. Kişi yalan söylemeye devam eder, ta ki sonunda Allah'ın katında yalancılardan olur." |
Takva Bilincinin Müşahhas Örnekleri
6- İhsan ve Takva İlişkisi: İhsan kelimesi, 'hasene' kelimesinden türemiştir ve bütün güzellikleri ve rağbet edilen şeyleri ifade eder. İhsan, güzellik, uygunluk, güzel olan şeyi en güzel şekilde yapmak demektir. İhsan ahlâkının iki yönü vardır: Birincisi, başkasına iyilik etmek, nimet kazandırmak, yardımcı olmak ve bütün bunları güzellikle yapmak. İkincisi, amelde ihsan, yani birşeyi güzel bir bilgi ile bilmek (meselâ Allah'ı) veya birşeyi güzel bir amelle yapmak. Eğer insanlar hep ihsan üzere olurlarsa, yani hep güzel işler yaparlarsa, davranışlarını 'ihsan' üzere gösterirlerse, bunun karşılığı olarak 'ihsan' görürler, kendilerine güzellikle muamele edilir. İhsan ahlâkı, adaletten daha kapsamlı bir güzel huydur. Çünkü adalet anlayışında, karşıdakinin hakkını vermek varken, ihsanda daha fazlasını vermek, daha güzeli ile karşılık vermek anlayışı vardır. Kur'an şöyle diyor: "Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ elinizin sahip olduklarına ihsan edin (iyilik edin). Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürlenenleri sevmez." İhsan sahibi olanlara Allah 'muhsin' diyor ve onları övüyor: "Kim, din yönünden iyilik edici (ihsan sahibi) olarak yüzünü Allah'a teslim edip dosdoğru İbrahim dinine tabi olan kimseden daha güzel olabilir? Allah, İbrahim'i dost edinmişti." “Kim Allah (cc)'a ibadetinde ve O'nun kullarına karşı ilişkilerinde güzel davranırsa, o kimse muhsindir (ihsan sahibidir).” Meşhur Cibril hadisinde Peygamberimiz ihsanı şöyle tanımlıyor: "Allah'a O'nu görüyormuşçasına ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan bile O seni görüyor." Burada bizzat Allah'ı görmek değil, Allah'ın sıfatlarını, Rabliğini ve azametini göz önünde bulundurmak kastediliyor. Mü'min, ibadetini ihsan üzere yapar; yani ibadetin amacına ve hikmetlerine uygun bir şekilde, en güzel şekilde yapar. Bu da Allah'ı görüyor gibi bir duygu içerisinde olmakla mümkündür. Bu duygu bir anlamda takva bilincidir. "İman edenler ve salih amellerde bulunanlar için ittika ettikleri, iman ettikleri ve salih amellerde bulundukları, sonra ittika ettikleri ve iman ettikleri ve sonra (yine) korkup sakındıkları ve ihsan ettikleri takdirde (yasaklanmadan önce) yedikleri dolayısıyla bir sorumluluk yoktur. Allah ihsanda bulunan muhsinleri sever." Âyetten anlaşılacağı gibi takvanın üçüncü aşaması ihsana kapı açmaktadır. Üçüncü mertebede takva, iyice giyilen ve vücudu her bakımdan koruyan elbiseye en ufak bir zarar verecek davranış ve sözden kaçınma hâliydi; şu hâlde, böyle bir elbiseyi giyen insanın her söz ve davranışı ilâhî hükümlere uygun düşeceğinden, o insan muhsin, hâli de ihsan olmuş olur. Gaflet perdesinin yerine takva elbisesini geçiren insan, maddî sınırları aşarak manevî, ruhî âlemde yaşar ve Allah'ı her yerde hisseder, O'nun gücünü her yerde görür; kendini görmese de sürekli O'nun huzurunda bulunduğu duygusuyla O'nu görüyormuşçasına davranır. Muhsinler (ihsan sahipleri), bütün işlerini Allah'ın razı olacağı şekilde güzel ve takvaya uygun yaparlar. Onlar, çirkin, bayağı, kötü, zararlı ve faydasız amellerden, faaliyetlerden uzaktırlar. Muhsin olanlar, insanlar içerisinde güzel davranışların, işleri güzel yapmanın sembolüdürler. "Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır; öyle ki, kötülükte bulunanları, yapmakta oldukları dolayısıyla cezalandırır, ihsan edenleri (güzel davranışta bulunanları) de daha güzeliyle ödüllendirir (onlara ihsan eder.) Ki onlar (muhsinler), ufak tefek günahlar dışında, günahın büyük olanlarından ve çirkin utanmazlıklardan (lememden) kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. Sizi topraktan inşa ederken ve siz annelerinizin karınlarında cenin halinde iken sizleri çok iyi bilen O'dur. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp durmayın. O, ittika edenleri (sakınıp korunanları) daha iyi bilendir." Takva kavramı, başka âyetlerde batılı bırakıp uzaklaşma anlamında kullanıldığı gibi, Allah (cc) rızasının şartı olan inanca uygun olumlu davranışı inançla birlikte yürütme şeklinde de kullanılmıştır. Şu âyetlere bir bakalım: "... Eğer iman eder ve ittika ederseniz (korkup sakınırsanız) sizin için büyük bir ecir vardır." "Kendilerine bir yara isabet ettikten sonra, Allah ve Rasûlünün çağrısına uyanlar, hele onlardan iyilik (ihsan) yapanlar ve ittika edenler (korkup sakınanlar) için büyük ecir vardır." "Eğer ihsanda bulunur (iyilik eder) ve korkup sakınırsanız, şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır." "Eğer (arayı) ıslah eder ve korkup sakınırsanız, bilin ki Allah şüphesiz bağışlayıcıdır, merhamet edicidir." Yukarıya aldığımız birinci âyette iman, ikinci ve üçüncü âyette ihsan, dördüncü âyette ise ıslah, tümüyle takvanın karşılığı olarak kullanılmıştır Takva kelimesi, terk ve uzaklaşma anlamını ifade ederken olumlu bir davranışı da belirtmektedir. Kur'an, insanın Allah katında iyi muamele görebilmesi için takva bilincini şart koşmakla birlikte, ona salih ameli de eklemektedir. Burada görüldüğü gibi salih amel, iman ve tasdikle, ihsan ve ıslahla sergilenebilmektedir. O hâlde takva sahibi muttaki, Allah katında değerli olabilmek için günahları, Kur'an'ın çirkin gördüğü davranışları ve batıl inanışları terk eden kimse demektir. Böyle bir kimse takvayla birlikte salih amele yönelir ve Allah'ın hidayetine uyar. Batıl inançları, Kur'an'ın çirkin dediği işleri ve kötülükleri terk etmek için, güçlü bir azime, keskin bir iradeye, devam eden bir sabıra ihtiyaç vardır. Takva ahlâkına sahip kimseler bu özellikleri taşırlar ve salih amel işlemeyi sürdürürler. Böylece onların bu çabalarının Allah katında bir değeri olur. İnsan, takvaya yaklaştıkça ve ittika anlayışıyla yaşadıkça 'ihsan' derecesine ulaşır. Allah da kendisinden hakkıyla ittika eden ve bu ihsan ahlâkına ulaşan 'muhsinlerle' beraberdir. "Şüphe yok ki Allah, ittika edenlerle (korkup sakınanlarla) ve muhsinlerle (iyi davrananlarla) beraberdir." "Allah (cc) ihsan eden (iyilikte bulunan ve güzel davranan) kullarını sever." İhsan eden muttakilerin makamı ise cennetteki pınar başlandır. "Şüphesiz muttaki olanlar, Rabblerinin kendilerine verdiğini alanlar olarak cennetlerde ve pınar başlarındadırlar. Çünkü onlar, bundan önce ihsanda (güzel davranışta) bulunanlardı." |
Takva Bilincinin Müşahhas Örnekleri
7- Sabır ve Takva İlişkisi: "Gerçek şu ki, kim ittika eder (korkup sakınır) ve sabrederse, şüphesiz Allah, muhsinlerin (iyilikte bulunanların) ecrini boşa çıkarmaz." Burada takva, sabır ve ihsan arasında kurulan ilişki dikkat çekmektedir. Takva sahibi olmak, aynı zamanda sabırlı olmayı da gerektirir. Her iki sıfata da sahip olanlar muhsinlerden (güzel davrananlardan) sayılır. İhsan eden muttakilerin yaptıkları iyilikler, ürettikleri güzellikler ise asla boşa gitmez. "(Birr), bir de zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin (tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar sadık olanlardır, muttaki olanlar da bunlardır. Kur'an, facialar, zorluklar ve felâketler karşısında sabır ile ruhları terbiye ediyor. Allah (cc)'ın her zorluktan sonra bir kolaylık yarattığına inanan bir Müslüman, zorluklar geçinceye kadar sabreder, dayanır ve tahammül eder. Bu tavır, her konuda Allah'a güvenmenin, O'nun rahmetinden ve yardımından ümit kesmemenin göstergesidir. Kur'an'ın tavsiye ettiği sabır ahlakıyla kuşanan muttakiler, insanlığın ıslahında, Allah'ın davetini onlara ulaştırmada, yeryüzüne adaleti hakim kılmadaki güçlükler karşısında sabrederler. Fakirlik ve yoksulluğa, kuvvetsizlik ve imkânsızlığa, yetersizlik ve azlığa, şartların uygun olmayışına ve sıkıntılara dayanırlar. Allah (cc) yolunda yorulma, görevleri yerine getirme ve dinin ölçülerine uyma konusundaki sabır ve dayanıklılık... Sabır, 'birr'i temsil eden sıfatlar arasında sayılıyor. Bu, birrin diğer sıfatlarını yerine getirmede son derece önemlidir ve muttakiler için bir makamdır. Müslüman olarak Rablerine karşı sadakat gösterenler böyle kimselerdir. Onlar imanlarına bağlılık gösterirler ve bu imanın pratik hayatta uygulanması için çaba harcarlar. Rablerinden korkup sakınanlar, O'na tam anlamıyla bağlananlar ve kulluk görevlerini büyük bir titizlikle yerine getirenler işte bunlardır. Kur'an şöyle diyor: "Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir kötülük isabet edince onunla sevinirler. Eğer sabreder ve ittika ederseniz, onların 'hileli düzenleri' size hiçbir şeyle zarar veremez. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır. |
Takva Bilincinin Müşahhas Örnekleri
8- İnfak ve Takva İlişkisi: "Allah'a ve Rasûlüne iman edin. Sizi kendileri hakkında halifeler kılıp harcama yetkisi verdiği şeylerden infak edin. Artık sizden kim iman edip infak ederse, onlar için büyük bir ecir vardır." Kur'an, insanlara iyilik yapmayı ve onlara güzel davranmayı emrettikten sonra Allah'ın büyüklük taslayıp kibirlenenleri sevmediğini söylüyor. İşte böyleleri cimrilik yaparlar, başkalarına da cimriliği emrederler ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri gizlerler. Burada dinin iki önemli temeli yer alıyor: Allah'ın emrine itaat ve O'nun kullarına merhamet etme. Allah'ın emrine itaat, huşu' (saygıyla eğilme) ve tevazu ile olur. Bu da takvanın aslıdır. Allah'ın kullarına merhamet ise ancak onlara ihsan etmekle mümkündür. Bu ikisi de namazın ve zekâtın gerçeğidir. Çünkü namaz, Allah için boyun eğmek, O'na tevazu göstermek, O'nun önünde kendini küçük görmektir. Bütün bunlar da övünmenin, kendini büyük görmenin zıddıdır. Zekât ise insanlara faydalı olma, onlara iyilikte bulunma amacını taşır. Bu da cimriliğin zıddıdır. Kur'an, başkalarına iyilik etmeyi, muhtaç olanlara gerekli şeyleri vermeyi takva ile beraber anıyor ve bu gibi davranışları övüyor. "Fakat kim verir ve ittika ederse ve en güzel olanı doğrularsa, biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız." Muttaki olanların en önemli özelliklerinden biri de mallarını Allah yolunda, bollukta ve darlıkta, gerekli yerlere infak etmeleridir. Kur'an birri tarif ederken onun, itikad esaslarını kabul ettikten sonra, malı seve seve yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara ve benzeri muhtaç kimselere vermek, sözde durmak ve her zaman sabredip kararlılık göstermek olduğunu söylüyor. Daha sonra da bütün bu amelleri yapanların sadık (doğru) ve takva sahibi kimseler olduğunu ilave ediyor. Mutakkiler, mallarını Allah yolunda seve seve harcarlar. İnfak, imanı bir görevdir ve takvanın sonucudur. Allah yolunda malını gerekli yerlere infak etmenin hedefi de şudur: Hırsın, cimriliğin, mal karşısındaki zaafın, kendini düşünmenin bencilliğinden kişiyi kurtarmaktır. Hırsa ve cimriliğe esir olanlar, mallarını infak etmekten sakınırlar. Takvanın öğrettiği infak ahlâkı ise, ruhu mal sevgisinden, dünyalıklara kul köle olmaktan azad eder. Burada söz konusu edilen şey, mal sevgisi üzerindeki ruhî değerlerdir. Takva sahibi kimse, mala olan sevgisine rağmen, onun üzerindeki sevgisini Allah için salıverir. Böylece insanın başını öne eğdiren hırs zilletinden onu kurtarıp özgürlüğe yükseltir. Kendi nefsinin aşırı tutkularının kölesi olanlar, başkalarının da, başka şeylerin de kölesi olabilirler. Kendi hevâlarına (istek ve tutkularına) sınır koyabilenler, dış hayatlarında da hürriyet içinde yaşayabilirler. İnfak ahlâkı, hem insandaki hırsı, cimriliği, yalnızca kendini düşünme anlayışını ortadan kaldırır, hem insanlara yüce bir duygu kazandırır, hem muhtaç insanların ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlar, hem de İslâm'ın toplumsal yardımlaşma hedefi gerçekleşmiş olur. |
Takva Bilincinin Müşahhas Örnekleri
9- Af ve Takva İlişkisi: Af ve bağışlama, meşru hakkından vazgeçme veya onu teberru etme, Kur'an'ın tavsiye ettiği bir davranıştır. Hakkı olduğu hâlde birşeyi almamak, ya da infak konusunda muhtaç olanlara fazlasıyla bağışta bulunmak, ya da kendisine kötülük edenden intikam almayıp bağışlamak, Allah'ın muttaki kulunu bağışlamasına sebep olacaktır. Kur'an, kararlaştırılmış bir mehire rağmen gerdek gerçekleşmeden boşanan kadınların mehrin yarısına sahip olacaklarını söylüyor ve şunu ilâve ediyor: "Sizin tümünü (veya fazlasını) bağışlamanız (af) takvaya daha yakındır..." Takva sahiplerinin bir özelliği de şudur: "Onlar, bollukta da darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlardaki (haklarından) bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah muhsinleri sever." Af, bağış, hoş görmek ve intikam duyguları taşımamak; bunların hepsi insanlar arasındaki ilişkileri güzelleştirir. Kalpler arasındaki yakınlaşmayı sağlar. Bunları yapabilenler de iyilik sahibi muhsinlerdir. Takva bilinciyle hareket edenler, Allah'ın affedici oluşunu örnek alırlar: "Bir hayrı açıklar ya da gizli tutarsanız veya bir kötülüğü bağışlarsanız, şüphesiz Allah, affedicidir, gücü yetendir." "Ey iman edenler, gerçek şu ki, sizin eşlerinizden ve çocuklarınızdan bir kısmı sizler için (birer) düşmandırlar. Şu hâlde onlardan sakının. Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah bağışlayandır, merhamet edendir." Kur'an Peygamberimize şöyle emrediyor: "Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslâm'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir." İnsanlarla ilişkilerde öncelikle hoşgörü ve kolaylık tarafı gözetilmeli. Nefislere zor gelecek, zorluk verecek şeyleri istememek, şiddet ve zorluk taraftarı olmamak gerekir. Ayrıca affedici olmak, eksiklere, kusurlara bakmamak takvaya daha uygundur. |
Takva Bilincinin Müşahhas Örnekleri
10- Sıdk ve Takva İlişkisi: 'Sıdk' sözlükte, yalanın (kizbin) zıddı olan doğruluktur. Söz vermede veya başka bir konuda doğru olmayı, kelâmın (sözün) bütün çeşitlerinde sözünde durmayı ifade eder. 'Sıdk', haber verilen ile saklanılan şey arasındaki uygunluk, kişinin içinin ve dışının aynı olmasıdır. Bu şartlardan birisi olmazsa, sıdk (doğruluk) gerçekleşmez. Kur'an, Peygamberlere ve Hz. Muhammed'e indirilmiş olan vahyi kabul etmeyi 'tasdik' (doğrulama), onu yalanlamayı da 'tekzib' (yalanlama) kelimeleriyle ifade ediyor. Bu anlamda İslâm'ı din olarak kabul eden kimseler, 'sadık' kişilerdir. Onlar, hem 'Elest Bezm'inde' verdikleri sözlerini yerine getirirler, hem doğru sözlü Peygamber'i tasdik ederler (doğrularlar), hem de gelen vahyin doğruluğuna dilleri ve kalpleriyle inanırlar, sözlerinde ve fiillerinde doğru olurlar. 'Sadık' kimse, sözünde duran kimsedir. Onun içi ve dışı birdir. Yalan söylemez, hile yapmaz, kimseyi aldatmaz, işini düzgün yapar. Gittiği yol doğru bir yol, özü (kalbi) ise 'sadık'tır. İçinde yalana, hileye, düşmanlığa, üçkağıtçılığa, fitneye ve münafıklığa (iki dinli olmaya) yer yoktur. Onun imanı sağlam olduğu gibi, sözü de doğrudur, işi de. 'Sıdk' sahibi olmaya 'sadâkat' denir. Sadık kimseler, aynı zamanda 'sadâkat' sahibi kimselerdir. Allah'a ve O'nun Rasûlüne hakkıyla iman edenler, Allah katında 'sıddîk'ler ile şehidlerdir. Sabredenler, sadık olanlar, kunut yapanlar (boyun bükerek ibadet edenler), muttaki olanlar, seherlerde Rablerine günahlarından dolayı istiğfar edenler, övülmeye lâyık insanlardır. Allah (cc), bütün insanları kendisinden korkup sakınmaya ve sadık kimseler ile beraber olmaya davet ediyor: "Ey iman edenler, Allah'tan ittika edin ve sadık kimselerle beraber olun." Allah (cc), dünyada iken sadık olanların, İslâm'ı, Kur'an'ı ve onu tebliğ eden Peygamber'i tasdik edip tam bir bağlılıkla ibadet edenlerin mükâfatını verecektir. 'Sıdk'tan uzak kalan iki yüzlü münafıkların hakkı ise azaptır. İman edenler, 'sıdk' sahibi sadıklardır. Onlar, Allah'ın katından gelen 'sadık' bir daveti 'tasdik' ettiler ve 'musaddık/doğrulayan, doğru kimse' oldular. Kur'an onları şöyle övüyor: "Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Rasûlüne iman ettiler, sonra hiç şüpheye düşmeden Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sâdık (doğru) olanların ta kendisidir." Allah'a ve Peygamberine her konuda itaat edenler, iyi insanlarla, Allah'ın kendilerine değer verdiği seçkinlerle beraberdirler. Arkadaşların en iyileri de onlardır: "Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sadık olanlar (doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdirler. Ne iyi arkadaştır onlar." Cafer-i Sâdık (r.a) şöyle diyor: "Şu dört huy kimde varsa, Allah (cc) onun ayağı günaha yakın olsa bile (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir: Sıdk (sözde ve amelde doğruluk), haya, güzel ahlâk ve Allah'ın nimetlerine şükür." Hz. Ali (r.a)'nin şöyle dediği rivayet olunuyor: "Peygamberler ancak doğru sözle (sıdkla) ve emanetleri yerine vermek görevi ile beraber gönderildiler." Peygamberimizin 'sıdk'la ilgili sözünü tekrar hatırlayalım: "Sıdk (doğruluk) kişiyi birre, birr ise insanı cennete götürür. Kişi doğruluğa devam eder ve sonunda sadıklardan (doğrulardan) olur..." Kur'an sözü doğru ve sağlam yapma konusunda da şöyle diyor: "Ey iman edenler, Allah'tan ittika edin ve sözü doğru olarak söyleyin. Ki O (Allah), amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse, artık o en büyük kurtuluşla kurtulmuştur... |
Takva Bilincinin Müşahhas Örnekleri
11- Takvaya Yakışan Davranış: Adalet Kur'an, Mekke'nin Fethi'nden sonra eski düşmanlarına karşı Müslümanları uyarıyor: "Ey iman edenler, adaletli şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutanlar olun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Âdil olun, o, takvaya daha yakındır. Allah'tan ittika edin (korkup sakının). Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır." Kur'an daha önce de Müslümanlara, onları Mescid-i Haram'dan alıkoyanlara öfkeleri sebebiyle saldırmayı yasaklamıştı. Bu âyette ise daha yüce bir anlayışı görüyoruz. Bu, nefse ağır gelse de başkalarına tecavüz etmeme emrinden daha ileri bir aşamayı, kin ve nefret duyulsa bile adaletli olmayı emrediyor. Bu önemli bir tavırdır, üstün bir prensiptir. 'Başkalarına tecavüz etmeyin' emri kolaydır. Çünkü bu, tecavüzden el çekmekle son bulan olumsuz bir fiildir. Ancak ikinci emir çok daha zordur. Çünkü o, kin ve nefret duyulanlara karşı bile adaleti ve doğruluğu öngörerek nefse ağır gelen işler yaptıran olumlu bir faaliyettir. "Allah'tan ittika edin. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır." İnsan ruhu, bu emre yapışıp Allah (cc) ile ilgi kurmadan, başka bütün amaçları bırakıp sadece O'nun rızası için çaba gösterme bilincine kavuşmadan, Allah korkusunu hissetmeden veya O'nun her şeyi bildiğine inanmadan böylesine yüce bir seviyeye ulaşamaz. Kur'an, ister Müslüman olsun, ister olmasın, ister yakın olsun, ister yabancı olsun, herkese adaletle davranılmasını kendisine inananlara emrediyor. Hatta bir toplumdan nefret edilse, arada bir düşmanlık ve husumet bulunsa bile adaletten ayrılmayı yasaklıyor. Bunu da takva bilincine bağlıyor. Böyle bir ahlâk, ancak Allah'ın rızası gözetilerek kazanılabilir. Kur'an, karşılıklı ilişkilerin sadece Allah rızası temeline dayandırılmasını istiyor. Allah'ın koyduğu ölçülere uyarak adaletle hareket eden, O'na itaat etmiş olur. Allah'a itaat etmek de takvânın gereğidir. Adaletin zıddı zulümdür. Yani eşyayı ait olduğu yere koymamak, insanların haklarını elinden almak ve günah işleyerek nefse yazık etmektir. Zulmedenler aynı zamanda Allah'a isyan içindedirler. Allah'a isyan edenler, takva bilincinden yoksun kalanlardır. Müslümanlar, İslâm'ın ölçülerine takva bilinciyle uyarak başkalarına ve kendi nefislerine zulmetmezler. Onlar, zalimlerin ilâhî cezayı hak ettiklerini bilirler. Takva aynı zamanda toplumsal ve kişisel dengenin de sebebidir. Muttaki, bu dengeyi kuran, ya da bu dengenin bozulmasından çekinen kimse demektir. Adalet, bu dengeyi sağlamanın, eşyayı ve haklan yerine koymanın adıdır. Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyarak davrananlar, insanlara ait haklara riayet ederler, eşyayı ait olmadığı yere koyarak, ya da yanlış yerde kullanarak zulme, israfa ve taşkınlığa sebep olmazlar. Takvaya yakışan davranış, dengeli olmak her konuda, herkese ve her şeye karşı adaletli olmak ve haktan ayrılmamaktır. |
Takva Bilincinin Müşahhas Örnekleri
12- Veli Olmanın Şartı: Takva 'Veli' kelimesinin kökü 'velâ'dır. Bunun masdarı da Velayet'tir. Velâ ve velayet, sözlükte, arada birşey bulunmadan bitişiklik, yanyana olma ve yaklaşma manasına gelir. Bu anlamdan hareketle 'velayet' kavramına, arkadaşlık, niyet, yer, zaman, din ve nisbette, yardımda, inançta tam bir yakınlık anlamları verilmektedir. 'Velayet', aynı zamanda bir işi yüklenme, emirlik, riyaset (yönetim ve yetki), yardım işini üzerine alma, destek olma demektir. Buna göre veli (çoğulu 'evliya'), dost, yardımcı, işi yüklenen, en yakın sorumlu, sırdaş, candan sevip destek olan anlamına gelir. Kur'an'da 'veli' sıfatı, insanlar, putlar, şeytan, tağut ve Allah (cc) hakkında kullanılmaktadır. Allah'ın güzel isimlerinden biri de 'el-Veliyy'dir. Bunun anlamı, yardım eden, insanların ve evrenin işlerini üzerine alan demektir. Kimileri bunu, 'seven ve yardım eden' şeklinde açıklamışlardır. 'Veli' kelimesi doğrudan doğruya sevgi anlamı taşımasa bile bu, veli olmanın gereği sayılır. Birine yardım etmek veya onun işini üzerine almak sevgi ile yakından ilgilidir. "Allah (cc), kullarını gözetir, (onlara) nimet verir. Dolayısıyla O, hamd edilmeye lâyık bir velidir (dosttur)." 'Velayet' gerçeğini anlamış olan iman sahibi kimse, gerçek ve değişmez 'veli' olarak Allah'ı tanır.Bu şuura eren bir mü'minin, Allah'ın dışındaki kimselerle kuracağı dostlukta hareket noktası, Allah'a ait velilik ölçüsüdür. Yani o, ancak Allah'a veli olanlarla velilik bağını kurar. "Sizin veliniz, ancak Allah, (O'nun) Rasûlü, rükû' ediciler olarak namaz kılan ve zekâtı veren mü'minlerdir." "Allah, mü'minlerin velisidir (dostu ve yardımcısıdır). Küfredenlerin velisi ise tağuttur." Allah (cc) mü'minlerin velisi olduğu gibi, mü'minler de Allah'ın velisidirler. Şüphesiz ki Allah (cc), hiçbir zaman kullarının yardımına, velayetine, ya da onların ilgisine muhtaç değildir. Buradaki veliliği, dost, seven, yakın olan manalarında anlamak daha uygun olur. Kur'an şöyle diyor: "Haberiniz olsun, Allah'ın velileri (evliyaullah) için korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir." Bu büyük müjdeye kavuşacak olan 'evliya/veliler' kimlerdir? Cevabı bu âyeti takip eden ikinci âyet veriyor: "Onlar iman edenler ve Allah'tan ittika edenler (O'na karşı sorumluluk bilinci duyanlar) dir. Müjde dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş budur." Yani Allah (cc), emirlerine itaat ederek kendisini veli edinenleri, onlara ikram ederek kendine veli edinir. Çünkü onlar, imanda bulunurlar ve Rablerine karşı sorumluluk bilinci ile hareket ederler. Amr b. As'ın (r.a) rivayetine göre Peygamberimiz (s.a.v) de şöyle buyurmuştur: "Falanca soydan olanlar benim evliyam (velilerim) değildir. Allah'ın velileri, ancak salih (Allah'a hakkıyla ibadet eden) mü'minlerdir." Peygamberimiz (s.a.v) yine bir başka hadisinde kendi velilerinin muttakiler olduğunu haber veriyor: "Benim velilerim ancak takva sahipleridir." Ölçü; iman ve takva. Kim hakkıyla iman eder, imanını şirk veya riya gibi şeylere bulaştırmazsa ve arkasından da salih amel işleyerek Kur'an'ın tanımladığı takvaya ulaşırsa, işte böyleleri Allah'ın velileridir. Kur'an, 'veli' kelimesini hem olumlu hem de olumsuz anlamda kullanmaktadır. Allah (cc), mü'minlerin velisi/dostu ve yardımcısıdır. Rabbimiz (cc), iman edip takva sahibi olan kullarını kendine 'veliler/evliyaullah' olarak seçiyor. Demek ki mü'minler için, sıradan bir veli olmak değil, Allah'ın velilerinden, evliyaullahtan olmak önemlidir. Mü'min, İslâm'a bütün benliği ile iman edendir. O, bütün bir hayatını takva üzere yaşamak durumundadır. İman, takvalı olmayı gerektirir. Buna göre, Allah'ın razı olduğu bütün muttaki mü'minler evliyadır, Allah'ın velisidirler. Allah (cc) da onların mevlâsıdır. Şu hadis konuyu biraz daha açıklıyor: Peygamberimiz'e, Allah'ın velileri kimlerdir, diye sorulmuş, O da şöyle demiştir: "Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır, zikredilir." Takva sahibi mü'minler, Hakk'ın canlı şahitleridir. Onlar, İslâm'ın güzelliklerini pratik hayatlarında gösterirler. Onlar İslâm'ı öylesine güzel yaşarlar ki, onlara bakıldığı zaman Rabbimiz'in ve O'nun verdiği nimetler hatırlanır. Görüldüğü gibi, veli veya evliyadan olmanın şartı, özel bir sınıftan olmak, ya da olağanüstü özelliklere sahip bulunmak değil, takvadır. Yani Allah'ın velileri, muttaki Müslümanlardır. Bilindiği gibi, İslâm'da ruhbanlık ve özel bir sınıf statüsü olmadığı gibi kimsenin de Allah katında bir imtiyazı (ayrıcalığı) yoktur. Üstünlük, derece ve sevap kazanma ölçüsü yalnızca takvadır. Kimin ne kadar takvalı olduğunu da sadece Allah (cc) bilir.. |
Takva Bilincinin Müşahhas Örnekleri
13- Tebliğ: Takva Önderi Olmak Tebliğ, bir anlamda insanlara takvayı haber vermektir. Allah'a karşı sorumluluk bilinci ile hareket etmenin tadını, faydasını, sonuçlarını diğer insanlarla paylaşmak, onları iyiliğe, güzelliğe, mutluluğa çağırmaktır. Müslüman, aynı zamanda dinin tebliğcisidir. O, İslâm'ı elinden geldiği kadar yaşar, kendi hayatında İslâm'ın insanlara öğrettiği güzelliklere ulaşır, sonra yaşayışla diğer insanlara örnek olur. Başkaları, onun yaşantısında İslâm'ın davet ettiği üstünlükleri ve iyi hâlleri görürler. Allah'a karşı sorumluluk bilinci ile hareket edenler, takva bilincini sadece kendileri için istemezler. Onlar, diğer insanların da bu bilince ulaşarak takva yolunda ilerlemelerini, dünya ve ahiret kurtuluşunu kazanmalarını, dinde onların da kendilerine kardeş ve veli olmalarını arzu ederler. Bunun için İslâm'ı tebliğ ederler, öğüt verirler, nasihatte bulunurlar. Ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Onlar, kendileri takva bilincine ulaştıkları gibi, aynı bilinç ile hareket eden muttakilere imam (önder) olmak üzere dua ederler. Kendileri gibi takva bilincini kuşanmış kişiler yetiştirmek ve onların çoğunlukta olduğu toplumlar oluşturmak amacını taşırlar. Bu, şüphesiz onlar için şerefli bir görev ve ulvî bir amaçtır. Muttakilerin, Allah'ın âyetleriyle alay eden inkarcılara karşı tavırları da bu amaca yöneliktir: "İmdi, mesajlarımız hakkında ileri geri konuşan kimselere rastladığın zaman, bu kimseler başka konulara geçinceye kadar onlardan uzak dur ve eğer şeytan sana (yapman gerekeni) unutturursa, hiç değilse, hatırladıktan sonra, artık açıkça zulmeden böyle bir topluluğun içinde yer alma; çünkü Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar, onlardan hiçbir şekilde mesul değillerdir. Böyleleri, sadece (günahkârlara) nasihatta bulunmakla yükümlüdürler; belki böylece berikiler ittika ederler." Muttakiler, günahkârların hatalarından sorumlu değildirler. Onların görevi, gerekirse bir hatırlatma, bir öğüt vermedir. Mü'minler, Allah'ın âyetlerine dil uzatan inkarcıların yanında bulunmak zorunda kalırlarsa, kendileri inkâr, küfür ve günahlardan korkup sakınırlarsa, onların hatalarından sorumlu olmazlar. Ancak onların yaptıklarının doğru olmadığını uygun bir dille anlatmaları gerekir. Belki onlar da Allah'tan ittika etmeyi öğrenirler... |
Takva Bilincinin Müşahhas Örnekleri
14- Takıyye: 'Takıyye', 'takva' kelimesinden türemiş, onunla ilgili bir korunma ve sakınma ahlâkıdır. Canı, malı, ırzı, dini düşmanın zararından korumak için ondan sakınmak demektir. 'Takıyye', güçlü olan bir düşmandan gelecek tehlikeden, her türlü üstün değerleri korumak için başvurulan bir tedbirdir. Değerleri ciddî anlamda tehdit altında ve tehlike karşısında olan bir Müslüman, bunlardan kurtulmak ve zarara uğramamak için imanını ve durumunu gizleyebilir. Kur'an buna izin vermektedir. Böyle bir 'takıyye', takvanın gereklerindendir. 'Takıyye' de, takva gibi kişinin kendini ve bağlı olduğu Müslüman toplumu elem ve zarar verecek şeylerden koruyup sakınması demektir. Peygamberimiz (s.a.v)'in, Mekke hayatında müşriklerin işkencelerine uğrayan bazı sahabelere 'takıyye' izni verdiğini biliyoruz. Bunun en canlı örneği, müşrikler tarafından gözünün önünde babası ve annesi öldürülen Ammar ibni Yasir'dir. Yapılan işkencelere dayanamayan Ammar (r.a), müşriklerin istediği sözleri söyler ve ölümden kurtulur. Sonra ağlayarak Peygamberimiz (s.a.v)’e gelir, O'nun hakkında kötü konuştuğunu ve onların ilâhlarını övdüğünü söyler. Peygamberimiz (s.a.v) ona şöyle sorar: "Peki o anda kalbinde ne hissettin?" O da kalbinin imanla dopdolu olduğunu söyleyince, Peygamberimiz (s.a.v), aynı durumla karşılaştığı zaman yine öyle yapmasını tavsiye eder. Şu âyet bu durumu desteklemektedir: "Kim imanından sonra Allah'a (karşı) küfre sapıp da kalbi imanla tatmin olduğu hâlde baskı altında zorlanan hariç-küfre göğsünü açarsa, işte onların üstünde Allah'tan bir gazap vardır ve büyük azap onlarındır. 'Takıyye'ye izin veren âyetin sonunda bir uyarıya yer verilmektedir. Her ne kadar gerektiği yerde 'takıyye' ruhsatına başvurulsa da, asıl ittika edilmesi, kendisinden çekinilmesi gereken Allah'tır. İlginçtir, aynı kökten gelen 'takıyye' ve 'takva' yanyana kullanılıyor. "Mü'minler, mü'minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesin ve bunu her kim yaparsa Allah'tan ilişiği kesilmiş olur. Ancak onlardan bir korunma (takıyye) yapmanız başka. Bununla beraber, Allah sizi kendisinden sakınmanız hususunda uyarıyor. Gidiş, sonunda Allah'adır." 'Takıyye' sadece bir ruhsattır. Yukarıda söz konusu edilen durumlarda ona başvurabilir. Ancak diğer âyetlere baktığımız zaman Kur'an'ın, kuvvetli ve düşmanlara karşı hazırlıklı olmayı, cihad etmeyi, Allah yolunda canı ve malı harcamayı teşvik ettiğini, mü'minlerin önceki Müslümanlar gibi imtihan edileceklerini söylediğini görmekteyiz. 'Takıyye' ruhsatı, hiçbir zaman bir çıkar, maddî bir karşılık veya makam için iki yüzlü davranmak, kıvırmak, ciddiyetsiz ve ilkesiz olmak anlamına gelmez. O, Müslümanlara karşı kullanılan bir aldatma silahı değil, hasımlardan gelebilecek bir tehlikeye karşı takva bilinci ile sakınma ruhsatıdır... |
Takva Bilincinin Müşahhas Örnekleri
15- Takva Bilinciyle Gerçekleşenler: İman, İbadet, İhsan Kişi, inanılması gerekli olan esaslara iman eder. Böylece ibadetin gereğini yapar. Çünkü ibadetin başlangıcı Allah'a Rab olarak inanmak ve O'ndan gelen hükümleri itiraz etmeksizin benimsemektir. Allah'ı ve O'ndan gelenleri şüphe etmeksizin kabul etmenin anlamı, onların doğru olduğuna inanmak ve onlara uymaya söz vermektir. İman esaslarını pratik hâle getirmek, ahlâk edinmek, emredilenleri yapmak, yasaklananları yapmamak ibadettir. İnsan bu anlayışla Rabbine ibadete devam ettikçe takvaya ulaşır. Takva bilinci, insanı Allah'ın teklifleri karşısında dikkatli yapar. Bu dikkatle hareket eden mü'min, kulluğunu eksiksiz yapmaya çalışır. "Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki ittika edebilesiniz (korkup sakmabilesiniz)." "Bunlar, Allah'a ve Ahiret Günü'ne iman eder, ma'ruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. Onlar hayırdan her ne yaparlarsa elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah muttakileri bilendir." Kur'an, insanları muttakiler için hazırlanan cennete davet ettikten sonra, onların darlıkta ve bollukta infak ettiklerini, öfkelerine sahip olduklarını, insanları affedebildiklerini söylüyor ve Allah'ın muhsinleri (iyi, güzel davranışta bulunanları) sevdiğini ekliyor. İnfak etmek, öfkeye kapılmamak, insanlara güzel davranmak, iyilik yapmak; bütün bunlar ibadettir. Allah'ın salih amel işleyenlere cenneti hazırladığına inanan Müslümanlar, takva bilinci ile kulluk yaparlar ve ihsan ahlâkı ile davranırlar. "Şüphesiz muttaki olanlar, cennetlerde ve pınarlardadır; Rablerinin kendilerine verdiğini alanlar olarak. Çünkü onlar, bundan önce ihsanda (güzel davranışlarda) bulunanlardı." Hem davranışları güzeldi, hem de işlerini ihsan anlayışı ile yaparlardı. Bundan dolayı da ilâhî ödülü hak ederler. Bu ödülleri, sevinerek, yüzlerinde aydınlıklar olduğu hâlde alırlar. Takva bilinci, onların bu imanını güçlendirir. İbadetlerini hakkıyla yerine getirerek ihsan derecesine ulaşmalarını ve birbirine bağlı olan iman, ibadet ve ihsan faaliyetini gerçekleştirmelerini sağlar. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.