![]() |
Sevgiyi Sevmek
Bir güzelliktir hayat, bir sevinç ve sevimliliktir yaşamak. Sevmek önemli, sevilmek de önemli, ama sevindirmek daha önemli olmalı. Bir insanın hak ettiği tek şey varsa, o da sevgi. İnsan olduğu için sevmek insanı. Sevdiğinizi ona söylemeniz. Onun da sevildiğini bilmesi. Sevilmeye layık bir varlık olduğunu fark etmesi ne kadar güzel bir şey. Yeryüzüne inen en güzel nimet, insana verilen en hayatî duygu, paylaşıldıkça artan en bereketli lezzettir sevgi. Sevgi, bu koca âlemin, bu sevimli dünyanın tek varlık sebebi, tek yaratılış sebebi: Âlemin mayası, ışığı, nuru ve hayatı. Yüce Yaratıcı sevgiyle yaratmış kâinatı, sevmiş de var et¬miş her şeyi, sevgiyi yerleştirmiş her şeyin özüne, yüzüne ve gözüne. Güneş nasıl ışık verir, ısıtır ve parlatır her varlığı, yaratılışında bu maya olmasa? Cansız bulut nereden bilir yağmura muhtaç olan toprağı, ağacı, insanı, bulutça bir sevgi taşımasa? İncir ağacı çamur içinde yaşadığı halde nasıl olur da süt verir yavrusu olan meyvesine, bu öz ona verilmeseydi? Koca aslan kimden öğrenmiş yavrusuna sütüyle birlikte esirgemediği o sevgi nimetini. Gerçekten biz insanlar nasıl yaşardık sevgi yaratılmasaydı, böyle bir duygu içimize konmasaydı, böyle bir hisle tanışmasaydık? Kendisini bize sevgisiyle tanıtan Yüce Allah, âlemi onun hürmetine yarattığı o güzel insana “Habibim” demiş. “Sevdiğim, sevgilim, en sevgili” anlamına. O da herkese sevgiyi aşılamış, sevgiyi öğretmiş, sevgiyi yaşatmış, sevgi dilini ders vermiş hayatı boyu... Sevgi dili kadar konuşulan bir başka dil var mı dünyada? Herkesin, her varlığın bildiği en rahat dil. Herkesin anladığı en kolay dil. Herkesin konuştuğu en güzel dil. Bebek de anlar bu dili, dede de yaşar bu dille. Çiçek de bilir bu dili, kelebek de konuşur bu dilden...Anadolu’muzda, bağrımızda açan çiçekler yaymış bu dili gönüllere, gönüllülere, gönül ehline, gönüllerince, gönülden, hasbî olarak... “Bu toprağa sevgi tohumundan başka bir tohum saçmadık” demiş Hazret-i Mevlânâ... “Ben gelmedim dâvi için “Benim işim sevi için “Dostun evi gönüllerdir “Gönüller yapmaya geldim” dizeleriyle mısralaştırmış Yunus’umuz bu ruhu... Bu güzel insanlar asırlar boyu yaşamışlar, yaşatmışlar; sevmişler her varlığı, sevilmişler devamlı...Sevgiyi gülücük şekline getirmiş neşe kaynağımız, sevgi elçimiz, sevimli Akşehirli Nasrettin Hocamız. Onu adını duyar duymaz, bir kitapta görür görmez neden içimiz aydınlanır birden bire? Gülücükler tomurcuklanır yüzümüz- de, sevgi yaşları akar gözümüzden... Mevlânâ’ya, Yunus’a, Nasrettin Hoca’ya bütün bir dünya sahip çıkmış benimseyerek, kendilerin- den bilerek, sahiplenerek. Bu sevgi güzellerinin kitaplarının, şiirlerinin, fıkralarının çevrilmediği bir dünya dili kalmamış neredeyse? Dünyaya, âlemin her yerine sevgiyi aşıladık, sevgiyi ulaştırdık, sevgiyi gönderdik, sevgiyi öğrettik, ama her nedense kendimizden biraz esirgedik, birbirimizden kıskandık, açığa vurma- dık, ketûm kaldık. Aslına bakarsanız, sevgi bütün yönleriyle işlenmiş içimize, ruhumuza, benliğimize, hislerimize nakış nakış…Öncelikle en yakınları- mıza, eşimize, gözbebeğimiz yavrularımıza, anne-babamıza ve akrabalarımıza cömertçe sunmalı sevgi çiçeklerini demet demet...Dostlarımıza, arkadaşlarımıza, çevremize, ülkemize, insanlığa ve bütün varlıklara kısmadan, kıskanmadan, kıskandırmadan, bolca ve fazlaca vermeli, karşılık beklemeden, beklenti içine girmeden hiçbir şekilde. Yapabildiğimiz kadarıyla…Sırf bunun için, sevgi fedakârı olmalı, husumete, kine, nefrete vakit bırakmamalı. İçimizdeki düşmanlık duygusu mu önde, sevgi duygusu mu? Kalbimizde nefret duygusu mu hâkim, yoksa muhabbet duygusu mu? Bir insanla karşılaştığımızda onda hoşumuza gitmeyen şeyler mi gözümüze çarpıyor, yoksa hoşumuza giden tarafları mı? Bir din kardeşimizi gördüğümüz zaman onun eksikleri mi dikkatimizi çekiyor, yoksa iyi ve güzel tarafları mı? Dargın olduğumuz birisiyle en kısa zamanda barışmak mı içimizden geçiyor, yoksa o can sıkıcı hali devam ettirmek mi? Her ne olursa olsun barış taraftarı mıyız, yoksa hep barışın karşısında mı yer alıyoruz? Eğer sevgi, bütün geçerli sebepleriyle birlikte gerçek anlamda bir kalpte bulunsa o zaman düşmanlık geri planda kalır ve acıma şekline bürünür. Buna göre sevdiğimiz bir insanın kötü yönleri, hoşumuza gitmeyen tarafları varsa, ona acırız. Baskıyla değil, tatlı bir yaklaşımla düzeltme- sine çalışırız. Sevdiğimiz bir insanın hoşumuza gitmeyen bir huyundan dolayı ona tavır almazsak, bir an önce bu davranışını düzeltmesini arzu ederiz. Düzeltemese de ondan nefret etme yerine onun adına acır, üzülürüz. Bu durum içimizdeki sevginin hep ön planda olduğunun alametidir. Fakat düşmanlık edecek ve nefret duyacak sebepler kalbimizde gerçek anlamda bulunuyorsa, bu durumda sevgi geri plana düşer, resmi ve yapmacık bir kılıfa bürünür. Bu da çift kişilikli bir tavrı ortaya çıkarır. Mesela karşı taraftaki adamdan nefret ediyor, mümkün olsa hiç görüşmek istemiyor, fakat birlikte bulunmak zorunda isek veya ona hep ihtiyacımız olacaksa, bu durumda davranışlarımız hep yüzeysel kalır, resmi bir havada yürür. Düşmanlık duygusu öne çıkan, barışa yanaş- mayan ve geçinmeden ziyade geçimsiz tavırlar sergileyen bir insan zaten her şeyden önce kendi kendini yiyip bitirir. Çünkü o kişi aklına geldikçe, onunla arasında geçen olayı hatırladıkça içi daralır, canı sıkılır, morali bozulur, stres içine girer. Çare, “düşmanlığa düşmanlık etmek, sevgiyi sevmektir.” Yani içimizde var olan düşmanlık duygusuna karşı düşmanlık etmeli, hayata düşman ca değil, dostça ve kardeşçe bakmalıdır. İçimizde sevginin yeşermesi için de her şeyden önce “sevgiyi sevmeli”, sevgi duygusunu sevmeli, seven, sevilen ve sevimli bir insan olmalıdır. Bu zor gibi görünen, gerçekten de zor olan bu işi büyükler çözmeye çalışmışlar. Bir gün Hazret-i Mevlânâ’nın huzuruna birbirlerine dargın iki kişi getirirler. Mevlânâ onlara bir an önce barışmalarını söyler ve şu örneği verir: “Allah, bazı insanları su gibi lâtif, mütevazı, daima aşağıya doğru akan ve yumuşak huylu yarattı, bazılarını da toprak ve taş gibi sert mizaçlı olarak yarattı. “Su, toprağa karışır, meyvelerin büyümesi- ni, canlıların hayatlarını devam ettirmelerini sağlar. Böylece o sulardan ruhlara ve bedenlere gıda temin edilip, menfaat sağlanır. “Su toprağa gitmezse, topraktan da, sudan da layıkıyla istifade edilmez. “Ey Nureddin! Bu arkadaşın toprak hükmünde olup, yerinden kalkmaz ve barışmazsa, sen su gibi tevazu üzere ol ve onunla anlaş. “Herkes bilir ki, iki küs olan kimseden hangisi öbüründen önce davranırsa, Cennete ötekinden önce girecektir. Daha çok sevap kazanacaktır. Dolayısıyla, bu barıştan her ikiniz de istifade etmiş olacaksınız” buyurdu. Biraz sonra her iki kişi de barıştılar. Kur’ân diyor ki: “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğe, iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir.” (Fussilet Suresi, 34) Mehmet PAKSU |
Sevgiyi Sevmek
Sevdiğimiz bir insanın hoşumuza gitmeyen bir huyundan dolayı ona tavır almazsak, bir an önce bu davranışını düzeltmesini arzu ederiz. Düzeltemese de ondan nefret etme yerine onun adına acır, üzülürüz. Bu durum içimizdeki sevginin hep ön planda olduğunun alametidir. Fakat düşmanlık edecek ve nefret duyacak sebepler kalbimizde gerçek anlamda bulunuyorsa, bu durumda sevgi geri plana düşer, resmi ve yapmacık bir kılıfa bürünür. Bu da çift kişilikli bir tavrı ortaya çıkarır. Rabbim razı olsun sizden. =). |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.