![]() |
Hz.Ömer'in (Ra) Müşavere Yapması Ve Yönetim Tarzı
Hz.Ömer'in (ra)En Hayırlı Çözümlere Varabilmek İçin Müşavere Yapması ve yönetim tarzı Eleştiri icraatın tedavisidir. Çünkü hedefi, hataları keşfetmek, tekrarlanmasını engellemek ve doğacak sonuçlara karşı önceden tedbir almaktır. İlham sahibi hâkim, görüşünün isabetine ne kadar inanırsa inansın, tek başına karar almayan kişidir. Resulullah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Hiçbir diktatör, şahsî görüşüyle kurtuluşu bulamadığı gibi, hiç kimse de şûra sebebiyle helak olmaz." İstişare bütünüyle hayır ve berekettir. Şayet hâkimin görüşü doğru olup istişare eder ve halk görüşünü benimserse, bu durum hâkimin mevkisini destekler, halkta idareye ortak olduklarına dair şuur doğar, kararların onların iradelerinden doğduğuna inanır, zorla ve kaba kuvvetle değil, kendi rızasıyla itaat eder. Bu kararların neticeye varması için işbirliği yapar, destekte bulunur. Bunun aksine olarak, alınan bu kararlar zor kullanmak suretiyle uygulanırsa, halkı ihmalkârlığa, vurdumduymazlığa ve menfi hareketlere sevkeder. İşin bazı yönleri hâkim tarafından açık ve seçik bir şekilde bilinmediği takdirde halkla istişare yaparak doğru seçimi gerçekleştirirse, bu hem hâkime hem de halka hayır ve bereket getirir. İşlendikten sonra hataların sebeplerini aramaktansa, daha önceden tedbir almak en isabetli olanıdır. Vecize şöyle demektedir: "Önceden alınan tedbir, tedaviden daha hayırlıdır." Mes'ele böyle olunca diyebiliriz ki, bugün "Demokratik idare" adıyla bilinen terim, bahsettiğimiz anlamdan daha fazla bir şey ifade etmez. Güçlü ve ilham sahibi hâkim, bahsettiğimiz gerçeği tabiatıyla idrak eder. Çünkü şuurlu hüküm mantık üzerine kurulur. Mantık ise ilâhi bir bağış olup kamil insanda bulunur. Ömer b. Hattab gerek veraseten gelen gerekse sonradan kazandığı birtakım sıfatlarla bahsettiğimiz manaların hepsine ve kâmil manada sahipti. Sire kitaplarının rivayetine göre, Müslümanlarla istişare yapmadan hiçbir işe başlamazdı. Biz bu türlü müşavereyi arzettiysek de bu, şer'i hükmün herhangi bir hususta keşfedilmesiydi ki, ancak devletin yasama organı aktivitesi sahasına girmesiyle mümkündür. Ama bu alanda kastettiğimiz yürütme organının aktivitesiyle ilgilidir. Kanunî hükmün açık ve seçildiği, hâkimin farklı çözümleri takdim eden görüşlerle karşı karşıya kalmasına engel değildir. Çünkü bu görüşlerin her biri kendi zatında kanunidir (şer'idir). Hükmün üstün sıfatı, bu kanunî çözümlerin en iyisini ve durumun en münasibini ve en uygununu seçmekte gizlenmektedir. Çağdaş idare hukuku kitapları, bunu hakime bırakır, kamu hizmetlerinin çıkarları doğrultusunda hakimin takdiri konusunda ittifak ederler. Bu sebeple adlî makamların "otoriteyi kötüye kullanma teorisi" dışında hâkimin bu yöndeki çalışmalarını kontrol etmeye hakları yoktur. [88] Özellikle bu aktivite hâkimi en büyük hataya iter. Çünkü münasip ve sağlam karar, bütün özel şartların objektif kapsamından sonra çıkarmakla ancak mümkün olur. Şayet hâkim, yardımcılarının bu konudaki görüşleriyle yetinirse, onlar ellerindeki bilgilerle istedikleri şekilde konuşurlar, işin diğer yüzünü ondan saklarlar. Bu sebeple ilham sahibi hakime düşen şey, kendisini saran dar çevrenin dışına çıkmasıdır. Ancak böyle yaptığı zaman, sağlıklı bilgiyi, kamu menfaatlerini hedef alan halk kitlesinden elde edebilir. Bu konuda Ömer (r.a.)'in meşhur çağrısı şöyledir: "Ey insanlar! Benimle istişare edin!" Şayet herhangi birinin kendi görüşüyle yetinmesi gerekseydi, onun kendi görüşüyle yetinmesi gerekirdi. Çünkü Resulullah (s.a.v.)'ın sahabileri için de onun vardığı ferasetin derecesine hiçbiri varamadı. Buna rağmen devlet işleriyle ilgili olarak Müslümanların her kesimiyle istişare yapıyordu. Muhtelif görüşlerin içyüzü ortaya çıkınca, kendi yeteneğiyle sağlam çözümü seçiyordu. Devletin çeşitli problemleri olmasına rağmen onun bu hususta çıkardığı kararların çoğu, doğru ve etkiliydi. Bu durum başka herhangi bir hâkimin onun ulaştığı seviyeye ulaşamadığını gösterir. Tartışmaya sebep teşkil eden kararlardan biri de Halid b. Velid'i azletmesidir. Bununla beraber bu karan destekleyenler, eleştirenlerden daha çoktu. Bu konuyu bu eserimizin başka bir bölümünde tartışacağız. Eğer Ömer (r.a.) kendi görüşleriyle yetinip halkın fikrini nazar-ı dikkate almasaydı, münasip olmayan kararların ortaya çıkmasına vesile olabilirdi. İstişare sonucu alman kararların en büyüğü ve ilki önemli bir prensibe bağlı olup daha sonra töreye (taklide) dönüştü. Bu da şuydu: Halife eski krallar ve emirler gibi, düşmanla savaşmak için ordunun başında mı bulunacak yoksa devletin başkenti olan Medine'de mi kalacaktı, ordular savaş meydanına birbirlerini takip ederek mi savaş meydanına gideceklerdi. Birinci halife devrinde ilham sahibi komutan Halid b. Velid'in komutası altında İslâm ordularının kazandığı Irak'taki ilk zaferler, Halid b. Velid'in daha sonra Şam'daki İslâm ordularına yardım için gitmesi Farsların (İranlıların) yeniden nefes almalarına sebep oldu. Dolayısıyla bu konu Irak'taki İslâm orduları için kritik bir konuydu. Yezdicerd asker topluyor, Kufe ve çevresindeki halkın Müslümanlara olan nefreti artıyordu. Bunun üzerine komutan el Müsenna b. Harise (r.a.) halifeden acele yardım istedi. Ömer (r.a.) yardım emrini valilerine şu şekilde yazdı: Silaha, ata ve yardıma sahip bulunan ve görüş sahibi olan hiç kimseyi seçim yapmadan (savaşa katılıp katılmayı isteyip istemediğini sormadan) bana yollamayın ve çok acele yardım gönderin. (Yardımı yapıp yapmakta kişinin arzusuna göre davranın). Çağırıp seçim hakkını sormadan hemen bana göndermeyin. Çok acele yardım gönderin. Birkaç bin asker toplanınca "Sırar" diye bilinen bir suyun kenarında kamp kurdu. Kendisinin ordunun başına geçerek Irak'a mı gideceğini yoksa Medine'de kalıp ordunun başına geçmesi için başka birine mi emir vereceğini kimse bilmiyordu. Osman (r.a.) kendisine şöyle sordu: “Senin istediğin nedir?” Ömer (r.a.) halkı cemaatla namaza çağırdı. Halk toplanınca durumu kendilerine açıkladı. Halk kendisine: “Sen önümüzde bulun, bizler de sana tabi olarak savaşa gidelim,” diye görüşünü belirtti. Ömer onların görüşlerini kabul etti ve kendilerine dedi ki: “Hazırlanın, bütün teçhizatlarınız hazır olsun. Bu görüşten daha ilerisi olmadığı sürece ben komutan olarak geleceğim.” Daha sonra rey ehline haber gönderdi. Peygamber Aleyhisselâm'ın sahabilerini ve Arapların allâmelerini bir araya topladı ve kendilerine şöyle seslendi: “Bana görüşünüzü açıklayın, ben savaşa komutan olarak gidiyorum.” Toplantı sonucu oy birliğiyle, Resulullah'ın sahabilerinden birinin komutan olarak gönderilmesine, kendisinin ise Medine'de kalıp asker temin etmesine karar verildi. Buna kim fetih yapmak islerse onların istediği kişi olur. Aksi takdirde onun geri alınıp yerine başka birine yetki verilmesi gerekir. Bu durum düşmanı daha fazla sinirlendireceği gibi, Müslümanları rahatlatır ve kısa bir süre içinde Allah'ın zaferi kısmet olur. Abdurrahman b. Avf (r.a.) ayağa kalkarak bu görüşü teyit elti. Ömer cemaatle namaz kılmak için halkı topladı. Ayağa kalkarak şunları söyledi: “Allah, Müslümanları İslâm için bir araya getirdi. Onların kalblerini birleştirerek kardeş yaptı. Müslümanlar kendi aralarında bir vücut gibidirler. Birine birşey olursa hepsine olmuş gibidir.[89]Müslümanların idaresini üzerine alan kimselerin istişare yapması, halkın da istişare sonucuna razı olması gerekir. Ey insanlar! Rey sahipleri, beni sizden ayırıncaya kadar ben herhangi biriniz gibiyim. Bu sebeple burada kalıp, yerime başka birini göndermeyi münasip gördüm. Ben bu durumu sizlere ilettim. İsteyen savaşa gider, isteyen döner. Ömer b. Hattab bu hareketiyle çağdaş dünyada uygulanan bir hatt-ı hareketin temelini atmıştır. O da ister kral olsun ister cumhurbaşkanı, devlet başkanının ordu komutanlığını fiilen üstlenemeyeceği, bu işte profesyonel olan birine görevi terk edeceği prensibidir. Devlet başkanının asıl görevi, devletin yüksek politikasını belirlemesi, gerektiği zaman seferberlik ilân etmesidir. Basiretli istişare sonunda bu kaide ortaya çıkmamış olsaydı, bu kısa müddet zarfında Ömer (r.a.) Asya ve Afrika'ya bütün bu orduları gönderemeyecek, mucize sayılan zaferler gerçekleşmeyecekti. Ömer (r.a.) valilerin ve komutanların seçilmesinde halk ile istişarede bulunurdu. İstişare sonucu ortaya çıkan isabetli hareketin yardımıyla sahibi olduğu mevkiyi hakkıyla kullanacak kişide aranan özellikler ortaya çıkardı. Bu hususta tarihî rivayetlerin bazıları aşağıdadır: Ömer (r.a.) Irak orduları için bir komutan seçmek istedi ve halka şöyle seslendi: “Bu savaşa komuta etmesi için birini seçmemde benimle istişare ediniz. Ve bu komutan Iraklı olsun.” Halk kendisine verdiği cevapta şöyle dedi: “Sen bizden daha faziletli bir görüşe, daha iyi bir güce sahipsin. Askerini tanıma konusunda bizden daha basiretlisin. Irak halkı ve askeri sana geldi, onları denedin ve gördün.” Ömer (r.a.) şöyle konuştu: “Vallahi onların sorumluluklarını öyle birine yükleyeceğim ki, o, en güçlülerin ilk grubunda olan Numan b. Mukarrin'dir.” Halk "O, tam o işe göredir" cevabını verdi. Bir defasında Ömer (r.a.) arkadaşlarına sordu: “Bana bir adam gösterin ki, ona benim için önemli olan bir iş vereyim.” Onlar "falanca" dediler. Ömer (r.a.) "Ona ihtiyacım yok" cevabını verdi. Onlar "Kimi istiyorsunuz?" deyince Ömer (r.a.) şu cevabı verir: “Öyle birini istiyorum ki eğer halkının arasında emir değilse fiilen onların emiriymiş gibi hareket etsin. Eğer emirleri olarak başlarında bulunuyorsa, onlardan biriymiş gibi kendilerine davransın.” Bunun üzerine onlar şu cevabı verirler: “Bu sıfata ancak er-Rebi' b. Ziyad el-Haris'i lâyık görebiliriz.” Ömer (r.a.) "Doğru söylediniz" dedi ve sözünü ettiği görevi ona verdi. Ömer (r.a.) halka Irak ordusuna kimin tayin edilmesi gerektiğini istişare ediyordu. Onlar adayların isimlerini sayarlarken Sa'd b. Ebi Vakkas'dan Ömer (r.a.)'e mektup geldi. Mektubunda basiretli görüşe sahip yardımcı bin atlının seçilip gönderilmesini işlemişti. Halk mektupta yazılanları duydu. Ömer ise kimin komutan tayin edileceğini soruyordu. Etrafındaki halk kendisine cevap verdi: “Kişiyi buldunuz.” Ömer (r.a.) "Kim?" diye sorunca dediler ki: “Arslan pençeli olan Sa'd b. Malik'dir.” Ömer (r.a.) bu görüşü benimsedi. Kendisini getirtip Irak savaşı için komuta görevi verdi. Irak onun eliyle fethedildi. Bu hareket istişarenin lüzumunu açıkça ortaya koymaktadır [90] Küfe halkı Ömer (r.a.)'e gelip Sa'd b. Ebi Vakkas'ı şikâyet ettiler. Ömer (r.a.) dedi ki: “Küfe halkından kim bana mazeret gösterebilir? Kendilerine Allah'tan korkan mutteki birini gönderdiğim zaman onu etkisiz hale getirirler. Kuvvetli birini kendilerine vali olarak tayin ettiğim zaman ise, onu yoldan saptırırlar.”Mugîre b. Şu'be dedi ki: “Ey mü'minlerin emiri! Zayıf olan muttakinin takvası ona, zayıflığı sana; güçlü ve yoldan sapmışın kuvveti sana, yoldan sapması da ona olsun.” Ömer şöyle konuştu: “Doğru söyledin. Güçlü ve yoldan sapmış olan sensin. Çık ve onlara git!” Devlet hizmetlerinin koordinesi ve kamu mallarından faydalanma metodlarına kadar istişarenin sahası genişledi. Bunlardan bazı örnekler verelim: İran'ın fethinden sonra Medine'ye getirilen ganimetler arasında Kisra'nın halısı da vardı. [91] Ömer, bu halıyı ne yapacağı konusunda tereddüde düştü. Halkı toplayarak istişare yaptı. Onlardan kimi halıyı kendine ayırmasını kimi de halifeye yetki verilmesini önerdiler. Ali b. Ebi Talib ayağa kalkarak şöyle dedi: “İlminde bilmemezlik, kanaatinde şüphe kılma. Sana dünyadan kalacak olan başkalarına verip gittiğin, giyip eskittiğin veya yiyip yok ettiklerindir. Ömer (r.a.) "Doğru söyledin" diyerek halıyı parçaladı ve halkın arasında taksim etti. Bugünkü ölçüleri dikkate alacak olursak bu ideal bir çözüm yolu değildir. Ancak o zamanki çevreyi ve şartları göz önüne alarak hükmetmek gerekir. |
Hz.Ömer'in (Ra) Müşavere Yapması Ve Yönetim Tarzı
İstişare Meclisleri Ortaya Çıkıyor Kazanılan zaferler sonucu mallar çoğaldı ve Medine'ye gelmeye başladı. Ömer halkı topladı ve kendilerine dedi ki: “Bu iş için ne diyorsunuz? Halka vereceğimiz hibeyi (bağışı) senede bir kere yapmayı ve geride kalan malların biriktirilmesini uygun görüyorum. Bu şekilde bana göre daha büyük bereket olur.” Ali b. Ebi Talib dedi ki: “Toplanan malların yanında hiç kalmaması şartıyla hibeyi halka senede bir kere taksim et.” Osman b. Aftan da şöyle konuştu: “Çok sayıda mal olduğu halkın kulağına gidiyor. Bu mallar sayılmıyorsa ve kimin kullandığı bilinmiyorsa, halk arasında fitne çıkmasından korkarım.” Velid b. Hişam b. El-Mugîre ise şöyle konuştu: “Ey mü'minlerin emiri Şam'a geldiniz. Kralların divanlar yaptığını ordular kurduğunu gördünüz. Sen de divan yap ve ordu kur.” Ömer (r.a.) bu son görüşü benimsedi, böylece İslâm devleti tarihinde ilk defa divan teşkil edildi. Eğer istişare yapmaktan maksat, sağlam çözüm yollarına ulaşmak ise Ömer (r.a.) yaptığı istişare ile de belli bir noktada durmuyordu. Resulullah ile olan yakın temasları, münasebetleri sebebiyle şer'i kanunları idrak etti. Bu sahada sahabilerin tahakküm sahibi olmalarına sebep oldu [92]Ama istişare yalnız dünyevî işlerle ilgiliyse o zaman saha genişler, sınır tanımazdı. Bu konuda çok garip hadiseler rivayet edildi. İbnü'l-Cevzi'nin rivayetine göre, Yusuf b. el-Macişun şöyle dedi: "Genç olduğunuz için kendinizi küçük görmeyiniz. Ömer b. Hattab'ın karşısına zor bir iş çıkıp da kendisini tedirgin ettiği zaman çok akıllı olmaları sebebiyle gençleri çağırır, onlarla istişare yapardı. Ömer (r.a.) aynı zamanda kadınlarla da istişare yapardı. Çağdaş devletlerin gururla övündükleri bazı şeyler vardır. Seçme ve seçilme yaşının düşürülmesi, gençlerin kamu işlerine katılımının sağlanması gibi. İnsaflı bir şekilde düşünülürse bütün bunların daha önceden Ömer vasıtasıyla gerçekleştiği derhal anlaşılır. Ayrıca İslâm kadına kamu işlerine iştirak hakkını da tamdı. Ve bu hak Ömer (r.a.)'in ilk defa ortaya koymuş olduğu haklardan da değildir. Hem Resulü Ekrem devrinde hem de Ebu Bekir zamanında böyle bir uygulamaya rastlamaktayız. Bu konuda Ömer (r.a.)'den rivayet edilen en garip şey onun düşmanlarıyla bile istişarede bulunmuş olmasıdır. İranlıların her defasında Araplarla olan antlaşmaları peşpeşe ihlâl etmeleri sabrının taşmasına ve rahatsız olmasına sebep teşkil etti. İranlıların Müslümanlarla yaptıkları anlaşmaya neden sadık kalmadıklarının sebeplerini öğrenmek istedi. Fakat Ahnef b. Kays, asıl sebebi dile getiren şu sözleri söyledi: “Ey mü'minlerin emiri! Farsların kralı aralarında yaşıyor. Kralları aralarında bulunduğu sürece onlar bize karşı cephe alacaklardır. İki kral bir arada olmaz. Birinin diğerini bu işten çıkarması için anlaşın. Krallarının onları bize karşı sürekli tahrik etmesinden ve kalleşlik yapmasından başka bir şey görmedik. Onları teşvik eden bize karşı savaşa gönderen krallarıdır. Savaş için onların memleketlerine gitmemize izin vermediğiniz sürece buna devam edeceklerdir. Ne zaman ki kralları tahttan iner, o zaman ümitleri kırılır, heyecanları gider.” Ömer (r.a.) bu görüşü dinledikten sonra Hürmüzan'a takdim etti. Hürmüzan görüşün doğruluğunu teyit etti. Bunun üzerine Halil'e, Irak üzerine uygulamış olduğu İran topraklarına girmeme yasağını kaldırarak Kisraların krallıklarına son verdi. Ömer (r.a.) devletin yararına olduğuna inandığı herhangi bir kararı aldığı zaman, bir grup Müslümanın bundan tedirgin olduğunu anlarsa, almış olduğu kararın gerekçelerini çeşitli yollarla kendilerine açıklardı. Bunun en açık örneği Halid b. Velid'i bütün görevlerinden azletmesidir. Halid ile çalışan Müslümanların bu karardan rahatsız olduklarını hissedince El-Cabiye'de halkın karşısına çıktı ve şunları söyledi: “Halid b. Velid'i azlettiğim için sizlere özrümü beyan ediyorum. Ben ona bu malı fakir muhacirler için saklamasını emretmiştim. Ama o bu malları şereflilere, güçlülere ve lisanı kuvvetli olanlara verdi. Bu sebeple Ebu Ubeyde'ye görevi üstlenmesi için emrettim.” Ancak bu sözler karşı çıkan Müslümanları ikna etmedi. Ebu Amir b. Hafs b. el-Mugîre kendisine şöyle söyledi: “Vallahi ya Ömer, söylediğin özür, özür değildir. Sen Resulullah'ın tayin ettiği valiyi azlettin. Resulullah'ın kaldırdığı sancağı indirdin, Allah'ın çektiği kılıcı kınına koydun. Sen akrabalığı kestin. Amca oğlunu kıskandın!” Ömer (r.a.) şöyle cevap verdi: “Sen ona çok yakınsın. Yaşın da küçük. Amca oğlun için sinirlisin.” Sağ duyulu, geleceği düşünen Ömer (r.a.)'in almış olduğu kararla İslâm ve Arap kamuoyuna yapmış olduğu etkiyi hafifletmesi gerekiyordu. Mısır'a, Yemen'e, Irak'a, Şam'a, Ürdün'e, Filistin'e ve Suriye'ye gönderdiği yazıda şöyle diyordu: “Ben, Halîd'e olan kızgınlığım sebebiyle veya ihanette bulunduğu için görevinden almadım. Fakat o, elde ettiği başarılarla halkın aklını başından aldı.” Halkın ona fazla güvenip Allah tarafından imtihana çekilmelerinden korktum, Herşeyi yapanın Allah olduğunu bilmelerini istedim. Ömer b. Haltab'ın bu davranışı, devlet idaresindeki maharetini, liderlikteki Yeteneğini gösteriyordu. Almış olduğu kararlara karşı hiç kimsenin, hatta Halid b. Velid’in bile isyan etmeyeceğini biliyordu. Buna rağmen kamuoyunu tatmin etme ihtiyacını duydu. İdare ve politika adamlarının daha kısa bir süre önce kavradıkları bu durumu Ömer daha o zaman uygulamış, kamuoyuna ters düşen büyük ve önemli kararlar hakkında halka açıklama yapma ihtiyacını duymuştu. http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg [88] Bu konuda daha çok bilgi edinmek isteyenler, acıdaki eserlerimizden herhangi birine müracaat edebilirler: 1- Otoriteyi Kötüye Kullanma Teorisi: Kahire, 1966. 2- İdari Hukuk: (Adlî İdare) Birinci Kitap: Kahire, 1967. 3- Fesh (İptal) Hukuku. İkinci Kitap: Kahire. 1967. 4- Tazminat (Compensation) Hukuku: Kahire, 1968. [89] Aynı anlamda başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmaktadır: "Mü'minler bir vücut gibidirler. Şayet vücuttaki bir organ rahatsız olursa, bütün vücut rahatsız olur” [90] Ömer (r.a.) kendisine şöyle nasihat etmişti: “Ya Sa'd! Sana Resulullah'ın dayısı ve sahabisi denildiği zaman gaflete düşme. Allah kötülüğü kötülükle yok etmez. Kötülüğü iyilikle yok eder. Kimsenin Allah ile arasında itaatten başka bir ilişki yoktur. Allah'ın dininde insanların şereflileriyte düşükleri eşittir. Onların birbirlerine karşı olan üstünlükleri güçlü olmalarıyla ve Allah'a karşı olan itaati idrak etmeleriyle kendini gösterir(x). Resulullah'ın mecburi tuttuğu şeye uy, sabırlı ol. (x) Aynı anlamı ifade eden bir hadiste Resulü Ekrem şöyle buyurmaktadır: “Kuvvetli mü'min Allah katında zayıf mü'minden daha faziletli ve daha hayırlıdır.” Buradaki “kuvvetli" kelimesinden kastedilen maddî güç olduğu gibi, aynı kelime ilmi ve serveti de içine almaktadır. Alimle cahil Allah katında bir olamayacağı gibi, zengin mü'minle fakir mü'min de bir olmaz. Zengin mü'min servetini Allah yolunda harcarsa, şüphesiz fakir mü'minden daha hayırlı ve daha faziletiidir. Her şeyi en iyi bilen Allah'tır. [91] Tarih kitapları bu halıyı şu şekilde nitelendiriyorlar: Halının ölçüsü altmışa altmış dirsekti. gerinde resimlere benzeyen yollar vardı. Yine üzerinde işlenmiş nehirler bulunuyordu. Kenarı ekilmiş topraktan ve ipekten ilkbaharda yeşeren bitkiler vardı. Bitkilerin dalları ve çiçekleri altındandı. [92] O kadar ki Ömer (r.a.), sahabilerin ihtisas sahibi olduklarını görüyordu. Bu sebeple bir ara Müslümanlara şöyle dedi: "Ey insanlar! Kur'an'la ilgili soru sormak isteyenler, Übey b. Kâ'b'a gelsinler. Miras hakkında soru sormak isteyenler, Zeyd b. Sabit'e müracaat etsinler. Hukukla ilgili bir şey sormak isteyenler, Muaz b. Cebel'e başvursunlar. Maliye ve iktisat hakkında bir şey öğrenmek isteyenler ise bana gelsinler.” |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.