ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Yazılar & Hikayeler (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=320)
-   -   Salih Kelimesindeki Hikmet-İ Fütuhiyye (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=369238)

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 03:04 AM

Salih Kelimesindeki Hikmet-İ Fütuhiyye
 

SALİH KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ FÜTUHİYYE

Yürüyen binekler O’nun ayetlerindendir
Yolların çeşitliliğinden dolayı böyledir bu
Bu bineklerle kimisi doğru yolu izlerken
Kimisi de ıssız çöllerde gezinip dururlar
Dosdoğru gidenler, ayn ehlidir(ayn bilgisine sahip olanlardır)
Gezinip duranlar ise, uzaklaşanlardır.
Ve her ikisine de O’ndan gelen
O’nun gayblarının açılması herbir yönden gelir.
Bil ki –Allah seni başarıya erdirsin– iş (yani, varetme işi), tek’lik [ferdiyyet] üzerine dayanır; ve bundandır ki, üçleme [teslis] vardır, çünkü üç, tek olanların [efrad](yani, tek sayıların) ilkidir. Ve alem, (üçlemeyi içeren teklikten ibaret bulunan) bu ilahi hazretten var olmuştur. Allahu Teala şöyle buyurdu: “Biz bir şeyi dilediğimizde ‘Ol!’ deriz, olur” [Nahl Suresi, 16/40]. Burada Zat, İrade ve Söz vardır. Eğer bu Zat olmasaydı ve O’nun bir şeyin tekvinine yönelmesi olan İrade olmasaydı ve bu yönelişe eşlik eden “Ol!” Söz’ü olmasaydı, o şey olmazdı.
Bundan sonra, şey’de de üçlü tek’lik [ferdiyyet-i selasiye] zahir oldu ve bu sebepledir ki, kendisinin kendisi tarafından tekvini ve varlıkla nitelenmesi gerçekleşti — ve ondaki bu üçlü tek’lik [ferdiyyet], kendisinin (ilahi ilimde) şey-olmaklığı [şey’iyyet], (“Ol!” emrini) işitmesi ve Var-Kılıcısının [mükevvin] var etme yönündeki emrine uymasıdır.
[size="4"]Böylece üç, üç’e karşılık geldi. Şey’in, değişmez olarak yokluk halinde bulunan zatı, Varedici’sinin Zatı’na karşılık geldiği; işitmesi, Varedici’sinin İrade’sine karşılık geldiği ve (Varedici’sinin kendi varoluşu için verdiği emre uyarak) bu emri kabulü de, Varedici’sinin “Ol!” sözüne karşılık geldiği için, bu şey var olmuştur.
İmdi, Allahu Teala tekvini şey’e nisbet etti. Eğer kendisinde kendi nefsi yoluyla varolmaklık kuvveti olmasaydı, “Ol!” sözünü işitse bile, varolamazdı [mütekevvin]. Gerçekte, önceden yok [madum] olan şey, tekvin emri verildiğinde, kendini varetti [icad]. İmdi, Hak Teala, tekvinin Hak’tan değil, “şey”in kendisinden olduğunu ve Hak’tan olanın, yalnızca o şeye yönelik Emir olduğunu kesinledi. Nitekim, Hak Teala, “Biz bir şeyi dilediğimizde ‘Ol!’ deriz, olur” [Nahl Suresi, 16/40] sözüyle Kendisinden haber vererek, kendi Emriyle gerçekleşen tekvini, şeyin kendisine nisbet etti — ve Hak Teala ne söylerse doğrudur. Ve işin böyle olması da akla yatkındır. Korkulan ve itaat olunan biri, kölesine “kalk!” dediğinde, köle efendisinin emrine itaat ederek hemen kalkar. Kölenin bu kalkışında, efendisine ait olan tek şey kalkması yönündeki emridir ve kalkma eylemini gerçekleştiren efendi değil, kölenin kendisidir.
[size="4"]Böylece tekvin üçleme üzerine dayanır; bu, biri Hak tarafından ve diğeri de halk tarafından olmak üzere iki-taraflı bir üçlemedir. Sonra, bu üçleme mantıksal çıkarımlar yoluyla ulaşılan anlamların varedilmesine de dayanak oldu. İmdi, mantıksal çıkarımın üçten oluşan özel bir düzenleniş ve özel bir koşul üzere olması gerekir ki, ancak bu şekilde kaçınılmaz olarak bir sonuç verir. Özel düzenleniş, akılyürüten kişinin ortaya koyduğu mantıksal çıkarımını, herbiri iki terimden [müfred] oluşan iki öncülden oluşturmasıdır — böylece ortaya konan iki öncülde (toplam olarak) dört terim vardır. Ne var ki, terimlerden biri, iki öncülü –nikahta olduğu gibi– birbirine bağlamak üzere her iki öncülde de mevcuttur. Böylece, her iki öncülde de bulunan terimin tekrarlanmasından dolayı, (gerçekte) üç terim vardır. Ve bu düzenlenişte, tekrarlanan terimin iki öncülü birbirine bağlanması sözkonusu olduğunda istenen elde edilir (yani, çıkarım gerçekleşir). Ve sonucun doğru olması için gereken özel koşul, büyük terimin [hüküm] küçük terimden [illet] daha genel olması veya hiç değilse ona denk olmasıdır. Böyle olmadığı takdirde, sonuç yanlış olur. Ve sonucun yanlış olması durumu, Allah’a nisbet edilmeksizin fiiller yalnızca kula izafe edildiğinde veya tekvin Hakk’a izafe edildiğinde –ki Hak, tekvini “Ol!” seslenişinin yöneldiği şeye izafe etmiştir– sözkonusu olur.
Örneğin, alemin bir sebebi olduğunu kanıtlamak istediğimizde, (ilk öncül olarak) şöyle deriz: “Her hâdisin (yani, sonradan olma şeyin) bir sebebi vardır.” Bu ilk öncülde iki terim vardır: “hâdis” ve “sebeb.” İkinci öncülde ise şöyle deriz: “Alem hâdistir.” “Hâdis” terimi birinci ve ikinci öncüllerde yinelenmiştir. Ve üçüncü terim olan “alem” şu sonucu verir: “O halde, alemin sebebi vardır.”
“Sebeb” terimi, hem ilk öncülde, hem de sonuçta kendini gösterir. Özel yön [vech-i has] “hâdis” sözcüğünün yinelenmesidir. Özel koşul ise, hâdis’in varlığının sebebi olmasından dolayı, illet’in genel olmasıdır. Çünkü illet, hâdisin varlığına sebebtir; ve bu “sebeb,” yani hüküm, alemin Allah tarafından sonradan var kılınmasından daha geneldir. Böylece, her hâdisin bir sebebi olduğuna hükmederiz — bu sebeb ister hükme denk olsun, isterse hükümden daha genel olsun, bu böyledir. Böyle olunca “hâdis,” “sebeb”in hükmü altına girer ve sonuç doğru olur. Öyleyse, üçleme ilkesi [hüküm], mantıksal çıkarımlar ile elde edilen anlamların varedilmesinde de hiç kuşkusuz zahir oldu. Bundandır ki, kavminin helakını üç gün geciktirmekle, Allahu Teala’nın zahir kıldığı Salih aleyhisselam’ın hikmeti, yalanlanamaz bir tehditti ve gerçekten de Allah’ın onları helak ettiği çığlıkla bu gerçeklendi — böylece evlerinde yüzüstü kapaklanmış bir halde sabahladılar.
[size="4"]İnsanların yüzleri, bu sözkonusu üç günün ilk günü sapsarı, ikinci günü kıpkırmızı ve üçüncü günü de kapkara oldu. Bu üç günün tamamlanmasıyla helak olmaları yönündeki istidadları kuşku götürmez oldu. Böylece, onlarda bozunmanın varlığı zuhur etti — ve buna da “helak” dendi.
Bu durumda şakilerin yüzlerinin sararması, Allahu Teala’nın “O gün kimi yüzler parlaktır” [Abese Suresi, 80/38] ayetiyle işaret ettiği, saidlerin yüzündeki parlaklığa karşılık geldi. Parlama, zuhur etme demeye gelir. Nitekim, ilk gün Salih aleyhisselam’ın kavminin yüzlerindeki sararma, onlardaki şakilik belirtisinin zuhuru oldu. Sonra, kızarmaya karşılık olarak, Allahu Teala, saidler için “güleç” sözünü kullandı. Çünkü gülme, yüzün kızarmasına sebep olur ve bu durumda saidlerin yanaklarının al al olması gülümsemelerinden dolayıdır. Daha sonra, şakilerin yüzlerinin kararmasına karşılık olarak, Allahu Teala, saidlerin “sevinçli” olduğunu söyledi. Böylece aldıkları müjde, saidlerin yüzünde sevinç etkisi yaparken, şakilerin yüzünde ise kararma etkisi yaptı. Ve, Allahu Teala hem saidler hem de şakiler için “müjde” sözünü kullanmıştır. Saidler’e ilişkin olarak şöyle buyurur: “Rabbleri, onlara rahmetini ve rıdvanını müjdeler” [Tevbe Suresi, 9/21]. Ve şakilere ilişkin olarak ise şöyle buyurur: “Onlara elem verici azabı müjdele!” [Âl-i İmran Suresi, 3/21]. Böylece, herbir zümre, bu seslenişin nefslerindeki etkisini yüzlerindeki rengin değişmesiyle dışa vurdu. Dolayısıyla, kendilerinde, ancak batınlarında yerleşik olan şeyin hükmü zahir oldu. O halde, kendilerine kendilerinden başkaca bir şey etkide bulunmadı — tıpkı tekvinin kendilerinden olması gibi.
Öyleyse, insan üzerinde apaçık delil sabit oldu. Her kim bu hikmeti anlar ve bu hikmeti kendinde yerleşik kılar ve bu hikmeti kendisi için meşhud kılarsa, kendinden başkasıyla ilgilenmekten yana rahata erer ve başına gelen hayır ve şerrin ancak kendinden geldiğini bilir. “Hayır”dan kastım, bir kimsenin garazına uygun düşen ve tabiatına ve mizacına hoş gelen şeydir. “Şer”den kastım ise, bir kimsenin garazına uygun düşmeyen ve tabiatına ve mizacına hoş gelmeyen şeydir.
Bunu müşahede eden [şuhud](marifet sahibi) bir kimse, bütün varlıkların –her ne kadar kendileri tarafından dile getirilmese bile– özürlerini ikame eder ve başlarına her ne geldiyse, nefslerinden geldiğini bilir. Ve biz, bunun böyle olduğunu, “İlim, malum’a tabidir” sözüyle belirtmiştik. Dolayısıyla, böylesi bir kimse, başına, garazına uymayan bir şey geldiğinde şöyle der: “Kendin yaptın, kendin ettin.”
Allah doğruyu söyler ve hidayet eder.

Ahmet Baydar


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.