ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Yazılar & Hikayeler (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=320)
-   -   Yunus Kelimesindeki Hikmet-İ Nefsiyye (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=369230)

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 03:06 AM

Yunus Kelimesindeki Hikmet-İ Nefsiyye
 

YUNUS KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ NEFSİYYE

Bil ki, hiç kuşkusuz Allahu Teala bu insan oluşumunu ruhuyla, bedeniyle ve nefsiyle kâmil bir şekilde Kendi suretinde yarattı. Ve bu insan oluşumunun çözülmesi, bu insan oluşumunu yaratandan başkasının elinde değildir. Bu çözülme, ya O’nun eliyle olur –ki her zaman için bu böyledir– ya da O’nun emriyle olur. Allah’ın emri olmaksızın bunu üzerine alan kişi hiç kuşkusuz kendi nefsine zulmetmiş, Allah’ın koyduğu sınırları aşmış ve Allahu Teala’nın mamur kılınmasını emrettiği şeyin yıkımına yönelmiş olur.
Bil ki, Allah’ın kullarına şefkat göstermek, Allah yolunda gayret göstermekten daha yakışık alır bir şeydir. Davud aleyhisselam, Beyt-i Mukaddes’i inşa etmeyi dileyip, onu defalarca inşa ettiyse de inşaatı biten bina her seferinde yıkıldı. Bu durumu Allahu Teala’ya şikayet edince, Allahu Teala ona şöyle vahyetti: “Benim bu evim kan döken bir kişinin iki eli üzerinde ayakta duramaz.” Davud şöyle dedi: “Ya Rabb, ben senin yolunda kan dökmedim mi?” Hak Teala şöyle buyurdu: “Evet, ama onlar Benim kullarım değiller mi?” Davud şöyle dedi: “Ya Rabb! Bu ev benden olan bir kişinin iki eli üzerine inşa edilsin.” Böylece Allahu Teala Davud’a, bu evin, oğlu Süleyman tarafından inşa edileceğini vahyetti.
Bu hikayeyle anlatılmak istenen, bu insan oluşumunun korunmasıdır — ve hiç kuşkusuz bu insan oluşumunun korunması onun yıkıma uğratılmasından daha iyidir. Sen Allahu Teala’nın, din düşmanlarının hayatta kalmaları için cizyeyi ve barışı farz kıldığını görmez misin? Ve O, “Eğer onlar barışa meylederlerse, sen de onlarla barışa meylet ve Allahu Teala’ya tevekkül et” dedi [Enfal Suresi, 8/61]. Sen üzerine kısas vacib olan kişiyi görmez misin? Öldürülenin yakınları bir araya gelip de bunlardan biri diyete razı olduğu veya öldüreni bağışladığı ve diğerleri ise katilin öldürülmesini istediklerinde, Hak Sübhanehu, bağışlayan kişiyi nasıl gözetmekte ve bu kişiyi, bağışlamayan diğer kişilere nasıl yeğlemektedir? Dolayısıyla, kısas yoluyla öldürmek olmaz. Ve görmez misin ki, Resulallah (sav), katilin kısas yoluyla öldürülmesine ilişkin olarak, “Onun öldürülmesi, diğerinin öldürülmesi gibidir” buyurmuştur. Ve görmez misin ki, Allahu Teala, kısasın kötü bir eylem olduğuna işaret ederek, “Kötülüğün cezası, ona benzer bir kötülüktür..” [Şura Suresi, 42/40] buyurmuştur — yani, meşru olmakla birlikte kısas, kötü bir fiildir. Ve “..Her kim bağışlar ve ıslah ederse onun ödülü Allah katındadır” [Şura Suresi, 42/40] — çünkü (bağışladığı kimse) O’nun sureti üzerinedir. Böylece, her kim bağışlar ve öldürmezse, bu kişi, (bağışladığı kimsenin) sureti üzre olduğu kimse (yani, Allah) tarafından ödüllendirilecektir. Bu elbette böyledir, çünkü onu bunun için (yani, Kendi suretini zahir kılması için) inşa etmiştir. Allah, ancak onun varlığı yoluyla Zahir ismiyle zahir olduğundan, her kim insan oluşumunu gözetecek olursa, Hakk’ı gözetmiş olur.
Yerilesi olan, insanın ayn’ı değil, kendisinden ortaya çıkan fiilleridir. Ve bir kişinin fiili, onun –bizim şu anda sözünü ediyor olduğumuz– ayn’ı değildir. Bütün fiiller Allah’ın olsa bile, bunlardan bazıları yerilir ve bazıları övülür. Kendi hoşuna gitmeyen bir şeyden dolayı bir kimseyi yermek, Allah indinde yerilesi bir şeydir, çünkü yerilesi olan ancak şeriatın yerdiğidir. Şeriatın bir şeyi yermesinde bir hikmet vardır ki bunu ancak Allah veya Allah’ın kendisine bildirdiği kimse bilir. Nitekim kısas, belli bir fayda için getirildi — ki kısas insan türü için bir korunma ve insan türüne yönelik olarak Allah’ın sınırlarını aşanlar için bir çekinmedir. “Ey akıl sahipleri, sizin için kısasta hayat vardır” [Bakara Suresi, 2/179]. Böylesi akıl sahibi kimseler şeylerin özünü bilen ve ilahi yasaların ve hikmetlerin sırrına erişmiş olanlardır.
Ve sen Allahu Teala’nın bu insan oluşumunu gözettiğini ve onu koruduğunu bildiğinde, sen de bu insan oluşumunun korunmasını daha bir gözetirsin — ki bunda senin için saadet vardır. Çünkü insan henüz hayatta iken, kendisinden yaratılış sebebi olan kemale erişmesi istenir. Bundandır ki, her kim onu yoketmeye çalışırsa, yaratılış sebebi olan şeye erişmekten onu alıkoymaya çalışmış olur.



Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 03:06 AM

Yunus Kelimesindeki Hikmet-İ Nefsiyye
 

Resulallah’ın (sav) şu sözü ne güzeldir: “Size, düşmanlarınız üzerine varıp onların boyunlarını vurmanızdan ve onların sizin boyunlarınızı vurmasından daha hayırlı ve daha yüce olan şeyi haber vereyim mi: Bu, Allah’ı zikretmektir.” Bu demektir ki, bu insan oluşumunun değerini ancak, kendisinden istenen zikir ile Allahu Teala’yı zikreden kimse bilir. Çünkü Hak Teala, Kendisini zikreden kişiyle birliktedir ve birlikte olan, zikreden tarafından müşahede edilir [şuhud]. Ve zikreden kişi, kendisiyle birlikte olan Hakk’ı müşahede etmeyecek olursa, O’nu zikrediyor değildir. Çünkü Allah’ın zikredilmesi, kulun her yanına yayınmış olup, zikreden kişinin yalnızca diline özgü değildir. Eğer kişi yalnızca diliyle zikrediyorsa, bu durumda yalnızca dil O’nu müşahede eder — ve bu, insanın bir bütün olarak (Hakk’ı) müşahede etmesiyle aynı değildir. Gafillerin zikrine ilişkin olan bu sırrı anla! Gerçekte gafil kişinin Allah’ı zikreden parçası hiç kuşkusuz Allah’ın huzurundadır ve Zikrolunan onunla birliktedir — ve o parça Allah’ı müşahede eder. Ve gafil olan (parçalar) gafleti dolayısıyla zikredici değildir — böylelikle de Hak, o gafil olan parçalarla birlikte değildir. Çünkü insan hiç kuşkusuz çoğuldur [kesir], bir-ayn [ayn-ı vahid] değildir. Bir-ayn olan Hak da İlahi İsimleri ile çoğuldur. Aynı şekilde insan da (kendisini oluşturan) parçalar ile çoğuldur, bir-ayn değildir. Ve bir parçanın zikri, başka bir parçanın da aynı şekilde zikrediyor olması anlamına gelmez. Dolayısıyla Hak, bunlardan zikredici olan parça ile birliktedir ve diğerleri, gaflet içerisinde olmaklıkla nitelenir. Ve insanda Hakk’ı zikreden bir parça olması ve Hakk’ın bu parçayla birlikte olması gerekir ki, böylelikle geri kalan parçalar Hakk’ın inayetiyle korunmuş olsun.
Ve Hakk’ın bu insan oluşumunu “ölüm” olarak adlandırılan şeyle yıkıma yönelmesi, yoketme değildir, olsa olsa (oluşturucu unsurlar yönünden)(yani, ölümle aktarılınan berzah alemi) beka yurdudur. Artık burada ne ölür ne de parçaları bir kez daha ayrışır.
Ateş ehline gelince, onlar sonuçta nimete erişeceklerdir — ama bu nimet ateş içindedir, çünkü ceza süresinin bitiminden sonra, ateşin içerisinde olan kimseler için ateşin kızgınlığının soğuk ve selamet olması kaçınılmazdır ve bu nimettir. İmdi, hakkın yerini bulmasından sonra ateş ehlinin nimeti, ateşe atıldığı sıradaki Halilullah’ın nimetidir. Çünkü İbrahim ateşi görmekle ve ateşin, ona yaklaşan kimseyi yakmasının bildik bir şey olduğunu bildiğinden dolayı azap çekti. Ve İbrahim, o ateş suretinde ve o ateş suretinden kendisine ilişkin olarak Hakk’ın dilediği şeyin ne olduğunu bilmiyordu. Ve bu elemin ortaya çıkışından sonra, ateşi –rengini ve suretini görmekle birlikte– soğuk ve selamet buldu. Oradaki insanlar içinse ateş olarak göründü. İmdi, bir-olan-şey, bakanların gözünde çeşitlenmiş oldu — (işte) ilahi tecellinin hükmü böyledir. Dolayısıyla, (ilahi tecellinin hükmünün böyle olduğunu bildikten sonra) dilersen, Allahu Teala bu şekilde (yani, aynların aynalarında farklı suretlerde) tecelli eder dersin. Ve dilersen; alem, (Hakk’ın varlığı aynasında) kendisine bakıldığında (suretlerle) tecellide Hak gibidir, dersin. Böyle olunca (alem) bakanın kendisinde, bakanın mizacından dolayı çeşitlenir. Ya da bakanın mizacı, tecellinin çeşitlenmesinden dolayı çeşitlenir. Hakikatte her ikisi de olabilir.
Eğer ölen veya öldürülen kişi, öldüğünde veya öldürüldüğünde Allahu Teala’ya dönmeyecek olsaydı, Allahu Teala bir kimsenin ölümüne hükmetmez ve bir kimsenin öldürülmesini meşru kılmazdı. Hepsi O’nun avcundadır, ölenlerin yitip gitmesi sözkonusu değildir. Ve Allah, kulun Kendisinden kopup gitmeyeceğini [fevt] bilmesinden dolayı öldürmeyi meşru kıldı ve ölüme hükmetti. İmdi, Hak Teala’nın “Her şey O’na dönücüdür” [Hud Suresi, 11/123] sözünde, ölen kişinin O’na dönmesine işaret edilmektedir ki, O, bu (Kendisine dönen) şeyin ta kendisidir. Yani O, (“Zahir” İsmiyle yaratılış suretlerinde) tasarruf olunan ve (“Batın” İsmiyle, İlahi İsimlerin suretlerinde) ayrışmadır. Ve böylelikle her parça kendi aslına döner. Hakk’ın dilediği şey, onu Kendine almaktır. Ve herşey Allah’a döner. İmdi, onu Kendine aldığında, aktarıldığı yurdun cinsinden –buradaki düzenlenişinden farklı bir düzenlenişle– ona bir düzenleniş verir. Ve varlığı itidal üzere olduğundan, orası tasarruf edendir. İmdi, O’ndan, O’nun ta kendisi [ayn] olmayan hiçbir şey ortaya çıkmamıştır. Ve Hak Teala’nın, “Her şey O’na dönücüdür” [Hud Suresi, 11/123] sözünden keşf yoluyla anlaşılan budur.

Ahmet Baydar



Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.