ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Yazılar & Hikayeler (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=320)
-   -   İstediğin Verilecektir! (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=368994)

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 01:48 AM

İstediğin Verilecektir!
 

Melekler kimlere selam verir?

Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Melekler de her kapıdan yanlarına girip şöyle diyecekler: ‘Sabrettiğiniz için size selam olsun. Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir!” (Ra’d; 23-24)

http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg

Ne mutlu o insana ki, kıyamet gününde melekler ona bu ayeti kerime ile hitap edecektir. Dünyada ibadet etmekte ve günahlardan kendini muhafaza etmekte sabredenlere bu ayeti kerime, bir müjdedir. Bu kimselerin akıbeti ne güzeldir. Ama bu ayeti kerimenin tam tersi de -Allah muhafaza- cehennem azabıdır.

Henüz daha elimizde fırsat varken, Allah-u Zülcelal’e ibadet yapmak suretiyle kulluk yaparsak ve takatimizin yettiği kadar kendimizi günahlardan muhafaza edersek, inşallah, Allah-u Zülcelâl de kıyamet gününde meleklerine emir verecek ve onlar da bize bu şekilde hitapta bulunacaklardır.

Örnek olarak diyelim ki bir işveren var. Kim gidip onun iş yerinde bir gün çalışırsa, ona bin lira yevmiye verecek. Şimdi kendi nefsimize soralım. Eğer yarın gidip bu kimsenin yanında çalışırsak bize bin lira yevmiye verecek. Bunu istemez miyiz? Tabi ki bunu her kime söylersek hemen kendisi, çocukları ve hanımı ile hasta dahi olsa sürünerek gider ve o işte çalışır. Çünkü karşılığında bin lira vardır.

Ama Allah-u Zülcelal’in bizim için hazırlamış olduğu nimetlerin değeri binlerle ölçülemez. Fakat maalesef, bunun idrakine varamıyoruz. Bu şuur bizde yoktur. Eğer bu şuur bizde olsaydı, halimiz nasıl olursa olsun, hiçbir fırsatı kaçırmamak için sonuna kadar mücadele ederdik.

Allah-u Zülcelâl, her insanı ayrı meşrepte ve ayrı kuvvette yaratmıştır. Herkesin gayret gücü bir değildir. Demek ki bu bir kaidedir. Bazı insanların gayretleri daha fazla, bazılarının ise daha azdır. Fakat insan Allah-u Zülcelal’den istediği zaman, Allah-u Zülcelâl onun gayretini mutlaka arttıracaktır.

Biraz daha gayret etmeliyiz!

İnsan küfür üzere olduğu zaman dahi onun gayreti belli olur. Kendi dini üzerinde çok gayretlidir. Putlarına daha fazla ibadet yapıyordur. Müslüman oldukları zaman da bu gayretleri aynen Allah-u Zülcelal’e ibadete dönüyor. Nitekim Abdullah bin Vahid şöyle anlatmıştır:

“Bir gün, birkaç arkadaşımla beraber bir gemiye bindik. Çok şiddetli bir fırtına bizi bir sahile attı. Karaya çıktığımız zaman, baktık ki yaşlı bir adam, önüne bir put koymuş ve ona hiç durmadan ibadet yapıyor. Ona dedik ki:

— Bu Rab değildir, ona ibadet yapılmaz. Biz böyle söyleyince:
— Sizin Rabbiniz kimdir? diye sordu. Ona dedik ki:
— Bizim Rabbimiz yer, gök ve arşın Rabbidir. Yine:
— Bunu ne ile biliyorsunuz? diye sordu.
— Bize elçi gönderdi, dedik.
— O elçi şimdi nerededir? diye sordu.
— O elçi, vefat etti. Allah-u Zülcelâl onu dünyadan alıp kendi yanına götürdü, dedik.
— Peki, o elçi size bir şey bıraktı mı? diye sordu.
— Evet, Kur’an-ı Kerim kitabını bıraktı, dedik.
— Ondan biraz bana okuyun, dedi.

Bir surei şerif okuyunca, ağlamaya başladı ve sureyi bitirene kadar ağladı. Sure bitince biz daha ona bir şey demeden, kelime-i tevhid getirerek müslüman oldu.

Namaz kılmayı ona öğrettik. Bizimle beraber o da namaz kıldı. Yatsı namazını kılınca, biz yatmak için yerlerimizi hazırlayıp yatacakken bize dedi ki:

— Kendisine ibadet ettiğiniz Rab uyuyor mu? Ona dedik ki:
— Hayır! O, Hay ve Kayyum’dur. Asla uyumaz, hiçbir şeyi unutmaz. Böyle söyleyince, dedi ki:
— O’na ne kadar da kötü kulsunuz! O, uyumuyor ama siz uyuyorsunuz.

Onun yeni müslüman olmasına rağmen, bize bu şekilde bir söz söylemesinden dolayı çok utandık. Ve ertesi gün, o adamı orada bırakarak oradan ayrıldık. Ben onu rüyamda gördüm.

Baktım ki bir bahçenin içinde bir kubbe var. Kubbenin içinde altın’dan bir karyola var ve onun üzerinde güneş gibi parlayan bir cariye oturuyor ve: ‘Ya Rabbi! Onu bir an önce benim yanıma getir.’ Diye dua ediyor.”

Samimi olarak isteyene Allah verir
http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
“Bu rüyanın üzerinden birkaç gün geçince, o ihtiyarın hastalanıp sekerata düştüğünü duydum. Onun yanına gidince, hakikaten de sekeratta olduğunu gördüm. Ve Allah’ın rahmetine kavuştu. Onu defnettik. O gece rüyamda, aynı bahçedeki kubbeyi ve kubbenin içindeki altın karyolanın üzerinde oturan güneş gibi parlayan cariyeyi gördüm.

Cariyenin yanında o ihtiyar vardı ve cariye bu ayeti kerimeyi okuyordu: “Melekler de her kapıdan yanlarına girip şöyle diyecekler: ‘Sabrettiğiniz için size selam olsun. Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir!’” (Ra’d; 23-24)

İşte bakın! Samimiyet böyledir. Eğer o ihtiyar adam dünyada daha uzun süre de kalsaydı, yine böyle ibadet edecekti. Allah-u Zülcelâl onun kalbindeki samimiyeti gördüğünden dolayı, kısa bir sürede ona hazinelerinden neler verdi. Burada bizim için çok büyük bir ibret, bir ders vardır. Daima; eğer ibadet yapmak istediğimiz halde elimizden gelmiyorsa bile, en azından buna niyetli olalım.
Samimi bir şekilde: “Keşke benim yüz tane vücudum olsaydı, çok kuvvetli olsaydım da, gece-gündüz Allah-u Zülcelal’in yoluna hizmet yapsaydım.” Diye, büyük bir iştiyak ve arzuyla Allah-u Zülcelal’den isteyelim.

Herkesin bir görevi vardır. Bizim bazı zahiri ve manevi görevlerimiz vardır. Bu görevleri yerine getirdiğimiz zaman, Allah-u Zülcelâl bunların karşılığını mutlaka fazlası ile verir.

İnsan kalbinin hay (diri) veya ölü dolduğunu ne ile bilebilir? Ölü kalbin alameti; ömrünün geçmiş olan kısmında, sevap yapmadığı için mahzun olmamasıdır.

“Allah-u Zülcelâl bana bu kadar çok fırsatlar verdi, zaman tanıdı ama ben bu zamanı ve fırsatları değerlendiremedim.” diye mahzun olmayan, üzülmeyen kimsenin kalbi ölür.

Bir kimse hakiki olarak Allah-u Zülcelal’e talip olduğu zaman, Allah-u Zülcelâl ondan; önce rahmetiyle, ihsanıyla ve günahlardan muhafaza etmek suretiyle ona talip olacaktır. İnsan, Allah-u Zülcelal’e talip olduğu zaman, O’nun zikrini, ibadetini devamlı olarak yapacak ve kendisini dahi unutacaktır.

Allah-u Zülcelal’i unutmaktan, gafletten de zulmet gelmektedir. Nasıl insan, ibadet yapamadığından ve işlediği günahlardan dolayı mahzun olup üzüldüğünde üzerine ilahi bir nur geliyorsa, nefsin hevasına, arzularına uyup gaflete düştüğü zaman da üzerine ‘zulmet’ gelir.

Eğer insan Allah-u Zülcelal’e âşık ise O’nun katındaki ecir ve sevaplara karşı meraklı ise ve onları talep etmede samimi ise Allah-u Zülcelâl de hem ona nimetlerini verir hem de yanındaki makamını bu haline göre yüksekte tutar. Onun için insan, “Benim halim Allahu Zülcelal’in huzurunda acaba nasıldır?” diye düşünmesi lazımdır. Kendisini bu şekilde tartarak, halini, derecesini bilebilir.

Peki, insan, Allah-u Zülcelal’in yanındaki makamının ta Arşı Âlâ’ya kadar olmasını istemez mi? Muhakkak ister. Ama sadece istemek yeterli değildir. Elinden geldiği kadar gayret göstermelidir.
Her yaptığımız Allah için olsun!

Bazı hikmet ehli kimseler, Allah-u Zülcelal’e tatlılıkla ibadet yapmak için bizlere bir takım tavsiyelerde bulunmuşlardır: “İnsan ibadet yaptığı zaman, onu niyetiyle yapmalıdır.”

Her ne yaparsak yapalım, niyetli olarak yapmamız lazımdır. Namaz kıldığımız zaman, oruç tuttuğumuz zaman, sadaka verdiğimiz zaman, bir insana yardım ettiğimiz zaman, yani her ne yaparsak yapalım, Allah’ın rızası niyetiyle olmalıdır.

İnsanlarla güzel bir biçimde konuştuğumuz zaman, “Allah-u Zülcelâl güzel konuşmayı emretmiştir” diye, o niyetle konuşmamız lazımdır. Onun için Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) de şöyle buyurmuştur: “Güzel konuşmak sadakadır.” (Buhari, Müslim)

Bu yüzden ne yaparsak: “Allah-u Zülcelâl emrettiği için yapıyorum.” dememiz lazımdır. Komşumuza bir iyilikte bulunduğumuz zaman:

“Allah-u Zülcelâl komşuya güzel davranmayı, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) vasıtasıyla emrettiği için bunu yapıyorum.” diyerek yapmamız lazımdır.

Böylece yeryüzünde her ne yaparsak, hepsini Allah-u Zülcelal’in rızası niyetiyle yaptığımız zaman, ibadetin tatlılığı ruhumuza yerleşir. Onun için elimizden geldiği kadar, bu niyetle hareket etmemiz lazımdır.

İnsan bu şekilde davrandığı zaman, içinde Allah-u Zülcelâl’e karşı minnet doğacaktır. Çünkü o niyeti bize veren de Allah-u Zülcelâl’dir. O verdiği için de ona karşı minnettar olduk. O zaman bu nimete karşı da şükretmemiz lazımdır. Şükrettiğimiz zaman da Allah-u Zülcelâl o bize verdiği nimeti daha da artıracaktır.

Daima Allah-u Zülcelal’e karşı olan hatalarımızı itiraf edip yalvarmamız lazımdır. Ancak böyle olduğu zaman, Allah-u Zülcelâl bize karşı merhametli ve affedici olarak davranacaktır.
Allah-u Zülcelal’in rahmetini, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şefaatini ve Sâdâtı Kirâm’ın himmetini kazanabilmek için biraz gayret göstermemiz lazımdır.

Nasıl ki bir dükkâna girip paramız olmadığı halde, dükkânın sahibinden bir şeyler istememiz ayıpsa, Allah-u Zülcelal’in rahmetini, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şefaatini ve Sâdâtı Kirâm’ın himmetini de hiçbir hizmette bulunmadan talep etmemiz aynı şekilde ayıptır. Bu yüzden bunlara müstahak olmamız için hiç olmazsa günlük olarak biraz bir şeyler yapmamız lazımdır.

Allah-u Zülcelâl kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin... n

İLİM MECLİSİNDEN SOHBETLER



Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.