![]() |
Hac Ve Umrenin Fazileti
HAC VE UMRENİN FAZİLETİ “Bir de Rabbin,Ademoğullarından,bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dediği vakit, "pekâlâ Rabbimizsin, şahidiz" dediler. (Bunu) kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu." demeyesiniz diye (yapmıştık).” [986]emri ilahiyesiyle insanoğlundan alınmış bir söz ve bu sözün hakikatince,yaratılış gayesi: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” [987] Abdullah b. Abbas bu âyet-i kerimeyi şu şekilde izah etmiştir: "Ben cin*leri ve insanları isteyerek veya istemeyerek ancak bana ku! olduklarını kabul et*meleri için yarattım." Taberi ayetin bu şekildeki izahını tercihe şayan gördükten sonra özetle şunları zikretmiştir. "Allah, cinleri ve insanları, emirlerine boyun eğmeleri için yarattığı halde bunların bir kısmı bu yaratılış gayelerine nasıl ters davranabilirler ve inkara düşebilirler?" Aslında bunlar, Allanın kaza ve kaderine ister istemez boyun eğerler. Bu itibarla, yaratılış gayeleri tahukkuk eder. Bunların inkarları ise sadece Allah’ın emrettiği şeyleri yapmamaları şeklinde ortaya çı*kar. Bu da kul olmalarını bertaraf etmez. İbn-i Zeyd ise bu ayetin manasının "Ben, cinlerin ve insanların müminle*rini ancak bana kulluk etsinler diye, kâfirlerini ise "Bana isyan etsinler diye yarattım." manasına geldiğini söylemiştir. [988] Fahreddin razi(r.aleyh):”İbadet devamlıdır, hiç düşmez. Mahlûkatın yaratılışı da sırf ibadet içindir.” Dedikten sonra ibadetin ne demek olduğunu da:” Celâl ve ikram sahibine yakışan tazim, aklen bilinemeyeceğine göre, bu hususta dinin emirlerine yapışmak ve peygamberlerin sözlerini almak gerekir. Çünkü Allah ibadetin bu iki çeşidi hususunda kullarına peygamberler göndermek ve bu husustaki yollan izah etmek suretiyle lütufta bulunmuştur.” Der. Öyleyse ibadet kavramı, kelime anlamı olarak; itaat etmek, boyun eğmek, tapmak, kulluk etmek, küçüklüğünü kabul etmek demektir. Dini literatürde anlamı ise, Allah’ın sevdiği, emrettiği, kabul ettiği ve razı olduğu bütün gizli-açık amel ve sözler ibadettir. İbadet,niyete bağlı olarak yapılmasında sevap olan, Cenab-ı Hakka yakınlık ifade eden ve özel bir şekilde yapılan taat ve fiillerden ibarettir. Bu, bizi yoktan var eden, bize sayısız nimetler bahşeden yüce Allah'ı ta'zîm (ululamak, yüceltmek) amacıyla güden bir kulluk görevidir. [989] Kur'an-ı Kerimde 82 ayette "Allah'a ibadet" ten söz edilmiştir. Bütün nebi ve Resuller, insanları Allah'a ibadet etmeye davet ettikleri gibi [990]kendileri de O'na ibâdet etmişlerdir. [991] Kur'an-ı Kerim hem "ey insanlar" hitabıyla, [992] hem de "ey mü'minler" hitabıyla [993] Allah'a ibâdet etmek emredilmiş ve ibâdetin ihlâsla, [994] hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnız Allah'a yapılması istenmiştir. [995] İbadet kavramına genel bir pencereden baktıktan sonra denilebilir ki, ibadetlerin bir kısmı genel zaman kavramı içinde olmasına karşın, Bazı ibadetlerin Allah Teala tarafından belirlenmiş bir zamanı vardır. Vakti gelince o ibadeti yapmak farz olur. Namaz, oruç, zekat, hac gibi... HAC VE UMRE Namaz ve oruç beden ile, zekât mal ile yapılan bir ibadet olmasına karşın, hac hem mal, hem de beden ile yapılan ibadettir. Hac esnasında kişi kulluğunu bütün yönleriyle ortaya koyar. Allah yolunda hem malını harcar, hem de bütün olumsuz şartlara Allah rızası için tahammül göstermeye ve sabretmeye gayret eder. "İslam beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.v)'in, Allah'ın elçisi olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Beytullah'ı haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak" [996] Hac, kastetme ve yönelme manalarına gelir. Ancak, onu, mutlak kast ve soyut yöneliş manalarına hamletmek de doğru değildir. Hac, hususi bir zaman diliminde, hususi bir kısım yerleri, yine bir kısım hususî usullerle ziyaret etmeğe denir ki; senenin belli günlerinde, hac niyetiyle ihrama girip, Arafat'ta vakfede bulunmak ve Kâbe'yi tavaf etmekten ibaret sayılmıştır. İhram haccın şartı, vakfe ve tavaf ise onun rükünleridir. Her sene, dünyanın dört bir yanından yüz binlerce insan, "Beytullah"a yönelip, mübarek bir zaman dilimi içinde, dinin sahibi tarafından bazı mekânları... Hususi bir kısım usullerle ziyaret eder... vazifelerini yerine getirir ve günahlarından arınırlar ki böyle bir vazife "Ona varmaya gücü yeten kimsenin Kabe'yi tavaf etmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır." [997] fermanıyla, İslâm'ın beş esasından biri olarak gücü yeten herkese farz kılınmıştır. Bir kimseye haccın farz olması için şu şartların bulunması gerekir: 1.Müslüman olmak. 2.Akıllı olmak. 3.Ergenlik çağına gelmiş bulunmak. Çocuğun yapacağı hac nâfile sayılır. Bulûğa erince yeniden hac yapması gerekir. 4.Hür olmak. Köle ve câriyeye hac farz değildir. 5.Haccın farz olduğunu bilmek. Bu şart İslâm beldesi olmayan ülkelerde Müslümanlığı kabul edenler içindir. İslâm ülkelerinde yaşayan Müslümanlar için haccın farz olduğunu bilmemek özür değildir. 6.Gidiş geliş süresi içinde yol masrafıyla aile fertlerinin geçimini temin etmiş olmak. 7.Hac vazifesini yapabilecek zamana yetişmiş olmak. Bu şartların tamamını taşımayan bir kimsenin bizzat haccetmesi farz olmadığı gibi yerine bir başkasını bedel olarak göndermesi, bedel gönderilmesini vasiyet etmesi de gerekmez. İşte bu şartları taşıyan kişilerin,İslam âlimlerinin görüşüne göre haccın ömürde bir defa farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir. Buna delil; Kitap ve Sünnettir. Peygamber Efendimiz(s.a.v): "Şüphesiz Allah size haccı farz kıldı, haccı ifa ediniz" Hz. Peygamber haccın farz kılındığını Ashab-ı Kirama duyurunca, içlerinden birisi; "Her yıl mı?" demiş, Resulullah (s.a.v) susmuştur. Bu soru üç defa tekrar edilince; " Eğer evet deseydim, hac üzerinize her yıl farz olurdu, buna da güç yetiremezdiniz" buyurmuştur.[998] İbn Abbas (r.a)'dan yapılan rivayette, soru soranın el-Akra' b. Hâbis olduğu belirtilir ve şu ilave yer alır: "Kim birden fazla hac yaparsa bu nafile hac olur" [999] Bu hadis, haccın farz olarak tekrarının gerekmediğini gösterir. İslâm hukukçuları, haccın bir defadan fazla farz olmadığı ve fazla haccın nafile sayılacağı konusunda görüş birliği içindedir. Hac ibadeti, dünyanın çeşitli yörelerinden, renk, dil ve ülke ayırımı gözetilmeksizin, milyonlarca Müslüman’ı bir araya getirir. Tanışıp, görüşmelerine, ekonomik bakımdan bütünleşmelerine, düşmanları karşısında tek saf hâlinde yardımlaşmalarına zemin hazırlar. Böylece, şu ayetlerdeki mana tecelli eder. "İnsanları hacca davet et ki, gerek yaya olarak ve gerekse uzak yollardan gelen çeşitli vasıtalarla sana varsınlar. Böylece onlar dünyevi ve uhrevi menfaatlerini görsünler ve belli günlerde, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları kurban ederken, Allah'ın adını ansınlar. Siz de onlardan yeyin, yoksula ve fakire yedirin " [1000] Amellerin üstünlüğü konusundaki hadisler birbirinden farklılık arzeder. Ebu Hureyre(r.a)’nın şöyle dediği nakledilmiştir: "Allah elçisine hangi amelin daha faziletli olduğu sorulunca şöyle buyurdu: “Allaha ve Resullüne iman”. Sonra hangisi? denildi. “Allah yolunda cihad”, buyurdu. Sonra hangisi sorusuna ise; "mebrur hac", cevabını verdi" [1001] Umre lügat da ziyaret demektir. Istılah da ise muayyen adap çerçevesinde, Kâbe'nin ziyaretine denir. Umreye Haccu'l-Asgar da denmiştir. Umrenin hükmü hususunda, mezhepler farklı hükümlerde bulunmuştur. İmam Şafii, Ahmed İbnu Hanbel gibi ulemaya göre vaciptir. Delilleri:”Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın” [1002] Hanefî ve Malikîlere göre, sünnettir. Her görüş, Resulullah (s.a.v)'den menkul rivayetlere dayanır. Ebu Hanife hazretleri Tirmizî'de gelen bir rivayeti esas alır: "Bir bedevî gelerek Hz. Peygamber'e sordu: "Ey Allah'ın Resulü, bana umreden haber ver, o vacip midir?" Resulullah(s.a.v): "Hayır, ancak umre yaparsan senin için hayırlıdır" buyurdu." Ayrıca Cibril hadisinde: "İslâm beş şey üzerine kuruldu" dendikten sonra beş esas sayılırken "hac" da zikredildiği halde umrenin zikredilmemiş olması da, umreye sünnet diyenlere delil olmuştur. Umrenin sünnet olduğuna kail olan İmam-ı Azam, senenin beş gününde umre yapmak mekruhtur der: 1- Arafe günü, 2- Nahir (kurban bayarmının ilk) günü, 3, 4, 5- Eyyam-ı teşrik (bayramın ikinci, üçüncü, dördüncü günleri).[1003] Peygamber Efendimiz(s.a.v)’de dört defa umre yapmıştır. İbnu Abbas (r.anhüma) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v) dört umre yaptı: 1- Hudeybiye umresi, 2- Müteakip sene Zilkade ayında yaptığı umretü'lkadâ, 3- Ciırrâne'den yaptığı umre, 4- (Veda haccı sırasında) hac ederken yaptığı umre."[1004](Bazı alimler Efendimizin üç umre yaptığını söylerlerken veda haccındaki umreyi saymamışlardır) Hacca veya umreye gidenler birden fazla umre yapabilirler. Her Mescid’i-Harama’ girişte imkan varsa vakit namaz vakitlerini dışında ise tavaf yapılması sünnettir. HACCIN GETİRİSİ Kadı İyaz şöyle demiştir: Ehli sünnet, haccın büyük günâhlara, ancak tövbe edilirse kefaret olacağı konusunda görüş birliği içindedir. Namaz ve zekât gibi Allah'a ait veya para borcu gibi kula ait bir borcun düştüğünü söyleyen bilgin yoktur. Kul hakları zimmette devam eder. Allah’u Teâlâ kıyamet günü hak sahiplerini, haklarını almak üzere toplar. Ancak yüce yaratıcının bu alacaklılara vereceği birtakım nimetlerle onları razı etmesi ve bir ikram olmak üzere borçlulara müsamaha göstermesi de mümkündür. [1005] Hac,nefsi temizler,arı duru hale getirir.nefsi ihlasla donatır. Böylece insan için yeni bir hayatın kapılarını açar,insanın maneviyatını yükseltir,umutlarını güçlendirir,ilahi rahmet ve affa dair duyduğu güveni sağlamlaştırır. Hac,imanı güçlendirir. Allah’a verilen sözün yenilenmesine yardım eder. Sapması, yalanı olmayan en dürüst tevbeye götürür. Nefsi tertemiz hale getirerek duygularını inceltir ve sanki onu kanatlandırır. Hac,mü’mine İslam’ın muhteşem geçmişini hatırlatır. Güzel amel ve faliyetlerle dünyayı aydınlatan Peygamberimiz(s.a.v)’in O’nun seçkin Ashabı’nın ve onlardan sanki kutlu insanların cihat kahramanlıklarını yeniden sergiler. Hac,yolculuk itibariyle de insanı sabra ve tahammüle alıştırır,zorluklara katlanmayı öğretir. Disiplin ve emirlere uyma şuuru kazanmasını sağlar. Maksat Allah rızasını kazanma olunca bu yolda artık bütün acılar onun için birer zevk halini alır. Böylece fedakar,başkalarını kendilerine tercih eden bir insan olur. Hac sayesinde kul, Rabb’ine daha iyi şükreder. Rabbi’nin kendine verdiği mal ve afiyet nimetlerine daha içten şükretme yolunu bulur. Bu sayede insan,nefsine tam anlamıyla kulluk ruhunu kazandırır,Allah’ın dinine karşı eksiksiz bir bağlılık kazanır. Peki haccın ve umrenin kula menfaati nedir? "Umre, ikinci bir umreye kadar olan günahlara kefarettir. Mebrur haccın karşılığı ise ancak cennettir" [1006] hadis-i şerifte geçen Mebrur kelimesi”Makbul” anlamındadır. İmam Nevevi kendisine hiçbir günah karışmayan, eksiksiz olarak ifa edilen makbul hac, anlamına alır.[1007] İbnu Abdi'l-Berr, hadiste umrenin kefaret olacağı belirtilen günahların küçük günahlar olduğunu söylemiş, büyük günahlara da şamil olacağını söyleyenlere şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak, hadis mutlak geldiği için bazı âlimler "Büyüklere de şâmil olabilir" demiştir.[1008] Mebrur hac yapanın cennete gireceğini bildiren hadisle, yine Hz. Peygamber'in şu hadisleri bu konuda önemli delil teşkil eder."Kim hac yapar,bu esnada cinsi temastan korunur,çirkin söz ve davranışlardan uzak durursa, annesinden doğduğu gündeki gibi günâhlarından kurtulur" [1009] İbnu Abbas (r.a) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: "Haccla umrenin arasını birleştirin. Zira bunlar günahı, tıpkı körüğün demirdeki pislikleri temizlemesi gibi temizler." [1010] Manevî kazanç, körüğün demirdeki -bir rivayette altın ve gümüş de zikredilir- pisliği temizlediği şekilde hac ve umrenin günahları temizleyeceği şeklinde ifade edilmiştir. Buradaki teşbih hakikaten dikkat çekicidir. Körük demirdeki pisliği basit bir üfürme ile değil, ciddi bir yakma ile temizlemektedir. Hac ibadetinde, gerçekten nefsi alev alev yakan, temizleyen çeşitli ateşler, sıkıntılar var: Maldan harcamalar, açlık, susuzluk, yorgunluk, uykusuzluk, yolculuğun muhtemel olduğu çeşitli tehlikelerin göze alınması ve aşılması, vatandan, eş dosttan, işten ayrılık, alışkanlıkların terki… İbnu Abbâs (r.anhüma) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: "Beyt'i (Kabe-i Muazzama'yı) kim elli defa tavaf ederse, günahlarından çıkar ve tıpkı annesinden doğduğu gündeki gibi olur." [1011] Buradaki tavaftan maksat, şavtlar olmayıp, elli tam tavaftır. Muhibbu't-Taberî'nin bazı âlimlerden kaydına göre buradaki bir "tavaf"tan kastedilen şey bir şavttır. Ancak kendisi bu görüşü reddederek: "Burada elli tane "yedi" kastedilmektedir" der. Taberânî'nin Mu'cemu'l-Evsat'ında gelen bir açıklamaya göre demiştir ki: "Elli tavaftan maksat, bunun bir anda peş peşe yapılması demek değildir. Burada istenen, kişinin defter-i hanesinde, (her biri yedi şavt olan) elli tavafın bulunmasıdır. Bunu bir ömür içinde de tamamlamış olsa fark etmez." [1012] Yukarıda belirtilen hadis-i şeriflerin muktezasınca denilebilir ki,kuralına uygun bir haccın mü’mine menfaati günahların affedilmesidir. Bazı alimler kul hakkının da affedildiği hususunu beyan etmişlerse de alimlerin çoğu bu görüşü benimsememişlerdir. Bilinmelidir ki hac ve umre yapanlar Allah’u Teala’nın misafirleri oldukları için ev sahibi olan dan çokça dilekte bulunmaları ve ev sahibinden karşılık görmeleri ev sahibi olan Allah Teala’nın büyüklüğünün şiarındandır. Bu konuda Allah’ın Resulü(s.a.v) şöyle demektedir: "Hac ve Umre yapanlar Allah'ın misafirleridir. O'ndan birşey isterlerse, onlara cevap verir. Af isterlerse, onları affeder. " [1013] HACCIN HİSSETTİRDİKLERİ Hac yolcusu, evinden ayrıldığı andan itibaren, yol boyu, nefis ve enaniyeti hesabına iplik iplik çözülür; kalbî ve ruhi hayatı adına da bir dantela gibi ibrişim ibrişim örülür. Evet, insan bu ışıktan yolculuğundan en eski fakat eskimeyen, en ezelî ama taptaze gerçeklerle tanışmaya başlar. Hac, Müslümanlar arasında içtimai birliği tesis ve tecelli ettiren öyle büyük ve kapsamlı bir İslam sembolüdür ki, onun enginlik ve genişliği, dünya üzerinde bir başka mekan ve cemaatte bulup göstermek mümkün değildir. İnsanları hacca çağır nidası boşuna değildir, çünkü hac bir mahşer provası, dünya nimetleri ve zevklerine biraz ara vermek biraz tatil ederek, hakka varmak, nefsiyle hesap görme ve hesaplaşma yeridir. Allah bu hesaplaşma gününe sana ağırlık verecek şeylerden, seni bu büyük günde meşgul edecek Allah’ı anmadan mahrum bırakacak şeylerden uzak durmanı emrediyor. Allah Teala senden gönlünün hepsini, sevginin tamamını buraya yönlendirmeni ve Kabe merkezli olmasını istiyor, gözün bir şefaatçi arasın, ellerin dua için havaya doğru açık dursun, dudaklarında telbiye tesbih ve tekbirler hiç eksik olmasın, kıyamette senin leh ve aleyhinde şahitlik edecek bütün uzuvlarınla hacda ol, Meş’ari’l-Haram’da, Hira’da, Sevr’de, Makam-ı İbrahim’de… Haccın ilk ve en önemli hususu, kulun Yaratıcısına, Rabbine mutlak teslimiyeti ve bağlılığıdır. Telbiye, kulun tüm varlığı ile Allah'a yöneldiğinin ve tüm kalbi meşguliyetlerden yüz çevirdiğinin özlü bir ifâdesidir. "Lebbeyk Allahumme lebbeyk; lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk; inne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'l-mülk, lâ şerîke lek -Ey Allah'ım! Senin dâvetine icâbet ediyorum. Senin ortağın yoktur. Hamd ü senâ ancak Sanadır. Her nimet Sendendir, mülk de Sana mahsustur; senin şerîkin yoktur.-" ifadesi tam bağlılığın tasdiklenmesidir Hac, büyük bir eşitleyicidir. İki parça dikişsiz beyaz örtüden oluşan ihram, her türlü sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırır, Arafat'ta vakfe, aynen kıyamet gününde Allah'ın huzurunda durmaya benzemektedir. Kişi burada geçmişte yaptığı bütün eylemleri hatırlar; tam bir samimiyetle Allah'ın affediciliğine sığınır; çünkü O, bunun af için en uygun zaman ve mekân olduğunu bildirmiştir. Hac bütün yönleriyle nebevî gelenekle, peygamberlerin hatıralarıyla irtibatlıdır. Haccın menasikı, İbrahim (a.s.)'in Allah'ın emrine uyarak büyük bir teslimiyetle gerçekleştirdiği fedakarlık eyleminin temsili bir ifadesidir. Ne kendisi, ne de oğlu İsmail (a.s.) Allah'ın emrine uyma konusunda bir tereddüt göstermişlerdi. Hac, günümüz ile onların tarihi arasında bir köprü kurar ve nefsimizi, amellerimizi, hayatımızı arındırmak için bizlere fırsat sunar. İbrahim(a.s), Hacer validemiz, İsmail(a.s) ve Peygamber Efendimiz(s.a.v) gibi birçok büyük örneğin izlerinden yürülmesine zemin oluşturur. Kabe'yi tavaf etmekle yalnız Allah'a olan bağlılığımızı gösteririz. Bizler O'nun evinde, O'nun misafirleriyiz ve yalnız O'ndan yardım niyaz ederiz. Tavafı tamamladıktan sonra Makam-ı İbrahim'de iki rekât nafile namaz (Hanefî fıkhına göre vacip olan Tavaf namazı) kılmak için durduğumuzda İbrahim (a.s.)'in hatırasını canlandırırız. Safa ve Merve tepeleri arasında say, Hz. İbrahim’in eşi Hacer annemizin susuzluktan ölmek üzere olan yavrusu için çırpınırcasına su arayışının bir temsili, yeniden canlandırılmasıdır. Zemzem kuyusunda susuzluğumuzu giderdiğimizde, aynı zamanda bebeği ve annesini ölümden kurtaran İlahi yardımı da tadarız. Arafattaki Vakfe, Allah'ın rahmet, mağfi*ret ve yüceliği karşısında, korku dolu bir kalb ve yakarışlarla kendini alçaltarak uzun süre saygı duruşunda bulunmaktan ibaret bir ibadettir. Bu saygı duruşu olma*dan kişinin hacı olması mümkün değildir. Bir gün boyunca devam eden bu saygı du*ruşunun, bir başka ibadette benzeri yok*tur. Arafat vakfesi, mekanik bir egzersiz değildir; amellerimizden hesap sorulacağımız kıyamet gününü hatırlatmalıdır bize. Hac sırasında kefene benzer bir kıyafet içindeki milyonlarca insan Allah'ın huzuruna gelip rahmetine ve bağışlayıcılığına sığınır; kıyamet günü ise tüm insanlar yaptıklarının hesabını vereceklerdir. Şeytanı taşlama, insanları günahlara düşürmeye çalışan ve bu yolda sürekli çaba sarf eden şeytana karşı bir tepki, ona karşı direnmenin sembolik bir ifadesi, yani şeytana karşı bir eylem planıdır. Çünkü şeytanın saptırma planları, eylemleri sadece o zamana özgü olmayıp, her zaman geçerli ve söz konusudur. Bir de duyularla hissedilen, makul olan şeylere delalet edebileceği düşünülürse, bunun hikmeti daha da iyi anlaşılır. Bu öyle bir düşüncedir ki,Hz. Hacer sonra Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail’in, Allah’a olan iman ve itaatın kalplerindeki sebatı ve her birinin ayrı ayrı yerlerde, şeytana karşı kazandıkları imtihan sahnesini her bir hacının an be an ve bir bir anması ve yeniden yaşamasıdır. Onların hissettiklerini hissetmeye ve hatıralarına saygıyı ifade etmeye çalışmalarıdır. Hac, kişinin manevi yönden tat*mine ulaştığı çok büyük ve külli bir ibadet*tir. Kişi bu ibadeti yerine getirmekle ken*di varlığını tüm Müslümanların varlığında erittiği pota olur. Böylece kendi ibadetlerini bütün Müslümanların ibadetlerine kata*rak onlara ortak olur. İslam böylelikle ümmetin sosyal bütünleşmesini temin et*me yönünde bir adım atar. Hac Müslüman’ı eğitir. Böyle bir top*luluğa katılmakla kişiler birçok yönler*den kendilerini eğitirler. Kibir, gurur, ha*sislik, haset, cimrilik ve benzeri kötü huy*lardan arınırlar. Başkalarını birçok ba*kımdan örnek alırlar. Eksiklerini tamam*layarak daha mükemmel bir kişilik kazan*maya çalışırlar. Hac görevini eksiksiz ola*rak yerine getiren toplumlar, günahlar*dan ve kötülüklerden, kötü huylardan arı*nıp ruhi yönden yükselirler. Bu cihetle hac, nefisi tezkiyeden geçirilmesi olayıdır. Hac;ihrama girilmesiyle,kulun daha önce işlediği tüm günahlardan, nefsani arzu ve heveslerden, şehvet ve lezzet*lerden ve kirli hayattan soyutlanarak yeni bir kimliğe kavuşmak, yalnız Allah ile başbaşa kalarak kendini yenilemektir. Tavaf: Bü*tün kirlerinden ve tüm kötülüklerinden soyutlandıktan sonra, hacmini kalbi yön*den Allah'ın kudsiyeti etrafında dönüp dolaşmasıdır. Bu dönme aşıkın sevgilisi etrafında dönmesine benzer. Kabe etrafında*ki bu dönüş, kulun Allah'a olan aşkının güzel bir ifadesidir. Tavaftan sonra yapı*lan Say Allah'ın rahmet ve mağfiret alemleri arasında gidip gelmeye işaret eder. Şeytan taşlamak, bütün kötülükleri, kötülüğe götüren güçleri ve nefsani vesve*seleri bir kenara atmak, şeytandan ve şey*tani düşüncelerden uzaklaşmaktır. Böyle*ce hacı, yaptığı ibadetlerle şeytandan ve şeytana ait işlerden kendini uzaklaştırmış, bir tür melekleşmiş olur. Kurban Kes*mek, manevi yönden temizlenme ve ber*raklaşmanın en üst düzeyine ulaşıp, vücu*dundaki pis kanların bedelini akıtmaktan Bu kutsi yolculuk ve bu yolu düşünme, her zaman his dünyamıza öyle sebepler üstü bir duyuş ve bir seziş kabiliyeti bahşeder ki; bazen neşeyle tüten, bazen murakebe ve muhasebe duygusuyla buruklaşan bir ruh haletiyle, adeta kendimizi ahiretin koridorlarında yürüyormuşçasına hep tedbirli ve temkinli hissetmeyi… |
Hac Ve Umrenin Fazileti
TEFEKKÜR YÖNÜYLE HAC Hac; canlara can katmak, canların gittiği yoldan yürümek, yürekleri, gönülleri hoş tutana varmak, olmak için olmanın varlığını yaşamadır... Hac; bu kutlu seferin, bu şanlı kervanın adıdır. Bu seferde Müslüman kefenler giyer; malını, mülkünü, çoluk çocuğunu ve kısacası dünyayı arkasında bırakarak gider. Yıllarca uğrunda sarf ettiği nice emekleri, göz nuru olmuş malları, mülkleri, evlatlarını eşini dostunu öldüğü gün gibi bırakır gider. Ancak bu terk ediş ölümden biraz daha farklı da olsa, bu kutlu sefere gitmek var ama...! Ya dönmek var mı? Gözün arkada kalacak şekilde mi gidiyorsun? Bedenin gidiyor ama gönlün bedeninle beraber değilse bu nasıl gidiş olur? Hac; ölümü prova etmenin, ölmeden önce ölebilmenin azmi ve cesaretini göstermektir, bu sahne yere uzatılarak cansız bedene giydirilen kefen gibi, cansız mezara konan beden sahnesi değildir. Bunun adı ihramdır, bunun adı kefendir. Hac; kefeni giyen ise benim, yaşıyorum canlıyım ve ayaktayım ama ölüme, ölümü görmeye, mezardan geçmeden haşre doğru, kopan kıyamet gününe dahil olmaya gidiyorum, ahiret günü gelmeden, ahirette haşr olabilmenin hissiyatını yaşamaya gidiyorum hissi… Hac; kıyamet sahnesini an be an hissetmenin, dillerde, gözlerde ve gönüllerde tekrar tekrar canlanmasıdır. Bir taraftan herkesin başının ve saçının birbirine karıştığı, toz toprak olmuş yüz ifadeleri ve mahşer kalabalığı, diğer bir yandan da mizan, sırat, amel defterlerinin dürülmesi ve bu alemde ben ve benim dirilişim, benim üzerime kopan kıyamet!... Hac; o büyük,muazzam ve dehşetli an, kimsenin kimseden haberinin olamayacağı, herkesin herkesten kaçtığı ve kaçıştığı, herkes benim halim, benim defterim, benim amelim dediği , mahşer gününün talimi… Hac; umutluların şefaatçisi olan kutlu Peygamber, Hz. Muhammed Mustafa’yı bekledikleri gün... Hiçbir şeyin hiç kimseye fayda vermediği, Allah’ın rahmetinden başka her şeyin beyhude olduğu o günün bir provası… Hac; Adem (a.s.)’ın Havva annemizle buluşmasını kutlamak,insanların Rabb’ine ibadet etmek için seçilen merkezde, Allah’ın kullarıyla görüşmek, tevhidin simgesi, İbrahim (a.s.)’ın Nemrut’a karşı direnişini tebrik etmek.kurbanların en güzel olanını ve babaya karşı saygının ve sabrın sembolü İsmail (a.s.)’ı anlamaya çalışmak… Hac; kutsal makamlarda sıddıklarla yeniden beraber olmak, hatıralarıyla buluşmak, ıssız ve sessiz bir vadide, iki tepe arasında Hacer validemizin, küçük oğlu İsmail(a.s) için Safa ile Merve arasında su aramak gayesiyle koşması ve sonradan bulunan zemzem suyundan kana kana içmek… Hac; Safa ve Merve tepesine koşmak, Hz. Hacer’in bir arayışı, bebeğine su bulma gayreti, annelik sevgisi, ve şefkatinin bir sembolüdür. Defalarca koşuşup yorulduğu, sımsıcak kumların çınlatan sessizliğine rağmen, hiç ümidini yitirmeyen, ümitliler zirvesinde oturan o yüce anne, yavrusu için kendisini feda etmeye hazır olan o güzel anne, azami gayret ve çabanın simgesi olan anne… Bütün benliğiyle sevgiyi, yokluğu, itaati içine sindirmiş çilekeş anne… Hac; Müslümanlarının kardeşliğinin ispat sahası, ırk, renk, dil ve bölge farklılığı,sınıf ayrımı yapılmaksızın, müminler bir araya getiren ve en kusursuz kardeşlik eşitliği içinde, birbirlerini karşıladıkları, kucaklaşırları ve dertleşmelerinin vesilesi… Hac; İbrahim(a.s)’a, İsmail(a.s)’a ve ondan sonra da, tüm iman edenlerin başına musallat olan, gönüllere vesvese veren, onları hidayetten alıkoymak için elinden geleni ardına koymayan, batıl ve hak mücadelesinde, inananların yol kesicisi olan ve bu yolda hiçbir şeyini esirgemeyen şeytanı, onun şahsında ve onun yolunda ve onun hizmetinde olanların tümünü taşlamak; ona karşı açılan savaşta, ona karşı açılan bir mevzide, bir taş olabilmek, onu yerlere serebilmek, ona karşı ebedi düşmanlığını ilan etmek, ona karşı kin ve nefretinin hiç bitmeyeceğini ifade etmek, Şeytanın yol arkadaşı hep beraber olmayı seçen nefsi emmareye karşı savaşımızın devam edeceği bildirgesinin imzalanması… Hac; ortak paydalarıyla kader birliği, yer birliği, mekan ve zaman birliği içinde dini vazifelerini ortaklaşa yaparların Mina’daki ribat duygusu… Hac; mahşeri kalabalık ortamında oluşan bir takım problem ve zorluklara karşı tahammül ederek, kardeşlerinin kusurlarını görmeden,kardeşlerine karşı azami sabır ve tahammülü göstererek,onlara gereken yardım ve kolaylığı sağlamayı… Hac, Arafat’ta bulunuşuyla Müslümanlara, dış görünüşü iti*barı ile mahşer gününü hatırlatır. Bir gün Allah'ın huzurunda böyle bir toplanma*nın olacağını ve herkesin hesap vereceği*ni temsili olarak hatırlamayı… Hac; bir ölçü ve aynadır; insanın iman ve akıl seviyesini ölçer, nefsinin huylarını ortaya çıkarır, sabır seviyesini gösterir ve onu sabra alıştıran… Hac;sevgililer sevgilisinin ilk ve son olan haccının peşinden yaptığı veda hutbesinin yürekleri yakan üslubuyla tarihe altın harflerle geçen ve Müslüman’ın vazgeçemeyeceği hayat felsefesi edineceği prensipler manzumesinin tefekkürüdür. HACCI GECİKTİRENLER-BAHANELERİ VE AKIBETLERİ Bu konuda Ebu Hanife,Ebu Yusuf,Malikiler(iki görüşten en kuvvetlisine göre)ve Hanbeliler şöyle der: Gerekli güç ve imkana sahip olduğunda hac ilk yılda farz olur. Yani güç ve imkanları var olduğu ilk dönemde. Buna göre bu imkanlara sahip olan bir kimse birkaç yıl bu farzı ertelese fasık olur, dolayısıyla şahitliği kabul edilmez. Çünkü haccın geciktirilmesi küçük günahlardan biridir. Kişi ancak küçük günahın birden fazla ,israrla işlemesi ile fasık olur. Kişi bu farzı yerine getirmeden ölmüş olsa günahkar olmakta ama durum yine değişmemektedir. Hanefiler diyor ki; Haccetme güç ve imkanına sahip olan biri sonradan mali gücünü yitirirse borçlanma yolu ile imkan elde edip haccedebilir. Hatta borcunu ödemeyecek durumda olsa bile. İmkan olduğunda borcunu ödeme niyet ve gayretinde bulunursa Allah’ın kendisini bu konuda hesaba çekmeyeceği umulur. Ayrıca Hanbeli mezhebine göre; hac farzını yerine getirmede ihmalkar davranan ve sonunda da, vefat eden birinin bütün mal varlığından, öncelikle bir hac ve umre masrafı çıkarılır .[1014]denilmiştir. İmam Muhammed’e göre ise hac ömridir; yani hac ile yükümlü olan kimse bunu ilk yılda yapmak zorunda değildir, ömrü içinde yapması yeterlidir. Ancak bu kimsenin hac veya umreyi geciktirmeksizin yapması sünnettir. İmam Muhammed’in görüşü Müslümanlara kolaylık sağlayacağı için daha uygundur. Bu cihetle, taat sayılan amelleri çabuk yapmak, hayırlı işlerde acele etmek İslâm'ın tavsiye ettiği hususlardandır. Ayet-i celilede Allah Teala: "Ey müminler, hayır işlerine koşunuz, birbirinizle yarış ediniz" [1015] buyurmaktadır. Haccın geciktirilmeden ifasına, hacla ilgili ayetler delalet ettiği gibi, şu hadisler de bunu destekler: “Hac yapmakta acele ediniz. Çünkü sizden biriniz ölümün kendisine ne zaman geleceğini bilmez.” [1016] “Kim kendisini Beytullahi’l-Haram’a ulaştıracak kadar azık ve bineğe sahip olduğu halde haccetmemişse onun Yahudi veya Hıristiyan olarak ölmesi arasında fark yoktur. Zira Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Oraya yol bulabilen insanın, Allah için Kâbe’yi haccetmesi gerekir.” [1017] [1018] “Hac yapmak isteyen acele davransın.” [1019] Bu hadis, hac konusunda acele davranmanın gereğine dikkat çekmektedir. Haccın arzuya bağlı nâfile bir ibâdet olmayıp, şartlara bağlı bir farz olduğu göz önüne alınınca; “Hac yapmak isteyen” tâbirini, “hac kime farz olmuşsa” şeklinde anlayıp şöyle ifâde etmemiz gerekir: “Bir kimseye hac farz oldu mu, bunu yerine getirmede acele etsin.” Öyle ise, hacda esas olan acele davranmaktır. Özellikle yurdumuzda kökleşmiş olduğu üzere ileri yaşlara, yaşlılığa bırakmak doğru değildir. Bu hadisin Beyhaki’deki ziyadesi meseleye daha da açıklık getirir: “Sizden kimse, başına ne gelecek bilemez; hastalanacak mı, fakir duruma mı düşecek?” İşin fıkhi yönlerini görüldüğü gibi alimler açıklamışlardır. İbadetleri yerine getirmede en önemli olan husus, tüm gayret ve imkanları sarf edebilmektir, yoksa yapılan ibadet şekilde kalır, hakikatinden fazlaca da nasiplenmek mümkün olmaz. Günümüzde birçok insanın ibadetlerin genelinde gösterdiği samimiyetsizlik ve gevşeklik örneğini hac ibadetinde de göstermektedir. Haccın Müslüman olan bir kişinin hayatındaki anlam ve önemi pek de, dikkate alınmamaktadır. Hac ibadeti, bazıları için daha çok turistik bir gezi veya bazıları için ise, yaşlıların en son yapması gereken bir iş olarak algılanır. Bazıları için ise gelenek ve görenek kuralları gereği, belli bir yaştan sonra kendisine neden hacca gitmediğinin sorulmaması için veya kendisine hacı denildiğinden dolayı da mutlaka bunu yerine getirmesi zorunlu bir hal alır. Bazı kimselerin, hac ibadetiyle ilgili eksik bilgi,nefsani hislerle ve ön yargılı davrandıklarını maalesef görmekteyiz! Bunun toplumda örnekleri de azımsanmayacak kadar çoktur. Misal olarak bir kaçını burada zikredelim: “Ben falan kişi gibi olsa asla hacca gitmem.” “Ben hacdan dönüşümde dünyadan tamamen el etek çekmem gerekir, onun için şimdi gidemem.” “Hacca gidip haccın gereklerini şimdi yerine getiremem. Ben daha çok gencim, hem hac şimdilik benim neyime.” “Hacca gidersem, bana hacı ismini takarlar da, arkadaş ve çevremde alay konusu olurum veya benim geri kafalı olduğum yorumları yapılır.” “Hac ibadetinin belli bir zamanı yoktur, ömürde bir kez farzdır ve zamanı kişinin isteğine bırakıldığı için, kendim şu anda daha çok gencim, bunu ancak emekliliğimde düşünebilirim.” “Ben daha oğlumu ve kızımı evlendirememiş, onlara ev bark kuramamışım, onlara mal mülk biriktirmenin, hac farizasından önce geldiğine inanıyorum.” “Hem ülkemizde bu kadar ekonomik sorunlar varken, bunca dövizi götürüp başka yerlerde harcamanın ne gereği var, bu başka bir anlamda vatanseverliğe de ters düşer.” “Hem bu kadar parayı oralarda harcamanın ne anlamı var? Sevap mı kazanmak istiyorsun; Memleketimizde binlerce fakir-fukara var onlara ver de kendi ihtiyaçlarını gidersinler, hem bu hac yapmaktan çok daha sevap getirir.” Buna benzer yüzlerce bahanelerin arkasına sığınılarak, bu ibadet çoğu zaman bilerek ihmal edilmektedir. Şeytanın görevi sürekli olarak Müslüman’ı ibadetten ve Allah’ın emirlerinden alıkoymak için bir sürü vesveseler vermektir. Şeytan, öncelikle insana yapacağı kötülükleri sevdirmeye çalışır, sonra da onlara kötü işleri yapmalarını sağlar. Şayet kul bunları yaparsa, şeytan bununla sevinir, başarısını kutlamaya başlar. Öyleyse,şeytanı sevindirmek istemeyen mü’min şu hadis-i şerifin muhtevasını bir tefekkür etsin; Peygamber Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Hac yapmakta acele ediniz. Çünkü sizden biriniz ölümün kendisine ne zaman geleceğini bilmez.” [1020] Tüm bunlar ve herkes “Her nefis, mutlaka ölümü tadacaktır” [1021] emri ilahiyesi, Allah’ın yeryüzündeki tüm canlılara biçtiği ortak bir kaderdir. Bu ortak kader, ölüm kaderidir. Ne zengin, ne fakir ne zalim, ne mazlum ne çocuk, ne büyük, ne kadın ve ne erkek, ve ne kafir ve nede mümin, hiçbir kimse ölümün pençesinden kaçamaz ve tarih boyunca da kaçamamıştır. Madem herkes için ölüm haktır, Allah’a varma haktır, mahşer ve hesap haktır, cennet ve cehennem haktır. O halde, şu kısacık fani hayata ve oyuncak hükmünden öteye değeri olmayan, bu dünyaya bu kadar dalmanın, bir anlamı veya bir başka izahı var mıdır? Unutma ey mü’min! Hac büyük olay, büyük bir sahne, o sahnede yalnız sen varsın. Tek başına ve başroldesin. Sen seyirci kısmında uzakta seyreden biri değilsin. Çünkü İhramı giyen, evrensel kıbleye varan sensin, Tıpkı güneşin etrafında dönen gezegenler gibi, Kabe’nin etrafında dönen sensin, Safa ve Merve’de Hacer’in gayretini gören ve yaşayan sensin, Kabe’nin yanında İsmail(a.s)’ın çığlığını ve Muhammed Mustafa(s.a.v)’nın duasını işiten sensin. Allah’ın, peygamberine insanları hacca çağır nidasına lebeyk diyen yine sensin.. Adem(a.s)’ın annemiz Havva’yla buluşmasını, rahmet bulvarında, Arafat meydanında onları gören sensin, Mina ’da sevgiyi yakalamak ve sevgililerle bulunan sensin, Peygamberin evrensel davetini ilan ettiği, Medine’den davete icabet etmek, biat etmek için Akabe’de bulunanlarla tokalaşan, onlarla beraber biatini yenileyen yine sensin. [986]-A’raf suresi ayet-172 [987]-Zariyat suresi ayet-56 [988]-Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi,Taberi Tefsiri,VII,567-568 [989]-Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili,I,95 [990]-Bakara suresi ayet-83;Al-i İmran suresi ayet-64;Maide suresi ayet-72 [991]-Ra’d suresi ayet-36;Enbiya suresi ayet-73;Zümer suresi ayet-11,14 [992]-Bakara suresi ayet-21 [993]-Hac suresi ayet-77 [994]-Beyyine suresi ayet-5 [995]-Nisa suresi ayet-36 [996]-Buhari,İman,l,2;Müslim,İman,19-22;Tirmizi, İman,3;Nesai,İman,13 [997]-Al-i İmran suresi ayet-97 [998]-Müslim,Hac,412;Nesai,Menasik,1,Ahmed b. Hanbel,II,508 [999]-İbn Hanbel,II,508;Nesâî,Menasik,1 [1000]-Hac suresi ayet-27,28 [1001]Buhari,Cihad,1Hac,4,34,102,Umre,1;Müslim,İman,13 5, 140;Tirmizi,Mevakit,13,Hac,6,14,88;Darimi,Menasik 8,Salât,24,135 [1002]-Bakara suresi ayet-196 [1003]-İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi,V,277-278. [1004]-Tirmizi,Hacc,7,(816);Ebu Davud,Menasik,80,(1993);İbnu Mace,Menasik,50,(3003) [1005]-Vehbi Zühaylî, İslam Fıkhı Ansiklopedisi,III,405-406 [1006]-Nesai,Hac,3,Zekat,49,İmân,1;Darimi,Menasik,7,Sal ât ,135;Tirmizi,Hac,6;Ahmed,I,387,III,114,412,IV, 342 [1007]-Vehbi Zühaylî, İslam Fıkhı Ansiklopedisi,III,404-405 [1008]-İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi,V,283-284 [1009]-Buhari,Muhsar,9,10;Nesai,Hac,4;İbn Mace,Menasik,3;Darimi,Menasik,7;Ahmed,II,229,410,4 84,494 [1010]-Nesâî, Menasik 6, (5, 115); İbnu Mace, Menasik 3, (2886) [1011]-Tirmizi,Hacc,41,Hadis no:866 [1012]-İbrahim Canan,Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi,V,284-285 [1013]-İbn Mace,Menasik,5 [1014]-İbn-i Abidin,Dürül-Muhtar,II,191;Vehbe Zuhayli,İslam Fıkhı Ansiklopedisi,III,410 [1015]-Bakara suresi ayet-148 [1016]-Ebu Davud,Menasik,5;İbn Mace,Menasik,1;İbn Hanbel,I,214,225 [1017]-Al-i İmran suresi ayet-97 [1018]-Tirmizi,Hacc,3,Hadis no:812 [1019]-Ebu Davud,Menasik,6,Hadis no:1732 [1020]-Ebu Davud,Sünen,Kitabu’l-Menasik,5;İbn Mace,Sünen,Menasik,1 [1021]-Al-i İmran suresi ayet-185 |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.