ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Edebiyat / Dil Bilgisi (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=658)
-   -   Kısa Öyküler (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=347875)

Prof. Dr. Sinsi 07-28-2012 02:14 PM

Kısa Öyküler
 
Kısa Öyküler

Öykü Örnekleri



BİR ÖYKÜ


Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip

utangaç bir tavırla rektör'ün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından

fırlayarak önlerini kesti... Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların

Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?


Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı..

Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu..

Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; "Bekleriz" diye mırıldandı...

Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi.. Sekreter sesini çıkarmadan

masasına döndü.. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi.. Sonunda sekreter,

dayanamayarak yerinden kalktı. "Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa

gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalıştı. Anlaşılan çare yoktu..


Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini

bulandırmıştı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi.

Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu?

Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti.


Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard'da okuyan oğullarını bir yıl önce

bir kazada kabetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki, onun

anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı.


Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. "Madam"

dedi, sert bir sesle, "Biz Harvard'da okuyan ve sonra ölen herkes için

bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner..."


"Hayır, hayır" diyerek haykırdı yaşlı kadın.. "Anıt değil... Belki, Harvard'a

bir bina yaptırabiliriz". Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar

fırlatarak, "Bina mı?" diyerek tekrarladı, "Siz bir binanın kaça mal olduğunu

biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan

fazlasına çıktı..."


Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan

kurtulabilirdi.. Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü: "Üniversite

inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki, biz niçin

kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?"


Rektör'ün yüzü karmakarışıktı.. Yaşlı adam başıyla onayladı.

Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California'ya,

Palo Alto'ya geldiler. Ve Harvard'ın artık umursamadığı oğulları için

onun adını ebediyyen yaşatacak üniversiteyi kurdular.


Amerika'nın en önemli üniversitelerinden birini STANFORD'u.


=========


Ayağınıza kadar gelip, sizinle görüşmek isteyen insanlara,

yaklaşmadan önce bir kez daha düşünmeniz dileğiyle...




Kelebeğin Hikayesi


Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında , küçük bir kozanın varlığını fark etti. Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi.



Adam , bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü; ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi.



Dakikalar dakikaları kovaladı , saatler geçmeye başladı , ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki , kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü.



Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da , artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona. Bu yüzden , kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı.



Böylece , bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük , kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.



Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek , hayatinin geri kalanını , kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de , asla uçamadı.



Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey , kozanın kisitlayiciliginin ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın , Allah’ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kisitlayiciligindan kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu.


Bu gerçeği öğrendiğinde , hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti: Bazen , hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey , çabalardır. Eğer Allah , hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi , o zaman , bir anlamda sakat kalırdık . Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman . Ve asla uçamazdık..

Prof. Dr. Sinsi 07-28-2012 02:14 PM

Kısa Öyküler
 
BIRAKIP DA GİDENE...

Burnu bir karış havada, gözü
yükseklerdeydi ben onu sevdiğimde.
Hele hele benim aşkımı
yerden yere vurup,
nasıl kırmıştı kalbimi zalim.
Dudaklarından dökülen acı sözleri;
öyle ki, bugün bile unutamadım.
Ne tebessümdü o , zehirden beter.
Her olayda içim paramparça,
gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olurdu.
Yorgun düşerdim onsuz geçen,
onunla dolu, koyu siyah gecelerden.
Pişmanlıktan kendime lanetler eder,
sevgimi söylediğim günü düşündükçe,
kaleme sarılıp yazardım ona nefretin
aşkla kucaklaştığı o uzun mısralarımı.
Derdim ki; alın yazımdı,
onbeşimin çocuksu aşkıydı.
Nasıl da gülerdi canı istedi mi...
En anlamlı bakışlarıyla önce ümitlendirir,
ardından bir uçurumun kenarına
yapayalnız bırakır giderdi.
Ben çaresiz, ben yorgun,
ben bıkkın bu sevdadan.
Ah bilirdi o insafsız,
diri diri yanardım o böyle yaptıkça...
Şubatın buz gibi kasvetli soğuğunda;
onda ne bulduğumu bugün bile bilemem.
Ama o günlerde hayatımın amacı,
varolma gibi gelirdi bana.
Çocukluk mu, yoksa gençliğimin
safça tutkusu muydu bu
kölesiye bağlanış,
içten içe kopan fırtınalar,
bu delice yakarış?
Kimbilir, belki de
sevilmeye muhtaç bir kalbin
bitmek bilmeyen kaprisi...
Ondan hiçbir şey istememiştim.
Sadece sevgi...
Evet, şimdi yıllar sonra ben,
onu düşünüyorum ilk defa
kucağımda resimler, hatıralarla.
Hava yine soğuk, yine kasvetli
gözleri gözlerimde yine
sevgi, derin yüreğimde.
Unuttum sanırdım, meğer aldanmışım,
ağladım saatlerce.
Bu onun "ölüm yıldönümü"dür.
17'sinde toprakla kucaklaşan,
o zalimin hikayesidir anlatılan.
Bir melodidir kırık, umutsuz...
Doldururken sensizlik o an odayı
gönlüm hala boş, kafam yine dumanlı.
Bir feryat yankılanmıştı acı dolu
tam 15 yıl önce bugün bomboş kırlarda.
Deli gibi koştum sınıfa, sırası boştu.
Benim kadar çaresizdi her köşe.
Kendi kendime konuşarak
yaklaştım sırasına;
"Sen ölemezsin; canımsın, sevgimsin, emelimsin
Dileğince nefret et, alay et duygularımla Kızmam sana
Ama ne olur bir yalan olsun, acı bir şaka.
Evet, evet beni üzmek için yapıyorsun.
Herşeyini özledim...
Allahım son defa göreyim yeter bana"
Bu sensiz yakarış defalarca sürmüştü
ta ki, ölümün o sinsi kokusunu
içimde duyana kadar.
Hıçkıra hıçkıra ağladım,
sıraya kazıdığın ismini öptüm.
Sonra, ona ait birşeyler bulmak için
aradım her köşeyi...
Yalnızca buruşturulmuş bir sayfa,
rengi solmuş.
Yazı, onun yazısı.
Bir mektuptu, özenilerek yazılmış,
belki de çok emek verilmiş her satırına...
Çok şaşırdım, mektup bana hitabendi.
Korkakça, kaybolmasından korkarak,
acıyla okudum her cümleyi
kalbimde büyüyen bir özlemle...
Hele hele o ilk satırı...
Öyle ki, bugün bile unutamam,
okudukça ağlarım.
"İnsan sevdiğini yerden yere vururmuş
bir tanem, AFFET BENİ !!!..."







Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.