![]() |
Türk Kültürü Ve Alevilik 2
Anadolu Aleviliği
Bilindiği gibi, Alevilik İran'dan Yugoslavya'ya kadar olan bir coğrafyaya yayılmıştır. Bu coğrafya parçası üzerinde ise Anadolu Aleviliği ayrı bir sosyal yapıyı arz eder. Meselâ Şapolya'ya göre, Anadolu Aleviliği İran Şiliğinden tamamen ayrıdır; yalnız Hz. Ali sevgisinde birleşirler, Türk Aleviliği Emevilerin Türklere baskısından doğmuştur ve "müslümanlığın haram ettiği bir çok kaideler, Türkmen ananesine ve töresine aykırı olduğundan müslümanlıkta bir reform yapmışlardır" der. Fığlalı'da alevileri Ehl-i Sünnet içinde mütala eder ve Şia ile yakınlıklarını sadece Hz. Ali'ye olan muhabbetlerine bağlar (I2). Bunun sonucu olarak Anadolu Türklüğüne has bir Alevilik anlayışı ortaya çıkmıştır. Bu anlayış Anadolunun Türkleşmesinde ve vatan olmasında, özellikle Türk dilinin korunmasında çok önemli fonkisyonları yerine getirmiştir. Bu anlayışa bağlı olarak "Türk soyundan olmayan Bektaşiler dahi, inancın etkisiyle ayin ve erkanlarını, nefes" duvaz, ve deyişlerini Türkçe olarak dile getirmişler ve Türkçe yazmışlar. Türk dili Yunus Emre, Pir Sultan Abdal gibi Bektaşi ve Alevi Türk ozanlar sayesinde öz benliğini korumuş ve gelişmiştir. O halde Aleviliği mezhep açısından değil, Türklük açısından değerlendirmek, hem milliyetçilik, hem laiklik ilkeleri bakımından zorunludur (3). Dolayısıyla milli birliğimiz açısından Alevilik birleştirici ve bütünleştirici önemli fonksiyona sahiptir. Sosyal bilimciler özellikle sosyolog ve folklorcular bu fonksiyonun sağlıklı ifadesi için, Anadolu Alevi kültürünün kültür kalıplarını ortaya çıkarmak zorundadır. Bu kültürel kalıplarının bazılarına Nejat Birdoğan şöyle işaret ederek: 1- Anadolu Aleviliğinin törenlerinde içki vardır. Müzik ve raks (semah) vardır. Törenlere kadınlarda katılır. Müzik ve raks Türk aleviligi dışında yoktur. 2- Anadolu Aleviliğinin büyük bir kesiminde, örneğin: Tunceli, Pazarcık, Samandağ vb. Alevilerinde aile büyüklerinin sabah erkenden güneşin doguşuna dua edip, secdeye varıp kutsamaları var. 3- Alevilikte belli olgunluğa erişmeyip belli sınavlardan geçmeyen ne evlendiriliyor ne de Cem törenlerine alınıyor. Bu kuralları yerine getirenler ise kendi isteği ile Cem'den çıkamıyor ya da eşinden ayrılamıyor. Yazar bu kurulların Anadolu Aleviliğinin sadece Ali sevgisinden doğmadığını milli bir kültürün ifadesi olduğunu ve "Göçebe Oğuz, Batı'ya Anadolu' ya kendi tüzesini ve töresini de getirdi" (14)der. Üçüncü maddede ifade edildiği gibi, Alevilik'te sosyal statü ve sosyal gruba üyelik verilmeyip kazanılmaktadır. Bu anlayış tamamen eski Türk geleneğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü bilindiği gibi eski Türk geleneğinde isim almak dahi belirli kurullara bağlıdır. Herkes isim alamaz ve herkes istediği gruba üye olamaz. Eski Tüklerdeki ve Anadolu Aleviliğindeki bu anlayışı sosyoloji ilmine göre ifade edersek; insanlar statüye bir doguştan bir de kazanarak sahip olurlar. Diğer yanden gruba bir doğuştan (mesalâ aileye) bir de isteğe bağlı olarak üye olunur. Bunlardan ikinciler yani kazanılan statü ve isteğe bağlı gruba üyelik tamamen çağdaş sosyolojinin ifade ettiği ilmi bir anlayıştır. Bilindigi gibi, çağdaş toplumlarda statüler doğuştan değil kazanılarak elde edilmekte, diger yandan günümüzde insanlar aile grubu hariç diğer gruplara doğuştan üye olmamaktadırlar. Sosyal gruba üyeliğin çeşitli şartlarını yerine getiremeyen insanlar istediği gruba üye olamaz. Yusuf Has Hacib'de ünlü eseri Kutatgu Biliğ'de toplumdaki üç tabakadan bahsederek münevverlerin oluşturduğu tabakada beş sınıfı sayar; bunlar sıraya göre: Aleviler, Ulema, Otacılar, Yıldızcılar ve Şairler'dir. Alevilerde Kadın Kadın bütün toplumlarda aileyi meydana betiren iki kişiden biri olmasına rağmen her toplumda ayrı ayrı özelliklere sahiptir. Özellikle Türk geneksel yapısında kadının toptulumda ayrı bir konumu vardır. Kadın ailenin direği olduğu gibi eşi ile birlikte sosyal hayata katılır; hatun, hakanın yanında oturur, kurultaylarda söz alarak fikrini beyan ederdi. Eski Türklerde kadının konumu hakkında Arap Seyyahı Ibni Fazlan'ın görüşlerini bilmeyen yoktur. Meselâ, Fazlan'ın ifadesine göre, Türkler "zina diye birşey bilmez, böyle bir suç işleyen birini ortaya çıkarırlarsa onu iki parçaya bölerler. Nehirde birlikte yıkanırlar. Zina onlara göre en büyük suçtur". Ancak, Türklerin islamiyete girmesi ile özellikle şehirlerde kadının konumu bazı yanlış anlayışlar yüzünden geri plana atılmıştır. Ancak, köylerimizde kadın önemli ölçüde eski Türk geleneğinden kaynaklanan hukuki durumunu az veya çok korumuştur. Özellikle bu durum Tatatacı Alevi-Kızılbaşlarda görülmektedir. Eröz, yapmış oldugu araştırmalara dayanarak, Aleviler'de zina yapanların yakılarak ya da silahla öldürüldüğünü ifade ederek "...eski Türkler'de ahlak nasıl sağlam ise, Kızılbaş Türkmenlerde ve Yörükler'de de öyledir" (15) der. Şimdi il eskiden Ankara'nın ilçesi olan Kırıkkale'nin Hasan Dede köyünde (Alevi köyü) 1945'li yıllarda araştırmlaryapmış olan Benakay'da köyün dedesi olan Abdullah Demirhan'dan şu bilğileri aktarır: "Cemiyet, evle; evlililkte eşlere saygı ile kaimdir ve Kızılbaşlarda boşanma yoktur... Evlenmeyeni yol'a almazlar. Aralarında kaç-göç yoktur" (16). Alevi ailelerde kadınların konumlarını biz de çocukluğumuzda köyümüze (Yusufizzettin/Kadirli) çeşitli yerlerden gelerek yerleşen Alevi ailelerde ve yüksek öğrenimimizi yaptığımız Elazığ'nın bazı mahallelerinde yapmış olduğumuz sohbetler ile bir süre görev yaptığımız Elazığ'nın Karakoçan ilçesinde tesbit ettik. Alevi kadınların birbirine karşı en çok kullandıkları hitap şekli "bacı" dır. Bu kelime bir hitap şekli olduğu gibi aynı zamanda bir de manevi anlam taşır. Çünkü dedelerin eşlerine de "bacı" denir. Bu yüzden Alevi kadınlar herkese değil saygı duydukları ve sevdikleri kadınlara "bacı" derler. "Bacı" kelimesi bütün Türk boylarında kızkardeş anlamında kullanılır. Meselâ, Kadirli ve Kozan'ın köylerinde "kardeş" "erkek kardeş": "bacı" ise "kız kardeş" anlamında kullanılır. Alevi ailelerde esas olan tek evliliktir. Biz gözlemlerimizde çok eşle evliliğe rastlamadık. Diğer yandan Aleviler'de kadın mirastan eşit olarak hakkını alır . Oysa ülkemizin özellikle Doğusunda kadınlar hâlâ miras pay almadıkları gibi, bazende hiç alamamaktadırlar. Mesela Karakoçan'ın aynı köyünde yaşayan Alevi kız mirastan eşit olarak hakkını alırken Sünni bir kız ya hiç olmamakta ya da çok az almaktadır. Aleviler'de "başlık" parası da sünnilere nazaran çok esnek olup, kadın eşini seçmekte hürdür. Diğer yandan "Aleviler sünnilerle evlenmezler" anlayışı da yanlıştır. Mesela Karakoçan'da Alevi kızların sünni erkeklerle sünni kızlarında Alevi erkeklerle evlendiğini araştırmamız sırasında müşahâde ettik. Aleviler de mazaretsiz yere her iki tarafın da boşanması çok büyük suçtur. Boşanan kişi onlara göre "düşkün" sayılır ve Cem toplantılarına katılamazlar, dolayısıyla dışlanırlar, hatta bazıları köy kıdışına dahi çıkarılabilir. Alevilerin Amacı ve Türklük Günümüzde Alevilik bazı gruplar tarafından kullanılmaya çalışılmaktadırlar. Ancak aklı başında ve kültürel birikime sahip Aleviler bu konuda gayet dikkatlidirler. Mesela görüşme yaptıgımız Avukat Hasan Gülşan "Aleviliğin Türkçülük yönü ağır basar" dedi. Zikrettiğimiz kitabında 135. sayfada da amaçlarını şöyle ifade eder: "Vatana hizmet, Türk birliğine ve töresine sadakat, ileri, medeni, insanca yaşamaktır". Diğer yandan zikrettiğimiz tarihte görüşme yaptığımz Erzincanlı halk aşığı Yavuz Top'ta bu husustaki görüşlerini şöyle ifade etti: "Alevilik Türkler arasında yayılan; gelişen ve ortaya çıkan bir hayat felsefesidir. Dolayısıyla babadan gelmez. Alevilerin menfaatleri Türk milletinin menfaatlerinden ayrı düşünülemez; diğer yandan Kürtlerin menfaatleri de aynı değerlendirmeye dahildir ve Türk-İslam sentezini Hacı Bektaş yani Aleviler gerekleştimişlerdir". Yavuz Top, yayınlanan bir yazısında (17) da Alevilikdeki "aşıklık" gelenegini eski Türlerden yani "şaman" geleneğinden geldiğini; Aleviliğin göçebe Türkmenler arasında yayıldığını ifade eder. Bir başka araştırıcıya göre de Aleviler "milliyetçi, Türkçü ve demokrat" (18) tır. Sonuç Millet, çeşitli kültürel unsurlarla biraraya gelen sosyal kurumların, grupların ve işkiler ağının milli örüntüsüdür. Dolayısıyla bu ilişkiler ağındaki her kültürel unsur milletin can damarlarından birisini teşkil eder. Bu nedenle Türk milletini meydana getiren sosyal grupların hayatındaki her sosyal gerçeklik "kültür sosyoloji" ve "değişim sosyolojisi" çerçeveside ele alınarak analiz edilmelidir. Ancak Orhan Türkdoğan'ın deyişiyle bunu beceremediğimiz için hâlâ "sosyolojik anlamda millet olma sürecini tamamlayamadık". Bu ifadenin geçerliliği belki tartışılabilir. Fakat bugün ülkemizdeki kültür unsurlarının sosyal bilimler çerçevesinde yeterince ele alındıgı ifade edilemez. Mesela, sosyal hayatımızın önemli bir parçası olan Alevilik konusunda bazı sınırlı çalışmalar hariç yeterli çalışmalar yapılmadığı için yüzlerce Alevilik anlayışı yazılı basında çeşitli yazarlar tarafından ifade edilmektedir. Diğer yandan bizzat Alevi olup ve konuda çalışanlar bile temel meselelerde çok farklı görüşlere sahiptirler. Bunlardan bazıları Aleviliği bir tarikat, bazılan mezhep, bazılan da Anadolu Türklüğünün bir yaşama biçimi yani felsefesi olarak ele almaktadır. "Dedelik kurmu" ve Aleviliğin "soydan"mı yoksa "yoldan"mı oluştuğu konusundaki tartışmalar ise yüzlerce yıldan beri sürmektedir ve bu anlayışla gittiğimiz sürece de biteceğe benzemiyor. Kısaca Alevilik bir sosyal gerçeklik ve ülkemizin önemli sosyal meselerinden biri olduguna göre, bu meselenini çözümünde "kültür sosyolojisi" ve "değişim sosyolojisi" ne dayalı çalışmalar bizlerin en büyük yardımcısı olacaktır Mustafa AKSOY Marmara Üniversitesi aksoymustafa@turkada.net |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.