ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Tarih / Coğrafya (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=656)
-   -   Osmanlı Tımar Sistemi (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=315320)

Prof. Dr. Sinsi 07-25-2012 06:27 PM

Osmanlı Tımar Sistemi
 
Tımar sistewmi nedir - tımar sisteminin uygulanması - Osmanlı imparatorluğunda tımar sistemi - tımar sisteminin işleyişiAnadolu Selçuklu devletinin yıkılması ve Moğol baskısının

azalmasından sonra, Selçuklular’ın sınırların korunması ve düşman

ülkelere akınların yapılması amacıyla sınır boylarına yerleştirmiş

olduğu askerler Anadolu’da tekrar Türk birliğini sağlamak için beylikler

kurmuşlardır. Türk beyliklerinin başlıcaları; Karamanoğulları,

Germiyanoğulları, Candaroğulları ve Osmanoğulları’dır. Bunlardan

Osmanoğulları’nın kurmuş olduğu “Osmanlı Beyliği” kısa bir sürede

gelişmiş ve Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulmasını sağlamıştı.

Osmanlı İmparatorluğu kurulmasından itibaren “Selçukî İktâ

Sistemi”ni “Tımar Sistemi” adı altında bünyesine almış ve bu durum

Tanzimata kadar böylece devam etmiştir1.


Ancak bir kısım tarihçiler “Osmanlı Tımar Sistemi’nin Selçuklu “İktâ

Sistemi”nden gelmediği görüşünü savunmaktadırlar. Bazı tarihçiler,

tımar sisteminin Bizanslılar’dan Osmanlılar’a geçtiği görüşünü

savunurken bazıları ise tımar sisteminin Sasanîler’den Araplar’a,

Araplar’dan da Türkler’e geçtiğini savunmuşlardır2. Prof.Fuad Köprülü,

Osmanlılar’ın tımar sistemini Anadolu Selçukluları’ndan almış oldukları

hakkında inandırıcı deliller ileri sürerek, bu sistemin Bizanslılar’dan

alındığı iddiasını çürütmüştür. Köprülü’ye göre tımar sistemi, Büyük

Selçuklu İmparatorluğu’ndan Anadolu Selçukluları’na ve oradan da

Osmanlı İmparatorluğu’na geçmiştir3.


Tımar sistemini Osmanlılar’ın kimlerden aldıkları ve uyguladıkları

konusundaki tartışmalardan ziyade tımar kelimesinin etimolojik

araştırmasını yaparak konuyu açıklamaya çalışmak daha yararlı olacaktır.

Bu araştırmada “tımar” kelimesi etimolojik yönden kısaca

değerlendirildikten sonra, “Osmanlı Tımar Sistemi”nin işleyişi ana

hatlarıyla özetlenecektir.


“Tımar” Kelimesinin Etimolojik Yönden İncelenmesi

Tımar kelimesi üzerinde yapılan araştırmalar, bu kelimenin kökünün

nereden geldiği konusunu tamamıyla açıklığa kavuşturmuş değildir.

Tımar kelimesi ile ilgili olarak etimolojik araştırma yapan Leunclavius,

kelimenin Grekçe’den gelme olduğunu belirtmiştir. Bu görüş daha

sonra Michel Buadier ve Ducange tarafından da kabul edilmiştir.

Leunclavius, XVI. yüz yıla ait bir belgede ilk defa tımar kelimesinin

“tımarion” adıyla ikta manasında kullanıldığını belirtmiştir. Bizans

İmparatorluğu’nda ise ikta manasına gelen çok farklı kavramlar

kullanılmıştır.


Bu görüşlerin aksine 1598’den itibaren Venedikli Lozara Soranzo,

tımar kelimesinin Farsça “tımar” kelimesinden geldiğini belirtmekte ve

bu görüşe ünlü tarihçi Von Hammer de katılmaktadır4.

Kelimenin etimolojik açıdan yeterli ölçüde açıklanamamış olmasına

karşılık, çeşitli tarihçiler tımar sisteminin Osmanlı İmparatorluğu’nda

ifade ettiği anlam üzerinde birleşmektedirler. Tarihçilerin çoğunluğu

tımar sisteminin, Selçuklu İmparatorluğu’ndan Osmanlı

İmparatorluğu’na intikal ettiği görüşündedirler. Esasen bunun böyle

olmasını pek tabii karşılamak gerekir. Çünkü, Köprülü’nün de belirttiği

üzere, Osmanlı devletinin; mülkî, askeri ve idari teşkilatı Anadolu

Selçuklu devletinin bir devamıdır ve Osmanlılar kısmen İlhanlılar ve

kısmen de Mısır Memlûkleri teşkilatının tesirleri altında kalmışlardır5.

“Tımar”, Osmanlı İmparatorluğu’nda geçimlerine ve hizmetlerine ait

masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, belirli

bölgelerden kendi nam ve hesaplarına tahsili yetkisi ile birlikte tahsis

edilmiş olan vergi kaynaklarına ve bu arada bilhassa 20.000 akçaya

kadar olan askeri dirliklere verilen isimdir6.


Tımar sistemi “muayyen bir arazinin tevcihi veya araziye ait bazı

hakların verilmesinden ziyade bazı vergilerin havalesinden ibarettir.

Başka deyimle, havale sisteminin bir hususi tatbik şeklidir.

Vergi kanunları muayyen kanunlara göre merkezi idare tarafından mahallinde yapılan, nüfus ve gelir tespiti ile hususi tabiri ile tahrir ile

belli olmuş, sonra hizmet ve hak sahiplerine bu vergiden muayyen bir

kısmı tahsis edilmiş vergi gelirini hangi vergiler olarak hangi

şahıslardan toplayacağı defterlerde (icmâl defteri) ayrı ayrı tayin

edilmiştir. Görülüyor ki tımar bir tahsis ve havaledir. Padişahın verdiği

tımar tevcih vesikası, devlete ait muayyen bir geliri toplama

selahiyetini veren bir nevi havale vesikasıdır.” 7


Osmanlı İmparatorluğu’nda Tımar Sisteminin İşleyişi

Osmanlı tımar sisteminin mahiyetini ve özelliklerini iyi kavrayabilmek

için Osmanlı arazi hukukundaki toprak taksimatına kısa da olsa

değinmekte yarar vardır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda toprak başlıca; “tımar”, “zeamet”, “has”,

“evkaf” ve “ocaklık” gibi bölümlere ayrılmıştı8. Bunlardan evkaf, devlet

arazisinden bir kısmının padişahlar veya padişahların izniyle, vezirler

tarafından cami, medrese, hastahane, kervansaray gibi hayır

kuruluşlarına ayrılması ile oluşturulmuştu. Evkafa, vakıf arazi de

denilirdi. “Ocaklık” veya “yurtluk” denilen gelirler ise, belli

mahallerdeki arazinin bazı kimselere hayat boyunca gelirlerinin tahsisi

anlamına gelmektedir.9 Bu şekildeki tahsisler miras yoluyla intikal

ederse, buna “ocaklık”, miras yoluyla intikal etmez de, geliri sadece

tahsis edilen kişiye ait olursa buna da “yurtluk” denilirdi10. Fatih

Sultan Mehmed zamanında “ocaklık” olarak tahsis edilen arazilere

“mâlikâne vakıf” adı da verilmiştir11.


Evkaf ve ocaklık dışında kalan ve tımar, zeamet ve has olarak

gruplara ayrılan topraklar da, belirli devlet görevlilerine maaşları

karşılığı “dirlik” adı altında verilmekteydi. Bu devlet görevlileri de bu

topraklarda çeşitli vergileri bizzat veya görevlendirecekleri memurları

vasıtasıyla tahsil etmekteydiler. Yıllık geliri 100.000 ve daha fazla akça

olan topraklar “has” adı altında; padişah, vezir, şehzade, beylerbeyi

gibi önemli görevlerde bulunanlara tahsis edilirdi12. Yıllık geliri 20.000

ila 100.000 akça arasında olan topraklar ise “zeamet” adıyla

defterdarlara, subaşılarına, sancak, alay beylerine vb. orta derecedeki

devlet görevlilerine verilirdi. Zeamet sahiplerine “zaim”, bunların

kıdemlilerine de “zaim gediklisi” adı verilirdi.13


Zeamet olarak ayrılan topraklardan bir kısmı, “arpalık” adı altında

belirli idare ve saray adamlarına, yüksek rütbeli ilim adamlarına,

vazifelerinde iken, maaşlarına ilaveten, vazifelerinden ayrıldıktan

sonra ise emekli maaşı olarak terk ve tahsis olunmaktaydı.14

Kendilerine arpalık olarak arazi verilenler bu yerlerdeki başta şerî

vergiler olmak üzere bütün vergileri, “nâib”ler vasıtasıyla tahsil

etmekteydiler. Tahsil edilen vergilerin bir kısmı nâiblere, geri kalan

kısmı da arpalık sahiplerine ait olurdu.15 Nâibler16 arpalık sahipleri

tarafından tayin olunur ve bu tayin kazaskerler tarafından onaylanırdı.

Nâiblik ya emanet veya iltizam suretiyle verilmekteydi. Birinci şekilde

nâib, gelirin bazen dörtte, bazen beşte birini alırdı. İkinci şekilde ise

nâibler, geliri tahsil ettiği kazanın önem derecesine göre arpalık

sahiplerine 200, 300 hatta 600 kuruş şehriye (maaş) verip, geri kalanı

mahkeme masrafları çıktıktan sonra kendilerine bırakılırd.17


Has ve zeamet dışında kalan ve yıllık geliri 20.000 akçaya kadar olan

topraklar ise “tımar” olarak adlandırılmaktaydı. Bu yerler ise sipahi adı

verilen askerlere verilmekteydi. Fatih Sultan Mehmed zamanında ve

daha önceleri en aşağı derecedeki bir tımar yıllık 1.000 akça olarak

kabul olunmuştur. Bir sipahi hizmete girer girmez, kendisine bu 1.000

akçalık tımar verilir ve buna “iptidâda tımar” denilirdi. Fatih Sultan

Mehmed’den sonra iptidâdan tımarlar, Rumeli eyaletinde 2.000,

Anadolu eyaletinde ise 3.000 akçaya çıkarılmış idi.18


Tımar ve zeamet sahipleri kendilerine tahsis edilen arazilerden veya

“raiyyet”in19, şahsından alacakları vergileri bizzat kendileri tahsil

etmekteydiler. Has adı altında verilen toprakların vergileri ise kethüda,

voyvoda veya emin adı verilen kimseler tarafından tahsil edilirdi.20

Tımar ve zeamet adı verilen topraklar, devletin mülkü olduğu için

miras yoluyla intikal edemezdi. “Sipahi arazinin maliki olmaz, sadece

reâyâdan devletin alacağı vergileri tahsil etme hakkına sahip olurdu21.

Ayrıca tımarlar sebepsiz olarak sahiplerinin elinden alınmazdı22. Ancak

tımar sahiplerinin feodal bir bey halini almaması için tımarlar uzun

süre sahiplerinin ellerinde bırakılmıyordu23. Dolayısıyla “merkezi

otoritenin aleyhine olarak sipahinin toprak ve mevki kazanması

imkansızdı.” 24


Tımar sahiplerinin bazı durumlarda ellerinden tımarları alınarak

işlerine son verilirdi. Tımar sahibinin azledilmesini gerektiren sebepler

şunlardı:

-“Sâhib-i arz”ın25 başka bir sancağı ikamet olarak seçmesi; “Eğer bir

sipahinin bir sancakta tımarı varsa ve kendisi başka bir sancakta

oturuyorsa böyle bir sipahi azledilir ve azil müddeti iki yılı geçmeden

ona tımar mahlul olsa bile verilmez.” 26


-“Sâhib-i arz”ın savaş zamanında savaşa katılmaması: Bu durumda da

sipahi azledilerek tımar elinden alınırdı.

-“Sâhib-i arz”ın toprağını üç yıl üst üste boş bırakması: Bu durumda

da tımar arazisi başka bir kimseye verilirdi.

Tımar ve zeamet dağıtımına ilişkin usul ve esasları ise kısaca şu

şekilde özetleyebiliriz: “Hayatta olan tımar ve zeamet sahiplerinin

oğullarına ayırca dirlik verilmez. Ancak, babası öldüğü zaman onun

dirliğine sahip olur.”27 Tımarlar dağıtım şekillerine göre “tezkireli” ve

“tezkiresiz” tımar olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Tezkiresiz tımarlar

daha ziyade düşük kıymetli tımarlardı. Bu tımarlar doğrudan doğruya

beylerbeyi tarafından verilirdi. Büyük tımarlar ise pâyitaht tarafından

verilirdi. Bu tımarların verilmesinde beylerbeyi tamamen serbest

değildi. Bu tımarlara ise “tezkireli tımar” denilmekteydi. Bu tür

tımarlarda, beylerbeyi tımar alacak kimsenin sipahi olup olmadığını

tespit ettikten sonra ona bir tezkire verir ve o şahıs da bu tezkireye

göre pâyitahttan tımarını alırdı28.


Osmanlı İmparatorluğu’nda tımar sistemi, kuruluşundan itibaren

imparatorluğun idari, askeri ve mali sisteminin temelini teşkil etmiştir.

Dirlik olarak verilen arazilerin büyük bir kısmı “tımar” topraklarından

oluşmaktaydı. Kanunî Sultan Süleyman’ın tahta çıkmasını takip eden

yıllarda yaptırılmış olan arazi yazımlarına ve 1527-1528 mali yılı

bütçesinin verdiği rakamlara göre, bu yıllarda toplam 537 929 006

akça olarak tespit edilmiş olan toplam vergi gelirlerinin % 37’si, 37521

tımar sahibinin tasarrufunda idi.


Tımar Sahibinin Mükellefiyetleri

Tımar ve zeamet sahipleri kendilerine terk ve tahsis olunan araziler

karşılığında çeşitli görevler yapmakla zorunlu kılınmışlardı. Tımarlı

sipahiler ve zâimlerin temel görevleri asker yetiştirmek olmakla

birlikte, bunların iktisadi, idari ve mali nitelikte görevleri de

bulunmaktaydı. Tımarlı sipahiler, gelirlerinin 3.000 akçayı aşması

nisbetinde bir cebelû (zırhlı asker) yetiştirmekle yükümlüydüler29.

“Örneğin, 6.000 akçalık bir tımarı olan bir cebelû, 9.000 akçalık bir

tımarı elinde tutan kişi iki cebelû, 1.900 akçalık bir tımarı elinde

bulunduran beş cebelû yetiştirmekle yükümlüdür30.


Bu şekilde kendilerine terk ve tahsis olunan topraklar karşılığında

askeri hizmetle yükümlü tutulan tımar ve zeamet sahiplerinin

ellerindeki tımarlara “eşküncü tımarı” adı verilirdi. Eşküncü

tımarlarının sahipleri, savaş zamanlarında cebelûleriyle birlikte savaşa

katılırlardı31. Bunun dışında; “müstahfız tımarı”, “hizmet tımarı”,

“mensuhat tımarı” vb. tımarlar da bulunmaktaydı. Bu tımar sahipleri

de çeşitli görevleri yapmakla yükümlüydüler.32

Prof. Dr. Sinsi 07-25-2012 06:27 PM

Osmanlı Tımar Sistemi
 
Bu tımar sahiplerinden bazıları, köy yollarının, köprülerin yapılışını

kontrol ederler ve bu süratle ziraatin ve servetin artmasına çalışırlardı.


“Aynı zamanda öşür, haraç, resim gibi çeşitli adlarla “tevzî

defterleri”nde kanunla tespit edilen miktarlar üzerinden vergileri tahsil

ederlerdi.” 33 “Tahsil olunacak gelirler, mahalli ihtiyaçlara

sarfolunduktan sonra, geri kalan safi hasılat hazineye gönderilirdi.” 34

Osmanlı imparatorluğu’nda tımar sahipleri tahsil edecekleri vergi

türleri açısından “serbest” ve “serbest olmayan” tımarlar şeklinde ikiye

ayrılmıştı. Vezir, beylerbeyi, sancak beyi, nişancı, defterdar gibi

yüksek rütbeli idare amirleri ile diğer memurların has ve zeametleri

idari ve mali bakımından bazı imtiyazlara sahip “serbest tımarlar”

olarak muamele görmekteydi.35 Bu tımarlarda başta öşür ve haraç

olmak üzere “rüsûm-ı serbestiye” veya “niyâbet”, “bâd-ı hava” gibi

isimler verilen bir takım vergiler normal sipahi tımarlarından farklı

olarak tımar sahiplerince toplanmıştır.


Rüsûm-ı serbestiye adı verilen vergilerin esasını ise “cürüm ve

cinayet” veya “cerime” veyahut da “kanlık” diye adlandırılan para

cezaları teşkil etmekteydi.36 Serbest tımarlarda bu cezai vergi, tımar

sahibi tarafından alınır. Serbest olmayan tımarlarda ise, yarısı tımar

sahibinin, diğer yarısı da subaşı veya sancak beyinindir.37 Ayrıca

“resm-i arûs”, “yâve” gibi isimler verilen vergiler de “rüsûm-ı

serbestiye” kapsamı içerisindeydi.38


Sahibinin rüsûm-ı serbestiye (bâd-ı hava) denilen vergileri alma

hakkına sahip olmadığı tımarlara ise “serbest olmayan tımar”

denilmekteydi. Bu tımarlar tımar sistemi içerisinde çoğunluğu

oluşturmaktaydı.39 Bunların tahsil ettikleri başlıca vergiler öşür ve

haraçtan ibaretti. Ancak serbest olmayan tımarlarda “cerime” adı

verilen ceza tahsil edilirse, yukarıda belirttiğimiz gibi bunun yarısı

tımar sahibinin, diğer yarısı da subaşı veya sancak beyinindi.

Tımar Sisteminin Bozulması ve Düzeltilmesi Çareleri

Osmanlı İmparatorluğu’nda kuruluşundan itibaren askeri, idari ve mali

düzenin temelini oluşturan tımar sistemi XVI. yüzyılın sonlarına doğru,

çeşitli sebeplerle bozulmaya başlamıştır. Tımar sisteminin bozulması

sebeplerini kısa maddeler halinde özetleyebiliriz.40


1.“Tımarın bozulmasının birinci sebebi, tımar topraklarının ya hazine

veya diğer nüfuzlu şahıslar tarafından, kendi menfaatlerine olarak

zaptolunması ve bu suretle dirliklerin, askeri hizmetle değil, para ile satın alınabilen birer geçim kapısı haline gelmesidir.” 41 Gerçekten de

çeşitli sebeplerle boş kalan (tımar sahibinin toprağı üç yıl üst üste

işlememesi, başka bir sancağı ikamet olarak seçmesi gibi) tımarların

verilmesinde idarece çeşitli yolsuzluklar yapılmaktaydı. Tımar sahibi

olmaya hak kazanmış kimseler dışındakilere, rüşvetle veya iltimasla

tımarlar verilmekteydi. Bu yolsuzluklara sebep olanların başında ise

tımar işlemleri ile görevli “defter eminleri” veya daha sonraları

adlandırıldığı şekilde “defter-i hakanî eminleri” gelmekteydi.42 Nitekim

bu dönemlerde yazılan bir çok nasihatnamelerde, padişahlara sunulan

lâhiyalarda ve risâlelerde tımar sisteminin düzeltilmesi gerektiği

tekrarlanıyordu.43


Asıl adı Mustafa olan fakat Göriceli diye ün salan Koçi Bey 1625

yılında padişaha hazırladığı risalede tımar sisteminin bozulmasını şu

şekilde anlatıyordu: “Boşalan tımar ve zeametlerde eski kanunlarına

aykırı olarak İstanbul tarafından verilmeğe başlandı. İleri gelenler ve

vükelâ boşalan yerleri adamlarına ve akrabalarına verip, İslâm

memleketlerinde olan tımar ve zeametin seçmelerini şer’-i şerîfe ve

yüksek kanuna aykırı olarak, kimine paşmaklık44 yaparak, kimini

padişah hassına katarak, kimini mülk olarak, kimini vakıf olarak,

kimini vücûdu sıhhatte olan kimselere emeklilik olarak verip, bütün

zeamet ve tımar, ileri gelenlerin yemliği oldu.” 45


2.Tımar sisteminin bozulmasının önemli sebeplerinden birisi de

imparatorlukta fetihlerin durması, dolayısıyla fetih gelirlerinin

azalmasından kaynaklanmıştı. Bilindiği üzere XVI. yüz yıl ortalarında

Osmanlı İmparatorluğu geniş bir alana yayılmış ve bu suretle büyüme

sınırlarına ulaşmıştı. Ayrıca Avrupa’da teknolojik gelişmeler bu

ülkelerin güçlenmelerini sağlamıştı. Bu durumda imparatorluğun yeni

gelir kaynaklarına ihtiyacı vardı. İşte bu sebepler, devletin gelir

sağlamak amacıyla tımarları yüksek bedeller karşılığında iltizama

vermesini ve tımar sisteminin bozulmasını sağlamıştır.

3.Bir diğer sebep olarak bu devrede ortaya çıkan nüfus artışları

gösterebilir. Bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu’nda bilhassa XVI.

yüz yılda büyük bir nüfus artışı meydana gelmiştir. Fetihlerin durması

sonucu, imparatorluğa yeni topraklar katılamaması ve nüfus artışı

tımarların dağıtımı işlerinde rüşvet ve iltimasa sebep olmuştur.


4.Tımar sisteminin bozulmasının diğer önemli sebeplerinden birisi de,

tımar gelirlerinin mali güçlüklerden dolayı hazineye mal edilmesinden

kaynaklanmıştır. Bu amaçla başlangıçta tımarların yeniden yazımı

yapılarak, tımar sahiplerinin tımarları küçültülüp, fazla kısmı “has” adı

altında hazineye mal edilmiş, daha sonraları ise bu topraklar büsbütün

alınarak iltizama verilmeye başlanmıştır.

5.Ayrıca tımarların dağıtımı işleri ile görevli defter eminliklerinin etkili

çalışmaması da tımar sisteminin bozulmasına sebep olmuştur. O

devirde Defter-i Hakanî Emini olan Aynî Ali Efendi şöyle yazmaktadır;

“Defter-i Hakanî Eminliği’ne memur olduğum zaman defterhaneyi çok

karışık ve düzensiz buldum. Birine mahlûl46 tımar verilmek icabetse, o

kimse o tımara bir türlü sahip olamıyordu. Çünkü her tımar birkaç

kişinin beratına aynı zamanda yazılmış olduğundan o mahlûl tımar için

hepsi hak iddia ediyorlardı.” 47

6.Ayrıca tımarların zamanla vakıf veya özel mülkiyette konu olması da

bu sistemin aleyhine işlemiştir.

7.Ayrıca para değerinde meydana gelen düşüşlerde, tımar sahiplerinin

maaşlı olmak istemelerine sebep olmuştur. Para değerindeki düşüşler,

başlıca dış talepteki artış ve yerli üretimin arttırılmamasından

kaynaklanmıştır.

8.Tımar sistemi başlıca bu sebeplerle bozulmuş ve ilk defa 1703

tarihinde Girit adasında kaldırılmıştır. İmparatorluğun diğer

yerlerindeki tımarlar ise 1812 tarihinden itibaren mahlûl oldukça

verilmemeğe başlanmıştır.48 Daha sonraları sınırlı uygulamaları devam

etmekte olan tımar sistemi, 1839’da II. Mahmud tarafından ilan edilen

Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu ile tamamen kaldırılarak bunun yerine

vergilerin tahsilinde emanet usulüne geçilmiştir.49


Referanslar

1 Selçukî İktâ Sistemi konusunda bir araştırmamız Türk Dünyası Araştırmaları

Dergisi’nde yayınlanmıştır. Bak: (Ekim-1986), s. 165-173.

2 Bak: Halil Cin, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Ankara:

1978, s. 87-96.

3 Bak: Fuad Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesselerine Tesiri,

İstanbul: Ötüken Neşriyat A.Ş. Matbaası, 1981, s. 94-130.

4 Ö. Lütfi Barkan, “Tımar”, İslam Ansiklopedisi, C. 5/2, s. 286-287.

5 Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, İstanbul: Ötüken

Neşriyat A.Ş. Matbaası, 1981, s. 181.

6 Barkan; a.g.m., s. 286.

7 Halil İnalcık; “İslam Arazi ve Vergi Sisteminin Teşekkülü ve Osmanlı

Devrindeki Şekillerle Mukayesesi”, İslam İlimleri Enstitüsü Dergisi, c. 1, S. 1,

s. 43.

8 Nihad Sayar; Türkiye İmparatorluk Dönemi Mali Olayları, 2.b. İstanbul:

İİTİA Nihad Sayar Yayın ve Yardım Vakfı Yayını, 1978, s. 17.

9 Sayar, a.g.e., s. 19.

10 Sayar, a.g.e., s. 19; Ayrıca Bak: Mustafa Akdağ, “Osmanlı Müesseseleri

Hakkında Notlar”, AÜ. Dil ve Tarih-Coğrafya Fak.Dergisi, c. 13, s. 1-2’den

ayrı basım, (Mart-Haziran 1955), s. 47.

11 Akdağ, a.g.m., s. 47.

12 Akdağ, a.g.m., s. 45; Cin, a.g.e., s. 103;

13 Ziya Karamürsel, Osmanlı Mali Tarihi Hakkında Tetkikler, İstanbul: 1940, s.

151.

14 M. Tayyib Gökbilgin, “Arpalık”, İslam Ansiklopedisi, c. 1, s. 592.

15 Gökbilgin, a.g.m., s. 595.

16 Naib, Arapça “na’ib” kelimesinden gelmekte olup, vekil anlamındadır.

17 “Naib”, İslam Ansiklopedisi, c. 9, s. 51.

18 Akdağ, a.g.m., s. 44, 45.

19 Raiyyet, teb’a yani başkasının velayet ve idaresi altında bulunan kimse

yerinde kullanılan bir tabirdir. Çokluğu “reaya”dır. Bak: M. Zeki Pakalın,

Osmanlı Tarih Deyimleri Sözlüğü, c. 3, İstanbul 1971, s. 7. Prof. Akdağ,

raiyyeti toprağı kiralayan kimse şeklinde mütalaa etmektedir. “Raiyyet olmak

için muhakkak köyde oturmak ve bilfiil ziraat etmek şarttır”. Bak: Mustafa

Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi (1243-1453), c. 1, Ankara: AÜ.

DTCF Yayını, 1959; “Şehir ve kasaba halkı köy toprağı ekseler de, gelip

burada yerleşmedikçe “raiyyet” sayılmıyorlardı”. Bak: Mustafa Akdağ, Türk

Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası (Celâli İsyanları), İstanbul: Bilgi Yayınevi,

1975, s. 46, 47.

20 Sayar, a.g.e., s. 19; Akdağ, a.g.m., s. 45; Karamürsel, a.g.e., s. 140.

21 Cin, a.g.e., s. 98.

22 Cin, a.g.e., s. 100.

23 Tamer Timur, Kurtuluş ve Yükseliş Döneminde Osmanlı Toplumsal Düzeni,

2.b. Ankara: 1979, s. 192.

24 Sabri Tekir, Maliye Tarihi (Teksir), İzmir: DEÜ-İİBF Yayını, 1985, s. 30.

25 Tımar Sahibine “sâhib-i arz”da denilirdi.

26 Aynî Ali Efendi, Osmanlı Devletinde Arazi Kanunları (Kânûnnâme-i Al-i

Osman), Çev: Hadiye Tuncer, Ankara: Tarım Bakanlığı Yayını, s. 28.


Prof.Dr. Coşkun Can AKTAN


alıntı


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.