![]() |
Kitap Adları Ne Söyler?, Dünden Bu Güne Kitap Adlarının Serüveni
Dünden Bu Güne Kitap Adlarının Serüveni
Kitap adlarının anlamı sadece kapaktaki birkaç kelimeyle mi sınırlıdır? Vatan Yahut Silistre, Aşk-ı Memnu, Yaban, Mahur Beste, Her Gece Bodrum, Git Kendini Çok Sevdirmeden... Farklı dönemlerden seçilen bu kitapların adları gerçekte ne anlatmaktadır? Toplumun yaşadığı sosyolojik dönüşümlere paralel olarak, kitap adlarının Divan edebiyatından günümüze nasıl bir değişim geçirdiğini inceledik. Yayıncılara da kitaba ad vermenin inceliklerini sorduk.
Kitap, bugün kültür hayatımız için ekmek kadar gereklidir. Dün de öyleydi... Ancak dün, buna ilâveten “su kadar aziz”di de... Nitekim, eskiler belki de asıl “Kitab”ın verdiği bir terbiye ile, kitaba hürmet göstermişler, ciddîye almışlar, “yazılı olan”ın “bilgi”yi taşıdığı düşüncesiyle, kitabı adeta yarı kutsal bir mevkie yükseltmişlerdir. Bunun neticesinde dededen toruna intikal eden, nesiller boyu içlerine kaydedilen tevellüd ve vefat tarihleri ile bir aile soy kütüğü niteliği alan, okuna okuna bir bilgi akışı ve ilgi ilmeği meydana getiren kitaplar oluşmuştur. İnsanlar, başlarına gelen en önemli olayları saklayacak bir hafıza olarak kitaba güvenmişlerdir. Evlerde atadan, dededen kalan kitaplar bir zenginlik, bir miras olarak saklanmıştır. Bu ve benzeri ilgilerle, her kitap, muhtevasıyla olduğu kadar belki yalnız varlığıyla da, en geniş açılımıyla toplumda olduğu kadar, en dar kapsamıyla aile içerisinde de bir kültürel devamlılık, bir ortak kimlik inşasının yerine göre önemli, yerine göre mütevazı bir parçası olmuştur. Devlet büyükleri, yöneticiler, toplumun önde gelen kişileri, adlarına kütüphaneler, “dârülkütüb”ler inşa ettirerek, hayır hizmetlerinde bulunmayı amaçlamışlar, kendi adlarına ithaf edilen kitapların telif edilmesini bir onur ve üstünlük saymışlardır. Kitap, vakıf yoluyla topluma mal edilen bir değer halini almıştır. Bu ve emsali uygulamalar, kabuller ve davranışlarla toplumda bir kitap kültürü oluşmuş, bu kültürün estetik boyutu olarak da Osmanlı’da “kitap sanatları” diyeceğimiz bir sanat varlığı kendisini göstermiştir ki, hüsn-i hat, tezhip, minyatür, ebru, ciltçilik vs. burada hemen akla geliverenlerdir. Bu sanatlar ile estetik bir nesne halini alan kitap, içeriği kadar görüntüsü, dış yapısı ile de bir güzellik ve zenginlik, bir estetik besleyicilik işlevi kazanmıştır. Bu özelliği yapan öğelerden biri de kitabın başlığıdır. Doğrusu atalarımız daha kitabın adından başlayarak, etkileyici, sanatlı ve kalıcı olmayı hedeflemişler, bu düşünce doğrultusunda, Osmanlı şiirinin, Divan edebiyatındaki söz sanatlarının tumturaklı izlerini taşıyan, “secî”lerle örülmüş, Türkçe veya Arapça, şatafatlı yahut Yahya Kemal’in Itrî’nin “Tekbîr” bestesi için söylediği üzere “saltanatlı” kitap başlıkları ortaya çıkmıştır. Tabii bunda secîlerin (düzyazıdaki kafiyelenişlerin) devri için sağladığı kolay akılda kalıcılık fonksiyonunu da gözden ırak tutmamak gerekir.
Bu gelenek, Tanzimat yıllarından itibaren sekteye uğramaya başlar. Tam da toplumsal, siyasal maceramızın yürüyüş seyrine denk düşen bir biçimde, XIX. yüzyıldan itibaren cazibesine girdiğimiz Batılılaşma süreci doğrultusunda değişen edebiyat ve kültür ortamımızda kitap başlıkları da değişmeye başlar. XIX. yüzyıl, Türk aydınının, hatta bütünüyle Türk toplumunun, sancıları bugüne kadar uzanacak bir biçimde, gelenekle modernlik, kendisi kalmakla Batılılaşma tercihleri arasında bocaladığı bir zaman dilimidir. Bu bocalayış, bu ikircikli tutum (dualite), edebiyatçısından hukukçusuna, siyasetçisinden askerine, bu yüzyılın genel karakterini yapar adeta. Toplumsal hayatın aynası olan kültür kurumları ve araçları da bundan nasibini alır. Bu araçlardan biri ve önemlisi olan kitap da... Artık bu dönemde eskilerin saltanatlı kitap adları, yerini yavaş yavaş tereddütlü, ürkek, “acaba”lı adlara bırakmaya başlar sanki. “Yahut”lu, “veya”lı başlıklarla karşılaşmaya başlarız giderek. Daha çok da edebî eserlerde... Meselâ: Vatan Yahut Silistre (Namık Kemal), İntibah Yahut Ali Beyin Sergüzeşti (Namık Kemal), Belde Yahut Divaneliklerim (Abdülhak Hamid), Tarık Yahut Endülüs’ün Fethi (Abdülhak Hamid), Demir Bey Yahut İnkişaf-ı Esrar (Ahmed Midhat Efendi), Dünyaya İkinci Geliş Yahut İstanbul’da Neler Olmuş (Ahmed Midhat Efendi), Fennî Bir Roman Yahut Amerika Doktorları (Ahmed Midhat Efendi), Rikalda Yahut Amerika’da Vahşet Âlemi (Ahmed Midhat Efendi), Hasan Mellâh Yahut Sır İçinde Esrâr (Ahmed Midhat Efendi), Turfanda mı Yoksa Turfa mı? (Mizancı Mehmed Murat), Hâlâ Seviyor Yahut İftirâk (Mehmed Celâl), Dehşet Yahut Üç Mezar (Mehmed Celâl). Bu tutumun elbette başka sebepleri de bulunabilir. Ancak, yukarıda ileri sürdüğümüz üzere, bu adlandırış tavrının bir dualiteyi, bir tereddüdü ve “Bu böyledir!” diyememe güvensizliğini de kendisinde barındırdığı da gözlerden ırak tutulmaması gereken bir niyet okumadır. Cumhuriyet dönemine geldiğimizde bu “yahut”ların, tercihli adlandırmaların, tereddütlü isimlendirmelerin terk edildiğini, bunun yerine hele ki Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde, ucu 1950’lere 60’lara sarkan bir biçimde, keskin, kararlı, yaptırımcı bir tavrı yansıtacak surette tek veya iki kelimelik, açık, net ve kısa başlıkların öne çıktığını söyleyebiliriz.
Vurun Kahpeye (Halide Edip), Sinekli Bakkal (Halide Edip), Tatarcık (Halide Edip), Yaban (Yakup Kadri), Hüküm Gecesi (Yakup Kadri), Sodom ve Gomore (Yakup Kadri), Panorama (Yakup Kadri), Ankara (Yakup Kadri), Çalıkuşu (R. Nuri Güntekin), Damga (R. Nuri Güntekin), Gizli El (R. Nuri Güntekin), Acımak (R. Nuri Güntekin), Billur Kalp (H. Rahmi Gürpınar), Tutuşmuş Gönüller (H. Rahmi Gürpınar), Kokotlar Mektebi (H. Rahmi Gürpınar ), Kesik Baş (H. Rahmi Gürpınar), Çapkın Kız (Aka Gündüz), Odun Kokusu (Aka Gündüz), Yaldız (Aka Gündüz). Bu örnekleri elbette yüzlerce, belki de binlerce çoğaltmak mümkündür. Biz burada bir fikir vermesi amacıyla ancak üç beş örnek zikredebiliyoruz. Bu çağrışımsız, açılımsız, yalınkat iletiler içeren adlandırmaların yanı sıra elbette Kızılcık Dalları (R. Nuri), Yaprak Dökümü (R. Nuri), Gönül Bir Yeldeğirmenidir Sevda Öğütür (H. Rahmi), Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (H. Rahmi), Rahmet Yolları Kesti (K. Tahir), Yediçınar Yaylası (K. Tahir), Saatleri Ayarlama Enstitüsü (A. H. Tanpınar), Sahnenin Dışındakiler (A. H. Tanpınar), Yağmur Beklerken (T. Buğra), Tütün Zamanı (Necati Cumalı), Hilâl Görününce (Sevinç Çokum) vb. gibi farklı çağrışımlara kanat açan kitap isimleri de arandığında bulunabilecektir. Ancak genele baktığımızda görünen tablo budur. Ara renkleri pek sevmeyen, neredeyse siyah-beyaz karşıtlığıyla yapılmış olan bu tablo, bugün hangi renkleri, hangi tonlarla bünyesine taşımaktadır? Bu soru çerçevesinde dikkatlerimizi bugünün kitap başlıklarına yönelttiğimizde, söz konusu tablonun epeyce ebruli bir nitelik kazandığını, en koyu tonların yanı sıra en frapan yahut pastel renklerin kol kola girdiğini gözlemleyebiliyoruz.
Üzerinde çalıştığı iki divanı, Âsaf Divanı ile Keçecizâde İzzet Molla’nın Divan-ı Bahâr-ı Efkâr’ını yayımlamak istediğinde yayınevlerinin bu başlıklarla kitaplara ilgi göstermediklerini, ancak bu iki divanın adını Hânedanda Bir Âsi ve Hazana Sürgün Bahar’a çevirdikten sonra her iki metin neşri çalışmasının da kolaylıkla yayımlanma imkânı bulduğunu, bu çalışmaları yapan bir akademisyen arkadaşım anlatmıştı. Bugün kitap adları, -bilhassa edebiyat eserleri- gerçekten de çok daha çağrışım yüklü, çok daha zengin ve çok sesli bir çeşitlilik ile karşımıza çıkmaktadır. Artık edebiyatçılar, ya çarpıcı, aykırı, hatta okuyucu ile inatlaşan, muzip adları daha çok tercih etmektedirler yahut da şiirsel, tedaileri zengin, okuyanı alıp başka dünyalara daha kolay götürebilecek adları... Bunun için de, söz sanatlarıyla örülmüş adlar, bir şiirin bir mısraından ödünç alınmış adlar, şiirsel çağrışımlı adlar, dilde var olan kalıp sözlere yaslanan adlar, bu kalıp sözler üzerinde küçük oynamalarla çarpıcı hale getirilmiş adlar vs. daha cazip imkânlar sunmaktadır yazara.
Bu durumu neyle ve nasıl yorumlamalı? Bizce en kısa çizgilerle, yukarıda söylediğimiz üzere, 80 sonrasında toplumumuzun içine girdiği sosyo-kültürel ve ekonomik sürecin şemsiyesi altında değerlendirdiğimizde, ortadaki manzara, bir ucu dediğimiz gibi piyasa ekonomisi şartlarına uzanan, diğer uçları ise çok seslilik, kültürel ve edebî zenginleşme, geleneğe yeniden duyulan entelektüel ilgi, postmodern çeşitlenme, farklı seslere tahammül terbiyesinin giderek artması, -ve belki en önemlilerinden biri- popülerleşme ve popüler kültürün toplumda yaygınlaşma temayüllerine kol atan bir manzaradır. Hangi kitap adının, hangi niyet ve amaç ile konulduğunun tespiti ise biraz da okuyucunun yorumuna, niyetine (art niyetine mi demeliydik?) ve uyanıklığına kalmış bir durumdur. Yazar, hangi noktadan yola çıkarsa çıksın, bize düşen Yusuf Has Hacib’in yüzyıllarca evvel yazdığı kitabına ad koyarkenki iyi niyet ve titizliğin Türk yazarında halen var olduğuna inanmak ve yazarın niyetine ve tercihine saygı duymaktır. Ne diyordu Kutadgu Bilig’ine ad koyarken Balasagunlu Yusuf: Kitab adı urdum Kutadgu Bilig Kutadsu okıglıga tutsu elig (Kitabımın adını Saadet Veren Bilgi koydum ki, okuyanı kutsasın ve elinden tutsun.)
. Erol Kılınç (Ötüken Yayınları): Evet, yazar için kitabı, onun çocuğu gibidir! Kitabın ismi, doğrudan yazar tarafından belirlenmiş olabileceği gibi, çevresi ve editörü tarafından da teklif edilip konmuş olabilir. Kitabın ismi önemlidir: İçini aksettirmesi, içini ilgi çekici bir şekilde yansıtması önemlidir. Bu itibarla isabetli ve ilgi çekici olduğu kadar, konuya uygun düşecek güzel bir isim bulmak gerekir. Yayınevleri de bir referans noktasıdır: “Bu yayınevinden şu tarz kitaplar çıkar; okunması lâzımdır; şu yayınevinden böyle bir kitap asla çıkmaz; şu yayınevi dilde ve üslûpta seçici davranır; bu yayınevi kitaplarını asla titizlenerek yayınlamaz... Şunlar cafcaflı fakat içi boş kitaplar çıkarır; bu yayınevi ise öyle şeylere tenezzül edip okuyucuyu yanlış yönlendirmez...” Bunlar önemlidir. . Emine Eroğlu (Timaş Yayınları): Okur hiç tanımadığı bir yazarın kitabını isminden dolayı alabiliyor. Fakat bu, türlere göre azalan ve artan bir durum. Okur, sevdiği bir yazarın kitapları arasındaki tercihini bile isimler üzerinden yapıyor. Mina Urgan’ın kitabının adı “Bir Dinozor’un Anıları” değil de “Hatıralarım” gibi bir isim olsaydı o tirajı asla yakalayamazdı. Ben bir yayın yönetmeni olarak kitabın isminin okura vaat ettiği şeyi içeriğinin doldurmasını isterim. Okurda hayal kırıklıkları oluşturmak, bir yayınevinin gelecekteki okur potansiyelini feda etmesi demektir. Fakat kitap isimlerinin okur psikolojisi üzerindeki etkisini de asla ihmal etmem. . Kalender Yıldız (Sütun Yayınları): Günümüz yayın hayatında -haklı olarak- yayıncı da yazar da hem çarpıcı hem de özgün isimler peşinde. Bu yüzden son zamanlarda piyasaya çıkan kitaplarda kullanılan isimlerden çoğunun geçmişte yayımlanan kitaplardaki kadar -mesela Beş Şehir’deki kadar- kitabın içeriğini yansıtmadığını düşünüyorum. Okur, her zaman olmasa da, tanımadığı bir yazarın kitabını sadece isminden dolayı alabiliyor. Bunun her okura göre farklı gerekçeleri vardır. Kimine isim sıcak gelmiştir, kimi kapaktaki bir kelimeden etkilenmiştir, kimi de kendinde karşılığı olan bir ifadeyi kapakta görmüştür... Okur, kitap kapağında samimi, sıcak kelimeler görmek istiyor. Kapağında teknik ve soğuk kelimeler bulunan kitaplardan özellikle uzak duruyor. M. FATİH ANDI |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.