![]() |
Sidretü'l-Münteha' Nedir?
Yedinci gök semada Cebrail (AS)’ın en son gidebileceği, bir adım daha gidersem yanarım dediği bir makamdır.
Necm Suresi 13-14: And olsun onu bir başka defa da Sidretül müntehanın yanında gördü. Ayetinde bahsedilen makam, Peygamber Efendimizin miraca çıkarken Cebrailin yani aklı Resulün bir adım dahi bundan öteye atarsam yanarım dediği, sıfat aleminin son durağıdır. Zira ondan ötede Zat vardır, zevk vardır. Akılla oraya girilemez. Girilirse elbette akıl yok olur. Sidretül müntehadan öteye diğer melekler de geçemez. Çünkü sıfatlar bütün icraatını Zata kadar yapabilirler. Ondan sonra Zat olan zevk gelir. Sitretül müntehadaki meleklerin adına Müheymin melekleri denir. Onlar yüzlerini Rablarına çevirmişler, daima Cemalullah ı seyretmektedirler. Zira bütün sıfatlar kendilerinin görevleri nispetinde Allah’ın Zat’ına yüzlerini çevirmişler, o ne şekilde tecelli ediyorsa ondaki Cemalullah ı seyrediyorlar. Tevhidde kavseyn mertebesi olarak bilinen bu yeri müminlerin Muhammediyyün olanları, cehri şirklerden sonra hafi şirklerden de kurtulanları zevk edebilirler. Fena gözü ile Sitretül müntehanın görülmesi mümkün değildir. Beka gözü ile Ruhullah olarak tecelli ilahiyi görmek mümkündür. Onun için sıfatlardaki renk ve şekillere meyletmeden Necm Suresi 17: mazagalbasaru ve mâ ta ğâ buyrulduğu gibi gözü hiçbir tarafa da kaymadı. Çünkü Hakikatı görenlerin gayriyete itibar etmeleri mümkün değildir. Sidre-i Münteha, son sidre demektir ve izâfi bir terkiptir Münteha: Ism-i mekân ya da mimli mastar olan bu kelime, "nihayet sidresi" veya "son sinir sidresi" anlamini ifade eden bir isimdir Sidre, daha evvel de geçtigi gibi agaç demektirKamus Tercemesi'nde sidre ile ilgili su bilgiler vardir "Sidr, in kesri ve n sükunu ile okunurNebk agacina verilen bir isimdir Buna Arabistan kirazi da denir ki, Trabzon hurmasi da ayni nevidendir Bu kelimenin müfredi sidre, çogulu, siderât, sidirat, sider ve südür seklinde gelir Adi geçen bu agaç, iki çesittir Birisi büstânî (bahçeye mahsus)dir ki meyvasi hos olup yapraklariyla da yikanilmaktadir Digeri de berrî (topraga mahsus)dir ki bunun meyvasi tatsizdir Her ikisinin de gölgesi gayet koyu, hos ve hafiftir" Bu kelime de ayrica bir hayret mânâsi da vardir Seder ve Sederat göz kamasmak ve hayran olmak demektir Bunun binâ-i nev'isi de bir nevi hayrete düsmeyi ifade eder Bu sebeble müfessirler sidre-i müntehâyi, her iki mânâyi da gözeterek tefsir etmislerdir Bu konudaki farkli yorumlari söyle siralamak mümkündür 1 Sidre-i müntehâ, yedinci semada bir hadise göre de altinci semada Ars'in sag tarafinda bulunan bir nebk agacidir ki müttakilere vaad edilen cennetin nehirleri,(Muhammed, 47/15 bkz) onun altindan çikar Hz Peygamber (sav)'in meyvasini tacin püsküllerine, yapraklarini da fil kulaklarina benzeterek tavsifde bulundugu bu agaç hakkinda sunlari söyledigi rivayet edilmistir: "Öyle bir agaç ki bir binici onun gölgesinde yetmis sene yol alsa yine katedemez Bir yapragi ümmetin hepsini örter" "Öyle bir agaç ki bir binici onun gölgesinde yüz sene gitse katedemez Bir yapragi bütün ümmetin üzerini örter" gibi haberler nakledilmistir Bu haberler, söz konusu agaci, mahlukatin cisim ve boyutlari bakimindan aldiklari son sekil, ve emir âleminin sinirina dikilmis bir agaç, bir "olusum agaci" olarak göstermektedir Ibnü Mes'uddan gelen bir rivayette onun söyle dedigi görülür: "Sidre-i Müntehâ, cennetin uc kisimlarinda bulunan bir yerdir Üzerinde ise Sündüs ve Istebrak'in etekleri vardir" Kessâf'da da "Sidre-i Müntehâ sanki cennetin bitis noktasindadir" seklinde bir ifade vardir Ibnü Abbas ve Ka'b'dan nakledildigine göre Sidre-i Müntehâ, arsin altinda bulunan bir agaçtir ki, melekler, nebiler ve mahlukat içinde bulunan âlimlerin ilmi sonuçta ona ulasir Ondan ötesi ise gaybdir, Allah'tan baskasi bilemez Dahhâk'tan yapilan bir rivayette de söyle denilir: "Allah'in her emri ona ulasir, ondan daha ileri geçemez" Görüldügü gibi bütün bu sözler, müntehâ kelimesinin ifade ettigi anlami açiklayici mahiyettedir 2 Fahreddin Râzî de tefsirine ikinci sirada kaydettigi bir görüste sunlari söyler: "Sidre, "Rakib" den "rikbe" gibi bina-i merre olarak alinirsa bu takdirde sidre-i müntehâ, hayret-i kusuâ (en son hayret) mânâsini ifade eder" Yani akillarin, daha fazla hayret tasavvur edilmeyecek derecede hayrette kaldiklari bir makamda, Hz Peygamber hayrete düsmedi, sasmadi, kendisini kaybetmedi ve gördügünü gördü, demektir Ancak yine de Râzî, sahih olarak, ilk verdigi rivayeti kabul etmektedir Bir izafet terkibi olup "müntehâ sidresi", yani sidrenin sonu, nihayeti demektir. Müntehâ kelimesi son, nihayet, bitiş anlamlarına gelmektedir. Sidre kelimesi de, ağaç anlamındadır. Mütercim Âsun Efendi meşhur Kamus'unda "sidre" kelimesini şöyle açıklamaktadır: "Sidre, Arabistan kirazı denilen bir ağaca verilen isimdir. Trabzon hurması bu ağacın cinsindendir, gölgesi gayet koyu ve latıfdir". Sidretül-müntehâ' şeklinde Kur'ân-ı Kerim'de Necm suresinin 14. âyetinde geçmektedir. Ayrıca Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Mirac'ını anlatan ve bir çok sahabeden rivayet edilen Hadis-i şerifte de geçmektedir. Hem Kur'ân'ın Necm suresinde, hem de Hz. Peygamberin Mirac'ını bütün ayrıntılarıyla anlatan hadis-i şerifte geçen Sidretül-Müntehâ', "Cennetin uçlarındandır, üzerinde Sündüs ve Istebrekın Cennetlerinin etekleri vardır", diye açıklanmış, Keşşâf'ta da Sidretül-Müntehâ' Cennetin nihayetinde ve sonundadır, diye geçmektedir. Ayrıca Sidretül-Müntehâ', "Allahu Teâlâ'nın zât âlemi demektir ki, buraya ne meleklerin büyükleri, ne de Peygamberlerin büyükleri dâhil olabilir. Nitekim hadis-i şerifte de Hz. Peygambere refakat eden Cebrâil aleyhisselâm da Peygamberimizi buraya kadar götürmüş, buradan ileriye geçmeye izinli olmadığını ifade ederek, bundan sonra Cenâb-ı Hakk'ın daveti sebebiyle Hz. Peygamberin yalnızca gideceğini bildirmiştir. Işte bu yüzden bu terkib "son sınır, son hudud veya sınırın sonu" diye anlaşılmıştır. Hadis-i şeriflerde ise belirttiğimiz gibi daha çok mi'rac hadisesi ile ilgili kısımlarda geçmekte ve meşhur hadis kitaplarının; hemen hemen hepsinde sözkonusu edilmektedir: "...Sonra beni Sidretül-Müntehaya götürdü. Bir de gördüm ki, sidr ağacının yaprakları fillerin kulakları gibidir, yemişleri ise (Yemenin) Hecer (kasabası) testilerine benzer. Allah'ın emrinden her şeyi bürümekte olan şey Sidre yi tamamıyle bürüyünce bana başka bir hal oldu. Artık Allah'ın mahluklarından onun güzelliğinin bir kısmını bile anlatmaya gücü yetebilecek hiç bir kimse yoktur... " (Müslim, Imân, 259). Ibn Mesud (r.a)'dan gelen rivayette de "Rasûlüllah (s.a.s) Sidretül-Müntehâ'ya varınca yer yüzünden çıkan ve yukarıdan inen burada son buluyor"dedi. Allah orada ona kendisinden önce gelen hiç bir peygambere vermediği üç şeyi verdi: Namazlar beş (vakit) olarak farz kılındı. Kendisine Bakara sûresinin son âyetleri verildi ve Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmadıkları müddetçe ümmetine büyük günahlar da bağışlandı. Ibn Mesud, "Sidre'nin dört bir tarafı (meleklerle) çevrili iken" (en-Necm, 53/16) âyetini okudu ve "Sidre, altıncıgöktedir" dedi. Süfyân "Altından Pervaneler!" dedi ve eliyle işaret edip elini titretti. Malık b. Mağfel'den başkası da şöyle diyor: "Yaratıkların ilmi "sidre'de" son bulur ve bunun üstü hakkında bilgileri yoktur" (Tirmizi, T. Suver 53). Mürre'nin Abdullah'tan rivayetine göre "Rasulullah (s.a.s) Isrâ gecesinde Sidretü'l-Müntehâ'ya götürüldü ki, sidre altıncıgöktedir..." (Müslim'den naklen, Kurtubî, XVII, 94). Enes'in rivayetine göre Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor: "Ben Sidretü'l-Müntehâya götürüldüm. O, yedinci göktedir. Yemişi Hecer (kasabasının) testileri, yaprakları da fil kulaklarına benziyordu. Dibinden iki zâhir, iki hâtın olmak üzere dört nehir çıkıyordu. "Ya Cibril bu da ne?"dedim. Cibril: "Bâtın olanlar Cennettedir; zâhir olanlar ise Fırat ve Nil'dir" diye cevap verdi" (Kurtubî (Darekütnî'nin lafzıyla Müslim'den naklen), XVII, 94). Bu iki hadisi sahih kabul edenler onları şöyle telif etmişlerdir: Kökü altıncıgökte, dalları yedinci göktedir (et-Tehanevi, Keşşafu Istılâhati'l fünün, Istanbul 1984, I, s. 728; Kurtubî, a.g.e., aynı yer). Sidr denilen bu ağaç Cennetin en üst kısmındadır. Eskilerin ve yenilerin ilminin ulaştığı son noktadır. Arşın sağlında yer almaktadır. Mi'rac gecesinde bu mevkiye vardıklarında Cibril geride kalmış; Rasulullah (s.a.s) geri kalmasının sebebini sormuş, Cibril şöyle cevap vermiştir: "Bu makam dostun dostta kalacağı bir makamdır. Eğer kıl kadar ileri gidersem yanar kül olurum. Bundan sonrasını geçmek sadece sana bahşedilmiştir..." (Keşşafu Istilâhati'l-Fünun, "Sidretü'l-Müntehâ" maddesi). Sidretü'l-Müntehâ' denilmeşinin sebebi, buraya hem büyük meleklerin, hem de büyük peygamberlerin geçememesi ve burası hakkında bilgilerin yeterli olmamasıdır. Bunun için bu tabir kullanılmış ve beşerî, yani insanlara ait ilmin son sınırı diye de açıklanmıştır. Gerek peygamberlerin, gerekse diğer yaratılmışlardan her âlimin ilmi burada son bulur, ondan ileri geçemez. Ayrıca büyük müfessirlerden Fahruddîn er-Râzî, Sidretü'l Müntehâ'yı, buraya kadar zikredilen mânâlarını yanı sıra, "hayret-i küsvâ" diye açıklamıştır ki, akılların hayretle kaldığı, bundan daha şiddetli bir hayretin tasavvur edilemeyeceği, insanın son derecede hayrete düştüğü bir makam olarak tavsif ettikten sonra; sadece, Hz. Peygamberin hayrette kalmadığını, şaşmadığın, gördüklerini açıkça gördüğünü kaydetmektedir. Öyleyse biz âciz insanların Sidretü'l-Müntehâ'yı kesin olarak "şudur veya budur" diye açıklamamız mümkün görülmemektedir. Necm suresinin 9. âyetine ve hadis-i şerifteki rivayete göre, sadece Peygamberimize "Kâb-ı Kavseyne" kadar yaklaşmasına müsaade edilmiştir. Sidretü'l Müntehâ'dan ilerisi gayb âlemidir ki, Allahü Teâlâ'dan başka hiç kimsenin ilmine ve bilgisine giremez, yani insanî ilmin son sınırıdır. Buradan ötesi Allahü Teâlâ'nın "Zât Âlemi" diye adlandırıldığı için, bu deyimi açık ve seçik bir tarzda ortaya koymamız mümkün değildir. alıntı... |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.