ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Serbest Forum (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=151)
-   -   Havâs Kitapları Diye Bilinen Kitaplar Ve İçerdikleri Büyüler (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=248530)

Prof. Dr. Sinsi 07-17-2012 07:06 AM

Havâs Kitapları Diye Bilinen Kitaplar Ve İçerdikleri Büyüler
 
Havâs ve Büyü konusunda yazılmış yüzlerce kitap var ve hepsinde de

yüzlerce konu vardır. Söz konusu kitaplarda, büyü ile pek çok şey

yapılabileceği kaydedilmektedir. Bu tür kitapları da eskiden yazılanlarla,

yeni kuşak büyücülerin yazdıkları olarak ikiye ayırmak yerinde olur.

Mesela, bu konudaki en meşhur kitaplardan biri Seyyid Süleymân

El-Huseyni'nin "Kenzu'l-Havâs" isimli kitabıdır. Bir diğeri İmam Ahmed bin

Ali El-Bûni'nin "Şemsu'l-Mâarifu'l-Kubrâ" isimli eseridir.

Her ikisininde tercümesi yapılmıştır ve piyasada peynir ekmek gibi satılmakta,

üstelik el altından satıldığı ve baskılarının da son derece kalitesiz ve

çoğunun da fotokobi yoluyla çoğaltıldığı ve korsan yollarla dağıtıldığı

halde, bu kitaplar "yok" satmaktadır. Yeni kuşaktan ise herkesin elinde

dolaşan en meşhur büyücülük kitabı Mustafa İloğlu'nun derlediği
"Gizli İlimler Hazinesi" ile daha az zararlı olduğu söylenebilecek
"Kur'ân-ı Kerîm'in Havâs ve Esrârı" adıyla çevrilmiş olan İmâm-ı Yafiî'nin
"Ed-Durru'n-Nazım Fi Havâssu'l-Kur'âni'l-Âzîm" adlı kitabı, piyasada

bulunanların en meşhurlarındandır. Yukarıda verdiğimiz bu kitapların

hemen hepsinde üç aşağı beş yukarı aynı konulardan bahsedilir.

Bunlar genellikle çaresizlik içinde kıvranan insanların, aradıkları

çarelere yönelik konulardır.
Meselâ;

* Karı koca arasında veya başka herhangi iki kişi arasında var olan husûmeti gidermek,

* Veya aralarına kin ve düşmanlık sokmak,

* İki kişi arasını bulmak,

* Bir kadınla bir erkeği birbirine sevdirmek, aşık etmek.

(Özellikle bu konularda yeminler edilmekte ve "tecrübe ile sabittir"

denilmekte ve inandırmak için her türlü teminat verilmektedir.)

* Baş, diş, göz ağrısı vermek veya gidermek,

* Sidiklik bağlamak,

* Nohut şişirerek öldürmek,

* İç sıkıntısı vermek,

* Uykusunu bağlayarak vesair yollarla bir kimseye hastalık ve sıkıntı vermek,

* Kadın ya da erkeğin evlenmesini kolaylaştırmak,

* Bir adamın erkekliğini bağlamak ya da erkekliği bağlı olanı çözmek

* Bahtı kapalı olup evlenemeyenlerin bahtını açıp evlendirmek

* Erkek çocuk sahibi yapmak,

* Rızık kapılarını açmak ve bol kazanç sahibi yapmak,

* Çocuğu yaşamayanların çocuklarının yaşamasını sağlamak (Sübyan)

* Kaybolan eşyaları bulmak,

* Hırsızın kimliğini bilmek,

* Define bulmak

* İstediği şeyi rüyada görmek

* Bir kimseyi bir yerden sürüp çıkarmak,

* Bir yeri yerle bir etmek

* İstenmeyen şahsı kovmak

* Düşmanları mağlup etmek,

* İnsanları içkiden, kumardan, zinadan vazgeçirmek,

* Sihri iptal etmek

* Cinleri bir yere gönderip istenmeyen kişileri rahatsız ederek kovmak,

* Göze görünmemek,

* Silah tesirinden korunmak ve kurşun işlememek,

* Havale, cin çarpması, bayılan, hayal görenleri, kendi kendine ağlayan-gülen kişileri iyileştirmek,

* Saralı ve felçli hastaları iyileştirmek

* İnsanı uykudayken konuşturup istediğini söyletmek

* Rûhları emir altına almak

* Uzun ömürlü olmak,

* Kadın veya erkek bir şahsı istediği yere getirtmek,

* Dil bağlayıp, dedikoduları önlemek

* Kötü komşuların şerrinden kurtulmak,

* Kısmet açmak,

* Konuşamayan ve yürüyemeyen çocukları iyileştirmek

* Zalimlerin şerrinden emin olmak,

* Papaz büyüsünü bozmak... Ve daha neler neler...

Bütün bu konuların gerçekleşmesi için Kur'ân-ı Kerîm'de mevcut bulunan

âyetlerin kullanılması ise oldukça düşündürücü bir husustur. Yukarıda

isimlerini verdiğimiz kitaplardan Kenzu'l-Havâs'ta, Seyyid Süleymân El-Huseyni,

kitabının önsözünde, cinlerin ve şeytânların varlığından, İslâmiyet'in zuhûrundan

evvel kahinlerin ve rahiplerin İncil ve Tevrat'ın âyetlerini okuyarak keramet

gösterdiklerini, Â'dem Aleyhisselâm'dan günümüze kadar âyetlerin Esmâ-i Şerîfe'nin

havâssı bulunduğunu, evrâd ve ezkâr ile iştigâl edindiğini, her zaman ciddiyet ve

azimle, tam bir itikat ve saf kalple, temiz ve arınmış bir kalp ile okunan ve yazılan

evrâd ve esmâ'dan yapılan vefk ve tılsımlardan beklenen neticenin hasıl olduğunu,

Kur'ân-ı Kerîm'de havâs ilmi'nin bulunduğunu, bunun da bazı âyet ve sûrelerde

gizli bulunduğunu, bunların bazı kelimelerinin veya sûrelerinin tamamının belli

sayılarda okunması halinde beklenen neticenin gerçekleşeceğini, bunda da

"din erbâbının şüphesi olmadığını" kaydetmektedir. Seyyid Suleymân'ın kaydettiği

hususlardan cinlerin rûhların varlığına, Kur'ân-ı Kerîm'de bir çok ilimlerin de

mevcut olduğuna inanmamak mümkün değil. Ancak bunlardan bazı sûrelerin ve

âyetlerin sihre alet edilmesinin doğru olmadığı, çünkü Kur'ân'ın böyle bir maksatla

inmediği inancındayız. Bütün âlimlerin ve ariflerin ittifakı, Kur'ân-ı Kerîm'in kendi

irşat ve tebliğleri ve Hazreti Peygamber Aleyhissalâtu ve's-selâm'ın ve

bütün sahabe ve tabiî'nin dahi imamları, âlimlerinin de ittifakı ile bilinmektedir ki;

Kur'ân-ı Kerîm, insanları şirkten ve küfürden kurtarıp Allâh'ın varlığına ve birliğine

imân etmelerini sağlamak, imân edenleri takvaya ulaştırmak ve ahlâklarını

yükseltmek, doğru ve müstakîm bir inanca ulaşmalarını, küfür karanlıklarından

imân aydınlıklarına çıkmalarını sağlamak, Allah'tan bir rahmet olarak hayatlarına

yön ve yol göstermek; kısacası ona inananlara bir öğüt olarak, dünya ve ahret

saadetlerini temin etmek için bir hidâyet rehberi olarak indirilmiştir. Şimdi bu

maksatla inen bir kitabın âyetlerinin iniş gayelerini saptırarak, sihirde kullanmak

doğru mu? demeye hiç gerek var mıdır? Yine Kur'ân-ı Kerîm'de, insanların

Kur'ân'dan, o'na ait görevlerini yerine getirip getirmediklerinden, o'na nasıl

davrandıklarından, okuyup okumadıklarından ve okuyup öğrendiklerini

yaşayıp yaşamadıklarından sorumlu tutulacakları bildirilmektedir.

Şimdi bahse konu olan husûslardan bazılarını ele alalım.
Meselâ;

Hazreti Mûsâ'nın bir sandığa koyulup nehre atılmasını, ve sonra onu Firavun'un

bulup sevgiyle büyütmesini anlatan ve içerisinde "Muhabbet" kelimesi geçen

bir âyeti ele alarak, bir kadın ve erkeği birbirine sevdirmek için yapılan

büyüde kullanıldığı, vefk ve tılsım haline getirildiği görülmektedir. Oysa,

âyette böyle bir konu geçmemektedir ve İslâm'ın temel kaynaklarından olan

Kur'ân ve Sünnet ile, bunların şerh ve izahları bulunan hiçbir tefsîr ve hâdis

kitabında ve günlük hayatımızın düzenlemesi mahiyetinde olan hiçbir fıkıh

kitabında böyle bir konuya rastlamak mümkün değildir. Zaten yukarıdaki

paragrafta, Kur'ân'ın böyle bir maksatla indirilmediğini söylemiştik. Ancak,

kendilerini islâm alimi süsü veren böyle kimseler, bunun islâmi ilimlerden

olduğunu ve Kur'ân'a dayandırarak da meşruluğunu öne sürmektedirler.

Başka bir konu ise müracaat ettiğim, Gizli İlimler Hazinesi, Duâlar ve Tılsımlar,

Şemsu'l-Mâarifu'l-Kubrâ, Kenzu'l-Havâs gibi, aynı maksatla yazılan dört

kaynakta bulunan yıldızlar ve yıldızların insan kaderine olan etkisi ve

buna göre yapılacak evlilikler, "Said ve Nahis: Uğurlu ve Uğursuz vakitler"

bulunduğundan, bunlardan "Hayr ve Şerre" muvaffak olanlardan

bahsedilmektedir. Burada aylar ve burçlarla, haftanın günleri teker teker

ele alınmakta, günün 12 saatinin hangi gök cismine ait olduğu, hangisinin

uğurlu, hangisinin uğursuzolduğundan, hangi saatlerde, hangi büyülerin

yapılabileceğinden bahsedilmektedir.

Kendisinden bahsedilen " Güneş, Ay, Zühre, Utarit, Zuhal, Müşteri ve Merih"

yıldızları ile diğer yıldızlardan/burçlardan bahsedilmektedir. Bu konuların

incelenmesi ve bu saatlerde büyü yapılması incelendiği zaman kaynağının

geçmiş milletlerden yıldızlara tapan Sabiiler'le Babilliler'den ve islâm öncesi

cahiliyye toplumlarından geçmiş olduğu görülecektir. Bu konuya

İslâm Ansiklopedisi'nin "Cin" maddesinde temas edilmektedir. İslâm dininin

ana kaynaklarında bulunmayan Azâim (Cincilik) ve Havâss'a dair bu bilgilerin

daha çok Mısır, İran, Türk ve Hint bölgelerinde yaşayan eski kültürlerden

müslümanlara intikal ederek, halk arasında yaygın bir şekilde benimsenen

inançlar haline geldiği ilim adamlarınca kaydedilen bir husustur" denilmektedir.

Dikkat edilirse, "Said ve Nahs vakitler" ifadesi ile, İslâm'da "uğursuzluk" olmadığı

halde, "uğursuz vakitler" tabiriyle bu yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Buna da bazı

âyetleri delil göstermektedirler.
Bu âyetler şunlardır:
Allah’ın rahmân ve rahîm olan adıyla,

"Biz onların üstüne uğursuz mu uğursuz bir günde uğultulu kasırgayı gönderdik"
Sûretu'l-Kamer
Allah’ın rahmân ve rahîm olan adıyla,

"Biz de, onlara dünya hayatında rezillik azabını tattırmak için o uğursuz günlerde, üzerlerine

dondurucu bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azabı ise daha da kepazeliktir. Ve onlara hiç yardım

edilmez."
Sûretu'l-Fussılet

Bu âyetlerde konu edilen uğursuzluk, büyücülerin bahsettiği uğursuzluk değildir.

Allah'ın yarattığı hiçbir gün, hiçbir ay, hiçbir saat, hiçbir eşyâ uğursuz değildir.

Uğursuzluk tabiri, o gün veya o saatte yaşanan olayın çirkinliğini ve dehşetini,

başa gelen belayı ve musibeti anlatmak için, kafirlerin peygamberler hakkında

kullandıkları tabirle ifade edilmiştir. Nitekim söz konusu uğursuzluğun olmadığını

Hamdi Yazır şöyle açıklıyor:

"Nuhusetli, uğursuz günlerde... tabirinden, Müneccimler bazı günlerin "nahs"

olduğuna delil getirmişlerdir. Fakat kelâm bilginleri demişlerdir ki, günlerin

"uğurluluk" veya "uğursuzlukla" nitelendirmeleri zatî (günün kendisinden) değil,

izafi (göreceli)dir. Yani gün bir adama göre uğursuz, diğer bir adama göre de

uğurlu olabilir. Elem çeken bir adam için uğursuz, nimet gören bir adam için

uğurlu olur." Ayrıca Hazreti Peygamber Aleyhissalâtu vesselâm, islâmda

uğursuzluk diye birşey olmadığını bildirmiş ve uğursuzluk çıkarmayı şirk saymıştır

ve bunu da üstüne basa basa üç kere tekrar etmiştir. Yine Hazreti Peygamber

Aleyhissalâtu vesselâm, yıldızlarla ve astronomi ile ilgili bir takım bilgilerin

büyücülükte kullanılmasını yasaklamıştır. Burada hemen ilave etmek gerekir ki,

büyücülerin gerek uğursuzluk konusundaki yanlış tutumları ve gerekse yıldızlarla

ilgili ilmi saptırdıkları ve Hazreti Peygamber Aleyhissalâtu vesselâm'ın yasağını

çiğnedikleri açıktır. Bu konu için verdiğimiz örneklerin yeterli olacağına

inanıyoruz. Bu konuda kısaca şunları söylemek yerinde olur diye düşünüyoruz:

İslâm dini, kapalı, marjinal ve kişilere göre değişen, çeşitli anlamlara

çekilebilen bir din değildir. İslâm'ın bütün emir ve yasakları oldukça

açık ve nettir. Herşeyin yeri ve makamı, hayatın tanzimi ve yaşanışı bellidir.

Hastalıklar karşısında Kur'ân'da ve Sünnet'te oldukça çok fazla yer alan tıp

konuları yol göstermekte, tedavinin de bu yolla olacağı bildirilmektedir.

Hazreti Peygamber Aleyhissalâtu vesselâm, hasta olan Sâd İbn Ebi Vakkas

Radıyallahû ânh'ı ziyaret etmiş ve kendisini tedavi olmaya teşvik ederek,

o devrin hekimlerinden olan Hâris Bin Kelede'ye gitmesini emretmiştir. Ayrıca

bu konuda Ebû'd-Derda Radıyallahû ânh'dan rivâyet edilen bir hâdis-i şerîfte:

"Allah teâla Hazretleri hastalığı da ilacı da indirmiştir. Ve her hastalığa bir ilaç

vermiştir. Öyleyse tedavi olun. Ancak haram olan şeyle tedavi olmayın"buyurmuştur.


Son cümlede geçen haram olan tedaviye büyü de dahildir ki, büyücülerin bunu

kulak ardı etmeleri, yaptıkları işin meşru olmadığının delilidir. Gerçi bu konudaki

diğer yazılarımızda bu yolla gelen hastalıklardan korunmak için büyücülükle ilgili

ilmi öğrenmenin mahzuru olmadığını belirtmiştir. Ancak, yine de "Cennet'e sorgusuz

sualsiz gidecek kişilerin büyücüye, muskacıya gitmeyen, uğursuzluk saymayan ve

Allah'a tevekkül eden" kişilerden olacaklarını da yine Hazreti Peygamber Aleyhissalâtu

vesselâm'ın dilinden kaydettik. Bu durumda habis rûhlarla ilişki kurup yanlış işler

yaptığını bildiğimiz büyücüler yerine, tedavi olmak için doktorlara ve tıbba müracâat

etmek ve asıl havâs olan duâ ile yapılacak tedavilerde de yine Resûlullah Aleyhissalâtu

vesselâm'ın tavsiye ettiği duâlara ve Kur'ân'dan duâlar'a başvurmak lazımdır.

Bu yazıyı hazırlarkan yararlandığımız kaynak Arif Arslan’ın “Büyü” adlı kitabıdır.


Ve’s-Selâm.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.