![]() |
Holistik Psikoterapi...
"İçimde sıkıntı var, bunaltı var"
"Anlamsız bir boşluk hissediyorum" "Mutlu değilim" "Sık sık ağlıyorum" "Huzursuzum" "Gerginim" "Çok sinirliyim" "Kötü bir şeyler olacak diye endişe duyuyorum" "Hayattan tat alamıyorum" "Sık sık kendimi kaybediyorum, bayılıyorum" "Hastalığımın çözümünde farklı yollar arıyorum" "Hastalığın bir kader olmadığını düşünüyorum" "Evliliğimde sorunlar yaşıyorum" "Eşimle boşanmanın eşiğine geldik" "Erken boşalıyorum" "Sertleşme sorunlarım var" "Cinsel isteksizlik yaşıyorum" "Cinsellikten bir şey anlamıyorum" "Cinsel ilişkiye girmekten korkuyorum, kasılıyorum" vb. diyorsanız, bize gelin, sorunlarınızı paylaşalım, birlikte çözüm bulalım. Destekleyici ve Eğitime Dayalı Yoğunlaştırılmış Holistik Psikoterapi Psikoterapi; bireylerin ruhsal alanda duygusal ve davranışsal sorunlarının çözümünü, ruh sağlıklarının geliştirilmesi ve korunmasını amaçlayan tekniklerin genel adıdır. Bilinçli ve bilinçdışı çatışmalardan dolayı bozulan ruhsal dengeyi sağlamak, psikolojik eğitim vermek, düşünce ve duygu alışverişi kurmak, çiftlerin veya bireylerin kendilerini tanımalarını sağlamak, ilişki çatışmalarnıı çözümlemek, bu çatışmalardan doğan kaygı ve gerginlikleri azaltmak, çiftler arasındaki ilişkileri iyileştirip olgunlaştırmak için kullanılan tüm teknik ve yöntemlere psikoterapi diyebiliriz. Bir başka deyişle; psikoterapi; zihinsel ve duygusal sorunları olan ve bu sorunlarla baş etme gücü yetersiz kalan kişilere belli bir amaç ve plan doğrultusunda belli teknik ve yöntemlerin uzman kişilerce uygulandığı profesyonel bir yardım hizmeti sürecidir. Ya da psikoterapi zihinsel ve duygusal sorunları olan kişilerle zihinsel ve duygusal bağlantı kurularak yürütülen tedavi etme bilim ve sanatıdır. Psikoterapist; psikoterapi yapan; bireylerle, gruplarla, çiftlerle ya da ailelerle onların ruhsal sıkıntılarına çözüm getirmeleri için işbirliği içinde çalışan kişilerdir. Hekim, psikolojik danışman, psikolog veya sosyal hizmet uzmanı gibi ruh sağlığı profesyonelleri psikoterapist olabilirler. Psikoterapist olmak için ilgili lisans eğitimleri alındıktan sonra ek eğitimler ve süpervizyon alınmalıdır. Bunun için klinik psikoloji ya da psikolojik danışmanlık alanlarında lisans üstü eğitim alınmış olması asgari koşuldur. Bu eğitimler meslek hayatı boyunca devam ederler. Çünkü psikoterapi eğitimi lisans eğitimlerinde standart eğitimin parçası değildir. Bu nedenle bir ruh sağlığı profesyonelinin psikoterapist olarak hizmet verebilmesi için psikoloji konusuyla özel olarak ilgilenmesi, çalışmalar yapması ve özel eğitimler alması gereklidir. Türkiye'de psikoterapist eğitimi resmi kurumlar tarafından verilmemektedir, yani “ psikoterapist” unvanı verecek resmi bir kurum maalesef yoktur. Ancak Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği – CİSED gibi sivil toplum kuruluşları tarafından psikoterapi eğitimleri verilmektedir. En az 360 saat ve üzeri katılım gerektiren bu eğitimler uzun, zor ve masraflıdır. Avrupa ve Amerika'nın bazı eyaletlerinde psikoterapist olmak için tıp veya psikoloji mezunu olmak gerekmemektedir, yetkili kurumlarınca psikoterapi eğitimi alarak sınavlarında başarılı olmuş bireyler psikoterapist olabilmektedirler. Holistik psikoterapi ise; ruhsalsorunlar için bütüncül bir model sunar. Bir sanat dalıdır. Psikoterapist hangi kuramla çalışırsa çalışsın amaç hep aynıdır; bireyin kendini mutlu hissetmesini ve yaşamından hoşnut olmasını sağlamak. Çünkü ruh sağlığı insanın en önemli parçalarından biridir ve tutumlarını, duygularını, davranışlarını, beden imgesini, fiziksel sağlığını, değerlerini ve de en önemlisi partner ilişkisi hakkındaki hislerini yoğun bir şekilde içerir. Bu nedenle kişinin bireysel psikopatolojileri (kişilik ve kimlik sorunları), partner ve çift ilişkileri, birey olması, bireysel kalma içgüdüsü ile topluma ait olma çizgisinde kendine bir yer ararken karşılaştığı güçlükler, farklı duygu ve düşüncelerin çatışması, kişiler arası ilişkilerde yaşanan güçlükler; ruhsal sorunlara yol açabilir veya ruhsal sorunların ağırlaşmasına neden olabilir, hatta ruhsal sorunlarının çözümünün önünde engeller yaratabilir. Aynı şekilde ruhsal sorunlarda bireysel psikopatolojileri ve çift sorunlarını ağırlaştırabilir, çözümünü engelleyebilir. Bu nedenle iyi bir psikoterapistin, davranışçı, bilişsel, dinamik, varoluşsal, geştalt gibi bireysel psikoterapi tekniklerini ve çift terapisi tekniklerinide çok iyi bilmesi gerekir. Bu nedenle destekleyici ve eğitime dayalı yoğunlaştırılmış holistik psikoterapi yönteminin doğruluğuna inanmaktayız. Semptom odaklı bireysel psikoterapi daha çok hatalı davranışçı öğrenmeler ve bilişsel çarpıtmalardan kaynaklanan ruhsal bozukluklarının tedavisinde kullanılır. Bilinçdışı çatışmaların ve kişilik bozukluklarının neden olduğu ruhsal bozukluklarda ise bireysel psikoterapiye dinamik yaklaşımı da eklemek gerekir. Erkekleri daha çok narsistik zeminde kadınları ise borderline (sınır) zeminde ele alan ve dinamik yaklaşan cinsel terapist, terapinin her anında kendi kendine şu soruları sormalıdır: 1-Kendine özgü bir hikayesi ve şu anda kendine özgü zihinsel uğraşları olan, bu kendine özgü hastanın, bu kendine özgü zamanda, bana bu kendine özgü şeyleri söylemesinin ya da yapmasının anlamı nedir? 2-Böyle davranmasının bilinçli veya bilinçdışı amaçları nedir? 3-Bunların ardındaki duygu yüklü fantezileri veya korkuları nelerdir? Anksiyete, depresyon, sosyal fobi, panik atak, sıkıntı ve boşluk duyguları vb. ruhsal bozukluklarda, karşımıza çıkan semptomlar yani belirtiler bazen Margaret S. Mahler’in ayrılma-bireyleşme süreci olarak adlandırdığı dönemdeki başarısızlığa bağlı olabilir. Bu başarısızlık çocuktaki bireyleşme, bağımsızlaşma ve kendini gerçekleştirme eğilimlerinin anne tarafından desteklenmemesi, duygusal terkle cezalandırılması, dolayısıyla da çocuğun gerçek bir kendilik geliştirmesinin ketlenmesi sürecini ifade edebilir. Bu yüzden psikoterapist hastada gelişmeden kalmış bu süreci tekrar canlandırmak, kişiye özgü yaratıcı ve benzersiz çözümler bulmak zorundadır. Yani cinsel terapist hastanın bireyleşmesini destekleyen gerçek bir kişi olurken; patolojik egosunun yıkıcılığıyla da hastasını yüzleştirmesi gerekebilir. Ama her şeyden önce hasta terk duygularıyla mücadele etmek için baş vurduğu savunma mekanizmalarının kendisine acı verdiğini, onun için yıkıcı olduğunu bir şekilde fark etmiş ve tedaviye ihtiyacı olduğunu anlamış olmalıdır. Hastalar tedaviye akut veya kronik güçlüklerle başvurabilirler. Akut sorunlar genellikle güncel bir ayrılıkla ilgilidir ve bu dönemde kişi şiddetli bir terk depresyonu içindedir. Terk depresyonu yaşayan bir kişide; Masterson’ın mahşerin 6 atlısı olarak adlandırdığı; öfke, depresyon, korku, panik, suçluluk, edilgenlik, çaresizlik, boşluk ve yokluk gibi duygular yaşanabilir. Kronik güçlükleri olan vakalar ise 20’li yaşların sonundan 40’lı yaşlara kadar değişen bir grupta yer alırlar ve çalışma yaşamı, evlilik ilişkisi ve cinsel yaşamda kronik tatminsizlik ve çatışmalar ön plandadır. Şiddetli terk duygularıyla yapışma türünde veyamesafe koymayla yutulma türünde savunmalar geliştirebilirler.İşte bu savunmalarla baş etmek için hastanın desteklenmesi gerekir. Neden destekleyici psikoterapi? Çünkü her başarılı psikoterapi hastanın duygusal destek ve ilgi gördüğü istikrarlı bir atmosfer yaratılmasının esas olduğu destekleyici psikoterapi özelliklerini taşımalıdır. Destekleyici psikoterapi; kişide egonun mevcut savunma mekanizmalarını güçlendirmek, kontrolü sürdürmek ve bir uyum dengesi kurmak için daha etkin mekanizmalar geliştirmek amacıyla uygulanan bir tedavi yöntemidir. Kişinin cinsel hayatında yaşadığı çeşitli kriz anlarına müdahale, danışmanlık hizmetleri ve cinsel travma sonrası rehabilitasyon çalışmaları da bu çerçevede ele alınabilir. Telkin, tavsiye, cesaretlendirme, danışma, güvence verme, ortam değiştirme, yol gösterme, hastayı ikna etme, hastanın ilgilerini dış dünyaya yöneltme, dış çevreye yönelik manipülasyonlar yapma, dış dünyadaki gerçek olayların incelenmesi, duyarsızlaştırma (desensitizasyon), duygusal boşalma teknikleri, hipnoz ve ev ödevleri verme gibi destekleyici yöntemler bugün pek çok psikoterapide uygulanan yöntemlerdir. Burada terapist “yardımcı ego” rolündedir. Destekleyici psikoterapide temel amaç; hastanın semptomlarını azaltmak veya ortadan kaldırmak, gerilemeli tepkileri dengelemek, sıkıntıya sebep olan çevresel faktörleri ortadan kaldırmak veya azaltmak, mümkün olduğunca istikrarlı ve işlevsel bir yaşam düzeyi oluşturmaktır. Kişilik yapısında değişiklik yapmak gibi temel bir amaç yoktur. Ayrıca terk depresyonu derinlemesine çalışılmazken; ego işlevlerindeki ve kendiliğin kendini harekete geçirme kapasitesindeki bozuklukları hastanın düzeltmesine yardımcı olunur. Terapistin görevi hastanın gerçekliği tam olarak kavramasını sağlamaktır. Terapist, hastasını gerçekliği nasıl algıladığı ve onunla nasıl baş etmeye çalıştığıyla ilgili yüzleştirir, böylece daha bütünsel bir gerçeklik algısını ortaya koyar ve hastanın bu alternatif algıyla özdeşleşmesini bekler. Destekleyici terapi daha çok ego fonksiyonları aslında sağlam olan ancak bireyin yaşamını bozan alışılmışın dışındaki stres faktörlerinin söz konusu olduğu ruhsal bozukluklarda kullanılır. Bu tür tedavide çeşitli sınırlamalar getirerek dürtüleri engelleme, savunmaları güçlendirme, olumlu aktarımı sürekli kılmaya çalışma gibi psikanalizin tersi yöntemler kullanılır. Hasta ve terapist karşı karşıya oturur, asla divan kullanılmaz. Terapistle hasta arasında gerçek bir ilişkinin kurulması hedef alınır. Her türlü terapide olduğu gibi destekleyici terapinin de temel dayanağı terapide iş birliği yani terapist ile hastanın, mevcut sorunları çözmek için birlikte çalışmasıdır. Çünkü hasta içindeki gücü kendini yok etmek için, kendini hasta etmek için bilinçdışı olarak kullanmaktadır. İşte bu güç hasta tarafından fark edilirse kendini yeniden var etme, kendini iyileştirme içinde kullanılabilir. Yani ancak hasta psikterapistinin bilgilendirmesiyle kazandığı iç görü ile kendine yardımcı olabilir, kendini iyi edebilir, psikoterapist ise buna vesile olur. Bir başka deyişle psikoterapinin amacı hastanın kendisini iyi etmesine yardımcı olma için iş birliği yapmaktır. Anksiyete, depresyon, takıntılar, uykusuzluk, korku, endişe, panik atak, sosyal fobi gibi terapiye başvurma nedenini oluşturan tüm belirtiler kişinin hayatında, mecazi anlamda, birer sivrisinek olabilir. Bu sivrisineklerin ürediği, içte bir bataklık vardır. Holistik psikoterapinin amacı sivrisineklerin neden ortaya çıktığını araştırarak, ruhsal ve psikolojik bilgilendirmeler yaparak, hastanın bu bataklığı bulmasına, anlamasına ve kurutmasına yardımcı olmaktır. Bu amaçla holistik manada işin içine dinamik psikoterapiyi de katmak gerekir. Hastayı dinamik anlamda 2 temele oturtabiliriz. Bunlar borderline ve narsistik temellerdir. Erkek hastalar daha çok narsistik özellikler gösterirken, kadın hastalar ise borderline özellikler gösterirler, tabi aksi bir durumlarda söz konusu olabilir. Borderline temeli daha çok Masterson'a ve daha az olarak Kernberg'e göre formüle ederken; narsistik temeli ise daha çok Kohut'a ve daha az olarak da Masterson'a göre formüle etmek doğru bir yaklaşım olacaktır. Hastayı borderline bir zeminde ele aldığımızda; ruhsal bozukluk ile gelen vakaların psikoterapisinde iş birliğini kurmak terapinin ilk hedefidir. Çünkü bu kişiler ileri derece de utanç, suçluluk, bedel ödeme, günahkarlık gibi duygularla ve diğer gerilemeli tepkilerle terapiye başlarlar. Hasta önce terapinin etkililiğini ve güvenirliliğini sınamaya yönelir. Terapistin bu aşamadaki temel teknik amacı yüzleştirmedir. Hastanın eskiden getirdiği savunma mekanizmaları ve davranış kalıplarının nasıl kendisine zarar verdiğinin yüzleştirilmesi ilk terapi müdahalesini oluşturur. Bu yüzleştirmeler hastanın inkar ettiği çatışmaları bilinçli hale getirir. Bu noktada yüzleştirmelere her şeyden önce eş duyumsal bir noktadan başlanmalı, hasta ne yaşadığının anlaşıldığını iyice hissetmelidir. Terapistin hastayla samimi ilgisini koruması, güvenirliği, yüzleştirmelerinin yerindeliği, hastanın kendisini manipüle etmesine izin vermemesi, hastayı şu ya da bu şekilde kullanmaya girişmemesi de giderek hastanın terapiye olan güvenini pekiştirecek ve terapide işbirliğinin kurulmasını sağlayacaktır.Zamanla hasta yeni faaliyetlerde bulunmaya, yeni ilgi ve hobiler geliştirmeye yönelir. Hastanın bireyleşme dürtüleri harekete geçmiştir. Terapist hastayla basit ve sahici bir dostluk ilişkisine girer. Hastanın yeni ilgileri konuşulur, tartışılır, desteklenir. İş yaşamında başarı, inisiyatif alma, kendini ortaya koyabilme, iddialı olabilme, becerilerini geliştirme, yenilgi ve başarısızlıklardan ders alıp yeniden deneme vb. “hayat dersleri”, sıradan bir erişkinin zaten bildiği şeylerin aktarılmasından ibarettir. İlişkilerinde haz veren bir sürecin gelişmesi zaman alabilir ve deneyime dayanır. Terapist ev ödevleri vererek gerçek kendiliğin inisiyatif kazanmasına destek olabilir. Yeni faaliyetlere girilmesi ve yeni inisiyatiflerin kazanılması hasta için sancısız bir süreç değildir. Hasta bir taraftan coşku ve sevinç, bir taraftan korku içindedir. Hasta giderek yıllarını alan esas sorunun, kendi gerçek kendiliğini anneden ayırma ve ifade etmeye yönelik başlangıçtaki çabalarının anne desteğinden mahrum kalması olduğunu anlamaya başlar. Ortalama 6 ay içinde hastalık kontrol altına alınır. İdeal olarak terapiyi bırakma kararı hastadan gelmeli ve terapist bunu desteklemelidir. Terapist hasta ihtiyaç duyduğunda ulaşılabilir olduğu güvencesini vererek terapiyi sonlandırabilir.Bu tür bir terapi genellikle hastanın günlük yaşamında çarpıcı bir düzelmeye neden olur ve ilişkilerini düzeltir. Hastanın gerçekliği kavrayışıyla birlikte kendisini kavrayışı da değişir. Ama altta yatan terk depresyonu hala durmaktadır. Ancak kendini tahrip etmeye yönelik savunmalar gerilemiş, hastanın kendini ortaya koyma kapasitesi artmıştır. Bu aşamada her hasta kendine uygun bir yöntem bularak stres dönemlerini aşacak beceriler geliştirmeye başlar. Bu sayede hasta yaşama daha fazla uyum gösterme sürecine girer.Terapist, hasta belli bir uyum düzeyini sağladıktan sonra da, krize girdiği anda geri dönebileceği bir odak olarak kalır. Hastayı narsistik zeminde ele aldığımızda ise; yüzleştirmeden ziyade narsistik zedelenebilirlik esas olarak ele alınmalı ve yorumlanmalıdır. Narsistik kişiliklerde söz konusu olan şişmiş sahte kendiliktir. Şişmiş sahte kendilik yani kişinin kendini aşırı önemsemesi, büyüklenmecilik ve tümgüçlülük; altta yatan öfke ve depresyona karşı bilinçdışı bir savunmadır. Bu yapıda, kendiliğin temelinde uygunsuz ve parçalanmış kendini değersiz ve güvensiz hisseden biri vardır. Narsistik yaşam kişinin kendisinin biricikliği ve mükemmeliyeti üzerine kurulmuştur. Narsistik kişinin yaşamındaki faaliyetler ise; başkalarının beğenisini ve hayranlığını kazanmak için girişilmiş çabalardır. Çünkü narsistik kişilik büyüklenmeciliğini dışarıdan destekleyen insanlara ihtiyaç duyar. Şişmiş sahte kendilik gerçeklikten çok fanteziye dayanır. Masterson narsistik patolojiyi özellikle Mahler’in alıştırma (practicing) evresine yerleştirme eğilimindedir. Bu dönemde çocuk annenin desteği sayesinde kendini mükemmel hisseder. Ama normal gelişimde bu mükemmeliyetten vazgeçer. İşte narsistik bu aşamada takılıp kalmıştır; mükemmellik yanılsamasını korur, zedelenebilirliğini inkar eder. Masterson’a göre narsizim 2 yapıdan ortaya çıkar; narsistik anneyle özdeşleşme ve narsistik babayla özdeşleşme. Narsistik anneyle özdeşleşmede; anne duygusal olarak soğuk, sömürücü ve narsistiktik. Bu anneler kendi narsistik ihtiyaçlarını karşılamak için çocuklarından ayrılma ve bireyselleşme ihtiyaçlarını ihmal etmişler, kendi mükemmeliyetlerini aynalayan mükemmel bir çocuğa sahip olmaya çalışmışlardır. Annenin çocuğa yansıttığı bu mükemmel imgeyle özdeşleşen çocuk annesinin ve kendisinin mükemmel olduğu yanılsamasına kapıldığında annesinin ve kendisinin eksikliğini gösteren herhangi bir yetersizlik onda depresyona neden olur. Normal çocuk gelişiminde anne çocuğun ayaklarını yere basmasını sağlamak için yerinde ve yeterli engellemeler sağlarken; narsistik hastaların annesi bu büyüklenmeci çocuk–tüm güçlü annenin bütünleşmesinden oluşan imgeyi korumaya çalışır. Bu kaynaşmış ortak yaşamsal ilişki sorunda narsistik erişkin kendiliğini bir çocuk gibi tüm güçlü ve büyüklenmeci olarak algılayacaktır. Aslında bu imgenin ardından anneden ayrılıp bireyleşmeye çalışan öfkeli, yaralanmış, parçalanmış ve yetersiz bir gerçek kendilik vardır. Narsistik babayla özdeşleşmede; hasta narsistik babayla özdeşleşir. Özellikle duygusal olarak boş ve yanıtsız bir anneyle ilişkide tatminsiz olan çocuk depresyondan ve annesinden kurtulmak için babaya yönelir. Terk depresyona karşı mücadele etmek ve tüm güçlülüğünü korumak için annesiyle ortak yaşamsal imgesini babasına aktarır. Eğer baba narsistik ise o zaman çocuk kendini tüm güçlü babanın bir parçası hisseder ve özdeşleşme yoluyla kendi çocuksu büyüklenmeciliğini korur. Oysa sağlıklı bir baba bu narsistik gelişmeyi sınırlayacaktır. Narsistik hastanın terapisinde büyüklenmeci kendilik ortaya çıkabilir. Hasta mükemmel bir aynalanma ihtiyacıyla terapi ortamını idealleştirebilir. Bu nedenle narsistik patolojisinin çözümlemesine giden yol, narsistik zedelenebilirliğinin aynalayıcı yorumlanmasıdır. Kohut'a göre daha çok nevrozlarda görülen yatay yarılma (horizonta split); bastırma savunması ile oluşan bilinç ve dinamik bilinçdışı ayrımını sağlar. Bastırmadan enerjisini alan dinamik bilinçdışı kişiliğin bastırılmış ve dolayısı ile bilinçdışı olan yanlarını barındırır. Bunlar çatışmaya sebep olan dürtü ve arzulardır. Bu anlamda, dinamik bilinçdışı; özbenlikle zıtlaşan nesne tarafından travmatize edilen arzuların inkâr sığınağıdır. Jung'un analitik psikolojisinin ana kavramlarından biri olan özbenlik, sonsuzluğu çağrıştıran bir kavramdır. Öyle ki, sonsuz denecek kadar çeşitlilikte ve herkesin gözünün önünde, fakat o derece de gizli ve esrarengiz. Bununla birlikte, tek noktada toplanıp bütünlenen, onsuz olunamayacak bir ana madde, bir cevherdir özbenlik. Kendimizi bütünün bir parçası görüp bu bütünlük ile birleşmenin ilk adımı kendimizi tanımak ve tamamlamaktır diyor Jung; çünkü gerçekten sahip olmadığımız bir şeyi başka bir şeye dönüştüremeyiz. Unutmayalım, bildiğimizi sandığımız ego kişiliğimiz bilincimizin merkezidir fakat bilinç ve bilinçdışından oluşan tüm benliğimiz değildir. Jung bütünleşmenin ve bireyleşmenin öneminden bahsederken bu bilinçdışımızdaki özelliklerimizi bilincimize getirmenin öneminden bahsediyordu. Buradaki bütünleşme bilinç ve bilinçdışının bütünleşmesi, bireyleşme ise kendimize ait gerçek doğamızı bulmaktır ve toplum normlarından veya toplumdan uzaklaşma anlamında değildir. Ancak kendi öz benliğimizi anladıktan sonraki aşama evrendeki her şeyin birbiri ile bağlantılı ve bir bütünlük içinde olduğunu ve kendimizin de bu bütünün bir parçası olduğunu anlamak olabilir. Kohut psikopatolojinin kökeninde bir başka yarılmanın da varolduğunu iddia eder. Bu da dikey yarılmadır (vertical split). Nevrozdan daha ağır patolojilerde görülen bu yarılmanın oluşumundan sorumlu savunma inkardır. İnkar savunması, bastırmada olduğu gibi bir bilinçli-bilinçdışı ayrımına yol açmaz. Ortadan yarılan bütünün iki parçası da bilinçlidir. Ancak bu iki bilinçli parçanın arasında bir köprü yoktur. İnkar savunması kabul edilemez bir şeyin aynı anda hem bilinmesi, hem de bilinmemesini sağlar. Dikey yarılma, kişinin ana değerleri ile çelişkili hareket ve düşüncelere yönelmesinden sorumludur. İnkar savunmasının geçerli olduğu bir kişiliğin zaman zaman ana değerleri ile çelişkili ve tutarsız sapkın davranışlara yöneldiği görülebilir. Eşcinsellik, fazla miktarda uyuşturucu madde ve alkol kullanma, ensest eğilimler, saldırganlık, adam öldürme, öfke krizleri gibi farklı formlar dikey yarığın yol açtığı dönüşmüş yapılar olabilir. İnkar savunması kullanan kişi, etrafındakilerin bir çelişki olarak algıladıkları böyle bir durumdan bir rahatsızlık duymaz. İnkar savunması böyle bir çelişki ve tutarsızlık algılamasını engeller çünkü çelişkinin iki tarafını birbirinden ayrı tutar. Örnek olarak başarılı bir genel müdür olan bay K; personeline tacizde bulunurken; dürüstlükten dem vurabilir, sadakatten bahsedebilir ve bunu inanarak söyler. Sanki tacizi yapan o değildir. Bu durumla yüzleştirdiğimizde gülerek olayı değersizleştirebilir, çünkü taciz yapması bilgi olarak vardır, ancak yaptığı eylemin kimlik ve kişiliğine ne kadar aykırı olduğuna dair bilgisi, duygusu veya şuuru yoktur. Ama başkası bu eylemi yaptığı zaman şiddetle itiraz edebilir. Bir başka örnekte ise; Heteroseksüel yaşantı içerisinde eşine sadık, namus bekçisi olan Bay M; internetten tanıştığı birisi ile eşcinsel ilişkiye girebilir, daha sonra sadakatten bahsedebilir, homofobik davranışlara girebilir. Yatay yanılmanın altında kalan arzular bastırma savunması başarılı olduğu sürece bilinçli hale gelmezler; oysa dikey yarılmanın kişiliğin ana gövdesinden ayrı tuttuğu inkar edilmiş olanlar belli bir zaman dilimi içinde bütünü ile bilinçli olarak yaşanırlar. Ancak dikey yarılmanın iki yanındaki bilinçlilikler birbirlerini görmemektedirler. Kohut'un ilgi alanı olan narsissistik kişiliklerin yapısında hem yatay, hem de dikey yarılma bulunmaktadır. Bu kişiliklerde kişiliğin ana sektöründen inkar savunması ile ayrı tutulan büyüklenmedir. Kişiliğin ana sektöründe ise utanç ve küçük düşme duyguları ve değersizlik (öz-değer mahrumiyetleri) bulunur. Kohut' a göre bu kişiliklerde yatay yarılmanın bilinçdışı kıldığı alanda depresyon ve ilkel narsissistik gereksinimler mevcuttur. Kohut'a göre böyle bir kişiliğinin tedavisinin ilk bölümünde, inkar edilen ve böylece kişiliğin ana sektöründen ayrı tutulan parçalar hastaya gösterilir. Bu çalışma uzunca bir süre alır. Bu parçaların kişiye tekrar tekrar gösterilmesi sonucunda, birbirinden dikey yarık ile ayrı tutulan kişilik bölümleri bütünleşmeye başlar. Dikey yarığın ortadan kaldırılması ile ego kuvvetlenir. Ego’daki bu kuvvetlenme yatay yarığın altında kalanlara yönelme için önemli bir avantajdır. Kohut'un yatay yarık-dikey yarık ikilemine benzer bir katkısı suçlu insan-trajik insan tanımlamalarıdır. Kohut'un yatay olarak yarılmış nevrotik insan için suçlu insan tanımlaması yaptığını görürüz. Zevk peşinde koşan bu insan içsel çatışmalar ve çevresel engellemeler yüzünden arzularını doyuramaz. Dikey olarak yarılmış trajik insan önceden belirlenmiş narsissistik gelişim sürecini çeşitli engeller yüzünden yaratıcı ve doyum verici bir şekilde yaşayamaz. Önceden belirlenmiş narsissistik gelişim süreci çekirdek kendilik (nuclear self) özelliğidir. Çekirdek kendiliğin, yetişkinin kendiliğiyle karşılaştırıldığında ne kadar ilkel kalsa da, özellikle başta annenin olmak üzere ebeveynin zihninde, doğacak çocukla ilgili belirli umut, düş ve beklentilerinin oluşmasıyla sanal olarak başlamış bir gelişimsel sürecin son noktası olup, başlangıçtan itibaren zaten karmaşık bir yapı olduğunu anlarız. İki uçlu yapıda olduğu kavramsallaştırılan çekirdek kendilik ortaya çıkar; arkaik çekirdek hırslar bir kutbu, arkaik çekirdek idealler diğer kutbu oluşturur. Bu iki kutup arasındaki gerginlik yayı çocuğun çekirdek beceri ve yeteneklerini arttırır, gelişmemiş beceri ve yetenekler yavaş yavaş yetişkinlerin kendi olgun kendiliklerinin üretim ve yaratımında kullandıklarına dönüşür. Çekirdek kendilik, gelişim sürecinin önceden belirlenmiş programını içinde barındıran bir tohum gibidir. Bu program, çekirdek kendiliğin narsissistik gelişiminin üç kutuplu yolunda yürüme planını içerir. Ancak, bu tohumun yeşermesini sağlayacak optimal (bir başka deyişle narsissistik olarak kolaylaştırıcı) bir durumun var olmaması trajik bir sonuca dönüşür. Narsissistik gelişim sürecinin doğal özellikleri büyüklenmenin ve yüceleştirmenin abartılarına dönüşür. Gerçeği, duyabildiğimiz ve görebildiğimiz tüm unsurlarıyla anlatmaya bütünlük diyoruz. Bütünlük kavramını bütüncül sözcüğü niteler. Bütüncül sözcüğünün İngilizce’si holistictir ve Türkçe’de holistik biçiminde okunur. Evreni iç içe geçmiş katmanlardan oluşan bir modelle anlatan yaklaşıma holografik model diyoruz. Holografik, bütüncül anlatım demektir ve bu anlamda bütüncül (holistic) kavramını temel alır. Bütün bilim alanlarında bütüncül yaklaşımlara duyulan ilgi artmaktadır. Bu ruh sağlığı alanı için de geçerlidir. İnsanı tek bir ekole göre ele alan yaklaşımlar birçok ruh sağlığı sorununun giderilmesinde başarısız kaldığı için terapide bütüncül yaklaşıma başvurularak, var olan ekollerin hasta için en fayda verici tekniklerinin bir arada kullanıldığı yaklaşımlar her geçen gün ağırlık kazanmaktadır. Yurtdışında bir kısım hekimler tedavilerin etkilerini artırabilmek için bir takım yöntemler uygulamaktadırlar. Bunlardan dikkati çeken birisi de yoğunlaştırılmış psikoterapi çalışmalarıdır. Bu tip uygulama yapan hekimler az sayıda hastayla yoğun bir şekilde çalışarak daha kısa sürede belirli hedeflere ulaşmayı amaçlamaktadırlar. Bu uygulama genellikle ciddi bazı cinsel ve ruhsal rahatsızlıklarda tercih edilmektedir. Özellikle ruhsal sıkıntılarda uygulanmaya çalışılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde bir psikoterapi kültürü bulunduğundan ve bu kültürün toplumsal bir kabulü oluştuğundan hasta psikoterapist ilişkilerinde çok ciddi bir sorun yaşanmamaktadır. Psikoterapiste müracaat eden hasta şuurlu, bilgili ve amaçlı olarak gelmektedir. Nereye geldiğini, niçin geldiğini ve başına neler geleceğini genel anlamda değerlendirebilecek durumdadır. Dolayısıyla psikoterapi çalışmalarının uzun süreli ve zahmetli olması sorun yaratmaz. Ülkemizde ise tablo bu şekilde değildir. Psikoterapi, ülkemizde hem terapistler hem de hastalar tarafından bilinmeyen veya çok az bilinen bir süreçtir. Bireyler ruhsal problemlerini ve sıkıntılarını geleneksel bir takım yöntemlerle halletmeye çalışırlar. Hastalar üfürükçüye, muskacıya, medyuma, mezar ziyaretine, kurşun dökmeye, nazar savuşturmaya yönelirler. Bu şartlarda psikoterapi denen ve konuşarak sürdürülen bir tedavi şekli nasıl mümkün olacaktır? Terapist ne yapacaktır da hasta fayda görecektir? Yani Türk insanı terapistten radikal çözüm beklemektedir. Bu nedenle Türk insanının temel beklentilerine cevap vermeye yönelik çalışmalar yapma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. İnsanımız kısa sürede bir takım değişimler beklemekte, ücretini ödediği tedavi programının işe yaradığına ve yarayabileceğine kısa sürede inanmak istemektedir. Beklemeye tahammülü yoktur. Bu nedenle de erken boşalmaktadır. Acelecilik bilinçdışı erkeği erken boşalmaya programlar. Hasta doğru yerde olduğundan, doğru şeyi yaptığından ve hastalığının orada düzeleceğinden emin olmak istemektedir. Bu da onun en doğal hakkıdır. Destekleyici ve eğitime dayalı yoğunlaştırılmış holistik psikoterapi sürecinde bu taleplerinin gerçekleştirilebileceği gösterilir ve buna inandırılırsa, tedaviye olan inanç artmakta, tedavi işbirliği devam etmekte ve tedaviyi terk etme oranı çok azalmaktadır. Yoğunlaştırılmış terapi nedir? “Hücum tedavisi” ismini verdiğimiz yapılandırılmış bir programda; her bir seansta yapılacak olanlar standardize edilmiştir. 10 seanslık yoğunlaştırılmış bu eğitim programı mümkünse 10 gün üst üstte hatta günde 2–3 seans şeklinde yapılmalıdır. Bu programda derin hayat hikâyesini dinlemek, cinsel öykü almak, formülasyon oluşturmak, ruhsal ve psikolojik bilgilendirme yapmak, tedavi yöntemi ve stratejileri öğretmek ve öğrenilen tedavi stratejilerinin uygulamaya geçirilmesi esastır. Hücum tedavisi bittiğinde hastanın zihninde her şey berraklaşmaya başlar. Belirsizlikten ve bilinmezlikten kaynaklanan yoğun kaygı, korku ve endişeler her şeyin netleştiği bir şablonda en asgariye indirilir. Hücum tedavisi sonucunda hastalar doğru yerde olduklarından, doğru şeyi yaptıklarından ve sonuca ulaşacaklarından emin olmaya başlarlar. Hücum tedavisinin hemen ardından hastalara bir idame tedavisi öngörülür. Klinik tablonun şiddet derecesine göre haftalık görüşmelerin sıklığı belirlenmekte, iyileşme belirtileri çoğaldıkça görüşme sıklığı azaltılmaktadır. Esas hedefin ortalama 6 ay sonunda hastalığı tamamen kontrol altına almak olduğu vurgulanmaktadır. Bazı hastalıklarda tedavi 6 ay gibi bir sürede biterken, bazı klinik tablolarda yıllara varan bir süreç işlemektedir. 6 aylık tedavi programını başarıyla bitiren hastadan 2 yıl süreyle zaman zaman terapistle irtibata geçmesi ve iletişim kurması istenir. Bu şekilde verilen tedavinin kalıcılığının sürekli olup olmadığı incelenebilir. Hücum tedavisi içinde uyguladığımız bu yaklaşım, davranışçı, bilişsel, dinamik, varoluşsal, geştalt gibi bireysel psikoterapi teknikleri ve çift terapisi tekniklerini içeren holistik psikoterapinin uygulanması şeklinde olmaktadır. Terapi süreçlerinin etkinliğini göstermek ve kişideki değişimi belirleyebilmek için hastaların izin vermesi koşuluyla tüm tedavi süreçlerinin DVD kayıt sistemiyle sürdürülmesi çok faydalı olur. Bu kayıtlar hastalara belirli zaman diliminde seyrettirilerek kendi yapıları ile ilgili iç görü kazanmaları hedeflenir. Böyle bir tedavi programı destekleyici ve eğitime dayalı olduğu için belirli bir eğitim seviyesi gerektirmektedir. Ayrıca hücum tedavisini bitiren hastalar gerek görüldüğü takdirde özel olarak oluşturulmuş grup terapilerine (erken boşalma grubu, empotans grubu vb.) alınabilir ve bireysel beceriler ilk sosyal laboratuar olan grupta hayata geçirilebilir. Kaynaklar: 1- Bütüncül Psikoterapi – Tahir Özakkaş 2- Günümüzde Psikoterapi - Saffet Murat Tura 3- Psikanaliz ve Sonrası - Engin Geçtan 4- Varoluş ve Psikiyatri - Engin Geçtan 5- Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar - Engin Geçtan 6- İnsan Yavrusunun Psikolojik Doğumu - Margaret S. Mahler, Fred Pine, Anni Bergman 7- Kendiliğin Yeniden Yapılanması - Heinz Kohut 8- Kendiliğin Çözümlenmesi - Heinz Kohut 9- Kişilik Bozuklukları - James F. Masterson 10- Bağlanma Kuramı ve Nörobiyolojik Kendilik Gelişimi Açısından Kişilik Bozuklukları - James F. Masterson 11- Borderlien Yetişkinlerde Psikoterapi - James F. Masterson 12- Psikanalizden Dinamik Psikoterapilere – Yavuz Erten – Cahit Ardalı 13- Vajinismusun Üstesinden Gelmek – A.Cem Keçe 14- Cinselliğin Dayanılmaz Ağırlığı - A.Cem Keçe 15- Edebi Cinsellik - A.Cem Keçe 16- Dinamik Psikiyatri Kuramı ve Uygulaması - Edwin R. WALLACE 17- Kişilik Bozuklukları - James F. Masterson 18- Kişilik Bozukluklarının Bilişsel Terapisi- A.T. BECK 19- Kişilik Kuramları - AGülgün YANBASTI |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.