![]() |
Atatürk Düşüncesinde Halk Kültürü - Süleyman Kazmaz
Atatürk Düşüncesinde Halk Kültürü - Süleyman KAZMAZ
I. Uluslararası Atatürk ve Türk Halk Kültürü Sempozyumu BildirileriAtatürk Düşüncesinde Halk Kültürü Süleyman KAZMAZ ( Türkiye ) Kültür, yaşama ve mücadele vasıtasıdır; kişinin tabiattan ve öteki canlılardan gelen tehlikelere karşı varlığını koruması ve devam ettirmesi için vasıtalara ihtiyacı vardır. Bunlar alet, makine gibi vasıtalarla bilgi, inanç ve benzeri güçlerden oluşur. Bundan başka insanoğlu tabiatın verdikleriyle yetinmez, dünyayı hazır bulduğu şekilde bırakmaz, daha güzel bir duruma getirmek çabasına girer. Böylece insanın meydana getirdiği eserlerin bütününe kültür diyoruz. Bu niteliğiyle kültür, insanın yaratıcı gücünü yansıtır ve öteki canlılardan üstün durumda olduğunu gösterir. Çeşitli aşamaları kapsayana kültür ve noktadan başlar. Halk kültürü toplumların dış etkenlerden uzak kalarak güçleri ve imkânları ölçüsünde çevre şartlarından ve kaynaklarından yararlanmak suretiyle ihtiyaçlarını karşılamak üzere ortaya koydukları maddî ve manevî eserlerin bütünü olarak tanımlanabilir. Bu niteliğiyle medeniyetin temelini oluşturan halk kültürü toplumların yaratıcı gücünün göstergesidir. Yaşamayı mümkün kılan alet ve vasıtalarla kullanılan eşya ve çeşitli ihtiyaç maddeleri halk kültürünün maddî yönünü meydana getirir. Bunların yanında toplumların dünya görüşü, bilgi düzeyi, inanışları, toplum değerleri, gelenek ve görenekleri, düşünce ve sanat eserleri de halk kültürünün manevî tarafını oluşturur. Milletlerin dünden bugüne akıp gelen varlıkları, en iyi şekilde halk kültüründe kendini gösterir. Milletlerin varlıklarının temeli birinci derecede halk kültürüne dayanır; halk kültüründe yer eden kavramlar, inançlar ve toplum değerleri milletlerin gücüyle birlikte mücadele ruhunu en iyi şekilde besleyen kaynaklardır. Tarihî bir gerçektir ki milletler barış içinde yaşadıkları gibi çeşitli etkenler yüzünden birbirleriyle savaşırlar; birbirlerinin vatanlarına topraklarına göz dikmek bu etkenlerin başında gelir. Savaşlarda maddî güç kadar manevî güce, mücadele ruhuna sahip olan toplumlardır ki zafere ulaşırlar; mücadele ruhu, milletlerin bağlandığı kavramlardan, toplum değerlerinden gelir. Bunlar da halk kültürünün unsurları arasında yer alır. Türk milletinin tarihî, bir yönüyle, bitmeyen savaşların hikayesidir. Orhon kitabelerinde “Dört yanımız düşmanla çevreli imiş.” Şeklinde ifade edilen bu durum sona ermiş değildir; devam etmektedir. Milli Mücadele, İstiklâl Savaşı, Türk tarihini dolduran mücadelelerin bir aşamasıdır. Millî tarihimizden çıkardığımız bir sonuç vardır. Türk Milleti bitmeyen savaşlara rağmen daima ayakta kalmıştır, tarihin her döneminde bağımsız bir devlet olarak yaşamıştır. Bu başarıyı sağlayan güç, mücadele ruhu dört kavramla ifade edilebilir: Vatan, Namus, Hürriyet ve Bağımsızlık. Namus kavramı, Türk insanının hayatında önemli bir yer tutar. Kişinin varlığını oluşturan, yaşamasını sağlayan manevî değerlerin en üstünü, başka bir deyimle, bu değerlerin bütünü olan namus kavramı uğruna Türk insanının yapamayacağı mücadele, yapmayacağı fedakârlık yoktur. Namus kavramı aynı zamanda vatan kavramıyla eşdeğerdir. Düşmanın vatan topraklarına saldırması, namusa saldırması demektir. Tarihimiz bunun sayısız örnekleriyle doludur. Millî Mücadele sırasında Yunanlılar, İzmir ve yöresine girdiklerin zaman iki vatandaş “Yunanlılar geldi, namus bırakmadı, büyüklerimizi camide topladı!” feryadıyla Kuvayı Millîyecilere koştular. Türk insanının varlığının ayrılmaz bir parçası olan namus kavramı Türk halk kültürünün temel değerlerinden biridir. Bu değer sayesindedir ki Türk Milleti, bitmeyen savaşlar boyunca vatanını korumuş, hürriyet ve bağımsızlık içinde yaşamıştır. Millî Mücadele, İstiklâl Savaşı, tarihi kaplayan bu olayın bir parçasıdır. Birinci Dünya Savaşı'nda Türk gücünü savaş meydanlarında yenemeyenler, ortakların çekilmesi yüzünden yapılan Monduros Müterakesi'nden yararlanarak yer yer Türk vatanını işgal etmişler, Anadolu'yu ele geçirme hülyasının gerçekleştirebilecekleri yanılgısına kapılmışlardı. Fakat dört kavramın ateşlediği mücadele ruhu bütün Anadolu'da yeniden harekete geçmiştir. Batı Anadolu'da düşmanı efeler karşılamıştır. Güney Anadolu'da vatanın işgali karşısında silahını kapan gençler cepheye koşmuşlardır. Karadeniz illerinde kayıklara, malozlara binen gönüllüler Karasu dolaylarındaki savaşlara katılmışlardır. Bu insanlar kimseden emir almamıştır; kimse onlara emir vermemiştir. Halk kültürü içinde yetişen bu insanlar, tehlikeye düşen vatan ve namusu, hürriyet ve bağımsızlığı korumak için “ya istiklâl ya ölüm!” diyerek cepheye koşmuşlardır. Milletin gücüyle kaynaşan Atatürk, “Milleti yine milletin âzim ve kararı kurtaracaktır” diyordu. Onlar bu inanç uğruna yola çıkmışlardı. Mücadeleyi yaratacak olan halkın gücü olacaktı. Bu da halk kültürünün var ettiği toplum değerlerinin oluşturduğu güçtü. Başarıya ulaşan engin mücadeleden çıkaracağımız sonuç şudur ki milletler ancak kendi güçleri sayesinde yaşarlar ve varlıklarını korurlar. Unutmamak gerektir ki başka milletler karşısında, özellikle varlıklarına kasteden topluluklar karşısında kendini koruyacak, mücadeleyi kazanacak güce sahip olmayan milletler yaşamak imkânını bulamazlar. İstiklâl Savaşı'nın ortaya koyduğu gerçek budur. Eğer Türk Milleti karşısına çıkan, vatanını işgal eden düşmanları yenecek güce sahip olmasaydı kuşkusuz kurtuluş gerçekleştirilemezdi. Çünkü onlar gitmek için değil kalmak için gelmişlerdi. Fakat güçleri Türk Milleti'ni yenmeğe yetmediği için kalamadılar, Atatürk'ün deyimiyle, geldikleri gibi gittiler. Bunu sağlayan güç halkın gücüydü, halkın kendi kültüründen aldığı güçtü. Millî Mücadele, İstiklâl Savaşı, Atatürk'le halkın gücünün, iki gücün kaynaşmasıyla kazanılmıştır. Bu yolda girişilen mücadeleyi başarıya ulaştırabilmek için milletin teşkilatlanması gerekiyordu. O da devletle olurdu. Atatürk'ün büyük eseri üç aşamada gerçekleşmiştir. Birincisi askerî mücadele. Bu aşama Trablusgarp'tan başlar, 9 Eylül 1922'de İzmir'de zaferle sona erer. Bu mücadelenin amacı vatanı kurtarmaktı; o da savaşla olurdu; öyle oldu. Atatürk'ün komutasında adım adım ilerlemek suretiyle istenen sonuca varıldı. Bu suretle ikinci aşamanın ortamı, şartları hazırlandı. Yeni bir devlet kurmak aşaması. Türk tarihinde on altı devlet vardır. Bu olayı bir devletin yıkılması ve yeni bir devletin kurulması şeklinde olduğu kadar iktidar değişikliği deyimiyle de nitelemek mümkündür. Çünkü Türk devletinde esas halka hizmettir. Bu görevi yapan iktidarda kalır, yapamayan gider; hizmeti yerine getirecek olan topluluk iktidara gelir. Tür devletinde iktidarın kaynağı halktır, millettir; millet ebedîdir, devlet süreklidir, iktidar geçicidir. Halk, millet, iktidar görevini yapamayanı değiştirir, yerine hizmeti yürütebilecek olanları getirir. Bu durumun son örneği Millî Mücadele'de yaşanmıştır. Millî Mücadele sırasında ve sonundaki Osmanlı iktidar topluluğu hizmet görevini yerine getiremediği için halk tarafından görevden uzaklaştırılmış, yerine yeni bir iktidar getirilmiştir. Böylece milletin halkın eseri olan Kuvayı Milliye, Türkiye Büyük Millet Meclisi, ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak hizmet görmüş, sonuç olarak da Türk devletinin sürekliliği sağlanmıştır. Bunun da kaynağı halktır, halkın gücü iradesi, kısaca halkın kültürüdür. Bu durumu Atatürk çok canlı bir şekilde ifade etmiştir. Devletlerin yapısını belirleyen anayasaların kaynağının halk olduğunu Atatürk 21 Aralık 1921 tarihli nutkunda şöyle açıklar: “Teşkilatı Esasiye Kanunumuzun maddelerini düşünecek olursak, bu kanun doğrudan doğruya yalnız bizim kafalarımızdan, bizim ilmimizden çıkmış bir kanun değildir. Bu kanun doğrudan doğruya milletin her ferdinin vicdanından, kendiliğinden doğmuş, böylece toplumun yüksek vicdanında canlanmış, ondan sonra uygulamaya geçmiştir. Hakiki kanun böyle olur. Taklitle kanun olmaz.” Atatürk'ün sözlerinden de anlaşılacağı üzere devletin temelini meydana getiren hukuk toplumdan, halktan kaynaklanır. Gerçekten hukukun kaynağı millettir, millî kültürdür. Atatürk toplumu yönlendirecek düşünce ve düşünce düzenlerinin halktan kaynaklandığını şöyle anlatmıştır: “Muvaffak olmak için münevver sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında bir intibak olmak lazımdır. Yani münevver sınıfın halka telkin edeceği mefkûreler halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır.” Her millet hukukunu kendisi yapar. Hukuk toplum ilişkilerini düzenleyen uyulması zorunlu, uygulanması devlet tarafından üstelenen kurallardan oluştuğuna göre kanun, daha doğrusu hukukî düzenleme yaparken, kuralların, kanunun uygulanacağı toplumu, bu toplumu oluşturan insanları, onların yönelişlerini, tarihten gelen kültürlerini bilmek gerektir. Kanun, kökenin onlardan, toplumdan almalıdır; hukuk halkın iradesi, yönelişleri, kültürü üzerinde kurulmalıdır. Halk kültürü bu bakımdan önem taşır. Bu sebeple de halk kültürünün bir bölümü olan halk hukuku, hukukî düzenlemelerin hareket noktasını meydana getirir. Mücadelesini halkla, toplumla birlikte yürüten Atatürk, bu temel düşünce dolayısıyla yeni devleti toplumdan, halktan kaynaklanan anayasa üzerine kurmuştur. Halk kültürü doğrudan toplumun eseri olduğu, toplumun, halkın niteliklerini taşıdığı için millî kültür olarak nitelenir. Halk kültürün bir özelliği de medeniyetin başlangıcı olmasıdır. Bununla birlikte medeniyetle halk kültürü arasında bazı farklar vardır. Halk kültürünün dar çevrelerden doğmasına ve yaşamasına karşılık medeniyetin sınırları daha geniştir. Bu bakımdan millet hayatında, millî kültürden halk kültüründen sonraki aşama, ikinci aşama, millî medeniyettir. Millî medeniyet, milletlerin dünya ölçüsünde varlıklarını ve güçlerini belirten, milletin öteki milletler arasında üstünlüğünü sağlayan maddî ve manevî eserlerin bütünüdür. Tarihimizin son dönemi bu açıdan incelediğimiz zaman acı bir gerçekle karşılaşmaktayız. Yeni Çağ'da Avrupa kıtasıyla Türkiye arasındaki mücadele asırları kaplamış, bazı Avrupalıların Anadolu'nun içlerine kadar sokulmalarına yol açmıştır. Bu mücadele aslında iki dünya arasındaki medeniyet mücadelesiydi. Türk Milleti Yeni Çağ'ın sonlarında milletler arasında üstün güç oluşturacak bir medeniyet yaratmadığı için böyle bir sonuçla karşılaşmıştır. Türk toplumu Farabi, İbni Sina, Yusuf Has Hacib, Uluğ Bey, Katip Çelebi, Hezarfen Mehmet Çelebi, Lagari Hasan Çelebi'nin açtığı müsbet ilim ve ilk uygulamalar yolunda 17. yy.'dan itibaren gerekli atılımları yapmadığı, büyük sanayii kurmadığı için bu duruma gelmiştir. Buna karşılık Avrupa, Türk dünyasından aldığı müsbet ilimden ve coğrafî bilgilerden yararlanarak büyük sanayi gerçekleştirmiş geniş topraklar elde etmiş, kaynak ve Pazar, başka bir deyimle, sömürge düzeni sayesinde güce ve servete kavuşarak Osmanlı Devleti'ni yenilgiye uğratmıştır. Bu bakımdan Türk Milleti'nin eski gücünü elde edebilmesi için mücadeleyi medeniyet alanında yoğunlaştırması gerekiyordu. Onun için Atatürk'ün eserinin üçüncü aşaması yeni bir medeniyet kurma mücadelesi olarak nitelenebilir. Atatürk daha Millî Mücadele yıllarında hayatta en hakikî mürşidin ilim ve fen olduğunu söylemek suretiyle üçüncü aşama çalışmalarını başlatmış oluyordu. 10. Yıl Nutku yeni medeniyet döneminin programını kapsıyordu. En sağlam vasıta kuşkusuz ilimdi. Atatürk bunu “Türk Milleti'nin yürümekte olduğu terakkî ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meş'âle müsbet ilimdir” şeklinde ifade etmiştir. 10. Yıl Nutku'nda yer alan bu düşünceyle Atatürk Türk Medeniyetine dönüş çağını başlatmış oluyordu. Çünkü müsbet ilim çağı büyük Türk bilgin ve düşünce adamları Farabî, İbni Sina, Yusuf Has Hacib, Uluğ Bey, Kâtip Çelebi, tarafından müsbet ilim çağına dönüş dönemini açmıştır. Cumhuriyet, bitmeyen savaşlar yüzünden maddî varlığı tükenme noktasına varan bir millet ve bir yurt devralmıştı. Vatanını, namusunu, hürriyet ve bağımsızlığını korumak için savaşan Anadolu'nun imara ve refaha ihtiyacı vardı. Bu amaca varılmazsa, yeniden ilerleme ve yükselme yoluna girilmezse yaşamak imkânı bütünüyle yitirilmiş olurdu; halkın refaha, yurdu imara kavuşturacak yeni bir medeniyet kurmak gerekiyordu. Bunun kaynağı da millî kültür olacaktı; onun için Atatürk, müsbet ilim yöntemleriyle yapılacak çalışmaların amacını muasır medeniyet seviyesini aşmak şeklinde açıklarken kaynağın millî kültür olduğunu işaret etmişti, “millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız” demişti. Millî kültür halk kültürü kaynaklarını kapsadığı cihetle yeni medeniyet döneminde halk kültürü büyük bir önem kazanmış oluyordu. Halk kültürü medeniyetin başlangıcı, millî varlığın temeli olmakla birlikte öteki milletler arasında güçlü bir duruma yükselmek bilmek için medeniyet yolunda ikinci aşamaya, millî medeniyet aşamasına ulaşmak gerekirdi. Bu da halk kültürü eserlerini, milletin maddî ve manevî kaynaklarını ve varlıklarını müsbet ilim yöntemleriyle işlemek, yeni ve ileri eserler meydana getirmek suretiyle üstün bir medeniyet düzeyine ulaşmakla olur. Unutmamak gerekir ki milletlerarası dünya aynı zamanda bir mücadele alanıdır. Bu alanda mücadele ruhu ve mücadele imkânlarıyla varlığını koruyan, üstünlüğünü kabul ettirebilen milletler hür ve bağımsız olarak yaşayabilirler. Bu da millî medeniyetin en üst düzeye çıkarılmasıyla gerçekleştirilebilir. Açık deyimiyle, milletler, başka toplulukları, başka kıtaları örnek almak, başka toplulukları, başka kıtaları taklit etmek suretiyle değil, kendi güçleri, kendi kaynakları ve kendi millî kültürleri, millî medeniyetleriyle yaşamak ve gelişmek imkânını bulurlar. Bu konuda Atatürk şöyle der: “...her milletin kendine mahsus an'anesi, kendine mahsus adetleri, kendine göre millî hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin mukallididi olmamalıdır. Çünkü böylelikle millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne de kendi milliyeti dahilinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz hüsrandır.” Onun için Atatürk başka bir toplumu, başka bir kıtayı örnek alarak, taklit ederek değil, millî güç ve millî kültür üzerinde yükselecektir. Bundan başka dikkat edilecek nokta, Atatürk, belli bir toplumun ya da belli bir kıtanın medeniyet seviyesine ulaşmayı da amaç olarak göstermemiştir. Atatürk düşüncesinde amaç millî kültürü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmaktır; muasır medeniyet seviyesini aşmaktır. Bu bakımdan Türk halk kültürünü, Türk medeniyetine dönüş çağını açan Atatürk inkılabı ve Türk dünyasını parlak ufuklara götüreceğine inandığımız yeni Türk medeniyeti açısından değerlendirmek gerekir. TARİH BOYUNCA KURULMUŞ BAŞLICA TÜRK DEVLETLERİ İmparatorluklar Saka-İskit (Skit) İmparatorluğu Büyük Hun İmparatorluğu Batı Hun İmparatorluğu Avrupa Hun İmparatorluğu Ak Hun İmparatorluğu Göktürk İmparatorluğu Doğu Göktürk İmparatorluğu Batı Göktürk İmparatorluğu II. Göktürk İmparatorluğu Uygur İmparatorluğu Avar İmparatorluğu Hazar İmparatorluğu Büyük Selçuklu İmparatorluğu Harezmşahlar İmparatorluğu Altınordu Devleti Timur İmparatorluğu Hind-Türk (Babür) İmparatorluğu Osmanlı İmparatorluğu Devletler: Kuzey Hun Devleti Güney Hun Devleti I. Chao Hun Devleti II. Chao Hun Devleti Hsia Hun Devleti Kuzey Liang Hun Devleti Lou-lan Hun Devleti Tigin-Şah Devleti Tabgaç Devleti Doğu Tabgaç Devleti Batı Tabgaç Devleti Doğu Türkistan (Turfan) Uygur Devleti Leang Şa-t'o Türk Devleti Tang Şa-t'o Türk Devleti Tsin Şa-t'o Türk Devleti Kan-çou (Kansu-Sarı) Uygur Devleti Tugiş Devleti Sarı Türgiş Devleti Karluk Devleti Kırgız Devleti Sabar Devleti On-Oğur Devleti Tukurgur (9 Ogur) Devleti Uturgur (30 Ogur) Devleti Basar-Aba Türk Devleti Karahanlı Devleti Doğu Karahanlı Devleti Batı Karahanlı Devleti Gazneli Devleti Oğuz Yabgu Devleti Irak-Horasan Selçuklu Devleti Suriye Selçuklu Devleti Kirman Selçuklu Devleti Anadolu Selçuklu Devleti Eyyübiler Devleti Mısır-Türk (Türk - Memlük) Devleti Timurlular Devleti Karakoyunlu Devleti Akkoyunlu Devleti Büyük Bulgarya Devleti Tuna Bulgar Devleti İtil (Volga) Devleti Hindistan Dehli Türk Devleti (Muizzi Melikler, Kutbîler, Şemsîler Balabanlılar, Kalaçlar, Tuğluklular) Safavî Devleti Afşar Devleti Kaçar Devleti Türkmen Cumhuriyeti Kırım Cumhuriyeti Şarkî Türkistan Cumhuriyeti İdil-Ural Devleti Alaş-Orda Devleti Millî Azerbaycan Cumhuriyeti Batı Trakya Cumhuriyeti (üç defa) Türkiye Cumhuriyeti Hatay Cumhuriyeti Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Azerbaycan Cumhuriyeti Kazakistan Cumhuriyeti Kırgızistan Cumhuriyeti Özbekistan Cumhuriyeti Türkmenistan Cumhuriyeti Beylikler Uygur Beyliği Karluk Beyliği Tolunlular Beyliği Akşidliler (İhsidîler) Beyliği İzmir (Çaka) Beyliği Tanrı Bermiş Oğulları Beyliği Dilmaç Oğulları Beyliği Yınal (İnal) Oğulları Beyliği Artuklu Beyliği Danişmendli Beyliği Mengücüklü Beyliği Saltuklu Beyliği Ahlat Şahları (Sökmenliler) Beyliği Çoban Oğulları Beyliği Erbil (Beg Teginliler) Beyliği Kıfçak Oğulları Beyliği Karabeli Oğulları Beyliği Taceddin Oğulları Beyliği Resul Oğulları Beyliği Berçem Oğulları Beyliği Çubuk Oğulları Beyliği Togan Arslan Oğulları Beyliği Alâiye Beyliği Pervane Oğulları Beyliği Sahip Ata Oğulları Beyliği Kutluşahlar Beyliği Karesi Oğulları Beyliği Germiyan Oğulları Beyliği Saruhan Oğulları Beyliği Aydın Oğulları Beyliği Menteşe Oğulları Beyliği Osman Oğulları Beyliği Hamid Oğulları Beyliği Teke Oğulları Beyliği Eşref Oğulları Beyliği İnanç Oğulları Beyliği Candar (İsfendiyar) Oğulları Beyliği Karaman Oğulları Beyliği Ramazan Oğulları Beyliği Dulkadir Oğulları Beyliği Eratna Beyliği Kadı Burhaneddi Ahmet Beyliği Adilşâhiler Beyliği Behmenliler (Sultanlığı) Beyliği Nizamşahîler (Ahmetnagar) Beyliği Yaruklular Beyliği Dobruca Türk Beyliği Atabeylikler: Azerbaycan Atabeyliği (İl Denizliler) Şam Atabeyliği (Tuğteginliler, Börililer) Musul-Sincar-Halep Atabeyliği (Zengililer) Fars Atabeyliği (Salgurlular) Hanlıklar: Peçenek Hanlığı Uz Hanlığı Kuman-Kıpçak Hanlığı Kubilay Hanlığı (Yuan Devleti) Kimek Hanlığı Kırım Hanlığı Kazan Hanlığı Kasım Hanlığı Nogay Hanlığı Astırahan Hanlığı Özbek (Şeybanî) Hanlığı Buhara Hanlığı Hive Hanlığı Hokand Hanlığı Sibir Hanlığı Kazak Hanlığı Çağatay Hanlığı Kalaç Hanlığı Kaşgar-Turfan Hanlığı Türkmenistan Hanlığı Azerbaycan Hanlıkları (Bükû, Gence, Şirvan, Şeki-Şamahı, Karabağ, Nahcıvan, Revan, Kuba, Tebriz, Erdebil Hanlıkları) Muhtar Türk Cumhuriyetleri, Bölgeleri: Tataristan, Başkurdistan, Çuvaşistan, Yakutistan, Tuva, Hakas, Gorno-Altay, Gökoğuz (Gagavuz), Karaçay-Çerkes, Kabardin-Balkar, Sincan Uygur Otonom Bölgesi. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.