![]() |
Sağlık Sosyolojisi...
Uzun yıllardır çözümlenemeyen sağlık sorunları toplumumuzun gündemini işgal etmektedir. Sağlık sorunları günümüzde çok ciddi boyutlara erişmiştir. Medya aracılığıyla hergün ölümle biten toplumsal bir olay , hastanelerde yaşanan hataların insan sağlığına yaptığı etkiler , herkesi düşünmeye sevk edecek sağlık skandallarıyla karşılaşıyoruz. İçenden geçmekte olduğumuz karamsar atmosfer Türk insanı için ölümle yaşamarasındaki her geçen gün biraz daha daralmaya yüz tutmaktadır. Eğer herşey bugünkü gibi olmaya devam ederse gelecek nesillerde sağlıksızlığı kader olarak kabul etmek zorunda kalacağız.
Trafik kazaları , bu unutulmuşluğa , tepkisizliğe ve vurdumduymazlığa doğru gidişin en tipik örneklerinden biridir. Öte yandan hastane kapılarında muayene olmak için sıra bekleyen köyden kasabadan hatta ülkenin diğer ucundan gelmiş insanların sergilediği tabloda güncelliğini yitirmektedir. Sağlık sorunlarını direkt yaşayan bireylerin yanısıra sağlık sektörünün temel taşları olan hekimlerde benzer sorunlarla karşılaşmaktadır. Yardımcı sağlık personelleride aynı zor koşullarda mesleklerini icra etmek zorunda kalmaktadırlar. Hastalar ve yakınları önemsizliklerini hissederken diğer sağlık personeli ise görevlerini diğer ülkelerdeki meslektaşları gibi yapamamanın ezikliği içindeler. Bir başka değişle legal ve illegal yollardan kazanılan para hekimlere az gelişmiş bir ülkede yaşadıkları gerçeğini unutturmamaktadır. Kısacası , bir ülkedeki sağlık sorunlarının görünümü o ülkenin gelişmişlik düzeyine ilişkin ip uçları verir. Ancak bu gelişmiş ülkelerde tüm sağlık sorunları çözülmüş demek değildir. Aradaki fark sadece çözüm düzeyine ilişkindir. Bütün bunlar bize sağlık sorunu bir ülkenin gelişmişlik düzeyiyle ilgili olduğu kadar toplumsal yapısıyla da yakından ilgili olduğunu gösterir. Toplumu derinden etkileyen bu sorunlar ekonomik olduğu kadar aynı zamanda kültüreldirler. Örneğin; çagdaş kültürden daha çok pay alabilen ülkeler modern tıbbın olanaklarındaki gelişmeyi daha çok takip ve talep etmekte, diğer kesimler geleneksel anlayışlarını sürdürmekte ve bunlara karşı direnmektedirler. Bireyler en temel olan sağlık haklarını kullanmakta ciddi sorunlarla karşılaşmaktadır. Bu sorunların neler olduğuna ve çözüm yollarının bulunmasına bir birey olarak sessiz kalmak mümkün değildir. Hastanenin içerisinde barındırdığı koşullar ülkemizin görünen ve görünmeyen koşullarını simgelemektedir. Fakirlik ve çaresizlik hastaların hasta olmalarından kaynaklanan bir olgu olduğu kadar ülkemizin içinden geçmekte olduğu koşullarla da yakından ilgilidir. Genel olarak , sağlık alanının bilinmesi ile ülkemizin koşullarının tanınmasının aynı anlama geldiği kabul edilmektedir. Ülkemizin gelişmişlik düzeyinin saptanması demek sağlık sorunlarını ne ölçüde çözümlediğinin saptanması demektir. Gelişme daima fakirlik tabakalarının zenginleşmesiyle sonuçlanmıştır. Eşitsizliklerin kaynağı keşfedildikçe ülkeler zenginleşecektir. Zengin ülkeler yurttaşlarının hakkını daha iyi koruyabilen ülkelerdir. Ülkemizin sağlık sistemine ilişkin yapılan her araştırmanın ,bu sorunların çözümüne de ışık tutacağı kendiliğinden açıktır. Bu kitap ile ,ülkemizin bir çok üniversitesinde ders olarak okutulan sağlık sosyolojisi konusunda temel bir kaynak oluşturmak hemde sağlık sorunlarımıza dikkat çekebilmek hedeflenmiştir. Sağlık alanındaki çıkmazların ve sorunların karşısında biz yeni nesil sessiz ve de çaresiz kalmamalıyız . ülkemizin daha gelişmiş ülkeler arasına girebilmesi için bu sorunların neler olduğunu saptayıp çözüm yollarını geliştirmeliyiz. Bu eser takip edeceğimiz yolu bulmamıza hedeflerimizi saptamamıza yardımcı olacaktır. 1-) BAZI TEMEL KAVRAMLAR : Sağlık sosyolojisi sosyolojinin bir alt dalıdır. Özellikle batı Avrupa ve A.B.D de çok gelişmiş bir durumdadır. Ancak sağlık sosyolojisinin inceleme konularıyla ilgili birçok alan bulunmaktadır. Genel olarak bu alanların kurumsal çatıları aynıdır fakat; farklı adlarla tasvir edilmektedirler. Özellikle tıp kökenli alanlar sosyoloji kurumlarını izleyerek hastalık /sağlık olgularını incelemektedir. Bunun yanında sosyal psikologlar , antropologlar , ekonomistlerde bu konuya ilgi duymuşlardır. Bunun için , aynı çalışma alanı, kaynaklandıkları kökenlere göre farklı adlarla anılma durumunda kalmışlardır. Örneğin ; tıp sosyolojisi sosyolojinin bir alt alanını işaret ederken sağlık sosyolojisiyle aynı konuları paylaşma durumunda kalmıştır. Aynı şekilde daha çok tıp kökenli araştırmacıların ilgi duydukları bir kavramda klinik sosyolojisidir. Bu alandaki araştırmacılarda kendilerini uygulamalı tıpta ortaya çıkan sorunların toplumsal boyutu ile sınırlamak istemektedirler. Benzer konulara değinmekle beraber tamamen tıbbi kaygılarla yola çıkan tıbbın kendine özgü bir alt dalı kabul edilen alanlarda vardır. Halk sağlığı koruyucu hekimlik gibi alanlarda sağlık sosyolojisinin konusuyla çok yakındır. Türkçe literatürde , toplumsal sorunlarla , sağlık sorunları arasında bir ilişki olduğu daha 1940 lı yıllarda bile birkaç çeviride vurgulanmıştır. Ancak 1970 li yıllara kadar bu tip tartışmalar yaygınlık kazanamamıştır. Bu yıllarda ilk olarak toplum hekimliği başlığı altında halkın hastalıklara karşı daha etkin korunmasını hedefleyen ilke ve düşünceler geliştirilmeye çalışılmıştır. Ancak , akademik çevrelerde en ilgi duyulan çalışma NUSRET FİŞEK tarafından yapılmıştır. Sosyoloji alanında yapılan çalışmalar ise alanı tanıtmak ve olanaklar dahilinde katkı payı hedefleyen türden çalışmalar olmuştur. Özellikle dikkat çeken bir çalışma ATÜL KASAPOĞLU tarafından yapılmıştır. Oysa tıp sosyolojisi A.B.D de çok daha önceleri başlamıştır 1940 ve 50 li yıllarda sosyoloji alanında önemli sayıda çalışmaya kaynaklık etmiştir. Yaygın olarak bilinen eserinde NUSRET FİŞEK (1983:1) sağlık ve hastalık kavramının Dünya Sağlık Örgütüne atıfta bulunarak şöyle tanımlıyor ‘ sağlık sadece hastalık ve sakatlık olmayışı değil , bedence , ruhça ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir .’ ‘ Hastalık ise , doku ve hücrelerde yapısal ve fonksiyonel ve normal olmayan değişikliklerin yarattığı haldir.’ Daha sonra bu tanıma hastalığın sadece biyolojik bir süreç olmadığını , toplumsal ve kültürel boyutunun da olduğunu ekliyor. Gerçekten de toplumsal bilimlerin hastalık/sağlık olgularına duyduğu ilgi bu noktadan başlıyor. Bu alanda en çok sözü edilen kavramlar ise FİŞEK e göre halk sağlığı , toplum hekimliği , koruyucu hekimlik, sosyal hekimlik ve toplum sağlığıdır. Halk sağlığı: Bir bireyin sağlığını sürdürecek bir yaşam düzeyi sağlayacak biçimde geliştirerek hastalıklardan korumayı yaşamın uzatılmasını , beden ve ruh sağlığı ile çalışma gücünün arttırılmasını sağlayan bir bilimdir. Toplum hekimliği: Toplumu oluşturan bireylerin , bedence , ruhça ve sosyal yönden iyilik halinde olması için , bireye , topluma , biyolojik ve fiziki çevreye ilişkin önlemlerin planlanması ve uygulanmasını içeren bir alandır. Ayrıca halk sağlığı ve koruyucu hekimlik arasındaki fark ise halk sağlığı kamunun sağlığının korunmasını hedefler koruyucu hekimlik ise aynı amacı bireysel düzeyde hareketle gerçekleştirmek ister. Toplum sağlığı kavramı da halk sağlığı kavramıyla dönüşümlü olarak kullanılmaktadır. FİŞEK söz ettiği tüm adlandırmaların ortak noktası tıp alanında üretilen bilgilerin halkın sağlığını koruma amacı ile nasıl daha etkin olarak kullanabileceği sorusudur. Bir başka anlatımla , hastalıkların iyileştirilmesinde tıp dışı alanların bilgisinin değerlendirilmesi hedeflenmektedir. Bu bilgilere tıp bilgileri temelinde gidilebileceği gibi diğer alanlarlada gidilebilir. Bunun için başta sosyoloji olmak üzere diğer bir çok sosyal bilim alanıda sağlık/hastalık kavramları ile ilgilenmektedir. Örnegin; sağlık sosyolojisi disiplinide ,tıp alanında mevcut hedefleri kendisine hedef olarak seçmiş bulunmaktaır. Dolayısıyla bu iki genel çalışma alanındaki benzerlik ve farklılıkların ortaya çıkarılması bir zorunluluk gibi durmaktadır. Örneğin; KASAPĞOLU (1999:11) , İngiltere deki gelişmeler izlenerek , türkiyede de ‘halk sağlığı’ kavramının yerini ‘toplum hekimliği’ kavramının kullanıldığı , üniversitedeki kürsüleride bu değişikliği izlemiş oldukları belirtiliyor. Sosyoloji alanında ise ‘medikal sosyoloji’ kavramının eskidiği , bu alan içerisinde genel olarak zaten sosyoloji kuramlarına yer verilmek durumunda kalındığından ‘sağlık/hastalık sosyolojisinin’ kavramının yaygın olarak kullanıldığı dile getirilmiştir. Sosyoloji kuramlarının en çok kullandığı alanların başında medikal sosyoloji adıyla bilinen alan gelmektedir. Medikal sosyolojinin konu alanı temel olarak sağlık sosyolojisinin alanından büyük bir farklılık göstermemektedir. Medikal Sosyoloji: Bireylerin kendilerini ne zaman hasta diye tanımladıklarına , hastalıkların üstesinden nasıl gelebildiklerini , sakat olanların nasıl tedavi göreceklerine ilişkin yol gösteren bir alandır. Buna ek olarak hastalıklara toplumun nasıl cevap verdiği , tedavi sürecinde meslek örğütlerinin işlevleri, sağlık kurumları ve buna ilişkin toplumsal düzenlemeler gibi konularda medikal sosyolojisini ilgilendirmektedir .Aynı zamanda hastalıkların nasıl dağılım gösterdiği , tedavi olanakları ve meslek üyelerine ilişkin araştırmada yapmaktadır. Bunlara dayanarak medikal sosyolojinin şu bilimleri incelediği söylenebilir; Aile , eğitim , din, ekonomi, siyasi sistemler, toplumsal kontrol , kentleşme , sosyal planlama/toplumsal değişme ve tarih. BROWN (1989) sosyal bilimlerin medikal sosyolojiyi dört düzeyde etkilediklerini belirtmektedir. 1-) Makro düzeydir 2-) Mikro düzey 3-) Makro ve mikronun birleştiği düzey 4-) Sosyal hareketlerin sağlık konusunda rolü düzeyi 1-) Makro düzey : Üç işlevsel alan vardır; siyaset , ekonomi ve kültür. Medikal sosyoloji bu üç alandan etkilenmektedir; bunlara bağlı alt alanlardan birincisi , sınıf ırk ve cinsel farklılıkları konu alan siyaset ekonomisi , ikincisi , bir profesyonel meslek olarak tıp mesleği ve profesyonelleşme süreci, üçüncüsüde sağlık kurumlarıdır 2-) Mikro düzey : Sağlık sisteminin uygulayıcıları ile halk arasındaki ilişkileri konu alır. Bu alanda genel olarak hekimler ile hastalar arasındaki ilişkiler çeşitli bakış açılarına göre incelenmektedir. 3-) Makro ve mikronun birleştiği düzey : Kuramcılar genelolarak , makro ve mikro düzeylerinin birleştirirlmesini talep etmektedirler. Örneğin; sadece hekim / hasta ilişkileri incelenecek olursa daha geniş bir alanda ortaya çıkabilecek sorunlar ihmal edilebilmektedirler. 4-) Sosyal hareketlerin sağlık konusunda rolü düzeyi : Toplumsal değişmeyide içine alacak şekilde , toplumsal hareketlerin sağlık üzerindeki etkileri ele alınmaktadır. Örneğin ; köleliğin ortadan kalkması , ayrımcılığa son verilmesi , kadın hakları , toplumsal güvenlik , emek gücünün organize edilmesi gibi toplumsal hareketlerin sağlık sistemleri üzerinde önemli etkisi vardır. Medikal sosyolojisi ilkin, hekim ve sağlık personelinin çalıştıkları ortamların hangi özellikte olduğunu ve hastaların nasıl sağlık hizmetlerine ulaştıklarını ve hangi kültürel kalıpların etkisinde kaldıklarını araştırmaktadır. Bir başka anlatımla, hekim ile hasta hangi koşullar altında bir araya gelmektedirler ve birbirlerine nasıl muamele etmektedirler. Kısaca hastalık hasta ve hekim arasında ilişki büyük bir ölçüde içinde yaşadıkları ortam tarafından etkilenmektedir. Bir başka değişe göre medikal sosyoloji başta tıp olmak üzere birçok bilimle iç içe olmak durumunda olduğundan ister istemez disiplinler arası bir bilim dalı olmak zorunda kalmıştır. Böyle bir alanda yapılan incelemeler sadece bireylerin/toplumların sağlığına katkıda bulunmakla kalmayacak aynı zamanda toplumsal eşitsizlikler , profesyonel uzmanlık ile profesyonel gücün yapısı ve birey ile toplum arasındaki bağlara ilişkin de bilgi üretmektedir. Toplum hekimliği ilk kez Fransa da ortaya çıkarken yine tıpçıların toplumsal bilimlerle bağlantı kurma isteklerinden kaynaklandığı açıktır. Jules GUERİN (1801-86) hastalıkların gerçek boyutunu inceleyebilmek için istatisliklerden yararlanmış ve toplum hekimliğini dört farklı alana bölmüştür; sosyal patoloji , sosyal hijyen , ve sosyal terapi. ‘Tıp sosyal bir bilimdir ve siyaset tıptan başka bişey değildir’ . yani sağlık sorunları sadece tıp alanında alınacak önlemlerle giderilmez. Tam aksine sosyal tedbirler olmadıkça yada sağlık sorunları toplumsal bağlamlarda incelenmedikçe tam anlamıyla çözülemez. Gerçekten de 19. Yy da ileri sürülen böyle bir görüş 20. Yy da Avrupanın diğer ülkelerine yayılmış bulunmaktadır. Turner (1992) Toplum hekimliğinin anlayışının yaygınlık kazanması ile üç önemli sonucun ortaya çıktığını belirtiyor: A ) Hastalıklar ancak çok nedensel ilişkiler içerisinde anlaşılabilir. B ) bir topluluğun sağlık duırumunu anlamak ve değiştirmek için , toplumsal ve siyasal müdahaleler ve reformlar kaçınılmaz. C ) Bu iki sonuçtan dolayı , toplum hekimliği sadece geleneksel tıbbın müdahaleciliğine değil tüm topluma yönelik bir eleştiri geliştirmiş ve köktenci siyasal bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. Kısaca özetlenecek olursa , bu bölümde tanımları yapılan alanlarköken itibariyle nerden kaynaklanırsa kaynaklansın hemen hemen hepsinin ortaklaşa vurguladıkları nokta , tıp alanında üretilen bilmik , kültürel ve siyasal alanlarda üretilen diğer bilgilerce desteklenmesi ile mümkün olacaktır. Hekimler hastanelerde sadece hastalık sürecinin son aşamasına gelmiş bireylerle muhattap olmaktadır. Tıp kökenli bilimlerde bunun farkına çok önceleri varabildiklerinden Toplum Hekimliği , Halk Sağlığı v.b gibi alt dallar yaratarak tıp bilgisini desteklemek istemişlerdir. Günümüzde ise başta sosyoloji olmak üzere bir çok alan, kendi kuramlarını sağlık/hastalık kavramlarını anlamak için seferber etmiş bulunmaktadırlar. Yeniden vurgulanması gereken nokta , hepsininde amacı hastalıkları mümkün olduğu kadar hastanelere yansımadan önce önleyebilmektir. Böyle bir anlayış kökenlerini 19.y.y da bulmasına rağmen 20. Y.y la ait gibi görünmektedir. Bu noktada hastalık kavramının toplumsal yanının biraz daha ayrıntıya girilerek incelenmesi , Sağlık Sosyoloji alanının ne ile uğraştığını dahada aydınlatabilecektir. 2-) HASTALIK OLGUSU Çoğu zaman, hastalık kavramından bütün insanların aynı şeyi anladıkları sanılır. Oysa hastalığın tanımı hem toplumdan topluma hem de zamandan zamana değişmektedir. Bir bireye ne zaman hasta denileceği yada bireyin ne zaman kendisini hasta hissedeceği değişkenlikler gösterir. Bu farklılıklar yada ayrımlar ‘Sağlıklı olma durumunun yitirilmesi’ sürecini başlatır. Örneğin trafik kazasından çok ağır yaralar almış birisi tabi ki her zamanda ve her toplumda kendisini hasta olarak görecek ve kendisini hasta olarak algılayacaktır. Sadece başı ağrıyan birine hasta muamelesi yapılıp yapılmaması yada bireyin kendisini hasta olarak algılayıp algılamaması o toplumun hastalık kavramını nasıl tanımladığıyla yakından ilişkilidir. Başka bir değişle birkaç yüzyıl öncesinde insanların korkulu rüyası ve salgın bir hastalık olan veba günümüzde çok önemli bir hastalık olarak görülmemektedir. Örneğin 1994 te yaşanan bir salgın insanlar arasında çok büyük bir paniğe yol açmıştır. Ancak bir hükümet yetkilisinin hastalığın bulaşma riski çok az demesiyle insanlar rahat bir nefes almıştır. Bu olay iki noktaya işaret etmişti. A) Modern toplumlarda hiç bilinmeyen fakat çok ciddi hastalık türlerine maruz kalabilirler. B) İçinde yaşanılan toplum diğer bir çok alanda olduğu gibi sağlık alanında da risklerden arınık bir toplum değildir. Başka bir değişle risk hayatın içindedir Hangi tür risklerin toplum bireyi tarafından kabul edilip edilemeyeceği kuramsal ve pratik olarak tartışılmaya başlandı. Dolayısıyla bir toplum içinde hastalığının nasıl algılandığının keşfedilmesi, hastalıkların gerçek nedenlerinin bulunup ortadan kaldırılmasının ilk koşulu gibi görülmektedir. Bunun için araştırmacılar ilk önce sıradan hastalığın tanımını yapmaya çalışmışlardır. Bu araştırmaların çoğunda hastalığın external (dışsal) birfaktör olduğunu, belli bir yaşam şeklinin, özellikle kentsel hayatın, bir ürünü olduğu söylenmiştir. Diğer yandan sıradan kişilerce hastalık içsel (internal) bir olgu olarak görülmüştür. Sağlığın işlevsel tanımı, sadece dengeli bir durumu değil, bireylerin neşeli ve eğlenceli oldukları bir durumu vurgulamaktır. Yapılan araştırmalar sonucunda halkın hastalıkları gruplara ayırdıkları ortaya çıkmıştır. Örneğin normal hastalıklarla kalp, kanser, tüberküloz gibi hastalıklar ayrılmıştır. Bu bağlamda sağlık; A) Negatif olarak yeni bir hastalığın ortaya çıkmaması durumunu. B) İşlevsel olarak, yani, günlük aktivitelerin üstesinden gelebilme durumunu . C) Pozitif olarak yani sağlıklı ve iybir durumda olma durumunu ifade etmektedir. Hastalıklar günlük hayatta bireylerin psikolojilerini de etkilemektedir. Doğal olarak, bireyler sürekli olarak kendilerini sağlıklı olmaya doğru yönlendirmektedirler. Yaş gruplarına göre hastalıktan en çok şikayet edenler çocuklar ve yaşlılardır. LOCKER (1983) a göre tarihte hastalık kavramı birkaç aşamadan geçtikten sonra günümüzdeki haline gelmiştir. Buna göre modern tıbbın çıkmasından çok daha önceleri hastalıklar, ruhsal ve mekanik güçlerin eseri olarak düşünülmüştür. LOCKER hastalığın kavranmasında Kartezyen düşüncenin çok önemli bir yeri olduğunu düşünmektedir. Bu felsefe akımına göre, Vücut ve ruh birbirinden bağımsızdır. Bu düşünce yaygın olarak benimsendiğinde, hastaların mikrobiyolojik kökenlerinin incelenmesi için, uygun bir ortam sağlanmış oldu. Vücut kendi içerisinde işleyen ve kendi kuralları olan bir bütün olarak incelenmeye başlandı. Ehrlıch, Koch, Pasteur un keşifleri buna örnek gösterilebilir. 1882 de KOCH tüberküloz hastalığına yol açan mikrobu keşfetmişti. Bunu taiben, 1897 ve 1900 yılları arasında ise 22 çeşit enfeksiyona yol açan mikrop keşfedildi. Daha sonraki araştırmalar, bir tek mikroplu açıklamalardan yani bir tek nedenli açıklamalardan, çok faktörlü açıklamalara doğru inceleme alanını genişletmiştir. Örneğin bulaşıcı hastalık üçgeni adlı bir yaklaşımda hastalıklar, bir mikrop, bir taşıyıcı ve çevre bağlamında ele alınmıştı. Bu anlayışla hastalıklar tedavi edilebilir olduğu kadar önlenebilir hale de gelmiştir. ‘Üç temelli (üçgen)’ bu açıklamada zamanla etkisini yitirmiştir. Çünkü, bu yaklaşım sadece bulaşıcı hastalıkları açıklama ve önlemede etkiliydi. Daha kronik hastalıkları (kalp gibi) önlüyemiyordu. Dolayısı ile daha kapsayıcı bir yaklaşıma ihtiyaç hasıl oldu. Bu yeni yaklaşıma NEDENLER AĞI adı verildi. Bu yaklaşıma göre hastalığa etki eden faktörler biyolojik olduğu kadar toplumsal ve psikolojik te olmalıdır. LOCKER a göre yukarıda sıralanan tek nedenli yada çok nedenli açıklamalar, niçin belirli bazı toplumsal grupların değerlerine göre hastalıklara ve ölüme duyarlı olduklarını açıklayamamaktadırlar. Çeşitli araştırmalar göstermiştir ki çok gelişmiş ülkelerde dahil olmak üzere, hemen hemen her ülkede hastalıklara bireyin içinde bulunduğu sınıfsal koşullar , yaşadığı mahalle, gelir düzeyi, eğitim ve meslek gibi faktörler etkin olmuştur. Diğer faktörler ise, sosyal bütünleşme, toplumsal destek, medeni hal, vs. dir. Ayrıca, bireylerin hayattan beklentileri ve tecrübeleri, davranışları bu grupların hassasiyetini etkilemektedir. Kısaca söylemek gerekirse, 1) Mikrop teorisi (Grem teorisi) 2) Üçgen Açıklama 3) Çok nedenlilik, 4) Genel hassasiyet kuramları tarisel bir sıra içerisinde gelişmişlerdir. Ancak unutulmaması gereken nokta ise, hastalıkların toplumsal kökenlerinin, aslında en ilkel toplumlarda bile keşfedilmiş olmasıdır. Eski ile şimdiki arasındaki fark modern hayatta bunun çok daha geniş bir perspektiften yapılıyor olmasıdır. LOCKER a göre günümüze kadar yapılan toplumsal ve psikolojik faktörlere ilişkin çalışmalar. 3 kategoriye ayrılır. a-) Toplumsal – cevresel b-) Davranışsal c-) Psikolojik toplumsal çevresel faktörler şunlardır; yoksulluk , toplumsal destek ve diğerleri ile ilişkiler , iş ve işsizlik , v.b davranışsal faktörler ; sigara içme alışkanlığı, egzersiz spor yapma alışkanlığı , diet v.s. psikolojik faktörler ; kişisel özellikler , mücadele kapasitesi , sağlığa duyulan inanç , v.s bizim modern tıp dediğimiz alan aslında bu alanların ne zaman ve nasıl birbirlerinin içine girerek hastalıkları oluşturduğunu incelemektedir. Toplum ve hastalıklar arasındaki ilişki aslında başka kuramcılarlaca ele alınmıştır. Örneğin; FİELD (1976) hastalıkların toplumsal yanını vurgulayabilmek için hastalık durumu ile bireyin kendisini hasta hissetmesi arasında bir ayırım yapılabileceğini belirtiyor. Birinci kavramlaştırmada dikkati çeken odak nokta , belli bir kötü/istenmeyen durumun nesnel yanları , ikincisi ise subjektif yanları olmaktadır. Hastalık bir organın normal dışı çalışması , rahatsızlık ise bu normal dışlılığın nasıl algılandığına ilişkin olmaktadır. Yani hasta rahatsızlıktan şikayet eder , hekim ise hastalığı teşhis eder. Bir başka deyişle ingilizce asıllı bu iki terim hastalıkların organik kökenleri ile psiko-sosyal kökenlerini birbirinden ayırt etmek için kullanılmaktadır. Ancak her iki kavramın birbirinden bağımsız olduğuda ileri sürülmektedir. Sadece hastalıkların toplumsal yanına ve hastanın hastalık tanımını hekimin tanımlamasından herzaman farklı olacağı vurgulanmak için yapılmıştır. Örneğin ; FİELD tıp eğitiminin aslında genel olarak hastalık durumu kuramı üzerine kurulu olduğunu savunuyor. Ancak hekimin rollerinin hastalıkların türüne göre değişiklik gösterdiğini vurgulamaktadır. Ona göre hastalık dört katagoriye ayrılabilir; a-) Kısa dönemli akut hastalıklar b-) Uzun dönemli fakat araz bırakmayan c-) Uzun dönemli araz bırakan hastalıklar d-) Akıl hastalıkları bu sınıflamaya göre hastalık durumu kuramına göre yetişmiş hekimler en fazla birinci katagorideki hastalıklara yardımcı olabileceklerdir. FİELD bu durumda hastalıkların tanımlanmasında hekimlerin önemli bir rolü üstlendiklerini belirtir. Bunun için FİELD e göre eğer hastalıklar sadece modern tıbbın yaptığı gibi toplumsal perspektif dışlanarak tanımlandığında hasta ile hekim arasında en azından bir dil ve anlaşma düzeyi farkı oluşmaktadır. Kısacası modern tıp hastalıkları sadece objektif özelliklerini düşünerek ele alınmamalıhekimler hareket ve eylemlerinin toplumsal sonuçlarınıda hesaba katabilmelidir. Modern toplumlarda hastalığın bireylerce algılanmasını belirleyen toplumsan değişimler gözlenmiştir. Bu değişimler dört başlık altında toplanabilir : 1-) Hastalık kalıplarındaki değişiklikler ve kronik hastalıkların göreli olarak artması 2-) Hem profesyonellerce hemde popüler olarak daha ziyade sağlıklı olmaya yönelme 3-) Modern toplumların toplumsal ve ekonomik yapılarındaki değişiklikler. Toplum ve bireyle ilgili profesyonel otorite ve bununla ilgili anahtar süreçlerin değişikliğe uğraması 4-) Medikal sosyolojide değişimlerin ortaya çıkması. Feminizm ve post-modernism gibi yeni perspektiflein eskilerle yer değiştirmeye başlaması. Gerçektende medikal sosyoloji literatürüne bakıldığında 60 lı vre 70 li yıllarda daha çok klinik çalışmalar olduğu görülmektedir. Yani hastanelere acil olarak gelen yada akut olarak beliren hastalıklara ilişkin çalışmalar çoğunlukta gibi durmaktadır. Oysa günümüze doğru gelindikçe özellikle gelişmiş ülkelerde bir çok nedenden dolayı kronik hastalıklar daha çok gözlenmeye başlanmıştır. Özellikle batı toplumunda HIV virüsünün saptanması ve hızlı bir şekilde yayılması araştırmacıları panik davranışlara itmiş ve bir ölçüde hazırlıksız yakalamıştır. Bireylerin hastalık karşısındaki durumları ekonomik yapılarındaki değişikliklerden de etkilenmiştir. Çağdaş ekonomilerde geleneksel yapılar değişmiş yeni ilişkiler özgün yerlerini almış bulunmaktadır. Bir başka deyişle çağdaş ekonomiler üretime değil tüketime yönelik ekonomilerdir. Dolayısıyla sağlık sistemide kapitalist sistemin dışında ona yamanmış bir sektör olarak değil bireylerin tüketim kalıpları ile ilgili bir konuma gelmektedir. Hekimler hastaları üzerinde otorite kuracakları varlıklar olmaktan çok bilgilerini pazarlayacakları tüketiciler olarak görmeye başlama durumundadırlar. Böyle bir anlayış hasta ile hekimi aynı noktada buluşturabilecektir. Son olarak medikal sosyolojideki araştırmaların ‘siyasi temelli’ olmaktan uzaklaştırılarak , tıp araştırmalarına ‘toplumsal faktör’ boyutunu ekleyen araştırmalar olmanın ötesine gidebilmelidir. 3-) HASTALIK VE TOPLUMSAL İLİŞKİLER : İnsan sağlığını etkileyen faktörlerin araştırılmasında sosyolojik bir bakış gereklidir. Örneğin; günümüzde sigara içmenin zararları tıp bilmi çok açık bir biçimde belirtilmiş olduğu halde , bu alışkanlığın yaygınlaşmasının önüne geçilememektedir. Tıp sigaranın bireyler üzerindeki zararlarını biyolojik düzeyde incelerken , aynı sigara içmeye iten engelleri incelemesinin dışında bırakmak zorundadır. Bireyin hangi etkenlere bağlı olarak sağlığını tehlikeye attığının bulunması belki de tedavi için en önemli bilgiyi oluşturmaktadır. Bu bilgi ise sosyoloji alanında üretilmektedir. Ancak sigara gibi , sağlık üzerindeki olumsuz etkileri sınırlı bir konuda geri plan bilgisi gibi düşünülebilecek sosyolojik araştırmalar her hastalık için aynı önemde olmayabilir. Örneğin; ciddi bir karaciğer hastalığında yada herhangi bir kanser hastalığında sosyolojinin hastalığa ilişkin bilgi vermesi çok sınırlı kalmaktadır. Bir başka deyişle hastanın çevre koşullarına ilişkin bilgiler , ciddi bir hastalığın tedavisinde başarılı bir şekilde kullanılamamaktadır. Hastalıkların toplumsal ve kültürel nedenlerini araştıran çalışmalar genel olarak sanayileşme , kentleşme göç, toplumsal mesleksel , ve coğrafi hareketlilik gibi olgular üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu tür çalışmalar genellikle kalp hastalıklarını konu edinmiştir. Kalp üzerinde , yemek yeme alışkanlıklarının önemli bir rol oynadığı çoğu kişi tarafından vurgulanmıştır. Ayrıca sanayileşmemiş kesimlerde yapılan araştırmalarda , bu kesimde yaşayan bireylerde yaşa bağlı tansiyonun sanayileşme ile arttığı gözlenmiştir. Diğer bir örneği ise , bireylerin sürekli olarak ilişkide bulunduğu çevreyi değiştirmenin fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklara yol açabileceği saptaması oluşmaktadır. Açıktır ki , her birey çevresindeki diğer bireylerle kalıcı ve dengeli ilişkiler kurmak ve geliştirmek isteyecektir. Çevreleri değiştiğinde ya da kendileri değiştiklerinde hastalanma riskinin arttığı düşünülmektedir. Bu tür nedenlerden kaynaklanan hastalıklara neden olabilecek eylemler , sosyolojinin ana konusunu oluşturmaktadır. Daha doğrusu bir değişle bu tür hastalıkların üstesinden gelinmesine sosyolojinin anlamlı bir katkıda bulunabileceği kendiliğinden açıktır. Buna karşın 1975 de MARMOT un yaptığı araştırmada yer değiştirmenin kalp hastalıkları üzerinde çok büyük etkinin olmadığı da iddia edilmiştir. Ancak 1987 de örneğin işsizliğin kalp hastalıkları üzerinde ciddi bir etkisinin olduğu bulunmuştu. Bunun iki nedeni vardı ; 1-) İşsizlerin hayat standardı düşüyordu. 2-) Diğerleri ile toplumsal ilişkileri zayıflıyor , toplumsal rollerini yerine getirmede güçlük çekiyorlar ve stres kronik hale geliyordu. Kadınların depresyonu üzerinde yapılan diğer bir araştırmada 4 önemli faktör saptanmıştır : 1-) Eş’ le çok iyi ve samimi bir ilişkinin olmaması 2-) 11 yaşından önce annenin kaybedilmesi 3-) Ev dışında bir işe sahip olmama. 4-) 15 yaşından küçük 3 ya da daha fazla çocuğun bulunması. Bu model alt sınıftan gelen kadınların neden orta sınıftan gelen kadınlardan daha fazla depresyona girdiklerini açıklamaktadır. Bilindiği gibi sosyolojinin ana kavramlarından birisi de sınıf kavramıdır. Sınıf , toplum içindeki bireylerin , eğitim , gelir, kültür , ölçütlerine göre yerinin belirlenmesine yardımcı olur. Yani , her toplum aslında sınıflı bir toplumdur . Dolayısıyla , her toplumda belli bir hiyerarşi vardır. Bu hiyerarşi acaba bireylerin sağlık hizmetlerinden yararlanmalarını ne ölçüde etkilemektedir. Bu konuda ki araştırmaların çoğu da yine A.B.D de yapılmıştır. Bu bağlamda bir araştırma DUTTON (1989) yapmış ve daha çok A.B.D nin yoksul kesimlerindeki sağlık koşullarını ve bireylerin fakirikten kaynaklanan umutsuzluklarına dikkat çekmiştir. Ona göre fakirlik genellikle kötü bir sağlık durumu üretmekte kötübir sağlık durumu ise fakirlik üretmektedir. Örneğin; fakir bölgelerde çocuk ölümlerinin A.B.D ortalamasından %50 daha yüksek olduğu saptanmıştır. Ölüm oranı siyahlarda daha yüksektir. Siyahlar bulaşıcı hastalıkların tehlikesine daha fazla maruzdurlar. Kalp hastalıkları ölüm oranları düşük gelir gruplarında zenginlere göre 3 kat daha fazla çıkmaktadır. Toplumsal hiyerarşinin en altında yaşıyan bireyler zaman içerisinde kendilerine saygıyı yitirmektedirler ve kendi kişilikleri üzerindeki kontrol zayıflamaktadır. Maddi güçleri yeterli olmadığından toplumsal bir izolasyon içerisinde yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Toplumsal izolasyon içerisinde yaşayan kimselerde stres daha fazla olmakta kalp krizi geçirmiş bu tür kimselerde daha düşük düzeyde stresi olan diğerlerine göre 4 kez daha fazla ölüm oranına rastlanmaktadır. Son olarak da fakir bölgelerde yaşayan bireyler yani alt sınıflardaki bireyler sağlık hizmetlerinden de farklı şekillerde yararlanmaktadırlar. Bu gruptaki bireyler zenginlere göre çok daha seyrek hekime başvurmaktadırlar. Sonuç olarak A.B.D de sağlık söz konusu olduğunda zenginlerle fakirler arasında bir uçurum bulunduğu vurgulanmaktadır. Bu uçurum bir çok alanda ortaya çıkmaktadır. İlkin fakirler sağlık sisteminden zenginler kadar yararlanamamaktadırlar bundanda önemlisi çevresel koşullar. Bütün bu araştırma bulgularından da anlaşıldığı gibi toplumsal sınıflar ile bireylerin sağlığı arasında dolaysız bir ilişki vardır bireylerin sağlık sisteminden yararlanma olasılıkları içinde yaşadıkları sınıfsal konumla yakından ilgilidir. Ancak belirtilmelidir ki sınıf kavramıda diğer bir çok kavram gibi sosyoloji alanında tartışılmaktadır. Bu tartışmaların günümüzde dahi belli bir sonuca ulaşmış olduğu pek söylenemez. Şurası kesin ki modern toplumlar gelir eğitim meslek gibi göstergeler bakımından farklı gruplara bölünmüşlerdir. Diğer yandan öğretmenler için de aynı durum söz konusudur. Bir meslek grubu olarak öğretmenler bir toplumsal sınıfın içine sokulmaya çalışılsa bu meslek grubuna hangi tür öğretmenler dahil edilecektir. Örneğin; sıradan bir ilk okulda öğretmenlik yapan biriside bu katagoride yer alacak dünyaca ünlü çalışmaları olan bir üniversite profesörüde bu katagoride yer alacaktır. Dolayısıyla sağlık ile toplumsal sınıflar arasında kurulabilecek her türlü ilişkinin sadece genel trendleri belirtmesi bakımından önem taşıdığı ve bu ilişkinin her zaman korelatif bir ilişki olduğu unutulmamalıdır. çünkü sınıfla hastalıklar arasında sözü edilen ilişki zamana göre de değişim gösterebilmektedir. Burada akla gelebilecek bir soru ise acaba kötü sağlık koşullarımı bireyleri alt sınıfta yaşamaya mahkum etmekte yoksa bireyler alt sınıfta olduklarından mı sağlıkları kötü olmaktadır. Gerçektende bu soru bazı araştırmacıların temel gündemini oluşturmuştur. Kimilerine göre (Wilkinson 1986) ciddi hastalıklara yakalanan çocuklar doğal olarak babalarının toplumsal konumlarından daha aşağıya düşeceklerdir. Kimilerine göre ise (MARMOT, at all, 1987) bu ancak şizofreni gibi çok ciddi hastalıklarda ortaya çıkabilecek bir durumdur. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.