![]() |
Zanzibar Cinler Adası
SIRADAN gezi notları değil, hayatın gerçeği idi. Hani hayatın sadece yaşadığımız coğrafyada olmadığını hatırlatan bir gezi. Hani haritada bile parmağımızın ucu ile aramada zorlandığımız yerler.. Zanzibar’dan bahsediyorum.
Zanzibar’a giderken trafiğe yakalanmamak için otelden erken saatlerde ayrılmak zorunda kaldık. Uçağımız sabah 06.55’de kalktı. Precisian Havayolları ile 15 dakikalık yolculuk yaparak 7.10’da Zanzibar’a indik. Uçağımız 45 kişilik pervaneli küçük bir uçaktı. Zanzibar’a eskiden “cinler adası” deniyormuş. Havadan giderken manzara çok güzel. Mavinin tonlarını takip edebiliyorsunuz. Kumsalları ve mercan kayalıklarını denizden çok güzel görüyorsunuz. Zanzibar, Arap ve İspanyol mimarisinin etkisinde gibi bir görünüm veriyor. Zanzibar’da göndere çekilmiş olan bayraklar halihazırdaki hükümeti yöneten partinin bayrağıymış. Yeşil zeminin sağ üst köşesinde bir amblem taşıyor bu bayraklar. Uçağımızda Çinlilerden oluşan bir heyet vardı. Havalimanına indiğimizde o heyete karşılama töreni düzenlemişler. Bizi de resmi heyetten sanmışlar hemen çevremizi gazeteciler sardı. Fotoğraflarımızı çekmeye başladılar. Bizi tören alanına yönlendirdiler. Daha sonra yanlışlarını fark edince birden etrafımızdan dağıldılar. Zanzibar iç işlerinde özerk, dış işlerinde Tanzanya’ya bağlı küçük bir ada. Cumhurbaşkanı seçilen kişi o yıl hacca gidermiş. Bu teamül bir gelenek halini almış. Bu cumhurbaşkanı 3 yıl geçmesine rağmen daha hacca gitmemişmiş. Halkın baskısından artık bu sene hacca gitme kararı almış. Misyonerler boş durmuyor ZANZİBAR’DA Sebil School isminde bir ana okulu var. Havaalanında bizi bu okulun müdürü Hasan Bey karşıladı. Okulun henüz 28 öğrencisi varmış. Zanzibar’da genelde eğitim öğlen saat 13’e kadar sürüyormuş. Öğleden sonra da Müslümanlar medreselere gidiyormuş. Burada anaokulları genelde misyonerlik faaliyetleri yapan Hristiyanların elindeymiş. Hasan Bey’in anlattığına göre, bu okullarda İslamiyet aleyhinde plânlı programlı faaliyetler yapılıyormuş. Bir keresinde çocuklara ağızları kapalı zarf dağıtmışlar. İçine para vb. hediye gibi şeyler koymuşlar. Çocuklara ‘bu zarflar Hz. İsa’dan sizlere hediye’ demişler. Bir hafta kadar sonra içleri boş başka zarf dağıtmışlar. Çocuklardan heyecanla zarfları açıp boş olduklarını görünce ‘bu zarfların Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in hediyesi’ olduğunu söylemişler. Zanzibar 600 bin kişilik bir nüfusa sahip. İnsanların rengi biraz daha açık. Biraz daha koyulaşmış Maleylere benziyorlar. Melezleşmiş oldukları daha belirgin. Zanzibar’da toplu taşım arkasına branda çekilmiş pickuplarla yapılıyor. Kahvaltıdan sonra, deniz kıyısında ‘Beytu’l-Acâib’ denilen bir binanın önünden geçtik. Şu anda müze olarak kullanılıyormuş. Burada 1910’larda ilk defa elektrik kullanılmış. Asansör kullanılmış. O yıllarda elektrik sadece İngiltere’de varmış. Halk nezdinde çok şaşırtıcı olduğundan buraya acaipler evi diyorlarmış. İngilizler işgal sırasında bu binayı merkez olarak kulanmışlar. Genel olarak Zanzibar çok yeşil bir ülke. Yeşilin bütün tonlarını görebiliyorsunuz çevrede. Hindistan cevizi, mango ve muz ağaçları hemen hemen her tarafta mevcut. Teknolojileri olmasa da rahatlık bakımından çok rahat bir yaşamın olduğu görülüyor. Bir Avrupalının böyle bir rahatı her türlü imkanları içinde bile bulamayacağı kesin. Zanzibar’da halk, hacca gitmek için önce günahlarından arınmak gerektiği inancındaymış. Günahkar olarak hacca gidenlerin orada başına bir felaket geleceği, hatta öleceği inancı varmış. Onun için halk hacca gitmeden önce günahlarından tövbe ediyorlar, örnek bir Müslüman olmaya çalışıyorlarmış. Zanzibar’da başı açık kadın neredeyse yok gibi. Kadınlardan yüzleri peçeli olanları gördük. Bunlar Arap asıllı melezlermiş. Yüzleri açık olanlar ise yerli halktanmış. Yolda sık sık bisiklet, motor süren tesettürlü bayanları görmeniz mümkün. Medresetu’l-İnsaf ZANZİBAR’DAKİ bir diğer güzel adet de Müslüman çocukların yedi yaşından itibaren medreselerde okuyor olmaları. Yolda geçerken okul gibi bir binanın bahçesinde kümelenmiş çocuklar görmüştük. Minibüsümüzü durdurup yanlarına gittik. Burası adı Medresetu’l-İnsâf olan mahalli medreselerden biriymiş. Bu tür medreseler Zanzibar’da çokça bulunuyormuş. Çocuklar buralarda ilk dinî bilgileri alıyorlar. Kur’ân okumasını öğreniyorlar, basit düzeyde de olsa Arapça öğreniyorlar. Biz 3. sınıf ayarında bir sınıfa girdik. Bizleri selamla karşıladılar. Tahtaya yazmış olduğum Arapça ibareyi okudular. Sorduğum bazı soruları cevapladılar. Örneğin bu medresede 500 öğrenci bulunuyormuş. Medrese hocalarından Üstaz Şuayb ile tanıştık. Tanzanya’da genelde İbâdi mezhebi üzere eğitim alınıyormuş. Zanzibar’da dikkat çeken bir diğer husus da seyahatimiz esnasında birçok polis noktasının bulunmasıydı. İki saatlik yol güzergâhımızda dört kez polis durdurdu. Her defasında da şöyle içeriye yüzlerimize bakıp izin verdi. Daha sonra Kızımkazi bölgesine gittik. Burası tarihi bir bölgeymiş. İçinde tebe-i tabiinden zevatın mezarlarının bulunduğu yaklaşık bin yıllık tarihi olan bir mescide gittik. Bu arada şehir merkezinde Malindi bölgesinde limana yakın bir yerde orijinal adı ‘Friday Mosque olan bölgenin en büyük camiinde namazlarımızı kıldık. Mescidin alt katında abdest alma yerleri var. Alt katlı birlikte üç katlı büyükçe bir bina. Kapıları devamlı açık. İçeride dinlenen, uzanan, yatan insanlar bulunuyor. Mescitlerin çok fonksiyonlu kullanılması olarak değerlendiriyorum ve çok güzel bir adet olarak görüyorum bunu. Prisener İsland NAMAZLARIMIZI kıldıktan sonra mescitte tanıştığımız birisinin motorlu teknesi ile 20 dakikalık yolculukla ‘Prisener İsland’ denilen kaplumbağa adasına gittik. Burası gerçekten çok ilginç, çok esrarengiz geldi bana. Yıllar önce bir hükümdar buraya bir çift iri kaplumbağa bırakmış. Çiftleşerek yüzlerce kaplumbağanın yaşadığı bir adaya dönüşmüş. Adanın içlerine doğru gidince sayılarının çok daha fazla olduğunu görüyorsunuz. Elimle onlara ot yedirdim. Zavallı hayvancıklar. Yemek yerken uzattıkları boyunlarını sevmek, boyunlarını okşamak zevk verici. Bizler ikindiyi biraz geçmiş olarak varmıştık bu adaya. Kaplumbağaları gezdikten sonra hep birlikte denize girdik. Okyanus ortasında küçücük bir adanın kıyılarında yüzmek çok tatlı. Baharat pazarı ZANZİBAR baharatıyla meşhur. Her çeşit baharatın cömertçe bittiği topraklara sahip. Tabii ortamlarında hem tanıtım, hem de küçük küçük ticaret maksatlı pazarlar kurulmuş. Daha doğrusu baharat ağaçlarından oluşan tarlalar kendi tabii ortamlarında rehberler kanalıyla tanıtılıyor. Biz ‘Bahama Spice Farm’ adındaki pazara gittik. Baharat olarak akla gelen ve de gelmeyen bir çok çeşit baharat türüyle karşılaştık. Rehber bu baharatların ağaçlarına götürüyor, ağacından kopardığı numuneyi gösteriyor, İngilizce ve kendi Sevahil dilinde adını söylüyor, faydalarını anlatıyor, pişirilme metodunu gösteriyor, sonunda da girişte kurulmuş olan sergiden alışveriş yaptırıyor. Baharatların tanıtımı bitince rehberimiz bir genci 25 metre uzunluktaki Hindistan cevizi ağacına çıkarttı. Genç ayağına sardığı bitki köklerinden yapılmış bir kelepçeyle ‘Jumbo’ şarkısı eşliğinde bir çırpıda tırmandı ağaca. Hepimize Hindistan cevizi attı. Köle Pazarı ZANZİBAR’DA limana yakın bir bölgede uzak kabilelerden toplatılan kölelerin hapis edildiği bir dehlizi ziyaret ettik. Buraya köle pazarı deniyor. 19. yüzyıl başlarına kadar burası faal durumdaymış. Eski yılların köle düzenini hatırlatan görüntüleri hissediyor insan. İri taş kalıplardan yapılmış bir binanın merdivenle inilen alt katı girişten sonra iki ayrı mahzene açılıyor. Mahzenlerin genişliği 10 metre yok. Başınızı eğerek girebiliyorsunuz. Duvarlardan birinde hava sirkülasyonu için 30-40 cm. kadar boylamasına açılmış 3-4 delik var. Geçmiş yüzyıllarda, köleler, bu adada toplanır; tüccarlara satıldıktan sonra gemilere bindirilirmiş. Odaların biri kadınlar için diğeri erkekler için ayrılmış. Zeminden sağlı sollu yarım metre kadar yükseklik var. Köleler 60’ar kişilik olarak oralarda kalıyorlarmış. Yarım metre kadar aşağıda kalan boşluğa da ihtiyaçlarını gideriyorlarmış. Biz 13 kişi olarak zor sığdık buraya. Köleler burada üç gün bekletiliyorlar, yemek ve su vermiyorlarmış. Ölmeyenler dayanıklı diye satılıyorlarmış. Duvarlardan sarkan zincirlerin o zamanlara ait olduğunu söyledi arkadaşlar. Soğuk zincirlere dokundum. Nice canların mahkum edilişini hissetti parmaklarım. Nice ahlar alınmış. Nice yürekler kavrulmuş bu zincirlerin altında. Daha 90 yıl öncesine kadar kölelik devam ediyormuş bu topraklarda. Bu binadan çıkınca kendinizi bir avluda buluyorsunuz. Avlunun bir köşesinde büyükçe bir Anglikan kilisesi var. 1902’de Living Stone tarafından inşa edilmiş. Living Stone Afrika’yı misyonerlik için dolaşmış bir rahip. Zambiya’da sıtmaya tutulup ölmüş. Kalbini Zambiya’da ölmüş olduğu ağacın altına gömüyorlar. Cesedini de Zanzibar’a getiriyorlar. Altında gömülü olduğu ağaçtan kesilmiş olan daldan da bir haç yaptırıyorlar. O haçı işte buradaki Anglikan kilisesinin içine asmışlar. KİLİSENİN duvarları peygamber figürleri ile dolu. Altlarında isimleri var. Kilisenin tam ortasında rahibin ayin yaptırdığı yerin altında Edward Steere Askof adında bir rahibin mezarı var. Girişin sağ tarafında üst katta duvara adeta rap edilmiş çok büyük bir org var. Kilisenin sağ tarafında kazılmış bir çukur içinde kölelerin el ve ayaklarının zincirlere vurulmasını figüre eden 5 adet heykel var. 1997 senesinde yapılmış. Burada köleler kırbaçlanıyormuş. Ağlamayanlar dayanıklı kabul ediliyormuş. Zanzibar’dan, geldiğimiz gibi yine uçakla Darusselâm’a hareket ettik. Adadan ayrılırken içimizde Zanzibar’ı tanımış olmanın hem mutluluğu hem hüznü vardı. Doç. Dr. Cüneyd Eren |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.